Yeni Özgür Politika Gazetesi ·
Politika sanatının, biraz da, "yokluğunda, umudu da yaratma” sanatı olarak tanımlanması boşa değildir. Elbette politikayı, "toplumsal süreçlerin akışına müdahale ederek şu veya bu alanda iradi bir değişimi gerçekleştirme eylemi” tanımı kapsamında ele alıyorsak, bu değişimi gerçekleştirecek gücü yaratabilmek için, değişimin olanaklarının varlığına kitlelerin inandırılması, kitlelerin düşüncelerinin bu doğrultuda değiştirilmesi de gerekir. İşte propagandanın görevi de bu alanda ortaya çıkar.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin eylemini konuşturarak gerçekleştirdiği propaganda sömürgeciliğin güçsüzlüğünü deşifre ederken, devletin sürdürdüğü özel bir propaganda sistemi olan "psikolojik savaş” ise, "karşı güçlerin çözüldüğünü, her gün tükenmekte olduğunu, kendi iç ilişkilerinde çatışmalar yaşadığını” falan anlatmayı sürekli bir çaba haline getirerek sürdürür çökertmeye yönelik propaganda çalışmasını.
Son yıllardaki gelişim yakından izlenirse, devletin Kürt halkına yönelik sürdürdüğü savaşın eylemde oyalama yöntemlerine yönelirken, çabasının ağırlığını giderek daha fazla psikolojik savaş alanına kaydırdığı görülür. Gerilla karşısında sürdürdüğü silahlı mücadelede bir türlü başarılı olamayan Türkiye Cumhuriyeti devleti, önce toplumun haber alma kaynaklarını bütünüyle susturup toplumu yaşanan gerçeğin dışında tutmaya çalışırken, yanı sıra propaganda yöntemi başta olmak üzere psikolojik savaş yöntemini bütün araçlarıyla devreye soktu. "Kürtleri ben temsil ediyorum” iddiasının topluma kabul ettirilebilmesi için bir yandan AKP’ye biat etmiş birileri bulunup piyasaya sürülürken, öte yandan son kullanım tarihleri otuz yıl önce bitmiş birilerini bulup bulup basına ya da ekranlara taşıyarak Kürt Özgürlük Hareketini karalayan bir gündem yaratmaya çalışılmaktadır.
Leyla Zana’nın söylediği sözler, politikada hiçbir ahlaki değere tutunmayan iktidar kanadında böylesi umutların doğmasına neden olmuş olabilir. Ama onun söylediklerini yorumlamakla kalmayıp, AKP’ye ve sömürgeci devlet iktidarına yamamaya yeltenenlerin erken umutlandıklarını düşünüyorum. Zira hem Zana’nın kendi saygın kişiliği, çizgisi, geleneği, kültürü, tarihi ve ahlakı iktidar yalakalığına soyunmayı aşağılık bir değer olarak kabul eder, hem de AKP’lilerin yorumladığı türden biçimlenen bir düşünceyi adı Zana ya da başka bir şey de olsa, Kürt Özgürlük Hareketi bütünüyle reddeder.
Herkes bilir ki, Kürt halkının özgürlük savaşı hiçbir dönemde sömürgeci bir devletin yöneticilerinin inayetlerinin sonucunda yürümemiş, Agitlerin, Pirlerin, Zilanların, Zanaların, Anterlerin, Orhan Doğanların, Semaların sürdürdükleri mücadeleyle kendini var edebilmiştir.
***
Şöyle yorumlayarak, Zana’nın söylediklerine ben de imzamı atarım elbette. "Silahlar susmalı ve artık hiç kimse bu savaşta ölmemelidir. Devlet ve elbette sorumluluk üstlenmiş her kurum barış için elini taşın altına sokmalı, sorumluluk üstlenmelidir. Barış için doğru bir öneri kimden gelirse gelsin, desteklemeye hazırız. AKP ve onun lideri Erdoğan aslında bir takım adımları atabilme gücüne sahiptir ve bu adımları atmalıdır…”
İtirazım yok. Bunlar gerçekleştirilmelidir.
Leyla Zana’nın umutlarının gerçek olması için, sadece elimi değil bütün bedenimi taşın altına koymaya hazırım.
Hazırım ammaaa…
Denenmiş üzerinden söyleyecek olursak, AKP lideri Erdoğan’ın uzun süredir sürdürdüğü savaş politikalarını, bıraktığı derin izlerle birlikte izledik, yakın tanığıyız, mağduruyuz. AKP’den ya da başka bir partiden "barış için” somut adımlar istemek başka bir şeydir, bu umuda bağlanmaya neden olabilecek söylem ya da düşünceler bambaşka bir şey.
Ben AKP’nin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın barışı gerçekleştirmek gibi bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum. Bunu hissetmedim, bu duyguyu almadım. Varlığını ve yaşamını çatışmaya borçlu olan bir politikanın barış haykırışlarının hem yerel hem bölgesel örneklerini "Kürt açılımı” müjdesiyle başlayıp önce cezaevlerini çocuklarla doldurup KCK ile Türkiye’yi toplama kampına benzeten bir iktidardan söz ediyoruz.
"Komşularla sıfır sorun” politikasıyla başlayıp, Libya’ya asker çıkaran, Irak’ı tehdit eden, İran için füze kalkanı uşağı olan, Mısır’da Hizbullahı destekleyen, Suriye’de bir savaş çıkarmak için her türlü provokasyonu örgütleyen bir başbakandan söz ediyoruz. "Güney Kürdistan” adını duyunca fütuhatçı damarları kabaran, Turancı bir idealin yeni versiyon Kemalist liderliğinden söz ediyoruz. Yeni Osmanlıcılık adıyla sergilenen emperyal bölgesel egemenlik umutlarının cisme dönüşmüş kişiliğinden söz ediyoruz. Ahlakı olmayan, vicdanı olmayan, politikada ilkesi olmayan bir sahte dinciden, bir gerçek ırkçıdan söz ediyoruz. Başta Zana olmak üzere hiç bir Kürdün güvenmeyeceği, uluslar arası şer ittifakının bir temsilcisinden söz ediyoruz.
Kesinlikle inanıyorum ki, bu mücadele bugüne kadar olduğu gibi, Türk devletinin verecekleri üzerinden değil, Kürt halkının kazanacakları üzerinden programlaştırıldığı takdirde zafere ulaşacaktır.
Tayyip mi çözecek?