Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 15 January 2010

[url=http://www.newroz.com/modules.php?name=News&file=article&sid=6302]Kürdistan ve Kerkük meselesinin barış ve demokratik yöntemlerle çözülmesi her kürdün temel arzusu olduğu biliniyor, fakat Kürdistan'ı sömürgeleştirmiş devletlerin inkar, imha, porvokasyon siyasetleri, bu arzunun gerçekleşmesine firsat tanımadı. Kürdistan dünya haritasında coğrafik çizgilerle, ismi ve fiziksel varlığı sürekli var oldu, inkar edilmedi. Fakat politik olarak daima yok sayıldı. Sanki emperyalist devletler, Kürtlerin devletleşmemeleri üzerine; Türk, Arap, Pers devletleriyle yüz yıllık bir kontrat imzalamış gibiler. Tabii bu objektif durumun bu denli gecikmesinin, subjektif rolünü yadsımıyorum ama ulusal özgürlüğüne duyarlı kürt toplumu, hür yaşam arzusu ve bütün ulusal bağımsızlık çabalarına rağmen daha ne kadar devletsiz yaşayacaği merak konusudur.

Dünya'da hiç bir ulus, Kürtler gibi Dünya devletlerine kafa tutarak ve karşılarına alarak devlet kurdukları görülmemiştir. Kürdistan ulusal bağımsızlık mücadeleleri imkansızı imkan kapsamına alma mücadelesidir, acaba bu bir neden olabilir mi? Veya mevcut halk ayaklanmaların merkezi örgütlenmeden yoksun, bölgesel boyutta seyir etmesi sömürgeci köstebekler tarafından manipuleye açık hale gelmesi bir neden olur mu? Türünde sorulacak soru çok, ama Federal Kürdistan Bölge yöneticileri gelinen aşamada söz konusu gelişmeleri kimlerle nereye kadar yürüyeceklerini anlamış gibiler fakat ulusal devlet politikası yerine particilik oynayarak çok önemli firsatlar'da kaçırmışlar.

Halen Kürt şehri Kerkük ve bir çok yerleşimin Kürdistan'a bağlanmamış olması ve spekülasyona tabii tutulmasının nedeni izledikleri yanlış siyasettir. Şimdi Federal Irak Cumhurbaşkanı, sayın TALABANİ, Kürdistan Bölge Başkanı sayın BARZANİ, Kürdistan Başbakanı Dr. Berhem SALİH ve diğer hükümet yöneticilerine onlarca temel sorudan biri olan ve arada yirmi yıl geçmesine rağmen, neden halen pemerge güçleri birleştirilememiş diye sorulursa ve tabii doğru cevap verirlerse, Kerkük'ün neden halen Kürdistan Bölgesine bağlanmadığı daha iyi anlaşılır.

Baas sömürge rejimin yıkılmasından sonra, Kürdistan ve Irak bölgeleri Federasyon yönteminden karar kıldılar. Mevcut kararın halk oylamasıyla referandum yapıldı, özellikle Araplar tarafından büyük bir çoğunlukla kabul edilmesine karşın, Kürt çoğunluğun desteğini almamıştı. Kürt çoğunluğu bağımszlıktan yana tavır almasına rağmen, Federasyona razı edildi. Dolayısıyla her bölge kendi sınırları içinde demokratik seçimlerle temsil ve yönetme hakkını halk referandumuyla onaylanan anayasa kanunlarıyla elde etmişti. Federal Irak anayasasının 140. Maddesine tabii tutulmak istenmeyen Kerkük kentinde her defasında seçimler engelendi. Araplar; Kerkük'ü Federal Kürdistan Bölgesinin elinde almak için sömürgeci devletlerin'de olurunu alarak sürekli Federal Kürdistan Bölgesi üzerinde baskı oluşturdular. Zamanında yapılması gereken seçimleri her fırsatta ertellettiler,sorun çıkardılar, her türlü provakasyonu denediler. Hiç süphesiz arzuları gerçekleşmedi.

Çünkü haksız ve tarihi bir yanlışta direttiyorlardı. Şimdi Federal Irak anayasasına uygun kararlaştırılmıs kanun maddesi yıllar sonra ve nihayet Kerkük içinde geçerli olacak genel seçimler, 07/03 2010 tarihinde yapılacağa benziyor. Kerkük, coğrafik konumu, tarihi ve nufusuyla Kürdistan'ın bir kenti olduğu çok açık bir realite olmasına rağmen bu gerçeğin uluslararası bir resmiyet almasıda hiç şüphesiz önemlidir. Kerkük'te daha bir kaç gün önce, ağırlıklı olarak çocuk ve kadınların çoğunlukta olduğu ve iki yüz yetmiş kişilik Kürtlerin oluşturduğu toplu mezarın ortaya çıkarılması ama dünya medyasında gerekli yankıyı bulmaması, Bölge hükümetin ve Kürt diplomatların beceriksizliğine bağlanmalıdır. Bu katliamin 1988'de resmi rakamlara göre 180-200 bin Kürdün imha edildiği, Enfal jenosidi olarak bilinen döneme ait olduğu belirtiliyordu.

Başta Federal Irak Cumhurbaşkanı sayın Talabani, Kürdistan Bölge Bakanı, sayın Barzani ve muhalefet partileri, akademisyen ve eğitmenleri yaşadıkları,yaşanılanları asla unutmama, unuturmamaları, geçmişlerinden iyi ders almaları tek dileğimizdir. Tabii 21.yüzyılın ilk çeyreğindeyiz, hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını emperyalist devletlerde kabul ediyorlar. Son olarak Türk parlamentosunda,“kürt açılımı“ çerçevesindende Kürtlere uygulanan soykırım kabul edildi. Artık Kürtler, Dünyanın devletleşmeyen en kalabalık milleti olarak belirtilmesi sadece bir kavram algılaması, tekrarı olmamalıdır. Başkan Barzani'de bu kavramı bir kaç kez kullandı, gereğine uygun bir ulusal diplomasi siyaset sitratejisi izlemeleri her yurtseverin temel beklentisi olmuştur.

Birinci dünya savaşı yıllarında İngiliz, Fransızların aktörlüğünde ve diğer emperyalistlerinde onayı ile kürdistan'ın dörde bölüştürülmesi dolayısıyla Türk,Arap ve Acem devlet yöneticilerin; Kerkük'ün, yani Kürdistan'ın Kürdlere ait olmadığını belirtmeleri zorbalığın doğal bir sonuç algısı olmaya devam etmiştir. Politik olarak varlığı kabul edilmeyen Kürdistan; Fizik, coğrafik, tarih, kültür ve nufusuyla varlığından sürekli söz edilmiştir. Kürt milleti son iki asırda çok ağır bedeller ödeyerek kendini şiddetle hisettirmiş ve devletleşme arzusunu gündemleştirmiştir. Nedenleri ne olursa olsun, bilerek veya bilmeyerek devletleşmeyi Kürtlere fazla görenler, bunu propaganda edenler, linç, ırkçı kültürüne hizmet ediyorlar. Bunlar ya ahmakdırlar, yada kürtlerin gelecegini ipotek altına alma doğrultusundan işgalci güçlerle işbirliği içindeler.

Devletleşmek, özgürleşmek Kürt millet iradesinin en doğal ve temel hakkıdır. İşgalcilerimizi ensemizde indirdiğimiz gün başımız dik ve onurlu olacağız. Kendimize daha çok güveneceğiz, daha çok başarılı olacağız, çocuklarımıza, geleceğimize daha güvenle bakacağız. Çünkü toplumsal güvenimiz gelisşecek, ulusal irademiz ve söz hakkımız olacaktır.Yani varlığımız bir daha yasaklanmayacaktır.Kürtler; aşağılanma,iskenceye alınma, öldürülme, “faili meçhul“ tedirginliğiyle yaşamayacak. Kısacası Kürt devleti, kendi toprağını, halkını bombalamayacaktır. Bu güne kadar Arap, Türk ve Acemler; Kürtlere acı ve ölümden başka bir şey vermedikleri herkesin ortak görüşü olmuştur.

Geçen yüz yılda Kürdistan ın lider kadraları idam edildi, bütün direnişçileri imha edildi, savunmasız kalan halk, isyan adı altında soykırımdan geçirildi, kovuldu, asimile edildi. Kalan Kürt çocuklarından yetimhane yurtları oluşturularak istedikleri gibi kullandılar. Coğrafyasını, insanını,sosyolojik tarih dokusunu, duygularını işgal ettiler, böldüler, parçaladılar, bütün zengin kaynaklarını talan ederek vahşice yönettiler.Kürdistan coğrafyasında yabancı oldukları, işledikleri suçlarla, zengin kaynaklarının talanıyla ve ciddi bir alt yapıdan yoksun bırakarak sadece pis emelleri için kullanarak sömürgeci niteliklerini ispatlamışlardır.

Bırakın Kerkük'ü, bütün Kürdistan'ın kendilerine ait olduğunu söylemiyorlar mı? Şimdi nasıl ki; Türkler Diyarbakır'ı, İran Mahabat'ı, Süriye Kamışlo'yu kendine ait görüyorsa, Irak Arapları'da oyladıkları anayasayı ve uluslar arası yasaları hiçe sayarak, Kürdistan Federe Bölgesini işlevsizleştirerek ve hiç bir değişiklik olmamışçasına ayni curetle Saddam'ı aratmayan politikalarla Kerkük'ün Araplara ait olduğunu söyleme cesaretini halen gösterebiliyorlar. Bu şu demek oluyor; Arap işgal kültürü değil, Saddam'ın baas rejimi yıkılmıştır. Aslında ulusal bilinç, bütünlük algısıyla hareket edilseydi Baas rejimin yıkılması Kürtler için muhteşem bir fırsat yaratmıştı.

Cünkü Jenoside uğramış olmaları, devletleşmek için alt yapıları, kendi kendilerini yönetebilme tecrübeleri, Saddamın ordusundan elde edilen silahlarla donanmış peşmerge potansiyeli ve uluslar arası kamuoyun dikkatine alınmaları, bölge devletleriyle kavgalı olan dünya devletleriyle ittifak içinde olmaları vb. argümanlar kendileri için önemli bir zemin oluşturmuştu. Tabii ulusal devlet fikrine uygun tek merkezli birlik aklı, organizasyonu olmayınca bütün bu firsatlar ne ifade edebilir ki ? KDP ve YNK yöneticileri birbirlerine karşı otorite olmak için sarf ettikleri çaba, harcadıkları enerjiyi,ne yazık ki devletleşmek için sarf edememişlerdir.

Yıkılmış, parçalnmış, işledikleri suçlardan dolayı kaçacak delik arar duruma düşmüş Arap yöneticilerini yeniden bir araya getirmek ve onlara her türlü yardımı yaparak, yeniden ayakları üzerine dikmek ve ortak hükümet kurmak için Arap'tan daha arapçı bir uğraş verdikleri yabancı gazeteci ve diplomatların bile dikkatinden kaçmamıştı. Yabancı gazeteler; “Kürtler düşmanlarını toparlıyor,“ Le Figaro gazetesi; “Kürtler düşmanlarına acıdı diye belirtiyorlardı. Güney Kürdistan yöneticileri o dönem geçmişlerinden gereken derslerı almış olsalardı, Arap yöneticilerini bir araya getirmek, barıştırmak için değil, daha çok dağıtmak için uğraşırlardı.

Neden mi? Çünkü gelinen aşamada, gerek daha önceki arap hükümetleri gerekse Maliki hükümeti ve diğer arap yöneticilerin eline fırsat geçse ve uluslar arası kuşullar'da uygun olursa, Saddam'ın uygulamalarını aratırlar ve sonuç itibarıyla Kürdistan Federe Bölge yöneticileri ve muhalif parti yöneticilerinin sömürgecilerin niteliklerinden istenilen derslerı alamadıkları eğilimi yaygınlaşıyor. Halepçe'de olduğu gibi, Kürtlere jenosit uygulayan sömürgeci güçler, Baas fasizmin, uygulamalarından dolayı uluslar arası sömürge olan Kürtler'i bir anda müttefik durumuna getirmişti. Kürdistan'ın milli kurtuluşuna hizmet eden bu ortam devletleşmek için malesef değerlendirilememiştir.

Federal Kürdistan yönetimin bu edilgen politikası Irak yöneticileri ve Maliki hükümetine müthiş bir destek ve cesaret ola geldi.Türklere göre Kerkük'te bir gurup türkmen varsa o şehir türklerindir, aynı şey araplar içinde geçerli bir modaya dönüştü. Ancak ulusal birlik siyasetiyle tarihsel belek esas alınsaydı, Kürtlere yapılanların belgelerı ortaya konulsaydı, uluslararası adalet hukukun işletilmesi için imkanlar seferber edilseydi işgalci devletler, tazminat ödemeye mahkum edilirlerdi. Bu firsatlar halen mevcuttur. Kürtler sehirlerini, özellikle Kerkük'ü terk etmemek için onbinlerce şehit vermişler, bir o kadar sürgüne tabii tutulmuşlar. Irkçı saldırılarla evleri, arazileri talan edilerek Irak çöllerine sürgün edilenler halen yerlerine tam olarak kavuşmamışlar.

Saddam rejimin yıkılmasından sonra, özellikle Kerkük çevresinde yüzlerce Türkmen'in Kürdistan ulusal hereketlerine karşı Saddam'ın istihbaratına bilgi verdikleri, ajanlık yaptıkları ve ayni kişilerin bir kısmıda türk ordu komutanlarıyla ilişkili oldukları ele geçen dökümanlarda ABD'liler tarafindan el konulmuştu. Mevcut terörist faaliyetlere iliskin uyarıları bir işe yaramayınca bu faaliyetler içinde olan bir gurup Türk subay özel timin 4 temmuz 2003 te çuvallanma olayı yaşanmıştı.
(2003 te NATO Avrupa komutanı Ankara ziyaretinde, “Türkiye'nin, MHP li özel harekatçı timlerle ve bazı üst düzey komutanlar kanalıyla Türkmen cephesi militanlarına, terör, askeri eğitim vermekten vaz geçmesi gerketiğini belirtmişlerdi. Bu ziyaret öncesi ve aynı sebepten ABD yetkilileri Ve dışişleri sözcüsü Richard boucher tarafından'da uyarılmışlardı. Ancak türk komutanları, özel timleri, bu uyarılara rağmen gizli faaliyetlerini dahada artırarak Özgür Kürdistan'ı istikrarsızlaştırmak,statükoyu bozmak, yeni provakasyonlar geliştirmek için C-4 tipi patlayıcılarda dahil her türlü askeri eğitimin yanında kızıl haç, çeşitli “humaniter“ kurumlar adı altında her yönüyla Fasist Türkmen Cephesi ve ittifakçıları olan Şii lider Mukteda El Sadr gurubunu Kürtlere kışkırtmak için gerekli yardımı yapmışlardı.

Aynı dönem Irak'taki terörün sembol simi, iran yanlısı, Şii lider Mukteda El Sadr Türkiye'ye sürpriz bir ziyaret gerçekleştiriyordu. Sadr, Kerkük konusunda sonuna kadar Türkiye'nin yanında oldukları mesajını verdi. Sadr'ın bu açıklamasının ardında, Federal Irak Devlet Başkanı sayın Celal Talabani, Kerkük'ün kontrolü konusunda pazarlık yapmayacakları nı söyledi. Sayın Talabani, “140. madde anayasal ve yasal bir maddedir. Hiç kimse yasayı ya da anayasayı ihlal edemez“ dedi. Irak Anayasası'nın 140. maddesi, Kerkük'ün kontrolü konusundaki anlaşmazlığın, referandum dahil bir dizi aşamadan geçilerek çözülmesini öngörür.“ diyerek tepki vermişti.

Şimdi, İTC lideri özel tim görevlisi olarak bilinen Saddetin Erçeker'den uzun bir alintiyla makalayi bitirelim. Erçeker; 10 Ekim 2003 Tarihinde şu tehdit salvolarından bulunuyordu; “Türkmen kenti Kerkük'ü elde etmemiz için türkiye daha çok yardım etmeli, bizi askeri müdahale ile desteklemesi lazım...Türk askeri Bağdat'ın bu kadar yakınında tatil için bulunmuyor.Türkmenlere patlayıcı eğitimi vermeyecek, silahlandirmayacak, kendini korumayı ögretmeyecek, onları “teşkil ve teçhiz edip eğitmeyecek“ de ne yapacak“ ? “Hangi silah ve patlayıcı maddelerle eğitim vereceğini Amerika'ya mı soracaktık? NATO envanterinde bulunmayan malzeme kullanıldığında NATO'dan izin mi alacaktık,“? Sivil elbise giymeyip, resmi üniforma ile dolaşıp da “iz mi bırakacaktık“ ?

“Ancak bizim üzerimizde kürtlerin kukla devleti ile İsrail, Ermenistan şer ekseni engellenir. “Özel timimizin Süleymaniye'de yaptıklarında Türkiye açısında meşru olmayan bir taraf göremiyoruz. Olsa olsa görevlerini neden eksik yaptıkları, neden iz bıraktıkları, neden yakalandıkları, neden kendilerini savunmadıkları, neden “emniyetli“ çalışmadıkları, neden gerekli ihbar-ikaz sistemi kurmadıkları için baskına uğradıkları, belge ve bilgilerin düşman eline geçmesini neden engelleyemedikleri, yakalanacaklarını anlayınca onları imha edici düzeni neden kurmadıkları“...

Diyerek ilgili birimleri uyariyordu.

[email protected]
[/url]

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.