Türk Egemenlik Sistemi ve Türkiyeci Kürdler
Yetmişikibuçuk milleten oluşan bir topluluktan ki sadece bu buçuk Türk iken bunun temeli üzerine “yoktan inşa edilen Türk ulusu”na uygun kurulan bir sistem kuşkusuz sorunlu olur. Bu sorunlu sistem başkalarının inkarı ve imhası üzeri kurulmuş. Katı, ırkçı-faşist bir kültür ile savunulmuş ve ismine Kemalizm denilmiş.
Avrupa’nın bir projesi ve temeli Lozan’da atıldı. Bir yüzyıldır bu sistem halklarımıza kan kusturuyor. Etmediği ahlaksızlık, vahşet, zulüm, insanlıkdışı yaptırım kalmadı. Fakat hep sorunlu oldu. Bugünde bu sorun var. Çare Anayasa da aranıyor. Daha önceleride sistemin sorunlarının çözümü burada arandı. Defalarca değiştirildi. Ama boyası korumadan değişeninde sorunlu olduğu görüldü.
Gündem de olan değişiklikte eskilerin kötü bir kopyası olmaktan kurtulamaz. Kurtulamaz diyorum, çünkü Türk egemenlik sisteminin varlığı, sürdürülebilinmesi bazı temel esaslar üzerine kurulmuştur. Bu temel esaslarla oynadınız mı sistem olduğu gibi çöker. Sistem sahipleri bunu çok iyi biliyor. Bilmemezlikten gelenlerse Türkiyeci yalaka Kürdlerdir.
Bu nedenle yapılması düşünülen Anayasa değişikliği esasa ilişkin olmayıp sistemin balans ayarının sürece uygun yeniden dizayen edileceğidir. Olacak olan budur.
Sistem sahipleri bu çaba içindeyken Türkiyeci Kürdlerinde desteğini almayı bir rahatlama olarak görmekte ve onlarada onaylatmak istemektedir. Lozan’da kimi Kürd çevrelere oynatılan rolü yeni Türk Anayasası değişiklik sürecinde yine kimi Kürd çevrelere onaylatacaklardır.
Bu kimi Kürd çevreleri bildiğimiz çevrelerdir. Kürd milletinin rehin alındığı Türk devlet sınırları dahil, dili, bayrağı ve sistemin tüm kurum ve sembolleriyle sorunumuz yok diyen kesimlerdir. Ve sonuç olarak bu kesimlerle II. Lozan’ı Kürdlere Kürtlerin eliyle dayatacaklardır.
Bu anlayış sahibi Türk egemenlik sistemi ve Türkiyeci yalaka Kürdler üstüne üstlük bir de barıştan bahsediyor. Neyin barışı, muhatabı kim? Bunlar kimsenin literatörlerinde yok.
Bir barış lakırdısı başını almış gidiyor ama neyin barışı ismi konulmuyor. Barışın olması için bir sorunun ve de bu sorunun sahibi/sahipleri olması lazım. Barışacak taraflardan birinin ismi yok ortada. Şimdi TC devleti kiminle barışacak? Niçin barışacak? Neyi çözerek barış sağlanacak? Bu soruların da cevabı yok.
Şu bilinsinki, Türk egemenlik sistemi hiç kimseyle barışmayacak. Çünkü böyle bir derdi yok. Yüzyıldır süren politikayı sürdürmenin dışında bir politikaları da yok.
Barışın olabilmesi için çözümü gereken sorunun ismi konulması gerekir. Sorunun sahiplerinin ismi telefuz edilmesi gerekir.
Nedir sorun? Kürd-Kürdistan sorunu.
Bu her iki olguda Türk egemenlik sistemi tarafından telefuz edilmiyor. Telefuz etmemek “kırmızı çizgileri” oluyor. Mesele böyle oluncada ortada samimiyet diye bir olgu yok demektir. Bir sorunu çözme samimiyetinde değilseniz başka hesabınız var demektir. O hesapta yüzyıldır sürdürdüğü inkar, inkar ettiklerini vur-çöz oluyor. Türk egemenlik sistemin bundan öte bir çözümleri yoktur. Olmayacakta. Olur diyen Türk sistemini tanımıyanlardır.
Sorun Kürd-Kürdistan sorunudur. Sorunun muhatabıda Kürd politik güçleridir. Bu bir realite ve Türk egemenlik sistemin kabullenemediğide budur. Durum böyle oluncada Türk egemenlik sistemin çözüm dili şiddet olmaktadır. Sisteme göre en iyi Kürd ölü Kürdür. Türk denilen toplumun sürekliliğini sürdürebilmesi için Kürd milletinin inkarı ve katledilmesi kültürü üzerine inşa edilmiş ve buna uygun şiddet yöntemini uygun görmüştür. Dünden bugüne yapılan budur ve bu politika değişmemiş ve değiştirilmeside sistem tarafından düşünülmemektedir.
Daha öncekiler bir yana Roboski ve Bingöl katliamları bunun somut örnekleridir. Pozantı cezaevinde Kürd cıvanlarına reva görülenler aşağılık uygulama ve Türk Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın Kürdçe’ye ilişkin sarfetiği cahilce sözler Türk egemenlik sistemin Kürdlere karşı yaklaşımın kendisidir.
Böylesi bir resmi görmeyen Türkiyeci yalaka Kürdler bir kardeşlik, barış, birlikte ortak bir yaşam kurma türküsünü tuturup gidiyorlar. Lüsk otellerde koktely veriyorlar. Türk tv’leri tarafıından paylaşılamıyorlar. Korumacılıklarınıda Kürd cıvanlarının ırzına geçen, genç kız ve erkek çocuklarımızı toplu imha eden Türk polisi tarafından yapılıyor.
Bu ne yaman bir çelişki!
Bir taraftan masum ve de bir parça özgür vatan için silah kuşanmış çocuklarımız kurşunlanırken, diğer yandan anlı şanlı büyüklerimize icazetli Kürdçülük yaptırıyorlar.
İcazetçi Kürdçülük yapan büyüklerimize her mikrofon uzatıldığında “Türkiye değişti, eski Türkiye değil” deyip yapılanları onaylamakla meşkuller.
Konumlarına uygun bir söylem. Zaten siyasi mücadele tarihleri boyunca yaptıkları Türk egemenlik sistemini Kürdlere şirin gösterme oldu. Bugünde yaptıkları budur. Bu çevreler Türk’ün olmuş ihanet icraatcılarıdır. Kendi ana dostlarına baba diyecek kadar aşağılık kişiliklerdir.
Kimseye fazladan bir şey fatura ettiğim yok. Sadece kendi kendileri için söylenenleri tekrarlıyorum.
Bunun somut örneği aşağıda.
“Kürt aydınları en azından TİP’ten bu yana, Tarık Ziya Ekinci, Mehdi Zana, Musa Anter, Canip Yıldırım, Kemal Burkay ve diğer aydınların açtığı yolda, Kürt halkının vicdanına ve inancına iyi gelecek düşlerin peşinde koşup durmasalardı; canları ve ömürleri pahasına her iki halkın birlikte yaşamasını savunmasalardı; ayrılma fikrinin peşinden koşup dursalardı; yani Kürt milliyetçilerinin onlara taktığı adla “Türkiyeci Kürtçülük” yapmasalardı; ve eleştirmek yerine, PKK’yi destekleselerdi, Çandar gibileri Kürdistan’a bugün ancak pasaportla girerdi.”
Kimse kusura bakmasın. Bu yaklaşım sahipleri Türk’ün olmuş ihanetçi değilde sahi nedir bunlar? Değildir diyenler ihanetin tarif ve sınırını belirtsinler.
02 Nisan 2012