Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 9 July 2010

Abant Platformu’nun, 22. Toplantısı, 25, 26, 27 Haziran tarihlerinde yapıldı. Toplantı, “Vesayet ve Demokrasi” başlığıyla gerçekleşti. Toplantıya 200 yakın aydın ve siyasetçinin katıldığı açıklandı. Toplantıya katılan aydınların sonuç bildirisine bakıldığı zaman, belli standartlarda nakıs bir demokrasiyi savunan, üniter devlete yönelik itirazları olmayan, üniter devlet içinde bir demokrasiyi yapılandırmak isteyenlerden oluştuğu görülmektedir. Üniter devlete itiraz eden, daha kapsamlı bir demokrasiyi savunan aydınların ya toplantıya çağrılmadıkları, ya da çağrıldıkları halde onların sonuç bildirisi üzerinde etkin olmadıkları görülmektedir. Gerçi yapılan açıklamalara göre, toplantı katılımcılarının tümü yayınlanan sonuç bildirisindeki talepleri ve tanımlamaları oy birliğiyle benimsemişler. Böyle olunca, üniter devlet yapısı içinde yapılan demokrasi tanımına hiçbir katılımcının itiraz yapmadığı sonucu çıkmaktadır. Aksi bir durum varsa, itiraz eden katılımcıların durumu kamuoyuna deklere etmeleri gerekir. Eğer bu itirazlar yapılmışsa, ben izleyebilmiş değilim.

*****

22. Abant Toplantısı, bir sonuç bildirisi yayınladı. Toplantı katılımcılarının tümü bu sonuç bildirisinde, “Türk Demokrasisi”nin vesayet altında olduğunu kabul ediyor. Türkiye’nin karşı-karşıya olduğu iç ve dış sorunların nedeninin askeri vesayetçi engellemeler olduğunu saptıyor. Bu saptamadan kalkılarak, “kalıcı bir sistem niteliği kazanan vesayetçiliğin tasfiyesinin elzem olduğu” bir iddia olarak ileri sürülüyor.

Bildiride “askeri bürokrasi” üzerinde duruluyor ve “askeri bürokrasinin” denetim altına alınması gerektiği öneriliyor. Dış güvenlik ve askeri harcamaların demokratik kurumlar tarafından belirlenmesi gerektiği isteniyor.“Vesayet” kavramı, “…kurumların merkezi, seçkinci ve otoriter bir zihniyetle toplum üzerinde kontrol sağlaması, tahakküm kurması” şeklinde tarif ediliyor.

Ama vesayete yol açan kurumların hangi kurumlar olduğu konusunda bir açıklama yapılmıyor.

Bildirinin en önemli kabullerinden biri de, Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin olarak yapılan saptama. Bu saptama, son Anayasa değişikliği konusunda CHP tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen konuya ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin esasa girerek sorunu ele alma ve bozma endişesinden kaynaklanıyor. Bundan yola çıkılarak, “Anayasa Mahkemesi kurucu iktidar yetkisi kullanamaz. Halka ait olan, sivil demokratik süreçlerin içinde oluşan kurucu iktidar Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Bu doğrultuda yargı organları demokratik meşruiyet temelinde yapılandırılmalıdır” deniliyor.

Bu tanımlamada, kurucu iktidarın sivil süreçler sonucu oluştuğu saptanmakla birlikte, Kürtlerin bu sivil iktidar kapsamında olup olmadığı gözetilmiyor. Kendi kimlikleriyle, kendi partileriyle seçime katılamayan, Kürdistan’da kendi-kendini yönetme hakkına sahip olmayan Kürtlerin kurucu sivil iktidar içinde ele alınmasının olanaksızlığı, hiç kale alınmıyor.

Bildiride Kürt milletinin kolektif hakları, iktidardaki yerleri, Kürtler iktidar olmadıkları zaman, Askeri Vesayetin ve iktidarın son bulmasının olanaksızlığına hiç bir şekilde işaret edilmiyor. “Kürt sorunu”, alevi, azınlıklar, baş örtüsü, din-vicdan, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi konularla yan-yana getirilerek, o sorunlarla aynılaştırılarak, “Kürt sorununun, vesayetçi engellemeler nedeniyle çözülemediği” ifade ediliyor. Bu tespitten, sivillerin, AK Parti’nin “Kürt sorununu” gerçekten çözmek istediği, çözüm konusunda kapsamlı bir projeye sahip olduğu çıkarması yapılıyor.

Gerçeğin bu olmadığı biliniyor. AK Parti’nin, Devletin “Kürt sorununu” milletler meselesinde geçerli olan modeller, evrensel kurallar, uluslararası sözleşmeler, Kürtlerin Türklerle haklar ve siyasi/yönetim statüsü açısından eşitliğinin sağlanması temelinde bir çözümü istemediği gelişmelerle ortaya çıkmış durumda. Bırakalım AK Partiyi, Abant’ta toplanan, demokrasi projesi konusunda ve demokratlık konusunda iddialı aydınların bile, bildiride yazılanlara bakıldığında, “Kürt sorunu” konusunda ileri sürdüğüm modeller ve kurallar çerçevesinde bir çözüm projesine ve paradigmaya sahip olmadıkları görülmekte.

Bunun yanında bildiri, “artan şiddet ortamının Kürt meselesinin çözümünü güçlendirmekte ve toplumsal dokuyu tahrip etmektedir” saptamasını yaparken eksik ve gerçekçi olmayan bir saptama yapılıyor. “Kürt meselesinin” çözülmemesinin daha köklü, tarihi, devletin yapısallığıyla, üniter ve Türk devlet-ulus niteliğiyle, şoven ve ırkçı zihniyetle, emperyal ve sömürgeci statü ile bir ilişkisi söz konusu. 1938 yılından 1984 yılına kadar Devletle Kürtler arasından bir silahlı çatışma olmamasına rağmen, “Kürt meselesi” çözülmemiştir ve bu konuda en küçük bir adım da atılmamıştır. Yine 1999-2004 arasında herhangi silahlı bir çatışma olmamasına rağmen, “Kürt meselesinin” çözümü konusunda yine herhangi bir adım atılmamıştır.

*****

Bütün bunlara ek olarak, Abant Platformu’nun “Demokrasi Projesi”, daha köklü ve temel eksiklikler taşıyor.

Abant Platformu 22. Toplantısı, verili olarak Türkiye’de bir demokrasinin var olduğunu kabul ediyor, bunu “Türk Demokrasisi” kavramı ile tanımlıyor, bu demokrasinin vesayet altına alındığını ilkesel olarak saptıyor.

Öncelikle belirtmeliyim ki, demokrasinin Türk kimliğiyle tanımlanması, Kürtleri, diğer etnik grupları dışlamak, “Türkler için demokrasi, Kürtler, diğer etnik gruplar için diktatörlük ve baskı rejimi” anlamına gelen tuzağa düşmektir. Eğer Türkiye’de bir demokrasiden bahsedilecekse, herkesin, her millet, her etnik grup, her din ve mezhep, her sınıf ve tabaka, her düşünce grubu ve topluluğu için demokrasiden bahsetmek, böyle bir demokrasinin tesisi edilmesi için mücadele etmek gerekir. Çünkü demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi, bütün ulusun kapsamlı bireysel ve toplumsal haklara sahip olması, bu haklarını kullanılması anlamına gelir.

Başka önemli bir sorun, Türkiye’de demokrasinin var olduğu ve bu demokrasinin vesayet altında olduğu tespitidir. Türkiye’de hiçbir zaman demokrasi olmadı. Ya da Türk Ulusu ve bazı toplumsal kesimler için demokrasinin var olduğu genel kabulü söz konusu olabilir. Bu da doğru değildir. Çünkü tüm Türkler için de hiçbir zaman demokrasi olmadı.

1946 yılından sonra dış etkenlerle ve devlet çıkarlarının parametreleri içinde çok partili sisteme geçilmiş olması, halkın oy kullanmış olması, hiçbir zaman muktedir ve iktidar olmayan siyasi partilere oy verilmiş olması, demokrasi olarak kabul ediliyorsa bu da doğru değildir. Her şeyi bir tarafa bırakalım, Kürtler, hiçbir zaman kendilerine ait olan bir partiye, kendilerini temsil eden bir iktidara nakıs da olsa sahip olmadılar.

O zaman Türkiye’de olan demokrasi değildir. Bu bağlamda da, demokrasi üzerindeki bir vesayetten değil, demokrasi yokluğundan bahsedilebilir. Başka bir ifadeyle, asker ve sivil bürokrasinin otoriter sisteminden, egemenliğinden, diktatörlüğünden, oligarşisinden bahsedilebilir.

Demek ki sorun, demokrasinin eksikliklerini giderme, demokrasi üzerindeki vesayeti kaldırma sorunu değil, demokrasiyi yeniden inşa etme sorunudur. Bunun için de Türkiye gerçeklerine, çok uluslu, çok etnikli, çok dinli ve mezhepli, çok sınıf ve tabaklı bir demokrasi, federal demokrasi paradigmasına ve projesine sahip olmak gerekir.

Türkiye’de demokrasi, bir başka ifadeyle askeri ve sivil diktatörlüğün, oligarşinin, iktidarın son bulması sorunudur. Buna karşılık, sivillerin, halkların, Türk ve Kürtlerin, diğer etnik grupların, farklı dinsel ve mezhepsel, fikirsel toplulukların iktidarını kurmaktır.

Abant Platformu’nun “demokrasi projesinde”, Kürtlerin kolektif hakları, Türkiye’de iktidarı paylaşma, Kürdistan’da iktidar olma konusunda da herhangi bir saptama yok.

Bu bağlamlarda da, askeri-sivil iktidar yerine, halkların iktidarını ikame etmek olanaklı değildir.

Abant Platformu “Demokrasi Projesinin” yapabileceği şey, üniter ve Türk ulus demokrasinin sınırlarını genişletebilir. En iyimser haliyle sivillerle asker-sivil bürokrasi arasındaki iktidar paylaşımını ve uzlaşmayı sağlayabilir.

Bu nedenle, Kürtlerin, Türk aydınlarının söylediklerini hemen olumlamaları ve

benimsemeleri doğru olmadığı gibi, tehlikeli, ideolojik-felsefi egemenlik belirtisi, hegemonyanın yeniden tesisi ve yapılandırılması anlamına gelir.

Gelişmelere eleştirici bakmak, karşı alternatifi ortaya çıkarmak için, analistik ve araştırmacı olmak gerekir.

Amed, 01. 07. 2010

([email protected])

Dip not: Bu görüşlerimin özetini, S-Haber TV’de, Önder Aytaç ve arkadaşlarının ortak yaptıkları 30 Haziran 2010 tarihli “Derin Bakış” programında başka konularla birlikte dile getirdim.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.