Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 3 February 2009

Abdülkadir Aygan'a şükranlarımla

--------------------------------------------------------------------------------

Barış YILDIRIM

--------------------------------------------------------------------------------

Ben, Abdülkadir Aygan, devrimci hareketin ve ülkenin doğusundaki ateşin çok az içinde bulunmuş bugünün bir izleyicisiyim. Ve sizin ağzınızdan dökülen bu görünüşte ’ihanet' dolu gerçeklerin bir ülkenin vicdanını rahatlattığını size söylemek istiyorum.

Ama kimin ihaneti? Örneğin anlattıklarınızdan gördüklerim kadarıyla şu önem sırasıyla söyleyebilirim: İnsanın doğaya, topluma, kültüre ve insana ihaneti, ülkenin sahiplerinin ülkeye, halkına, vatandaşa ihaneti, devletin çalışanına ihaneti, halkının kendine ihaneti, Kürt halkının PKK'ye ihaneti, PKK'nin Kürt Halkına ve militanlarına ihaneti, militanların örgüte ihaneti... Ve siz, faşist çevreler diye nitelediğiniz 6 gencin ölümünü üstlendiğiniz röportajınızda, JİTEM adına hiç cinayet işlediniz mi sorusuna verdiğiniz "bu soruya cevap vermek istemiyorum" cevabınızla hepimizin hikâyesini anlatıyorsunuz. Tabii anlayabilene.

Şimdi anlattıklarınızı bir kez daha yinelemek yerine, röportajınızda ve genel olarak aklımda kalanları sıralamayı tercih edeceğim:

1- Her şeyi mıh gibi hatırlıyorsunuz. İsimleri, ölürken nasıl olduklarını, kaç kişinin öldürüldüğünü, elbiselerine ne yaptıklarını ve tüm detayları anlatıyorsunuz. Bunları not almış olmanızla açıklayamayız. Bunu, tüm bunlar olurken hafızanıza her detayı kazımanız açıklıyor, belki o görüntüler hiç gözünüzün önünden gitmediği için. Belki kâbuslarla uyandığınızdan. Her neyse ne, ama müthiş bir utancın eseri. Ve Aygan, belki çok başka bir dilden ama dünyayı ve orada gördüğümüzü açıklamaya yeterli olan iki adamdan Marks ve Nietzsche'yi anacağım burada. Marks için utanç duygulardaki en büyük devrimdir. Nietzsche'de bütün çalışmasında gelecek olan üst-insanın, bugünün insanına duyacağı tiksintiyle doğacağını müjdeler. Ve insan Aygan, kendisinden tiksinecektir. Tıpkı sizin tiksindiğiniz gibi. Tiksinti ne kadar büyükse etkisi o kadar yüksek olacaktır.

2- Siz aynı zamanda pazarlıksız ve başka hiçbir şey düşünmeksizin girdiğiniz, geniş arazileri, ovaları, yaylaları keşfettiğiniz, eylem alanları belirlediğiniz, gerillaları en güvenli yerlerden geçirmenin, yeri geldiğinde can almanın hesaplarını yaparken, bir gün bu ’değer'in size ihanet ettiğini düşündünüz. Nasıl güvenecektiniz bir daha? Ona güvenmeyecekseniz kime güvenecektiniz? Ruhunuzun bu anda yalnız kalması belki ’zayıflık' olarak açıklanabilir. Ama örgütün bu hakkı nereden geliyor? Örgütler, bazen zayıflık gösterip onlarca cana mal oluyor da bu sizin için neden ’irrasyonel' bir şey oluyor? Ve sonra anlattıklarınız aşama aşama cereyan ediyor. Bu aşamanın her anında hiç hesapta olmayan bir zayıflık belki de? Olamaz mı? Şimdi size Veli Küçük'ün suratına bordro çarpmayı arzulatacak kadar güçlü kılan güç nereden geliyor? O hep sizde olan bir şey değil miydi?

3- Sizin anlattıklarınız yeni değil üstelik. Şimdi konjonktür uygun oldu da işe yaradı. Ama bu da sizin suçunuz değil. Komutanınız JİTEM'i ziyaret edip de ’yurt dışına kaçmayı düşünmeyin' dediğinde bunun olacağını içinizde hissettiğinizi, sezdiğinizi sezebiliyorum. Şimdi bu anlattıklarınız bir ülkenin rahatlığına, dönen dolapları anlamasına yardımcı oluyor ve en önemlisi size o savaşın diğer parçalarından daha fazla saygı duyduğudur. Siz konuştukça insanlar ikiye ayrılıyor. Diyelim ki Ertuğrul Özkök ve onun bilcümle tarafı ile sizin başından beri aslında olduğunuz taraf. İlk taraf, siz konuştukça kendi suçlarından utanıyor, onlarında suçunun teşhir olduğunu düşünüyor. İkinci tarafın yenilmişleri sizinle beraber rahatlıyor. Fark ediyorlar ki yenilmiş olmak, her zaman yenilmiş olmak değildir. Kendi hikâyelerinde mağdur da edilmiş olabileceklerini kavuruyor. İkinci tarafın hala sizin arzuladığınız şekilde durmaya çalışanları ise sizinle beraber aydınlanıyor, fark ediyor ve rahatlıyorlar.

4- Tabii tüm bunlar psikolojik faktörler. Bir de bunlar olurken, duygularımız var. Çocukları, kardeşleri, yoldaşları, en kıymetlileri öldürülen, ezilen milyonlar var. Onların, en az sizinkiler kadar gerçek acıları ve öfkeleri var. Ama yine de sebep olduğunuz şeyler onlar için teselli edici bir yan taşıyor. Elbette ki benim için, önemli olan çekilecek tetiğin hazır olmasıdır. O tetiği hazırlayan mekanizma ’düşman'dır. O tetiği çeken de ’düşmanın askeri'. Ve o asker kim olursa olsun, o tetik çekilecek, ölecek kişi öldürülecektir. Size fikrinizi soran yoktur. Ve bu mekanizmaya dibine kadar bulaşmış kişi belki acısını yok etmek için daha başkalarını da emir olmadan öldürebilecektir. Ama hala, tezgah mekanizmadadır, yani düşmanda. Eğer işte o tetiğin arkasında, bütün acılarına rağmen ’bizden' biri olsa belki o zaman o tetiklerin çekilmesine bir nebze olsun çomak sokulabilirdi. Dolayısıyla kalbi kırıklık olsa da derin bir saygı duyduğumu söyleyebilirim.

Tüm bunların üzerine sizin ’utancınızı' kendinize saklama tavrınız, belki de affedileceğinizi bilmenizden, belki onları içinizde tutmanın sizi bugüne getiren şey olduğunu ve kendinizle barışacağınızı bilmenizden. Bence hakkınızdır. Yaşadıklarınıza rağmen bugün sadece ’konuşmak' olarak nitelendirilebilirsiniz belki. Ama bu nitelemede bulunanların aslında hiçbir zaman kendi kabahatleri hakkında sizin kadar açık olmadığını atlarlar. Üstelik, onların kabahatleri sizinkilerin yanında çok küçüktür. Kaldı ki siz uzun zamandır konuşuyorsunuz da hakkınızı yeni yeni hakkıyla veriyoruz.

Örnek mi? Bırakalım Türkiye Devrimci Hareketi'nin bedeli ödenmez derecede ağır hasarlarla dolu yapısal eksiklerini - ürettiği değerlerle bunu giderdiği de iddia edilebilir burada- bugününe bakmak yeterli. Neden devrimci hareket, Ergenekon gibi bir mahkeme görülür ve generaller ’terör örgütlerini' provoke etmekle suçlanırken; bu olaylara en başında provokasyon demiş ve tavır almış devrimci tutsakların özgürlüğünü talep etmeyi akıl etmez? Denilebilir ki devrimci hareketin bunun için gücü yeterli değil. Buna iki türlü karşı çıkılabilir: a- güç her zaman psikolojik bir sorundur ve b- gazetelerine, dergilerine baktığımızda, yani küçük harflerle ara sıra köşe yazılarında yapılan ’çaktırmadan' itiraflar dışında devrimci hareket hiç de güçsüz olduğunu düşünmemektedir. E peki nasıl oluyor?

Artık şapkaları önümüze koyma zamanı değil. Önümüze konan şapkaların içine bakıp korkmadan, reçetesiz adım atmaktan çekinmeden düşünme zamanı.

Tüm bunların ruhsal gerekliliği Abdülkadir Aygan'ın itiraflarının yarattığı bugünkü etkisiyle artık daha da net. Artık bu ülkenin insanları bir generale değil, onların kağıt peçete gibi kullanıp atmaya çalıştıkları ’ihanetçi'lere güveniyor, onun sözüne inanıyor.

Buna psikolojide devrim diyoruz.

Tekrar şükran ve saygılarımla...

http://www.mavidefter.org/

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.