Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 18 June 2012

Bugün Leyla'yi vurma günüdür.

Aramo (not verified)

Mon, 2012-06-18 23:21

Tüm yağcılar/düşüncelerini   gizleyeneler/sağa sola  dörtbir yandan mesaj gönderenler  hep birden  Kürdistani oldular ve  Leyla'ya  ateş püskürtüyorlar. Hiç kusuruma  bakmayın   Leyla'ının   Kürd hareketinde fazla bir rolü yok. Hep   propogandacı oldu. Başkalarının  tespit ettikleri  saçmalıkları elinde geldiği  kadar  savundu. Leyla'nın   bu söylediklerinin  hepsini   teorileştiren kim? Sıkı  ise   ona  saldırın.. Sizi yağcılar yine  eşeğe  değil semere  vuruyorsunuz.. Aptallarlada  sizi  Kürdistanlı sanıyor.

Aramo (not verified)

Mon, 2012-06-18 23:29

Bağımsızlık yanlış, federasyon  yanlış,  otonomi yanliş,  bayrağa ve dile saygımız var ve ittirazımız  yok diyeceksin. Tüm beyinlere  yerleştireceksin. Ondan  sonra  fakir Leyla  hayran oldukları  Türkiye'de   tüm  bokların içinde en iyisi Erdoğan dediğinde       hakaretlere  uğruyor. Gerçekten tüm bu bokların  içinde  ERdoğan daha iyi değilmi?

Aramo (not verified)

Mon, 2012-06-18 23:33

Leyla'nın    siyasi Kürd ve duygusuz  Kürd hikayesi  yabana atılmaz.   Yıllardır  içindedir. Söylemde  Kürd olup,  duygulardan  yoksun kesim..  Eğer Leyla'nın   dediği  yanlış olsa  Kürdlerin  tüm ulusal taleplerini redettikleri zaman  niye teneke takmadılar. Çünkü Kürd  duyguları  yok...  Belki Leyla haklı

akt......... (not verified)

Tue, 2012-06-19 08:31

18 Haziran 2012, 23.42   Hasret Birsel   Zana, Karayılan ve Umut…   18 Haziran 2012, 23.27   Ali Kızıl   "Görüşmeler" ve Leyla Zana   18 Haziran 2012, 08.34   Mekselina Leheng   The End Leyla Zana   18 Haziran 2012, 08.21   Faysal Dağlı   Kürdler, Türkler: Yeni „müzakerelere" doğru!   17 Haziran 2012, 23.47   Erdoğan Zamur   Kürt sorunu ve Leyla Zana   17 Haziran 2012, 20.26   Haydar Işık   LEYLA ZANA'ya AÇIK MEKTUP   17 Haziran 2012, 04.43   Cengiz Taş   Zana’ya rağmen Erdoğan bu sorunu çözemez   15 Haziran 2012, 15.13   Hasan Bildirici   Leyla Zana'ın cahil açıklamalar

Ahmet Kahraman (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:35

  Leyla Zana, sıradan bir Kürt köylü kadınıydı. Tek farkı, ayrılan özelliği, Türk cezaevinde, Nazi esir kamplarında bile eşi, benzeri görülmemiş bir vahşetin işkence dehşetine rağmen, kimliğini haykıran Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın eşi olmasıydı. Ülkesi ve halkının davasından, zulme uğrayıp, acı çekenlere sahip çıkmak, teşekkür anlamında vefa göstermek, Kürdistan toplumsal geleneğinin şaşmaz özelliğidir. 1920-1940 kuşağının önder kadroları ve ailelerine, maddi yardımlarda bulundular. Kendilerini ya da çocuklarını “gözlere diken" niyetine, Türk parlamentosuna gönderdiler. Ama, insan evladı çıkarı söz konusu olunca değişken, ihanete açık nankördür. Bu dünyada, herkesin şu veya bu şekilde bir fiyatı vardır. Bunlardan bazıları, fiyatını bulunca halkın desteğini kendi gücü sanıp, zalimine hizmetine girdiler. İtibarlarını kaybettiler. İkinci defa, gittiklerinde yüzlerine bakan çıkmadığı gibi bir daha da tutunamadılar. Leyla Zana, Kürdistan bir mağduru eşi olarak itibar ve Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi içinde yer buldu. Ulusal hareket “uygundur" deyince, halk onu Kürdistan’ın temsilcilerinden biri olarak Türk parlamentosuna gönderdi.  Parlamentodaki ilk gününde, ana diliyle “Türk ve Kürt halkının kardeşliği için yemin ediyorum" deyince, Türk kesiminde nefret, ama bir cümlelik Kürtçe seda ile kendi halkının gönlünde de her türlü övgüyle sarmal, takdir fırtınaları estirdi. Eşinin gölgesinden fırlayıp, Leyla Zana oldu. Tek cümlelik Kürtçe’nin kefaretini, 10 yıllık hapisle ödediğinde artık, halkının gönlünde Kürdistan’ın direniş bayraklarından, Fransa’nın Jeanne d’Arc (Jean Dark)ını çağrıştıran değerde semboldü. “Sakharov Barış Ödülü"nü aldığında, Kürdistan onun kişiliğinde mükafatlanıyor, cezaevinden çıktığı gün, çıplak ayağıyla toprağa basarken Kürdistan hüzünle doluyordu. Meydanlara çıktığında, halk onu görmeye koşuyor, 1994 yılında saçlarından tutularak, sürüklenircesine çıkarıldığı parlamentoya, 2011 seçimlerinde rekor oyla geri dönüyordu. Yaşar Kemal’in “halk tuttuğunu, asla bırakmaz" diye bir sözü vardır. Bunun tersi "acılı halk, kendinde güç vehmedip, doğrultudan savrulanı asla affetmez" demek ve tarih bu gibi örneklerle doludur. Leyla Zana’da, bir süreden beri tek kişilik güç, tek başına bir dünya kibiriyle, “yan gidiş" gözlemleniyordu. “Dur bakalım ne olacak?" derken, önceki gün, AKP rejiminin şefleri ve yandaş medyasını sevince boğan, ama vefalı ve cefalı Kürt halkını “yüz üstü bırakmakla" da kalmayıp, insanlık mücadelesini suçlayan bir çıkışla, Hürriyet gazetesinin manşetinden, gündemin orta yerine oturuverdi.  Leyla Zana, manşetten "ben Başbakan Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu asla yitirmedim” diyordu.  Erdoğan’dan tanık bir ağızla, “bu iş” diyerek, “Kürt ya da Kürdistan sorunu" demeninin yanlışlığına vurgu getiriyor, bu deyim sahiplerinin ağız payını da veriyordu. AKP iktidarının hiç bir hukuki dayanağı olmayan, emirle başlamış ve yarın emirle geri alınabilecek icraatı, Kürtlere Kürtçe hakaret TV yayınını öve öve bitiremiyor, savaş yollarını “Kürtlere duble hizmet yolu" olarak sunuyor, ödedikleri vergiden dağıtılan kırıntı alan  yandaş varsa, bunu lutüf gösteriyordu. Recep Tayyip’in, Kürtlere “kalleş, ölü sevici” diye sövmesini, Zaptiyesinin Roboskî’de katledilenleri “dolap beygiri” olarak tanımlamasını duymuyor, ama cevaba hiddetleniyor, “siyasette küfür olmaz” diyerek, bize nezaket dersi veriyordu. Gasp ve talan altındaki Kürdistan’ın uğradığı yangınların külleri, Leyla hanımın ağzında kendine yer bulmuyor, katledilmiş insanlığın çığlıkları kelimelerinde yer bulmuyor, akan kanın sorumlusu olarak Kürdistan hareketini suçluyor, “gençlerin ölmesini hiç bir vicdan kabul etmez, PKK süreci ona göre değerlendirsin” talimatı veriyordu. Herkesin kibri kendine de bunca kan, dağları delik deşik eden bomba ve günlük ortalama 30 kişilik tutuklama ile hangi süreç?  Ben, “Leyla Zana sonunda umduğunu buldu, Kürtleri böldüğüne uygun adım çiti atlayıp öte tarafa gitti” demiyorum. Kimsenin son halinin böyle tasvir etmesine gönlüm de razı olmaz. Ama, Hürriyet gazetesinin manşetinden, yüksek takdirlere sunulan sözler, kilometrelerce uzaktan “bu bir devlet projesidir” diye bağırıyordu. Hürriyet gazetesi, sıradan bir organ değildi, çünkü. Yakın zamana kadar, devletin medya ayağı, ağzı, kulağı ve gözüydü. Servis edilen haberler ertesi gün ihbar kabul edilip, hedeflerin üstüne atılıyor, ya da yıkımda boldozer olarak kullanılıyordu. AKP rejiminde gözden düşünce, boşluğu Fethullah Gülen medyası doldurmuştu. Hürriyet'in genel yayın yönetmeni, bunca güncel meseleler varken, Leyla Zana’yı güncelleştirmeye kol sıvamasına bakılırsa, gazete eski işlevine geri döndü demektir. Nafile çaba ama, Leyla Zana üzerinden, Kürt birliğini yıkma teşebbüsü olan devlet projesidir. Leyla Zana, projede malzemedir. Bütün malzemeler gibi kullanıp, kenara atılan, unutulan, bir daha asla hatırlanmayan, en acısı halkının içine çıkamaz hale gelen... Yazık, Leyla Zana portresinin siyaset parantezini, hüzün verici şekilde AKP’lilerin alkışları arasında kapatıyordu. Ne diyelim. Onu yeni projenin unsuru olarak manşetine tırmandıran gazetenin yazarlarından Ahmet Hakan’dan okuyalım, yeni halini. Hakan şunları yazıyor: “Leyla Zana bütün umudunu Başbakan Erdoğan’a bağlayabilir. Uludere’de bir türlü dilenemeyen özre rağmen... KCK operasyonlarının ortalığı dağıtmasına rağmen... "Ölü sevicilik” ya da “morg bekçiliği” suçlamalarının dillere pelesenk olmasına, güvenlik politikalarına abanılmasına rağmen... Leyla Zana umudunu diri tutmayı başarabilir. Bu konuda bir şey demem, diyemem. Umuda ve inanca dair zevkler ve renkler tartışılmaz. Kimdir Leyla Zana? Hayatını davasına adamış... Yıllar boyu hapis yatmış... Mücadeleden hiç yılmamış... Zulüm görmüş... Çile çekmiş… Böyle bir siyasetçinin “Umudum Erdoğan’dadır. Umudumu yitirirsem çeker giderim” demesi, en azından ve en hafifinden yadırganacak bir durumdur. Madem en sonunda bütün umutlar tek bir kişiye bağlanacak idi... Ve madem tek kişiden kesilen umut karşısında her şey bırakılacaktı ve çekip gidilecekti...O halde ne diye bunca çile çekildi, bunca acı yaşandı, bunca zalimliğe katlanıldı? Hani nerede azim? Hani nerede dayanıklılık? Hani nerede demokratik mücadele sabrı? Hani nerede kendine güven? Sevim Belli gibi sorsun kendine Leyla Zana: Boşuna mı çiğnedik?” 3698 YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

SELİM FERAT (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:38

  SELİM FERAT [email protected]   Leyla Zana: „Türkiye’de sistematik işkence yok” demişti. Ve 2004 yılında, Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu Komiseri Verheugen, Leyla Zana’nın bu tesbitini müzakerelerin önünü açabilecek bir emare olarak aktarmıştı. Sonra neler oldu? İşkence devam etti. Hala da var. Leyla Zana’nın Cumhuriyet’e bahşettiği bu „kurgu”nun arka planında yararlı birşeyler olduğu söylendi. Nafile. Cumhuriyetçiler, Zana’nın sözlerinin çiğnediler. O dönemde söylenmiş Leyla Zana sözleri Türkiye’ye „can simidi” gibi yetişti. Tesiri kısa süreli oldu. Sonra çarklar döndü. Leyla Zana’nın o dönemde söyledikleri unutulmak üzereyken… Ve Leyla Zana uluslararası alanda da Kürtler’i temsil eden önemli bir şahsiyet olarak kabul görmüşken, Zana’dan basına ikinci bir „kurgu” yansıdı. Kürt sorununu kast etti ve: „Bu sorunu çözecek kişi Başbakan Erdoğan’dır” dedi. Türkiye’de Kürt gazetecilerin de içinde olduğu binlerce siyasi kadronun tutuklandığı, askeri operasyonların devam ettiği bir süreçte, Zana’nın sözleri, büyük tepkilere yol açtı. Ve objektif olarak Leyla Zana, niyeti ne olursa oldun ikinci kez Cumhuriyet’in „can simidi” oldu. Bu, Leyla Zana’nın söylediklerini anlamak için yeterli mi? Soruya cevap vermek için, olanları inceleyelim: Leyla Zana’nın açıklamalarıyla birlikte, BDP’de ilk siyasi ayrılık başgösterdi. Bu aynı zamanda karşı cephe, AKP siyasi karargahı için artı oldu. Bu açıklama, Baydemir’in Türkiye Cumhuriyeti’ni „faşizm”e denk düştüğünü belirttiği günlerin akabinde yapıldı. Leyla Zana’nın açıklaması, Wan Belediye Başkanı ve arkadaşlarının tutuklanmasından hemen sonraydı ve siyasi tabloya: Zana Kürtler adına Erdoğan rejimini „afetti” gibi yazıldı. Ve Cumhuriyet’in bu dönemdeki nöbetçisi, ve Mir Dengir’den sonra Kürt cephesindeki „Kürt As’ları avcısı”, Şivan Perwer’i transfer için inisiyatif kullanan Bülent Arınç: ‘’Onu söyleyeni tehdit etmeye gayret edenler var…. Allah’ın izniyle biz bunu inşallah en kısa zamanda çözeceğiz” dedi ve Leyla Zana ile daha önce istişarede bulunduklarının ipucunu verdi. Ortaya çıkan tablo şu: Leyla Zana’nın söylediklerinin arkasında BDP yok. Güney Kürdistan’daki güçlerden kim olabilir? Barzani’ler (Mesut, Neçirvan) mı? Talabani mi? Bunlardan biri olsaydı, BDP yetkilileri açarlardı. Yoksa, „büyük kardeş“ ABD mi? Yoksa görünürde olmayan, AKP’yi, BDP’yi de açan bir güç mü? Benim kurgum şu: Belki de Kürt hareketi siyasi pazarda birçok kartla oynuyor. Leyla Zana da bu kartlardan biri. Bu kartın ikinci kez kullanıldığını varsayalım. Türkiye ikinci kez „soluk alıyor“. Ve bunu sağlayan Leyla Zana. İki kez „siyasi intihar“ gibi. Üçüncüsünde neler olacak? 498 YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

M. DELİLA (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:40

Leyla Zana Kürt sorununu Başbakan çözer deyince bu gündeme taşındı. Özellikle AKP yandaşı basın bunu gündeme koyarak AKP’nin Kürt sorunundaki çözümsüz politikalarını örtmede iyi bir şal olarak gördü. AKP’nin “Kürt sorunu kalmamıştır, Kürt vatandaşlarımın sorunu kalmıştır, sorun esas olarak çözülmüştür, bazı rötuşlar kalmıştır” dediği dönemde bu sorunu AKP çözer demek AKP’nin çözüm diye öne sürdüklerini onaylamak anlamına gelir. Her ne kadar şunlar da olmalı denilse de pratik siyasi ifadesi budur. Biz tabii ki Leyla Zana’nın görüşlerine katılmıyoruz. Çünkü ainesi iştir kişinin lafına bakılmaz. AKP’nin pozisyonu da pratiği de ortadadır. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi tüm olumsuzluklara rağmen AKP’ye çözüm için uzun yıllar şans tanımıştır. Kendilerinin söylediklerine göre devleti ve toplumu çözüme hazırlamak için ateşkesler yapılmış, görüşmeler sürdürülmüştür. AKP de bu süreçte çözüm zihniyetine kavuşabilir diye düşünmüşlerdir. Ancak gelinen durum ortadadır. AKP’nin çözüm niyetinin olup olmadığı esas olarak 29 Mart seçimleri sonrası tutumuna bakılarak görülebilir. 29 Mart seçimleri Kürt sorununun demokratik çözümü için fırsat sundu. Kürt Özgürlük Hareketi 29 Mart seçim sonuçları çözüme vesile olur düşüncesiyle 13 Nisan’da sürdürdüğü fiili ateşkesi resmileştirdi. Demokratik zihniyeti olanların seçimden sonra bu adımı atması gerekirdi. AKP’nin de 29 Mart seçim sonuçlarını böyle anlaması ve buna göre davranması gerekirdi. Dünyanın başka bir yerinde 29 Mart seçim sonuçları demokratik çözüm vesilesi yapılırdı. Peki, AKP ne yaptı? Kürt Özgürlük Hareketi’nin ateşkes ilan ettiği 13 Nisan’dan bir gün sonra 14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonları başlattı. Kürt Özgürlük Hareketi buna rağmen AKP’yi ve devleti çözüme zorlamak için yumuşak mesajlar vermeye devam etti. AKP’yi adım atmaya zorladı. Peki, AKP ne yaptı? İlk önce Kürt açılımı dedi, sonradan mili birlik ve kardeşlik projesi diyerek çözüm zihniyeti olmadığını gösterdi. Kürt Halk Önderi’nin çözüm için öne sürdüğü çok makul öneriler, yani Yol Haritası’nı verilmedi. İki yıl sonra İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderildi. Buna rağmen Kürt Özgürlük Hareketi Habur adımını attı. Habur’a da verilen cevap 29 Mart  seçimleri gibi oldu. Aslında 29 Mart sonrası 14 Nisan soykırım operasyonları da, Habur sonrası soykırım operasyonları da tek bir nedene dayanıyordu: böyle bir halka kendi yeni egemenlik ve kültürel soykırım politikalarını kabul ettiremeyeceklerini görerek bu halkın örgütlülüğünü ve gücünü kırmak istediler. Habur’da şu olmuş, bu olmuş demeleri kesinlikle bahanedir. Habur’u sevgiyle, coşkuyla karşılayan Kürt halkının onurlu ve iradeli duruşunu kendi amaçları için engel gördüler. Bu nedenle siyasi soykırım operasyonları yaparak halkın onlarca yıllık mücadeleyle biriktirdiği siyasi birikimi tırpanlayıp yok etmeyi hedeflediler. AKP’nin çözüm politikası olmadığı, sorunu çözmeyi değil, Kürtlerin iradesini kırarak yeni egemenlik ve soykırım sistemini kabul ettirmek istedikleri açıktır. Dünyada böyle bir tutuklama furyası görülmemiştir. 20.yüzyılın faşist ülkelerinde bile böyle bir tutuklama yoktur. Türk devleti politikleşmiş bir Kürt halkını istemiyor. Böyle bir Kürt gerçekliğine tahammül edemiyor. PKK değil, başka bir siyasi güç olsaydı da böyle bir halkı kabul etmezlerdi. Bu nedenle yüzyıldır sürdürülen budama harekatlarından birini yapmaktadırlar. 1925’ten sonra bunları yaptılar. 1980’li ve1990’lı yıllarda farklı yöntemlerle yaptılar, şimdi yöntemlerini zenginleştirmiş olarak bunları yapıyorlar. Özde zihniyet ve amaç değişimi yoktur. Dünya ve bölge koşullarına, var olan siyasi duruma göre yol ve yöntem değiştirmişlerdir. Demokratik siyasetçiler, avukatlar, gazeteciler, gençler tutuklanıyor; hem de siyasi olarak kök kazırcasına. Roboskî olayına yaklaşım zaten bellidir. Başta Başbakan’ın olmak üzere AKP’lilerin dil ve söylemi ise apaçık ortadadır. Sayın Leyla Zana’nın Başbakan’ın üslubu ortadayken BDP’lilere üslup uyarısı yapmasını ise hiç anlamadık. AKP’nin çözüm politikası olmadığı her günkü uygulamalarından bellidir. Bunları normalleştirmek ve görmezlikten gelmek akıl karı değildir. Bunları görmezlikten gelmek aslında irade kırılması anlamına gelir. BDP’lilerin tüm uygulananlar ortadayken AKP’ye yönelik tutumları yumuşaktır. Eğer BDP’ye bir eleştiri getirilecekse belki bu yönden getirilebilir. Dünyanın başka bir yerinde bir partiye bir hükümet böyle yaklaşsaydı o parti nasıl tutum alırdı; hangi tutum onurlu olurdu? Bunları düşünerek konuşmak lazım. Ezbere konuşmak değil de varolan gerçeklere göre konuşmak daha mantıklı olur. Öte yandan ben elimi taşın altına koyuyorum diyor. Tamam kendisinin de bir düşüncesi olabilir, ancak taşın altına elimi koyuyorum diyerek Kürtler adına hangi konuda fedakarlık yapmış oluyor?! Bunları ele almak istemiyorum. BDP Eşbaşkanı AKP’den çözüm bekleyen bu safça ve apolitik yaklaşıma cevap verdiği için ben bu kadarıyla yetineceğim. Benim üzerinde esas durmak istediğim Leyla Zana’nın başka sözleridir. AKP’lileri duyguda Kürt, düşüncüde Kürt olmamakla değerlendirmiş; BDP’lileri ise düşüncede Kürt, duyguda Kürt olmamakla değerlendirmiş. Bu kabul edilebilir, yenilir yutulur bir değerlendirme değil. BDP’lilere yönelik bir hakarettir. BDP’nin politikaları değerlendirilebilir, bu konuda farklı düşünceler de söylenebilir, ama böyle nitelemeler söylenmemesi gereken şeylerdir. Buna hakkı da yoktur. Başkaları da kendine benzer nitelemeler yapsa bunu kabul eder mi? Demokratik zihniyet ve saygıdan yoksun bir niteleme olmuştur. Belki BDP’liler nezaket icabı ve karşıt güçler yararlanmasın diye ölçülü yaklaşmışlardır, ama Leyla Zana konuştuklarının önü ve arkası nereye gider düşünmeden ya da bunun idrakinde olmadan böyle değerlendirmeler yapmıştır. Ne diyelim yazık ve talihsizlik. AKP’lilerle BDP’lileri karşılaştırması subjektif ve bazı yönlendirmelerden kaynaklanmaktadır. Hiçbir biçimde gerçekleri yansıtmamaktadır. Bilimsel ve sosyolojik değerlendirmeler de Leyla Zana’yı doğrulamıyor. Hatta esas olarak tersini ifade ediyor. Zaten Sayın Zana’nın kendi söylediği bazı şeyler kendini yalanlıyor. AKP’nin duyguda Kürt olduğu doğru değil. Leyla hanım Kürt kimliğine duyarlı olmayan beş milyon Kürt’ten söz ediyor. Bunların bir kısmı CHP’ye oy veriyor, ancak önemli bir kısmı da AKP’ye oy veriyor. Kürtlerin asimilasyon ve entegrasyona uğratıldığı yerler esas olarak Kuzey Kürdistan’ın batısı ve kuzeyidir. Kürtlük duyguları burada uygulanan kültürel soykırım ve özel savaş politikalarıyla zayıflatılmıştır. Sömürgeci Türk partileri burada oy almaktadırlar. Kürt Özgürlük Hareketi diğer alanlarda önemli oranda siyasi sömürgeciliği kırsa da kuzey Kürdistan’ın batı ve kuzeyinde hala siyasi sömürgeciliğin dayanağı partiler varlığını korumaktadır. AKP’nin buralarda önemli oranda oy alması da bu gerçeğin sonucudur. Kürtlük duygularının en az zayıfladığı yerler aynı zamanda BDP’nin çok güçlü olduğu yerlerdir. Hakkari, Şırnak, Mardin, Wan, Siirt, Batman ve Amed Kürtlük duygularının en güçlü olduğu yerlerdir. Kürtlük duygusu güçlü olduğu için Kürtlerin siyasi talepleri de en fazla burada sahiplenilmektedir. Buradaki yönetimlerin tümü de Kürtlük duygusu yüksek insanlardır. Kuşkusuz Ağrı, Muş ve Bitlis gibi illerde de Kürtlük duygusu varlığını korumaktadır. AKP’nin ise ağırlıklı olarak Kürtlük duygusunun zayıfladığı Kürtler ya da Kürt olmayan azınlıklardan oy aldığı bilinmektedir. BDP’nin Kürt olmayan azınlıklara yönelik politikası eleştirilebilir, ama AKP’nin esas olarak Kürtlük duyguları zayıf olan alanlardan oy aldığı açıktır. Seçilen AKP milletvekillerinin de devletin yaratmak istediği kültürel soykırımcı sisteme entegre olmaya yatkın ve devletle çıkar ilişkisi içine girmiş kesimler olduğu açıktır. Düşünce duygulardan kaynaklanır. Duygu, düşünceyi yönlendirir. Bunu bilmeden konuşmak insanları yanlış konuma düşürür. Bunu derken AKP tabanında Kürtlük duyguları olanlar yoktur demiyoruz. Kürt dilini unutmamış, Kürt kültürünü tümden kaybetmemiş yerel yöneticiler de olabilir, ama bu esas değerlendirme gerçeğini farklılaştırmaz. AKP’lilerin düşüncesi Kürt değilse, Kürt çıkarlarını yansıtmıyorsa bunun nedeni duygudaki Kürtlük eksikliğidir. Bu duyguların çeşitli çıkarlarla, ilişkilerle bozulmasıdır. AKP’lilerin Kürtlük duyguları zayıflamıştır. Bunun görülmesi  lazım. Zaten AKP Kürt toplumunu kabul etmeyen Kürtlükten söz ediyor. Kürt olabilir, ama toplumsal hakları olamaz! Bu aslında Kürtlük duygusunu bitirmenin formülüdür. Dolayısıyla toplumsal sorunlara ve bunun siyasal yansımalarına duyarlı olmayanların duygularının hangi Kürtlüğünden söz edilebilir? Önceki döneme gitmeden Kürdistan’da politikleşmenin arttığı son otuz yılı değerlendirirsek Kürdistan’da çıkar çevreleri her zaman iktidardaki partilerden yana olmuşlardır. Yani halkın ve Kürtlerin çıkarı değil, kendi çıkarlarını esas almışlardır. 1980’lerin sonlarına doğru ANAP, 1990’lı yıllarda DYP bölgede birinci partiydi. Kürt demokratik partileri seçime girince Kürtlerin çoğunluğunun oyunu aldılar, ama ikinci parti her zaman yine iktidardaki parti oldu. Belki bir kısmı AKP’nin bu sorunu biz çözeriz sözüne inandı, ama önemli bir kesimi ise iktidar nimetlerinden yararlanmak için AKP’ye oy verdi. Önemli bir kısmı da AKP halkın dini duygularını istismar ettiği için oy vermiştir. Din kardeşliği adı altında Kürtleri ulusal taleplerinden vazgeçirmek için dini istismar etmiştir. Zaten bu karakteri nedeniyle Kürtleri en iyi ben oyalarım ve kandırırım diyerek asker ve sivil bürokrasinin onayını aldığı bilinmektedir. AKP dini kullanarak Kürtleri ulusal mücadeleden uzaklaştıracak parti olarak görüldüğü için AKP’nin iktidarına onay verilmiştir. AKP’nin BDP ile karşılaştırılması abesle iştigal olduğu gibi kendi seçmenine karşı da amiyane deyimle ayıp etmiştir. AKP ile BDP’yi karşılaştırmak Kürt halkına saygısızlıktır. Kürt halkının onlarca yıllık ağır bedeller vererek oluşturduğu değerlere ve mevzilere saygısızlıktır. Kürt halkına kan kusturan, binlerce Kürt siyasetçisini zindana atan, kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız diyen, birçok çocuğu katleden partiyle BDP nasıl karşılaştırılabilir? AKP’nin duygusu da düşüncesi de Kürt değildir. Düşüncesi Kürt değilse duygusu Kürt olamaz. Bu, insanın düşüncesini dışa vurma gerçeğine aykırıdır. Hele Kürtler gibi duygularıyla hareket eden bir toplum için bu daha da geçerlidir. BDP duyguları Kürt olan insanlarla ayakta kalmakta ve yaşamaktadır. BDP yönetici ve tabanıyla bir bütün olarak Kürtlük duygusunu yaşadığı için her türlü baskılara karşı direnmektedir. AKP’liler gibi çıkarı esas alsalardı yapılan baskılar karşısında direnmezlerdi. Bugün 6’sı milletvekili, birçok belediye başkanı binlerce yöneticisi ve üyesi zindanlardadır. BDP esas olarak bunlardır. Eğer dokunulmazlığı olmasaydı milletvekilleri de şu anda zindanları boylamışlardı. BDP’lilerin duygusu da düşüncesi de Kürt olduğu için zindanlara atıldılar. Duyguları Kürt olmasaydı bu duruşu gösteremezlerdi. İnsanların duyguları olmazsa, sadece bazı doğruları bilerek ya da dillendirerek bedelleri ağır büyük mücadeleye atılmazlardı. Bu nedenle BDP’lilerle AKP’lileri duyguda karşılaştırmak en hafif deyimle ayıptır. BDP’lilerin duygusu Kürt değil demesi izahata muhtaçtır. Toplum bu izahatı bekleyecektir. Anlaşılıyor ki bazı etkilerle böyle bir değerlendirmeye gitmiştir. Zaten Türk televizyonları da tam bu günlerde gerillaların söylediği on türküden ikisinin Türkçe olmasını bir kara propagandaya dönüştürmüşlerdir. Anadilde eğitim isteyen PKK’nin ikiyüzlülüğünden söz etmişlerdir. Anlaşılıyor ki Leyla Zana da Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen psikolojik savaştan etkilenmiştir. Ya da kültürel soykırımın bazı Kürtler üzerinde yarattığı asimilasyonu subjektif bir biçimde değerlendirerek bir genelemeye gitmiştir. BDP’den bir kısım anadili dımıli lehçesi olan milletvekilleri var. Yine 90 yıldır yoğun sürdürülen asimilasyon sonucu dilini unutmuş 3-4 milletvekili var. Buradan yola çıkarak bu insanların Kürtlük duygusu olmadığını sanıyor. Bu, her şeyden önce empati ve duygudan yoksun değerlendirme olur ya da kendini üstün görme duygusunun bir ifadesi olarak kendini dışa vurmuştur. Eğer asimilasyon ve kültürel soykırıma rağmen kimlik ve Özgürlük Mücadelesi veriyorsa bunu daha da anlamlı görmek, asimilasyon ve kültürel soykırıma karşı bir öfke olarak ele almak gerekir. BDP’nin asimilasyona uğramış Kürtler üzerinde etkili olması ve onları da örgütlenmeye çekmesinin bir değeri yok mudur? Yoksa kültürel soykırım altındaki Kürtlerin BDP içinde yer alması hak görülmüyor mu? Asimilasyona uğramış binlerce gencin Türk devletinin bu politikalarına öfke duyarak gerillaya koşup yaşamını yitirdiğinden haberi var mı? Doğru yaklaşımın ne olması gerektiği bu söylediklerimizden anlaşılmaktadır. Yoksa kendisiyle birlikte seçilmiş arkadaşlarına hakaret olur. Belki bazılarıyla duyguları örtüşmüyor olabilir, yıldızlarının barışmadığı birileri olabilir, ama bundan yola çıkarak kendinde BDP’nin duygularını sorgulama hakkını görmek nasıl bir anlayıştır? Kendisi bazılarını düşüncelerini açık söylememekle, dolayısıyla ikiyüzlülükle suçluyor. Peki, kendisinin yan yana yaşadığı insanlarla bugüne kadar kurduğu ilişki hangi anlama gelir? Bu anlayış aynı zamanda bu milletvekillerine oy vermiş insanlara saygısızlık değil midir? Üç-dört tane kurmanci bilmeyen BDP’liyi böyle bir kıyaslama gerekçesi yaptığı anlaşılıyor. Halkın arasına kimin girdiği kimin girmediğiyse tartışmalıdır. Kim mütevazi yaşıyor, bunlar da herkes tarafından biliniyor. Açıkça belirtelim ki, Leyla Zana büyük bedeller ödeyerek yirmi yıldan fazladır demokratik siyaset alanında olan insanları en hafif deyimle incitmiştir. Bu günlere kadar hangi bedeller ödenmedi ki! Hangi birini saysak? Bu geleneğin duygularını AKP’nin duygularıyla karşılaştırmak, hem negatif bir karşılaştırma yapmak gerçekten de çok zorumuza gitti. BDP’ye oy veren tüm Kürtlerin de çok zoruna gitmiştir. Herhalde en fazla da  her gün kanları dökülmek istenen ve yok edilmek istenen Kürt gençlerinin zoruna gitmiştir. Bu konu o kadar fazla değerlendirilebilir ki, biz sadece bunları belirtmek istiyoruz. Ancak Kürtleri üzen, en yakın arkadaşlarını inciten bu sözlerden dolayı bir özür dilemek gerekmez mi? Büyüklükse bu da ancak böyle bir özürle olmaz mı? İlle de özür dilesin demiyoruz, ama bu sözlerin bu düşünceleri aklımıza getirdiğini belirtmek istedik. 753 YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

XWE METİN AYÇİÇEK (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:45

Yeni Özgür Politika Gazetesi · Politika sanatının, biraz da, "yokluğunda, umudu da yaratma” sanatı olarak tanımlanması boşa değildir. Elbette politikayı, "toplumsal süreçlerin akışına müdahale ederek şu veya bu alanda iradi bir değişimi gerçekleştirme eylemi” tanımı kapsamında ele alıyorsak, bu değişimi gerçekleştirecek gücü yaratabilmek için, değişimin olanaklarının varlığına kitlelerin inandırılması, kitlelerin düşüncelerinin bu doğrultuda değiştirilmesi de gerekir. İşte propagandanın görevi de bu alanda ortaya çıkar. Kürt Özgürlük Hareketi’nin eylemini konuşturarak gerçekleştirdiği propaganda sömürgeciliğin güçsüzlüğünü deşifre ederken, devletin sürdürdüğü özel bir propaganda sistemi olan "psikolojik savaş” ise, "karşı güçlerin çözüldüğünü, her gün tükenmekte olduğunu, kendi iç ilişkilerinde çatışmalar yaşadığını” falan anlatmayı sürekli bir çaba haline getirerek sürdürür çökertmeye yönelik propaganda çalışmasını. Son yıllardaki gelişim yakından izlenirse, devletin Kürt halkına yönelik sürdürdüğü savaşın eylemde oyalama yöntemlerine yönelirken, çabasının ağırlığını giderek daha fazla psikolojik savaş alanına kaydırdığı görülür. Gerilla karşısında sürdürdüğü silahlı mücadelede bir türlü başarılı olamayan Türkiye Cumhuriyeti devleti, önce toplumun haber alma kaynaklarını bütünüyle susturup toplumu yaşanan gerçeğin dışında tutmaya çalışırken, yanı sıra propaganda yöntemi başta olmak üzere psikolojik savaş yöntemini bütün araçlarıyla devreye soktu. "Kürtleri ben temsil ediyorum” iddiasının topluma kabul ettirilebilmesi için bir yandan AKP’ye biat etmiş birileri bulunup piyasaya sürülürken, öte yandan son kullanım tarihleri otuz yıl önce bitmiş birilerini bulup bulup basına ya da ekranlara taşıyarak Kürt Özgürlük Hareketini karalayan bir gündem yaratmaya çalışılmaktadır. Leyla Zana’nın söylediği sözler, politikada hiçbir ahlaki değere tutunmayan iktidar kanadında böylesi umutların doğmasına neden olmuş olabilir. Ama onun söylediklerini yorumlamakla kalmayıp, AKP’ye ve sömürgeci devlet iktidarına yamamaya yeltenenlerin erken umutlandıklarını düşünüyorum. Zira hem Zana’nın kendi saygın kişiliği, çizgisi, geleneği, kültürü, tarihi ve ahlakı iktidar yalakalığına soyunmayı aşağılık bir değer olarak kabul eder, hem de AKP’lilerin yorumladığı türden biçimlenen bir düşünceyi adı Zana ya da başka bir şey de olsa, Kürt Özgürlük Hareketi bütünüyle reddeder. Herkes bilir ki, Kürt halkının özgürlük savaşı hiçbir dönemde sömürgeci bir devletin yöneticilerinin inayetlerinin sonucunda yürümemiş, Agitlerin, Pirlerin, Zilanların, Zanaların, Anterlerin, Orhan Doğanların, Semaların sürdürdükleri mücadeleyle kendini var edebilmiştir. *** Şöyle yorumlayarak, Zana’nın söylediklerine ben de imzamı atarım elbette. "Silahlar susmalı ve artık hiç kimse bu savaşta ölmemelidir. Devlet ve elbette sorumluluk üstlenmiş her kurum barış için elini taşın altına sokmalı, sorumluluk üstlenmelidir. Barış için doğru bir öneri kimden gelirse gelsin, desteklemeye hazırız. AKP ve onun lideri Erdoğan aslında bir takım adımları atabilme gücüne sahiptir ve bu adımları atmalıdır…” İtirazım yok. Bunlar gerçekleştirilmelidir. Leyla Zana’nın umutlarının gerçek olması için, sadece elimi değil bütün bedenimi taşın altına koymaya hazırım. Hazırım ammaaa… Denenmiş üzerinden söyleyecek olursak, AKP lideri Erdoğan’ın uzun süredir sürdürdüğü savaş politikalarını, bıraktığı derin izlerle birlikte izledik, yakın tanığıyız, mağduruyuz. AKP’den ya da başka bir partiden "barış için” somut adımlar istemek başka bir şeydir, bu umuda bağlanmaya neden olabilecek söylem ya da düşünceler bambaşka bir şey. Ben AKP’nin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın barışı gerçekleştirmek gibi bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum. Bunu hissetmedim, bu duyguyu almadım. Varlığını ve yaşamını çatışmaya borçlu olan bir politikanın barış haykırışlarının hem yerel hem bölgesel örneklerini "Kürt açılımı” müjdesiyle başlayıp önce cezaevlerini çocuklarla doldurup KCK ile Türkiye’yi toplama kampına benzeten bir iktidardan söz ediyoruz. "Komşularla sıfır sorun” politikasıyla başlayıp, Libya’ya asker çıkaran, Irak’ı tehdit eden, İran için füze kalkanı uşağı olan, Mısır’da Hizbullahı destekleyen, Suriye’de bir savaş çıkarmak için her türlü provokasyonu örgütleyen bir başbakandan söz ediyoruz. "Güney Kürdistan” adını duyunca fütuhatçı damarları kabaran, Turancı bir idealin yeni versiyon Kemalist liderliğinden söz ediyoruz. Yeni Osmanlıcılık adıyla sergilenen emperyal bölgesel egemenlik umutlarının cisme dönüşmüş kişiliğinden söz ediyoruz. Ahlakı olmayan, vicdanı olmayan, politikada ilkesi olmayan bir sahte dinciden, bir gerçek ırkçıdan söz ediyoruz. Başta Zana olmak üzere hiç bir Kürdün güvenmeyeceği, uluslar arası şer ittifakının bir temsilcisinden söz ediyoruz. Kesinlikle inanıyorum ki, bu mücadele bugüne kadar olduğu gibi, Türk devletinin verecekleri üzerinden değil, Kürt halkının kazanacakları üzerinden programlaştırıldığı takdirde zafere ulaşacaktır.      

ADİL BAYRAM (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:48

Bir süreden beri AKP’nin yoğun bir arayış içinde olduğu görülüyor. Fakat bu arayışın başta Kürt sorunu olmak üzere ülkemizin temel sorunlarını çözmek için mi, yoksa oyalama yapıp zaman kazanarak iktidarını güçlendirmek için mi olduğu pek belli değil. Burası tartışmalı. Kış boyunca Kürt direnişini kıramaması ve ezememesi, yine kısmen oluşmuş demokratik birliği dağıtamaması AKP’yi bu duruma getirdi. Baharın ve yazın gelişi AKP’lilere kabuslar yaşatmaya başladı. Buna bir de Suriye’de ABD’nin krizi sürece yayma politikası eklenince AKP iktidarı tarihinin en sıkışık ve zor anını yaşar hale geldi. “Denize düşenin yılana sarılması” misali, AKP iktidarı da mevcut krizi aşabilmek için şimdi önüne gelen herkese tutunmaya çalışıyor. Bu politikasını sıfırı tüketmiş bazı sözde Kürt politikacılarını ülkeye getirmekle başlattı, şimdi Amerika’daki Fethullah Gülen’i Türkiye’ye çağırarak devam ettirmek istiyor. Bunlarla Kürt direnişinin ve demokrasi hareketinin kitle tabanını zayıflatıp parçalanma yaratmayı ve kendine muhalif İslamî kesimleri zayıflatmayı hedefliyor. Diğer yandan BDP’yi, KDP’yi ve bazı gazetecileri araya koyarak PKK’yi aktif silahlı direnişten vazgeçirmek istedi, şimdi bu politikayı “CHP projesi”ne sarılarak yürütmeye çalışıyor. Bu kapsamda KDP yöneticileriyle yaptığı görüşmeler ardından “Silahlar susarsa operasyonlar durur” diyerek çift yanlı ateşkes çağrısı yaptı. Şimdi de benzer çağrılar yapılıyor, “Kürtçe seçmeli ders”ten söz ediliyor. Bütün bunlara PKK cephesinden “PKK Lideri’nin sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü sağlanmalı ve protokoller temelinde müzakere yapılmalı” biçiminde çok net bir yanıt geliyor. Öyle anlaşılıyor ki, AKP bunları kabul etmeye hazır değil. O, daha çok oyalama, zaman kazanma ve iktidarını güçlendirme peşinde. Bunun sonunda da arabuluculuk girişimleri etkisiz kalıyor. “Siyasetle müzakere” denerek adres gösterilen BDP ile şimdi neredeyse ipler tümden kopmuş durumda. KDP ile yapılan görüşmelerin ekonomik sonuçlarının ötesinde bir siyasal ve askeri sonucu olmadı. Avni Özgürel gibi bazı gazetecilerin gözlem ve düşüncelerini açıklamasına bile izin verilmedi. Bu girişimlerin boşa çıkması ardından şimdi “CHP Projesi” ve “Leyla Zana’nın sözleri” tartışılıyor. Dikkat edilirse CHP projesine CHP’lilerden çok AKP yöneticileri sahip çıkıyor. Ama içini boşaltarak. CHP’yi bu biçimde Kürtlere karşı yürüttüğü özel savaşın yedeği haline getirerek. Yine Leyla Zana’nın açıklamalarına da en çok AKP’liler sahip çıkıyor. Leyla Zana’nın “Kürt sorununu Tayyip Erdoğan çözer” biçimindeki sözleri AKP’lileri çok rahatlatmış görünüyor. Bütün bunların sonucu da basına “Silahı bırak, ev hapsini tartışalım” biçiminde yansıyor. Yani bunların hepsi AKP’nin bahardan beri sürdürdüğü arayış politikası içinde anlam buluyor. BDP, KDP ve Avni Özgürel ardından CHP ve Leyla Zana da arabuluculuk kervanına katılmış oluyor. Bu kesimler kendi içlerinde tutarlı olabilirler, Kürt sorununun barışçıl-siyasal yöntemlerle çözülmesini isteyebilirler. Buna bir şey demiyoruz. Fakat mevcut arabuluculaştırma durumunun AKP arayışı temelinde gündeme geldiği de bir gerçek. Öncelikle herkesin bunu görmesi gerekir. Peki bu arayışın içeriği ne? AKP gerçekten sorunları çözmek mi istiyor, yoksa oyalayarak iktidarını güçlendirmek mi? İşte sorunun püf noktası burası. Bu konuda BDP yöneticileri “AKP’nin oylama içinde olduğunu, AKP’nin çözüm istediğine dair inançlarının kalmadığını” açıkladılar. CHP yönetimi MHP’yi etkilemeye çalışıyor. Leyla Zana ise “Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğine inandığını” belirtiyor. Beşir Atalay ve benzerleri “Kapsamlı görüşmeler yaptıklarını“ ifade ederek neredeyse çözümün eşiğinde oldukları imajı veriyorlar. PKK yönetiminden ise, “Kendilerinin bu tartışmaların dışında oldukları ve herhangi bir görüşmenin yapılmadığı” açıklaması geliyor. Mevcut haliyle insanların kafası karışık. Topluma çok karşıt hususlar aynı anda ve gerçekmiş gibi veriliyor. Belliki ortada ciddi bir psikolojik savaş var. Toplumun kafası karıştırılmak, bilinci çarpıtılmak, yersiz beklenti içine sokulmak isteniyor. Öncelikle bu gerçeği iyi görelim, söz ve davranışlarımızı buna göre oluşturalım. Yoksa mevcut psikolojik savaşın bir parçası haline geliriz. Bu konuda özellikle Kürtler ve demokratik güçler dikkatli olmalı. Çünkü bu kesimler direnmek ve demokratikleşmeyi geliştirmek zorunda. PKK açıklamaları dikkate alınırsa, Koordinatör Bakan Beşir Atalay’ın söylediklerinin gerçekle hiçbir bağı yok. Bu sözler sadece Kürtleri yanıltıp beklenti içine sokarak mücadeleden uzak tutmayı hedefleyen psikolojik savaşın bir parçası oluyor. Öncelikle bunu görmek ve psikolojik savaşın etkisine girmemek lazım. İkinci olarak ise, “Kürtçe seçmeli ders” açılımını doğru yorumlamak lazım. Bir toplumun anadilinde eğitim yapmasını “Seçmeli ders” kapsamında ele almak, o topluma açıkça hakaret etmektir. Bu durum, kültürel soykırımın bir parçası ve açık göstergesidir. AKP böyle yapmak yerine, Bülent Arınç’ın ağzıyla “Kürtçe medeniyet dili değil” derken kendi çizgisinde daha tutarlıydı. Şimdi takke düşmüş, kel iyice görülmüştür. Madem Kürtçe bir dil, anadil, bu dilde eğitim yapılabilir; o halde niye Kürtler kendi anadilleri olan Kürtçe ile eğitim yapmıyorlar da, Kürtçe’yi “Seçmeli ders” olarak okuyorlar? Bu tutum sömürgeciliğin ve kültürel soykırımın itirafı oluyor. Üçüncü olaraksa Leyla Zana’nın sözlerine ilişkin birkaç şey belirtelim. Elbette yapılan açıklamanın hepsini yanlış bulmuyoruz. “Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğine inanıyorum” sözündeki teşvik ediciliği de anlıyoruz. Fakat bu sözler söylendiği şu zaman diliminde çözümemi, yoksa psikolojik savaşamı hizmet ediyor; bunun da iyi ölçülmesi gerekiyor. Tayyip Erdoğan sıradan birisi değil, başbakan. Muhalefette değil, iktidarda. Yeni iktidar olmamış, on yıldır başbakanlık yapıyor. O halde Kürt sorununu çözecekse çözsün! Zaten görevi bu. Niye on yıldır çözmüyor? Kim engelliyor kendisini? Ama dikkat edilirse çözmüyor. Kürt sorununu çözmek yerine, kendi iktidarını güçlendirmenin aracı yapıyor. Çözemiyorsa nedenini açıklasın! Ama açıklamıyor. Engel olan varsa onları belirtsin! Ama belirtmiyor. O halde hala nasıl inanacağız Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğine? Ayînesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununda on yıldır yaptığı işlere bakalım. Olumlu yöndekiler: 1- Çözecek beklentisi yaratmak. 2- Kürt kökenli demek. 3- TRT-6’da Kürtçe AKP propagandası yapmak. Hepsi bu kadardır. Dikkat edilirse, bunların hepsi de Kürt toplumunu aldatarak desteğini almaya dönüktür. AKP “Kürt” diyerek kültürel soykırımı yürütmektedir. Tabi bunlar yanında bir de olumsuz yöndekiler var. Kürtlerin haklarını savunan kaç parti AKP iktidarı döneminde kapatıldı? Kaç Kürt aydın ve siyasetçisi hapiste? Kaç belediye başkanı ve milletvekili hapiste? Kaç Kürt çocuğu “Taş attı” diye hapiste? Kaç insan polis terörüne maruz kaldı? Kaç kişi gözaltına alınıp soruşturuldu? Leyla Zana’ya on küsur yıllık yeni ceza hangi suçtan dolayı verildi? Bu tür sorular çoğaltılabilir. Sadece 14 Nisan 2009’dan bu yana Kürt demokratik siyasetine dönük yürütülen operasyonlar bile AKP’nin Kürt sorununu çözmek istemediğini görmeye ve anlamaya yeter. Kürt siyaseti olmazsa, Kürt toplumunun siyasi iradesine izin verilmezse, o zaman Kürt sorununun siyasi çözümü kiminle olacak? Demekki AKP Kürt sorununu çözmüyor. Çözmez ve çözemez. Kürt sorununu iktidarını güçlendirmenin aracı yapıyor. Onun için oyalama ve oy kazanma politikası yürütüyor. Şimdi bölgesel gelişmelerden ve Kürt direnişinin gelişiminden dolayı sıkışmış, bu sıkışıklığı aşabilmek için çeşitli çareler arıyor. Arayışçılığı ve yeni bazı sözleri bu çerçevededir. Elbette AKP yönetimi arayış içinde olabilir. Fakat Kürt siyasetçiler AKP’nin mevcut sıkışıklıktan çıkış arayışının aracı olmamalıdır. Bu onların ne işidir ne de görevi. Tersine kendi işleri olan Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme üzerinde yoğunlaşmalı ve çözüm mücadelesini geliştirmelidirler. 147 YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Ahmet Kahraman (not verified)

Tue, 2012-06-19 16:50

AHMET KAHRAMAN [email protected]   Her sabah, „terör rejimi, bu gün kaç kişinin kanına girdi, bela hangi kapıya dayandı?“ tedirginliğiyle uyanıp, Kürdistan’ın kişiliğinde insanlığın katli manzaralarını seyrediyor, zulmü anlatan trajedik hikayeler okuyoruz. Dün sabah uyandığımızda, yeni bir dehşetle karşılaştık. Türk medyası, bir kere daha vicdanın sesi değildi. Gücün, güçlünün yanında, yerde de direnen Kürdün tepesinde, terör devletinin zalimliğine kılıf dikiyor, Kürdistan’ın hayali fethini müjdeliyordu. Türk ordusu ve polisi adliyenin öncülüğünde, kendince direnen kaleleri düşürüp, Kürdistan’ı fethetmek üzere, Atatürk’ten kalma deyimle, 17 ilde „büyük taarruza“ geçmiş, 103 ayrı hedef kuşatma altına almıştı. Bu, kaçıncı fetih seferiydi bilmiyorum. Son zulüm dalgasında kaç kişinin kelepçelenerek toplama kamplarına sürüklendiği de bilinmiyor, ama Kürdistan’ın sembol kızı Leyla Zana’nın fetih kuşatmasında olduğu özellikle vurgulanıyordu. Ankara’daki evi kale niyetine sarılmış, eski çağların barbarları ruhuyla kapısı kırılarak içeriye girilmiş ve kalenin fethi tamamlanmıştı. Oysa yalancılar, talancı ve dolandırıcılar daha düne kadar, „dağa çıkacağınıza gelin siyaset yapın, ey Kürtler“ diye diye bağırıyorlardı. Leyla Zana siyaset yapıyordu. Halkının temsilcisi olarak Türk parlamentosundaydı. Demek ki, teslim olmayan, 80’ınci yaşının eşiğinde boynuna tasma takılıp ortalıkta dolaştırılarak Kürdistan’ın onur mücadelesi verenlere söven Kemal Burkay’laşmamış, Hüseyin Çelik, Galip Ensarioğlu, Mehmet Metiner seviyesine düşmemiş, hiç bir Kürde siyaset fırsatı da yoktu. Ticaret yapanları, bir araya toplayıp uçakların hücumunda hedef yaparak, paramparça ediyorlardı. Şehir ve kasabalarda ekmeğini kazanmak isteyenlerin yoluna barikatlar kuruluyor, suları, elektrikleri kesiliyor, malları talan ediliyordu.  (Bu satırları yazarken, ırkçı rejimin saflarında, kafesteki keklik gibi öterek Kürleri tuzağa çekmeye, teslim olmaya çağıran Kemal Burkay’ın sesi düştü internet ekranlarına. Utanmadan, yüzü kızarmadan ben Kürdüm diyordu. Onurunu askıya asmış bir bunak gibi Kürdüm demesini, Kürdistan’ın onurlu çocuklarına borçlu olduğunu da utanarak.) Topyekün savaşın son büyük taarruzlarıyla, yurdu işgal, insan olmanın temel hak ve özgürlükleri yasak altında olan Kürtlere sunulan tek seçenek, bir kere daha dağ yoludur. Gelen haberlere göre, dağların eteklerinden zirvelere uzayan yollarda, „istediğiniz buysa, haydi buyrun“ diye haykıran kalabalıklar deviniyor şimdi. Başka seçenek bırakılmadı, çünkü. Hukuk yok, o düzende insan vicdanı ölü. Toplum suskun. Kendisi de bir Kürt olan ama, Kürtlerin tepesinde kendi halkını da kılıçtan geçiren devşirilmiş Yeniçeri kesilen CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, faşist darbe sırası kendisine geldikten sonra, nihayet doğruyu söylüyor, „önce hedef insanları seçip tutukluyor, sonra gerekçe uyduruyorlar“ diyordu, bir televizyonda. Kürtlere yapılan budur. Köyde, belde, kasaba ve şehirlerde faşizme teslim olmamış bütün Kürtler hedeftir. Halk tarafından seçilmişi ve sıradanıyla Kürtler, dün katlediliyordu. Bu gün, bilinmeyen bir sonla topluca toplama kamplarına dolduruluyor, dağa çıkmaktan başka seçenek bırakılmıyor. Ha, dün hukuk var mıydı? İnsanlığın olduğu yerde dil, kimlik kişik yasağı olur muydu? TC, Kürdistan’da devlet değildi, hiç bir zaman olmadı. Ortalıkta dolaşıp, insan kıran, soy kurutan, yangınlarla yürüyen çeteydi. Ama onların bile bir namusu, ar damarı vardı. İnsanlık cinayetine yalan uydurup, „isyan bastırma“ maskesini takıyorlardı. 1990-2000 yıllları kırımla görevlendirilmiş çeteler vardı. TC’nin, Kürdistan’daki o dönem adaleti, kan üzere yürüten, devletçe silahlandırılıp, yetkilerle donatılmış çetelere havaleydi. Kürdistan’da sular kan renginde akıyordu. Bu gün kışla, karakol, karar merkezlerinin tel örgü yakınlarına kazma vuruldukça, o günlerin cinayet kanıtı insan kemikleri fışkırıyor. Çete devletinin adı Hizbullah, JİTEM’di. Onun için, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gerdan kıra kıra „devlet cinayet işlemez, beyler“ diyebiliyordu. Ama bunlar, ayak takımı, utanması olmayan lümpendir. Şefleri, bir zamanlar küflenmiş simidi ısıtıp taze, mikroplu musluk suyunu kaynaktan gelme diye satmayı ticari deha diye övünme yapmaktadır. Sevap işleme adına insan dolandıran, Maraş, Sivas, Çorum ve Malatya katkliamlarında, çekirdek haydut devlete kiralık olarak hizmet veren, Kürdistan’da insan kulağından namazlıklık tesbih dizenler, bunlar arasından çıkıyordu. Peygamber yerine koyup tapındıkları adamın ağzından, „köklerini kurutun“ haykırışıyla insan kanı fışkırıyor. Küflü simidi taze diye aç insanlara satan vicdansızlarda, utanma duygusu yok, evrene düzen veren hukuk entrika ve yalan, çeteciliğin „ben yaptıysam olur“ kırımı kanundur. Onun için, „ticaret serbesttir“ denilerek sınır boylarındaki tuzağa çekilen çocuklar, uçakların napalm bombalarına hedef yapılıyor, toplu kırımın üstüne çekilecek JİTEM, Hizbullah kılıfı bulamayınca, İçişleri Bakanı, insanım diyeni yürekten vuran bir barbarlık örneğiyle „onlar masum değil, PKK’lilerle ticaret yapıyorlardı“ diyordu. Leyla Zana kuşatılması, Kürt kurum ve örgütlerinin  muhasara altına alınması, Kürdistan’ın fethi anlamına mı geliyor? Hayır!.. Kürdistan’da büyük isyan başlarken, kurum ve kuruluşların tabelaları, Türk parlamentosunda Leyla Zana gibi simge isimler mı vardı? Bu gün ayaklanmış Kürdistan, başkaldırının en güçlü dönemini yaşıyor. Varsın tabelalar, kurum seçilmişleri olmasın!.. 2863 YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

HeK-not (not verified)

Tue, 2012-06-19 17:36

tayip bir hamam tellagidir tayip ve ekibinin kurdlerin haklarina saygi duydugunu hic bir gun dusunmedim belki agir bir travma gecirilerse bazi seyleri ogrenebilirler tayip i ve ekibini baglayan muthis bir kitle var ki birakin temel kurd haklarina saygiyi kurd dusmanligi ile bicimlenmis bu cercevede bu adamin kurdlerin tatmin edecek bir isi becerecgini dusunmek hayal kurmaktir sakin sakin dusundugunde akli basinda biri bu tur beklentiler icinde olmaz Leyla zana olabilir mi? emin degilim hareket ettigi alanda bilgi biriktirmek icin yeterli cabayi gostermemis biri gibi (bu duruma cehalet denir ama bozulan var kelimeyi kullanmiyalim). herkes te bilyor ki Leyla Zana nin girisimi dayatan bir seyler icin pratik bir adim bu muhtemelen guneyin kisa vade cikarlari olabilir kisa bade cikarlar uzun vade cikarlari besler nitelikte mi? ben kuzeyli bir lider olsam (mesele leyla) barzani bana kizim leyla sen akli basinda birisin bizim turkiye kanalina ihtiyacimiz var petrol pompalayacagiz, mal girisi ve ileride belkide mal cikisi (hayala bakin) her durumda siyasi ekonomik bu cephenin bizim icin stable olmasi lazim sen sunu sunu soyle yapsan PKK yi desetkleyen kitle de senin desetkler TC de  de senin desetkleyecek cevreler bulunur insanlar da olmez ticaret gelisir bir nefes aliriz vs vsvs deyip ikna ettiginde ben olsam karsiliginda guneyin kuzeylilere verecegi ne olacak derim evet kabul edelim ki barzani guney kurdistanin cikarlarini dusunuyor kuzeyi agandasina almasina imkan yok, gucu de kosullari da ,  belki de istegi de yok. simdi bu birime karsi kuzeyin kendi cikarini kendi basina savunacak liderlere ihtiyaci var guney kuzeye karsilginda bazi kaputulasyonlar verse onemli bir para yardimi ve petrol gerilerinden bir sekilde pay verse bu isi yaparim guneyli kardeslerimiz rahatlasinda fatura bize ciksin yok oyle yagma bu dunyada ulus da al gulum ver gulum kurali ile isler filantropi  ile degil bazen filantropik gibi gorunur ama serap gibidir bu Leyla muhtemelen boyle bir ahalki durtu ile bu ise bulasti Niyet iyi akil bilgi yontem kotu hele hele SOYLEM boktn, yalakilk ile kurulan bina cabuk yikilir. hal boyleyken murat karayilan leyadan bin berbat bir soylem ve tavirla avni ile gorustu butun pkk camiasi sanki avni baska bir seyi temsil ediyormus gibi yalakalik dozu leyladan bin kat fazla murati birakti leylaya yuklendi. burda essege vuramayanin semere vurmasi durumu var Leyla savunmasiz Leyla gerila lideri degil, elinde tufeng yok Leyla her an Ocalan tarafindan azarlanabilir (o da bu azarlanmalari yalayip yutan bir kislik sergiledi, abla eli opmeler, ocalan a bas ogretmen yakistirmalari, bunun mustafa kemal i cagristirmasi vs vs rezilikler zincirleme) bu berbat ortamda leyla ya yuklenip karayilana ses cikarmayanlara kasri Leyla yi desetkledigimi duyurayim Nota bene: iki gun once Aung San Suu Kyi yi izledim Nobel odulu alirken. malum Leyla da Nobel adayi idi, adaylar secilmeden once berbat bir yazi yazdirtilar ona, ne derecede etkili oldu bilmem ama yalakaca bir seydi. bu tur yazilar ters teper.. Aung San Suu Kyi konusunca kadinin bilgi birikimi, dikkati, kelimeleri kullanirken gosterdigi ozene hayran kaldim. ister istemez Leyla yi orda dusundum. Aung San Suu Kyi turu bir duzeye gelebilmesi icin cok firin ekmek yemesi gerek. gelebilirdi fakat oyle bir toplumun icinde ki,  pacansindan tuttular abla eli opturtuler, pis pis de siritarak, sonra da oy verdiler. vesselam sagim solum onum arkam ...... sonra da 40 milyonla niye statu muz yok diyoruz. Avni ye yalakalaininca, Tayip den statu isteyince STATU edinilemiyor. neyse zamanla diyelim... hurmetler HeK

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.