Darbecilerin Kürt sorununa yaklaşımına ilişkin saptamanız son derece yerindedir. Esasen resmî Kürt politikası devlet genlerine sanki kodlanmış gibidir ve devletin her sıkıştığında başvuracak bir donanım dağarcığı olarak tuttuğu bir sicil defteri vardır. Çok sonraları koruculuk sistemi kurulurken tozlu raflardan indirilen bir Kürt aşiretleri haritasının esas alınması ilginç bir örnektir.
Türkiye'nin rejim bunalımı sürecini her müdahale sonrasında çözüm gereğini daha da dayatan bir düzeye yükseldiği dinamik ve karmaşık bir gelişme olarak görmek gerektiği görüşündeyim. Siyasal yaşamdaki zaafların ve güçler mevzilenmesindeki çarpıklıkların kurulu yapıda köklü değişiklikleri güçleştirmenin ötesinde, kılcal damarlara kadar sızmış berbat bir ideolojik mayayla vesayet rejimine direniş gücünü veren oldukça geniş bir sosyal dayanak vardır.
Cevap 21:
-Bana göre sadece Türkiye Kürtleri arasında değil, bütün Kürt parçalarında solun 1970 sonrasında gençleri ve aydınları bir rüzgâra bindirecek kadar rağbet görmesi ciddi olarak irdelenmesi gereken bir konudur. Bu gelişmeyi sırf terminolojiye bakarak sosyalist bir hareketin ortaya çıkması gibi yorumlamak bana yanıltıcı geliyor; Kürdistan'ın hiçbir kesiminde böyle bir sınıf temeli olmadığı gibi, böyle bir harekete (belki Süleymaniye ve çevresindeki cılız “işçi“ varlığı ve daha çok orta köylülüğün “toprak“ arzusu dışında) denk düşecek sosyal patlamalar da yoktur. Dolayısıyla yönelişin sebeplerini iki noktada aramanın doğru olacağını sanıyorum: Birincisi, aydınların “zihinsel doyum“ ihtiyacını karşılayacak ölçüde dona nımlı bir Kürt milliyetçiliği ideolojisinin ve siyasetinin yokluğudur. İkincisi, Kürt ulusal mücadelesini daha geniş katmanlara yayma ve dış dünyada destek bulma açısından böyle bir araca gerek duyulmasıdır. Kürt siyasal çevrelerinde Marksist derinliğin milli mesele “uzman“lığıyla sınırlı kalması ve dünyadaki ideolojik cepheleşmelerin bizde çok yankı bulması herhalde bununla açıklanabilir.
Esasen sonraki sorularda unsurları bulunan bir konuya da burada değinmek istiyorum: Kürt solculuğu vahim bir anakronizm sakatlığı taşımaktadır. Özellikle Irak'taki 1975 yenilgisi sonrasında belirginleşen bu sakatlığın kaynağı, dönemin aslında düşüşe geçen “ulusal kurtuluş hareketleri“ dalgasını esas alan ve üstelik çabuk sonuca varmayı hayal eden bir gelecek tasarımı yaratmasıdır. Türkiye'nin 1980 sonrasındaki koşulları bu eğilimi daha da güçlendirmiş ve bir silahlı mücadele düzeyine çıkarmıştır. Bunun getirdiği sonuç ise 1989′dan itibaren açığa çıkan yeni dünya dengesi ve sosyal dinamikler çerçevesinde bu hareketin arkaik duruma düşmesidir. Kürt siyasal kadroları bu “zihinsel yük“ten kurtulamadıkları için yeni döneme tamamen hazırlıksız yakalanmıştır. Bizzat Kürt toplumundan gelen daha somut, gerçekçi talepler doğrultusundaki bir dönüşümü sağlayamamanın sancıları halen sürmektedir. Solcuları da kapsamak üzere Irak Kürt siyasal çevrelerinin 1970′lerin ikinci yarısından itibaren gerekli dersleri çıkararak farklı bir rotaya girmeleri ve dönemin genel gidişatına ayak uydurmaları belki de bir şanstır.
Cevap 22:
-TKDP'nin illegal olarak kuruluşunu reformist çerçevedeki çıkışların devletten çok sert tokat yemesinin bir sonucu olarak görebiliriz. Bu durum aslında düzenle ilişkileri ve sosyal konumları itibariyle geniş bir kesimin dışta bırakılmasına yol açmıştır. Öte yandan, Barzani'nin kısmen haklı sebeplere dayanan telkinlerinin de etkisiyle temkinli bir çizginin esas alınması kitlelere dönük bir yönelişin önünü baştan almıştır. Bu bakımdan TKDP'nin geleneksel damarı toparlama ve açık siyaset sahnesindeki kişilikleri sınırlı ve ürkek bazı adımları atmaya zorlama dışında büyük bir etki yaratmadığı görüşündeyim. Soru içinde yer almamakla birlikte, TKDP'nin 1970′te yaşadığı bölünmenin bununla bağlantılı olduğunu ve geleneksel çizginin gençlikteki kabarışı kucaklamak bir yana, gelişmelerin peşinden sürüklenerek bir “duruş“u bozduğunu eklemek isterim.
Cevap 23:
-Doğu Mitingleri reformcu Kürt çıkışlarını gerçekten de ulusal-siyasal bilince doğru taşımada çok önemli bir dönemeçtir. Çok da planlanmamış ve kendiliğinden bir hareketin bütün özelliklerini taşır; bir yandan sıçrayan kıvılcımlarla küçücük yerli siyaset odaklarını tutuştururken, diğer yandan dağınık öncü unsurların ilişkilere girerek örgütlenme yoluna girmesini sağlamıştır. Hareketin bu sıçramasına tekabül eden DDKO'ların özellikle yerel şubeleriyle açtığı “dernekleşme“ eğilimi sonraki yıllarda Kürt hareketinin yarı-legal bir zemine oturmasında önemli bir rol oynamıştır. Kendiliğindenci her hareket gibi bağrında olumlu ve olumsuz yönleriyle birçok unsur taşıyan bu süreç akademik bir araştırma konusu olmaya çoktan adaydır.
Cevap 24:
-Bana göre TİP aslında TKDP'nin kucaklayamadığı geniş bir çevrenin siyasete girmesini sağlayan bir alan açma işlevini görmüştür. İdeolojik-siyasal çizgisinin ötesinde, solun Türkiye'de ilk kez halka yakınlaşma eğilimini temsil etmesi, TİP'i Kürtler açısından da ayrı bir yere koymayı gerektirir. Kürt kadrolarının bir tür siyasal-örgütsel eğitim gördüğü ve üst kademelere kadar çıktığı bu yapılanma Kürt sorununu programına alarak bir bedel de ödemiştir. Dolayısıyla “geleneksel Kürt siyasi hareketine Kemalizm ile hesaplaşmayan 'sol' argümanlı bir müdahale“ olarak değerlendirilmesini haksız buluyorum. Aybar-Boran çekişmesinin net bir çerçeve taşımasa bile geleneksel kalıpları tartışma gündemine getirdiği açıktır; partili Kürtlerin bu olaydaki saf tutuşu da bir göster- gedir. Ancak Türkiye'deki genel siya- set yapısının Kürt toplumunu etkile- diği doğrudur; solu da kapsamak üzere bu konuya 44. soru çerçevesinde döneceğim.
Cevap 27:
-Tartışmanın gündeme gelmesinde belirleyici etken elbette Kürt dinami- ğinin Türkiye siyasetine ağırlıklı bir güç olarak girmesidir. Kürtlerin daha önce zaten yok sayıldığı ve deyim yerindeyse kaderiyle baş başa bırakıldığı dönem geride kalmıştır. Bir ironi ve belki de parodi olarak, CHP'nin bile 1973 “Ak Günler“ programına Yugoslav modeli görüşünü koyduğunu hatırlamak yeterlidir. O dönemdeki gelişmeyi ikili bir süreç olarak görmek gerekir: Bir yandan Kürtlerin çeşitli kanallardan siyasete katılmasının alanı bir ölçüde açılmıştır, diğer yandan “müesses“ yapıların Kürt sorununu programlarına almalarının önünde katı ideolojik-kurumsal kısıtlamalar vardır. Kürt gençlerini ve aydın çevrelerini haliyle sıkıştıran bu gerilimli baskılar, esas itibariyle “siyasal program“ konusunda yaşanan büyük kafa karışıklığını “ayrı örgütlenme“ platformunda çözme arayışını getirmiştir.
Daha ziyade ayrı örgütlenmeyi Marksist bir gerekçeye oturtma arayışının ürünü olan “sömürge“ tezinin resmî kalıplardan kopma, bağımsız davranma ve kendi sorunlarına odaklanma yönünde bir işlevsellik taşıdığı söylenebilir. Ama bu yaklaşımın “siyasal program“ sorunsalını çözmediği, daha “ileri“ bir görüntü vermesinin sahte olduğu ve aksine geleneksel Kürt damarının böyle bir tez olmaksızın geliştirebildiği “Kürdistan'a otonomi, ülkeye demokrasi“ gibi yalın bir hattın bile gerisine düşmeyi getirdiği kanısındayım. Çünkü bu tezin doğal sonucu dünyada sömürgeciliğe karşı çeşitli mücadele modellerinin dosdoğru uyarlanması ve her program için kaçınılmaz olan somut durum tahlilinden uzaklaşılması olmuştur. Şu anda çok geniş yelpazeli çözüm modeli arayışlarının sürmesi girilen çıkmazın bir sonucudur. Ayrıca kişisel olarak, Kürdistan'ın konumunu hangi tipte olursa olsun sömürge statüsüyle açıklamanın doğru olmadığı görüşündeyim; doğrusunun ne olduğu ise kafa yormayı gerektiren bir konudur.
Cevap 28:
-Bazen basitmiş gibi görünen bir konuda seçilecek yol çok büyük bir dönemeci getirir; DDKO'nun 12 Mart dönemindeki siyasi savunma çizgisi de böyledir -üstelik esas itibariyle kimlik, dil ve tarih konularına ağırlık vermesine karşın. Hangi çapta ve düzeyde olursa olsun, bu mücadeleye emeği geçmiş olan herkesi saygıyla anmak gerekir; içinde olmadığım bu süreçteki tartışmalarla ilgili değerlendirmeyi bizzat yaşayanlar herhalde yapmışlardır, yapacaklardır. Ortaya çıkan dava dosyasının asıl önemi, 1970 sonrasında radikalleşen Kürt gençlik hareketine bir “doğrultu“ vermesidir. Böyle bir doğrultu olmasaydı, Kürt gençli- ğinin önemli bir kesimi daha o dönemde boş cereyanlara kapılıp heder olabilirdi. Cezaevi koşullarındaki saflaşmaların mahiyetini tam bilmemekle birlikte, kendi kuşağıma etkileri açısından bu konuda bir görüşümü belirtmek isterim: Kimi zaman hemşerilik ya da bölge bağlarının bile devreye girebildiği bir grupçuluk zihniyetinin aynen dışarıya taşınması örgütsel birlikteliğe varabilecek sağlıklı bir ideolojik-siyasal yapılanma sürecinin önünü daha baştan kesmiştir. Siyasal tecrübe bakımından toy gruplaşmaların bir anda derme çatma “örgüt“lere dönüşüvermesinde ve daha sonra üst üste bölünmeler yaşamasında bu mirasın herhalde önemli payı vardır.
Cevap 29:
-Küçük bir not olarak Nâsır ve Baas arasında bir özdeşleştirmenin yanlış olduğunu belirtmeliyim. Nâsır uluslararası dengelerde bağlantısızlık çizgisiyle rol almış ve Arap milliyetçiliğini değişik bir felsefeye oturtmaya çalışmış (bir hayli Mısır'a özgü) bir figürdür; Baasçılarla çekişmesinin etkisiyle de olsa Kürt hareketine ciddi bir yakınlık göstermiştir ve fikirleri Kürt milliyetçi çevrelerinde yankı bulmuştur. Ortadoğu'nun devlet ideolojileri arasındaki benzerliklere geçmeden önce, 20. yüzyıl boyunca dünyanın bütün orta boy yoksul ülkelerinde Türkiye'nin Atatürk'ünden İran'ın Şah Rıza'sına ve Tunus'un Burgiba'sına, Çin'in Çan Kay-şek'inden Arjantin'in Peron'una kadar uzanmak üzere modernleşmeci totaliter (Bonapartizmin karikatürü sayılabilecek) rejimlerin yaygın bir ortak payda olduğuna işaret etmek gerekir. İttihatçı kökenli Kemalist ideoloji ile Nazi ilhamlı-Sovyet aşılı Baasçı ideoloji farklı tarihsel koşulların ürünü olmakla birlikte, devlet yücelticiliği, önder putlaştırması, tepeden inmecilik ve sosyal mühendislik gibi ortak yönler taşırlar. Kutuplar arasındaki çekim diyalektiğinin (çarlık istihbarat örgütü Okhrana ile Bolşevik hareket ve İsrail devlet felsefesi ile FKÖ ilişkilerinde olduğu gibi) Kürt siyasal hareketlerinde de işlediği ve bazı izdüşümleri bıraktığı elbette söylenebilir.
Cevap 30:
-Bu konuya 1950′lerin sonlarından başlayarak günümüze kadar uzanan geniş bir perspektiften bakmanın gelişme sürecini ve gidişatın yönünü daha iyi anlamayı sağlayacağı görüşündeyim. Türkiye'deki Kürt hareketinin genel reformcu karakteri 1970′ten itibaren dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle radikal tepkileri besledi ve yeni arayışları getirdi. Esas itibariyle gençleri ve aydınları içine alan bu radikalleşme dalgası çok hızlı ve karmaşık bir siyasal sıçramayı doğurdu. (Bu durum geri sosyal yapıya sahip Rusya'nın 19. yüzyıl sonlarında Avrupa'nın en canlı siyasal arenalarından birine dönüşmesine bir bakıma benzetilebilir; ama anarşizm akımını bile felsefi doruğa taşıyan ve harikulade bir edebiyat yaratan o ortama oranla son derece sığ kaldığını hiç unutmamak gerekir.) Genel radikal çizgi halka dönük bir yüz taşımakla birlikte esasen halktan kopuktu; bunun sonucunda da oturmuş siyasal akımlar için mutlaka gereken uzunca bir doğal seyri dört-beş yıla sığdırmaya kalkışma gibi bir yönelişe girdi. Küçümsenmeyecek bir güç birikimi yetersiz bir siyasal önderlik altında başıboşluğa savrulunca, oluşan beklentilere en uygun siyasal mecraya haliyle aktı.
Bu genel gelişim sürecinde farklı siyasal grupların ortaya çıkışı (önceki bir soruda değindiğim gibi) toparlayıcı ve tecrübeli bir siyasal aklın yokluğundan kaynaklandığı kadar, bizzat hareketin kendiliğindenci ve dinamik doğasıyla da ilgilidir. Esasen çeşitli kümeleşmeler arasında fikri dirsek temaslarının, derinleşmeye yöneltici tartışmaların ve görüş alışverişlerinin 1977′e kadar bile sürdüğü söylenebilir; ayrıca bu çok sesli ortamın sonraki döneme oranla çok daha canlı ve verimli bir siyasal hava doğurduğunu da olumlu bir not olarak düşmek gerekir. Gelişmeye sekte vuran yön ancak bir siyasal programla derlenip toplanabilecek bir örgütsel birlikteliğe ya da en azından ortak davranış zeminine varılamayışıdır; bunu da özünde Kürt toplumunun siyasal olgunluk düzeyinin böyle hızlı bir radikal dalgayı kaldıramayışına bağlamaktayım. (Acaba büyük Kürt şair Cigerxwîn'in şiir serüveni geçirdiği evrelerle ve işlediği temalarla daha geniş zaman diliminin bir özetini verir mi?)
Dönemin Kürt siyasal örgütleri, grupları arasında daha çok öncelikli siyasal hedef, mücadele tarzı ve sosyalizmin yorumu noktalarında yoğunlaşan ayrılıkları bugün tartışmaya girişmenin hiç de anlamlı olmadığı görüşündeyim. Aksine, bir ölçüde bu noktaları da kapsamak üzere, dönemin genel karakterini, eğilimlerini ve anlayışlarını hemen her grubun değişen derecelerde ve kendine özgü biçimlerde barındırdığını görmek herhalde daha aydınlatıcı olacaktır.
Burada herhangi bir övgü payı çıkarma kaygısı taşımaksızın sırf bir bilgi olarak kayda geçmesinde yarar gördüğüm bir hususu belirtmek isterim. Sovyet sosyal-emperyalizmi konusundaki ısrarcılığıyla “kavgacı“ ve “eleştirel“ bir görüntü veren Dengê Kawa 1978′den sonra gücünün yettiği ölçüde birleştiriciliği vurgulamıştır; ama kendi çizgisine ve mantığına göre “Sovyetçi“ grupları TKP'yle bağları ölçüsünde ve PKK'yı da “serüvencilik“ yönüyle bu genel cephenin dışında görmüştür. Rizgarî içinde ortaya çıkan bölünmede tarafları sağduyuya çağıran yazılı belge ve görüşme kapılarını açmaya dönük cılız girişimler bu tutumun kanıtlarıdır.
Cevap 33:
-Geçmişte de işlerlik taşıyan aynı bağlantıların o zaman açıklıkla ortaya çıkmamış olması, görünen devlet ve derin devlet arasındaki sınırların çok geçişken olmasıyla ve ikisinin sıkı sıkıya örülü bir yapı taşımasıyla ilgilidir. Bugünkü tablonun farklılığı devlet katını da saran ciddi bir çatışmadan dolayı ağlarda ortaya çıkan parçalanmanın sonucudur. Bence en ilginç gelişme statüko koruyuculuğunun öteden beri devletin rükünleri olarak görülen “seyfiye“, “mülkiye“, “adliye“ ve “ilmiye“ kesimlerinde nasıl yuvalandığını gösteren ilişkilerin yumak gibi çözülmeye başlamasıdır. Bu hesaplaşma hangi noktaya kadar giderse gitsin, sonuçta kaçınılmaz bir değişim yaşanacaktır. Davadan çıkan ipuçlarının geçmişe dönük olarak siyasal gelişmelere yeni bir bakış getirmesine iki örnek verebilirim: Doğu Mitingleri'nin sonrasına denk gelen malûm “komando“ harekâtı hep bir gözdağı girişimi olarak görülmüştür. Şimdi bana öyle geliyor ki, 1971 darbesine zemin yaratma yolu önce bölgede denenmiş, ama daha sonra 15-16 Haziran olayları üzerine kışkırtma için mümbit görünen gençlik hareketine dönülmüş olabilir. Aynı şekilde 1980 öncesinde Kürt gruplarının yarılegal yapılarla serpilmesine bir bakıma göz yumulması hare- ketin potansiyelini açığa çıkarma, olgunlaşmadan bir meydan okumaya girmesini sağlama ve Türkiye genelindeki muhalefet çevrelerinden ayrışmasını derinleştirme gibi bir amaca yönelik olabilir. Daha sonraki gelişmelerde böyle bir ihtimali düşündürtücü yanlar vardır.
Cevap 35:
-Türk toplumunda sadece Kürtlere karşı değil, azınlık kalıntılarına, örtük olarak her türlü etnik-kültürel topluluğa ve genel olarak yabancılara karşı takınılan söz konusu tutumun Türk devletinin kuruluş şartlarına bağlı tarihsel ve siyasal temelleri vardır. Osmanlı tebaası çeşitli Müslüman topluluklar Anadolu'ya sığınmak durumunda kalmış, “tehcir“ ve “mübadele“ uygulamalarıyla bu topraklardaki nüfusun beşte biri temizlenirken geniş çaplı bir mülkiyet yağmasına girişilmiş, Kürtler sindirilerek cendere altına alınmış ve eğitim, kültür, asker ocağı gibi alanlarda yoğun bir ulus inşası yürütülmüştür. Böyle bir sürecin yaşanmış olması “vatan“ kavrayışında bir özgüven eksikliği yarattığı gibi, bastırılan bir suçluluk psikolojisine yol açmıştır. Bu da resmî devlet ideolojisinin toplumda kök salmasını kolaylaştıran bir zemindir. Genel olarak siyaset, fikir ve üniversite dünyasının resmî kalıplar içinde kalması devletten beslenme tarzıyla yeni boyutlar kazanan “kapıkulu“ geleneğiyle yakından ilgilidir; sol açısından ise İttihatçı köklerin yanı sıra SSCB'nin Türk devletine karşı izlediği politika (Kemalizm ve Stalinizm arasındaki ilginç felsefi yakınlıktan dolayı) önemli bir etken olmuştur. Ama bu genel saptamalar toptancı bir suçlama retoriğine ve gelişmelerin tarihsellik yönünü gözardı eden bir tutuma yönelmeyi getirmemelidir; sonuçta ortaya çıkan yapı sosyal dinamiklere bağlı bir tarihsel olgudur ve bağrında aykırı yönleri de taşımaktadır. Böyle yapılar kalıcı ve statik olamaz. Hareket noktası her somut durumda sosyal evrimin gidişatı olmak zorundadır.
Re: Nurettin ELHUSEYNİ-