ABDULLAH ÖCALAN İŞBİRLİKÇİ BİLE DEĞİLDİR!
Nivîskar: rizgari Di: 31.10.2004 Sehet: 18:25
Ji aliyê rizgari
Sait AYDOĞMUŞ
Abdullah Öcalan'ın “statü“sü konusunda Mesud gibi düşünmesem de, dünkü Rızgari Sitesi'nde yayınladığı “Abdullah Öcalan'ın İhanetini Göremiyen Ya da Görmek istemiyenler İçin Bir Daha“ başlıklı yazısıyla çok yerinde bir iş yaptığını takdir ediyorum.
Yaşını bilmesem de, değerli Mesud'un, tarihimizi, hele de yakın tarihimizi iyi bildiği yazısından anlaşılıyor . Bu nedenle Kuzey'in Kürt hareketi olarak, 1960'lı, 1970'li yıllarda, yeniden billurlaşıp ortaya çıkarken, şimdilerde, “mazide kalmış“ birçok mesele gibi, sömürge olup olmadığımız tartışmasının gündemimizi hayli meşgul ettiğini biliyordur. Sonra, değerli bilim ve dava adamı İsmail Beşikçi'nin şu meşhur özdeyişi “ilaç“ gibi gelmişti uzayan bu tartışmaya: “Kürdistan sömürge bile değildir!“...
Diyeceğim şu ki, Abdullah Öcalan, işbirlikçi bile değildir; hele hele reformist hiç değildir!
O, zaman zaman “sahip“ değiştirse de, daha başından beri, Kürt siyasal hareketini yok etmek ve ulusumuzun temel çıkarlarına karşı savaşmak göreviyle “kuyu“dan çıkarılan, Kürt siyasetinin örgütsel tarihi anlamında, “kök“ü olmayan bir örgütün baş ajanıdır!
Bu nedenle bu örgüte, “Apo'nun PKK'si“ deyip devam edeceğim...
Apo'nun PKK'sinin, daha ilk çıkışında, Apo'nun PKK'de ve PKK'nin Kürdistan'da,
mutlak hakimiyeti için, oldukça profesyonel yöntemlerle sayısız cinayet işlediği biliniyor. O dönemin Kürt siyasal hareketinin oluşumunda yeralan, olayları yaşayan birisi olarak çok iyi biliyorum ki, Apo'nun, özellikle örgüt-içi hakimiyet mücadelesiyle ilgili olarak kullandığı profesyonel kural ve yöntemlerin “tecrübe“ kaynağı, genç ve deneyimsiz Kürt hareketi değildi, olamaz!
Açıktır ki, bu “tecrübe“nin kaynağı, TC'nin Osmanlı'dan devraldığı, çeteci siyasi geleneğin engin ve zengin “tecrübe“sinden başkası değildir!..
Apo, bu anlamda profesyonellerden “ders“ alan ve artık kendisi de profesyonel olan birisidir. O'nun, durup dururken, bu işin “kitab“ını yazması, hem hedef şaşırtmayı hem risk azaltmayı hem de ajanlar tarafından yönetilmeyi ve oÂnlarla birlikte yönetmeyi kanıksatmayı amaçlayan profesyonel bir taktikti. “Kel göründüğü“ için, Kesire ve Pilot deyip kendisini hedeften çıkarmaya çalıştı. Eğer bu “ajanlık işi“nin kitabı ve konuyla ilgili sık sık yaptığı açıklamaları olmasaydı, bir zamanlar “mesai arkadaşı“ olan Gazeteci Avni Özgürel ile MİT yetkilisi Mehmet Eymür'ün açıklamaları, çok büyük şok ve gürültülere neden olabilirdi. Ama biliniyor ki, Apo'nun anılan profesyonel taktiği sayesinde, Türkiye'de ve Kürdistan'da, herkes durumu bildiği ve kanıksadığı için, anılan açıklamalar, neredeyse haber değeri bile taşımadılar.
Bence, bu profesyonel taktiğin en kötü ve zararlı sonucu, ajanlar tarafından yönetilmeyi ve oÂnlarla birlikte yönetmeyi halk olarak, politikacılar olarak, kanıksamış olmamızdır. Bu kanıksama, Devlete, Kürt hareketinde sayısız ajan kullanma imkanı yaratıyor ve dolayısıyla “iş“lerini kolaylaştırıyor; bu “iş“i yaparken, gerek kişisel olarak ve gerekse de kurumsal olarak aldıkları riski minimize ediyor.
DEHAP ve öncüllerinin başına veya yönetimine, -ajanlıkları üzerinde ittifak sağlayamıyacaklarımızı birtarafa bırakıyorum- kaçıncı defadır tescilli ajanlar öneriliyor, getiriliyor? Fehmi Işıklar ve Mehmet Metiner'den sonra şimdi de sadece tescilli ajan değil, tescilli bir kriminal olan Sarp Kuray'ı, hangi güven ve cesaretle önerebiliyor Apo?
Hangi “güven“ ve cesaretle, “şıracının şahidi bozacı“ misali, saçma sapan iddia ve iftiralarına, Ercan Çitli, Avni Özgürel vb. tescilli ajanları “şahit“ gösteriyor?
Açıktır ki, bu “güven“ ve cesaretin kaynağı, anılan kanıksamadır; Yalçın Küçüğ'ün ajanlığını bilip yazdıkları halde, O'nunla aynı “camiada“ bulunup/bulunmayı sindirip, aynı “atölye“de çalışıp ve fakat bize “aydın“lık dersi verenler, vermeye devam edenlerdir de...
Anlaşılıyor ki, Apo bile, rezillik ve “düşürülmüş“lüğün bu kadarına şaşmış bulunmaktadır ve bu şaşkınlığını şöyle ifade etmektedir:
“Zır delilik yapsam, halk, başkanımız peygamber oldu, devlete hizmet edeceğim desem başkanımızın bir bildiği var diyecekler.“ ( aktaran Mesud, anılan yazı)
Apo ve “teşkilat şefleri“ çok iyi biliyorlar ki, kanıksama yoluyla düşürülüp müritleştirilen bir toplumu yönetmek, aldatmak çok kolaylaşıyor; ne yaparsanız yapın, yaptıklarınızda “keramet“ arar, oÂnları iyi niyete yorararlar. Tıpkı, bir zamanlar, bizim orada, kendisini ziyaret eden bazı kadın müridleriyle cinsel ilişkileri, hamilelik nedeniyle inkar edilmeyecek biçimde ortaya çıkan bir şeyhin müritlerinin, “ama o iyi niyetle yapıyor“ diyerek, şeyhlerini savunmaları gibi...
Kanıksatma sadece ajanlık konusunda olmuyor; birçok alanda uygulanıyor; ve bırakalım halkı, biz politik kadrolar bile, olanları, önce, çoğunlukla yanlış yorumluyor ve kavrıyoruz. Dolayısıyla bu kanıksama meselesini bir kaç örnekle biraz uzatmak istiyorum.
Mesela normal örgütlerde sır kabul edilen nitelikteki olayların,toplantıların gelişmelerin, soruşturmaların, cinayetlerin, işkencelerin, infazların, itirafların, iftiraların, dedikoduların, PKK'de, “çözümlemeler“le, bültenlerle, teyp ve video kasetleriyle belli düzeylerde özel olarak okutulup, dinletilip seyrettirilmesinin hikmeti nedir? Merkez komitesi üyeleri dahil, bellibaşlı herkesten hemen hemen aynı plan, jargon ve kelimelerle periyodik olarak “özeleştri“ alınarak parti yayınlarında yayınlanmasının anlamı da öyle... Bir arkadaşım, bana, Van Çatak'ta yayınlanan yöresel bir “Gerilla Bülteni“nden bir bölüm okumuştu: Bülten'de bir “işbirlikçi“nin nasıl nallandığı ve bu esanada nasıl kan-revan içinde kalındığı anlatılıyordu. Binlercesi dağıtılan Parmaksız Zeki'nin (Şemo), Apo ile adeta “halk mahkemesi“ne dönüştürülen ve bütün o suçlama ve aşağılamalardan sonra Şemo'nun eski görevinin başına gönderilmesinin görüşme kasetini izlediniz mi? Daha öncesinden oldukça sıkkı bir eğitimi verilen, provası yapılan Apo'nun “kabul törenleri“ne katıldınız mı? Veya böyle bir töreni izlediniz mi? Apo'nun tumturaklı küfür ve hakaret dolu yazılarını ve demeçlerini çok okuyup izlemişizdir. Bu listeyi uzatabililiriz...
Eminim ki ezici çoğunluğumuz, bütün bunları, ilk anda, “kabalık“, “illkellik“, “acemilik“ vs. Olarak değerlendirmişizdir. Oysa, PKK'de başından beri ve sistematik olarak varolan/uygulanan bütün bunlar, insanların ve toplumun “düşürülme“si ve bunun kanıksanması için bilinçlice yapılmaktadır ve bu “modern bir anlayış ve tecrübe“ye dayanmaktadır. Bana bir çok politik insan sormuştur: PKK ve Apo için bu kadar olumsuz şeyleri içeren “Görüşme Notları“nı kim nasıl bulup yayınlatıyor diye? Hatta bunları bulup yayınlıyor diye Nasname'nin Editörü Şükrü Gülmüş'ün ajanlarla bağlantı içinde olduğuna bile “hüküm“ edenlere raslamışımdır. Insanlar sanıyor ki, bu “Notlar“ Devlet'e ve PKK'ye rağmen yayınlanıyor. Tam tersine, “Notlar“daki politikanın benimsenmesi ve kanıksanması için, Devlet ve Apo, bunları özellikle yayınlatıyorlar. Ve oÂnlar bakımından şimdilik bunların karı zararından çok çoktur.
Yine Mesud'un yazısından bir aktarma yapıyorum. Amacım kanıksatma yoluyla “düşürülme“ye Derin Devlet'in ne kadar önem verdiğini kanıtlamaktır.
Sözü Mesud'a bırakıyorum:
“Öcalan 8 Temmuz 1999 tarihli görüşmede, kendisinin el yazısı ile yazdığı kimi soruları okumaları için avukatlara verir. Söz konusu sorular şöyledir:
“1. Kürtlerle ilgili kültürel haklardan ne kastediliyor?
2. Kültürel haklar örgüte kabul ettirebilir misiniz?
3. Barış ve kardeşlik nasıl pratikleşir?
4. Demokratik çözüm ve Demokratik Cumhuriyetten ne kastediliyor?
5. Bu önerilerin ciddiyetini nasıl kabul edebiliriz?
6. Örgütle olan bağlantınız, uygulama gücünüz? Örgüt dinler mi?
7. Halen sakladığınıza dair kuşkular var?
8. Dağdakileri indirme planınız var mı?
9. Örgütle somut temas nasıl düşünüyorsunuz?
10. Ekonomik, sosyal, gelişme planınız?
11. İrtibat biçimleri, kimlerle hangi biçimde?
12. Uluslararası gözlemcilerden ne kastediyorsunuz?
13. Kemal Burkay, Hizbulkürd sizden sonra ne yapabilir? “(8.7.1999 Avukatlarla görüşme notundan, sayfa 418)
“Bu soruları Öcalan 'dün' aldığını söylüyor. Sorularla ilgili ise şunları belirtiyor:
'İş ciddi, bu sorularla birlikte olursa bir döneme girebiliriz. Direkt bir diyalog değil, bana göre dolaylı diyalog. Komisyonu aşan bir durum. İşin ciddiyetini nasıl görüyorsunuz?... Ortama bomba gibi düşer. Örgüt tümüyle uyar ve başarılırsa tarihi olur.' (8.7.1999 tarihli Avukatlarla görüşme notundan, sayfa 418)
“Aynı görüşmede Öcalan Başkanlık Konseyi'ne yazdığı bir yazıyı avukatlara verir.
'Mümkünse Pazartesi cevap gelsin. Bir günde okurlar. Bir çözüm adımdır, düğümleme değil. Şöyle bir adım, böyle bir adım demeyelim, önemlidir. Devletin olumlu adımları, bizim atacağımız adımlara bağlı, geciktik gibi' der. (aynı yerden)
“Derin devlet“ Öcalan'a, yanıtlaması için bazı sorular verir, Öcalan soruları ciddi bulur. Başkanlık Konseyine yazı yazar. Kendisine sorulan soruları dolaylı diyalog olarak görür. Devletin atacağı adımların, kendilerinin atacağı adımlara bağlı olduğunu düşündüğü için geciktik tavrı takınır“.
Bu alıntıdaki 5. 6. ve 7. sorular “Görüşme Notları'nın neden sistematik olarak ve özellikle harfiyen yayınladığıyla ilgilidir. Sözde Apo Devlete birtakım öneriler vermiş ve ilgili yetkililer, bu önerilerin Apo tarafından, PKK'den ve halktan saklandığı düşüncesindelermiş; bu nedenle de önerilerin ciddiyetinden kuşku duyuyorlarmış!... Aslında bu işin “tiyatro“ tarafıdır. “Derin Devlet“ kadrosu, Apo'yu da kapsamaktadır ve öneriler kendilerinindir. Ateşkes “görüşmeleri“nde olduğu gibi, bu öneriler bile, kabul edilip uygulanmak için değil, PKK'lileri ve halkı adım adım “düşürmek“ ve “düşürülme“yi oÂnlara kanıksatmaktır.
Nitekim, Apo'nun ve Devletin “Demokratik Cumhuriyet“, “Kültürel haklar“, “barış ve kardeşlik“ için yaptıkları önerilerin PKK'den ve Halkımızdan gerekli desteği bulduğunu biliyoruz. Ama, yıllar geçtiği halde, ortada ne “Demokratik Cumhuriyet“ ne 'kültürel haklar“ ne de “barışve kardeşlik“ var! Şimdi sıra bunlar için mücadele edecek yeni bir parti kurmakta...
Dedim ya tam bir tiyatro...
Ve biz, bir “deli“ye peygamberlik, Devlete hizmet edene, “ulusal önderlik“ yakıştıran “düşürülmüş“ bir halkın politikacıları olarak bu trajediyi hüzün içinde seyrediyoruz...
28.10.2004
ABDULLAH ÖCALAN İŞBİRLİKÇİ BİLE DEĞİLDİR! /Sait AYDOĞMUŞ