بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

BAŞUR GÖZLEMLERİNDEN HALEPÇE ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ / Yusuf Ziya Döğer

(Kardeşler arasına sınır çizmek insanlık suçudur. Ancak sınırınızı açtığınız insanları kaderleriyle baş başa bırakmak daha büyük bir insanlık suçudur)

Köken, gelenek ve değerler bakımından bir olan toplumum üyeleri arasında çizilen yapay sınırlar zamanla onlar arasında farklı toplumsal yapıların ortaya çıkmasına neden olur. Yapay sınırlardan dolayı o toplumun bir kısmının diğer kısımlardan soyutlandırılmak suretiyle dar mekânlara hapsedilmeleri yabancılaşma ve farklılaşmaya yol açacaktır.

Mezopotamya’nın kadim bir toplumu olan Kürdler, egemenlerce çizilmiş yapay sınırlar nedeniyle birbirine karşı yabancılaşma ve farklılaşma eşiğine gelmişlerdir. Kürdler yüzyılı aşmaya ramak kalan bu durumundan dolayı değer ve yapılar açısından farklı savrulmalara uğramışlar. Egemen güçlerce dört parçaya bölüştürülen Kürdlerin her bir parçada yaşadığı savrulmaların gerekçelerini sınırlarına hapis olundukları egemenlerle yaşadıkları ilişki biçimiyle açıklayabileceğimizi düşünüyorum.

Her bir parçadaki Kürdlerlin sınırlarına hapis oldukları egemenlerle yaşadığı ilişkiler de farklı trajedilerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu trajedilere ait gerekçeler farklı nedenlerden kaynaklanıyor görünmesine rağmen temelde hepsi de Kürdlerin var kalma mücadelesine dayanmaktadır. Kadim değer ve geleneklerine egemenlerce yöneltilen saldırgan tutumlar karşısında oluşturulan direniş ruhu her an yeni bir kıyım ve trajedi ortaya çıkarmıştır.

Yaklaşık yüzyıldır yaşanan bu kıyımlar her ne kadar diğer parçalara fısıltı şeklinde ulaşsa da aslında hep eksik kalan iletişim nedeniyle önemli bir etki oluşturamamış görünmektedir. İletişim, insanlar arası ilişkileri geliştirilip birlikteliğin sağlanmasında asıl öğe iken bunun sekteye uğratılması ilişki ve birlikteliğin zamanla yok olmasına neden olacağı da sosyal bir gerçekliktir. Kendi açımdan bu gerçekliğin boyutunu kavramak için Başur’a yaptığım ziyaretin oluşturduğu izlenimler üzerinden konuya değinmeye çalışacağım.

Kürdlerin yaşadığı enfallerin bir anlamda en acımasızı ve sonuncusu olan Halepçe kentine uğramayı temel hedef seçmiştim. Halepçe enfali yaşandığında üniversite öğrencisiydim ve o yılların verdiği enerji, heyecanla sloganvari bir duygu içerisinde bağırıp çağırmıştım. Her yıl döneminde de benzeri tepkiler ortaya koymuştum. Ama orayı görünce aslında yaşananları yaşamasam da ne kadar yüzeysel bir duygu durumu ile oraya bakarak yaklaştığımı fark ettim.

Halepçe de öncelikle mutluluk ve hüznü bir arada yaşadım. İnsan her ne kadar geçmişi yaşayamıyorsa da geçmişin izleri insanı o anlara götürebiliyor. Halepçe anıtı ve müzesi insanı o gün yaşananlara götürmek için planlamış ve bu işlevi de yerine getirmektedirler. Fotoğraflarla yaşananlara tanıklık etme fırsatı yaratılmıştır. Müzede tanık olduğum duygu dolu ağlamalar (en az sesli bir şekilde ağlayan 30-40 civarında kadın ve erkekle karşılaştım) beni o günlerin korku ve endişe dolu havasına götürdü.

Düşündüm o gün enfalden kurtulan 70 bin civarındaki Halepçeli İran sınırına doğru dağlık alanı aşarak sınırı geçme uğraşı verirken yaklaşık üç yıl sonra Baas rejiminin korku ve endişesi olmadan dönmenin hesabını hiçbir şekilde yapmamışlardı.

Onlar öncelikle var oluşlarını daim kılmak amacıyla nispeten güvenli bir alan arayışına girmişlerdi. O dönemde Başur’un tümünde aynı endişe hâkim olmuş ve insanlar güvenli bir alan bulma amacıyla sınırlara doğru kaçışmaya başlamışlardı. Tıpkı bugün Suriye ve Rojava’daki insanların kendilerini güvende hissedebilecekleri yerlere kaçmaları gibi.

Evet, bu insanlar belki de dönme umutları olsa da bir daha yaşadıkları memleketlerine dönemeyecekleri duygusuyla çıkmışlardı. (Bütün Kürdler üç yıl sonra oluşan bu geri dönme ve nispi özgürlüğün ne anlama geldiğini düşünmek zorundadırlar.) O dönem Diyarbakır’a yerleştirilenlerle görüşme fırsatım olmuştu ama kesinlikle söyleyebilirim hiçbir şekilde Halepçe’de yaşadığım duygu atmosferini yaşamamış bilakis suçluluk duygularımı tatmin etmenin peşine düştüğümü şimdi daha iyi hissedebiliyorum. Başur yaşadığı trajediler nedeniyle memleketini terk etmenin ne anlama geldiğini bilmenin tecrübesiyle Rojava’dan gelenlere kucak açmış ama Bakur’daki hiçbir manzarayla benzerlik arz etmeyecek şekilde.

Elazığ’dan hareket edip Başur’a giderken sınıra kadar en küçük kasabada bile adım başı dilenen Suriye ve Rojavalılara rastlamak mümkün iken sınırdan içeri girip çıktığımız ana kadar dilenen hiçbir insana rastlamadım. Evet, sınırı açmak insani bir duygu ama içeri aldığınız insanları kaderleriyle baş başa bırakmak bence bir insanlık suçudur. İşte Başur bu insanlık suçunu işlememek için azami gayret sarf etmiştir. Yeterli olmasa da kurduğu kamplarda insanların temel ihtiyaçlarını karşılayarak bir nebze de olsa rahatlamalarına yönelik çabalar ortaya koymuştur.

Bence bunun nedenini onların yaşadığı trajedilerde aramak gerekir. Çünkü yaşadıklarının insan onurunu ne kadar rencide ettiğini (Halepçe enfali sırasında da Diyarbakır’da kısmi olsa çalışamadığı için dilenmek zorunda kalanlara tanıklık etmiştim) biliyorlardı ve bunun için de gelenlerin aynı duruma düşmemeleri için gerekli çabayı ortaya koymuşlardır.

Sonuç:

Egemenlerce dar alanlara hapsedilen Kurdlerin yaşadığı trajediler diğer alanlarda yeterli düzeyde hissedilmediğini düşünmekteyim. Kürdler arasına çizilen yapay sınırların doğurduğu yabancılaşmanın dayanaklarına yöneldiğimizde Bakur’un duyarsızlığını görme fırsatı buluyoruz. Gerçi Suriye ve Rojavadan gelenlerin hangilerinin Kürd olduğunu direk görme şansına sahip değiliz. Ama Kürdlerin onurlu olduklarını ve dilenmekten kaçınarak çalışma fırsatı bularak ihtiyaçlarını temine yöneldiklerini Halepçe enfali sırasında Bakur’daki tüm Kürdler müşahede etmiştir. Bu nedenle de dilenenlerin gerçek kimlik ve niyetleri tam anlaşılamadığı için vurdumduymazlık gibi bir algı oluşmuştur.

Bakur Kürdlerinin etkisi altına girdikleri katı ideolojik tutum nedeniyle Başur’a yönelttikleri acımasız saldırıların gerçeği yansıtmadığını en azından yaptığım gözlemlerle tanıklık ettim. Bu insanlarımıza çağrımız var ve bunu düşünmelerini istiyoruz. Lütfen kulaktan dolma bilgiler yerine gerçekliğin ne olduğunu araştırarak sonuçlara varmayı deneyin. O zaman göreceksiniz ki etkisi altında kaldığınız bilgi dezerformasyonu ve ajitasyonla olup bitene baktığınızı göreceksiniz. Kardeşlerinize karşı geliştirdiğiniz acımasız dilin gerçeği yansıtmadığını da göreceksiniz.

09 Nisan 2014

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.