بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 31 October 2011

TMMOB ni Van subesi cesit cesit Kurditanli yurtseverlerin yonetimde ve etkin oldugu bir subedir.
bilgileri ve duyarliliklarini yakindan taniklik ettigim guvenilir ve caliskan bir ekiptir. hurafelere degil bu calskan bilgili kurdistan cocuklarina kulak verelim: buyrun:

VAN‘DAN SESLENİYORUZ. SESİMİZİ DUYAN VAR MI?

İnsana dair ne varsa elimizde,

teslim ettik

söz geçmez nefs‘imize!

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği olarak deprem nedeniyle ciddi kayıplar vermiş halkımızla dayanışmak için buradayız.

60 kişiden oluşan heyetimizde TMMOB Yönetim Kurulu Üyeleri, TMMOB‘ye bağlı Odalarımızın Yönetim Kurulu Başkanları, akademisyenler ve uzmanlar bulunuyor.

TMMOB olarak, öncelikle bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi nedeniyle Van halkının acılarını paylaşmak, Van halkı ile dayanışma duygularımızı paylaşmak için buradayız. Daha fazla mağduriyet yaşanmaması için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek; ama aynı zamanda bilimin gözüyle gerçeğe ışık tutmak, yeni acılar yaşanmaması ve yaşananlardan ders çıkarılmasını istediğimiz için buradayız.

TMMOB tüm gerçekleri cesurca, yılmadan ifade etmektedir. 1999 depreminin ardından Türkiye‘nin deprem gerçeği enine boyuna tartışıldı, bilim insanları, meslek odaları ve duyarlı siyasetçiler söz konusu gerçeğe uygun politikaların geliştirilmesi ve ivedilikle hayata geçirilmesi noktasında kendi mecralarında sorumluları uyardı, raporlar hazırladı, öneriler sundu. Bu çalışmalar dikkate alınıp acil önlem alınsaydı bugün bu acılar yaşanmıyor olacaktı. TMMOB ve bağlı odalarının sözleri siyasal iktidarlarca dinlenmiş olsaydı bugün buradan, Van‘dan sesleniyor olmayacaktık.

Meslek Odaları olarak;

• 1999 depremlerinin üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağmen toplumsal yaşamda farklılık yaratılmadığını ve mevzuatta köklü, kalıcı değişiklikler gerçekleştirilmediğini,

• Ülkemizde konutların yüzde 40‘ının kaçak ya da ruhsatsız olduğunu, bina stokunun yüzde 10‘unun yenilenmesi, yüzde 30‘unun onarılması gerektiğini, aksi halde olası depremlerin afete dönüşeceğini,

• Afet sonrası öncelikli kullanım grubunda yer alan hastane, okul gibi kamu yapılarının, yine olası bir afette yıkılma riski taşımasının ürkütücü olduğunu,

• Nüfusunun yüzde 98‘i deprem tehlikesi altında yaşayan bir ülkede, depreme karşı önlem almamanın cinayet olacağını,

• Doğa olaylarının afete dönüşmemesinin yolunun doğru yer seçiminden başlayarak sağlıklı ve nitelikli bir yapı denetim sisteminden geçtiğini her platformda dile getirdik.

Öte yandan mevcut yapı denetim sisteminin eksikliklerini, daha etkin bir yapı denetim sistemi uygulanması için hazırladığımız çözüm önerilerini sorumlularla sürekli bir şekilde paylaştık.

Her yıl Marmara‘da gerçekleştirdiğimiz gibi, bu yıl 17 Ağustos depreminin yıl dönümünde "TMMOB Depreme Duyarlılık" yürüyüşümüzde siyasi iktidarı acilen göreve çağırdık, dinlenmedik.

Bir kez daha buradan, yüreğimiz yanan yerden, Van‘dan sesleniyoruz:

Ülkemiz Yerküre‘nin en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte birçok yıkıcı deprem yaşandığı gibi, gelecekte de yaşanacağı bilinen bir gerçekliktir.

Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir "deprem ülkesi" değil bir "afet ülkesi" olmuştur.

Hepimiz biliyoruz: Bugünün dünyasında akıl ve bilim depremin doğasını çözmüştür. Depremler yerkabuğunu oluşturan levhaların sınırlarındaki devingenlik ve değişim nedeniyle, bu ortamdaki deformasyonlar ve gerilme birikimlerinin kırılma sınırına ulaştığında oluşan ve saniyeler süren, Yerküre‘nin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Ancak gerekli tedbirlerle, özellikle yapısal tedbirlerle, can ve mal kayıpları azaltılabilir. Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi engellenebilir.

Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Henüz hafızalardan silinmeyen, planlama, mimarlık-mühendislik, yapılaşma ve denetim sisteminin tüm çarpıklığının somut sonuçlarından biri olan, yüzyılın afeti olarak da belirtilen 99 depreminden hiçbir ders alınmadığı, 12 yıl sonra ne yazık ki Van depremi ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Ülkemizde 99 depreminden sonra bir arpa boyu yol alınmadığı bugün Van‘da ve Erciş‘te ve yöre köylerinde binaların yıkılmasıyla acı bir şekilde görülmüştür.

Bu durum:

Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik, bilimsel ve yasal ilkelerinin dışlanmasının doğal bir sonucudur.

Mühendisliğin sanayi, tarım, kent ve toplum yaşamına yönelik, bilimsel teknik temellerdeki kamusal, toplumsal hizmet niteliğini reddeden anlayışta ısrar edilmesinin bir sonucudur.

Deprem ülkesi gerçeği görmezden gelinerek "yapı denetimi" "risk-afet-sakınım planlaması"nın içi boş popülist yaklaşımlarla siyasi malzemeye dönüştürülmesinin sonucudur.

Van Gölü kıyısında afet bölgesi ilan edilen alanda, kamu kurumlarının yer seçmesinde ve tarım arazilerinin, gevşek zemin özellikli ovaların çok katlı yapılaşmaya açılmasında sakınca görmeyen anlayışın bir sonucudur.

En son 648 sayılı KHK ile getirilen, onlarca yasal düzenlemeyle ülke geneline yayılan, adeta geçerli sistem haline getirilen kaçak yapılaşmayı özendiren "af"ta ısrar etmenin bir sonucudur. Üstüne üstlük, söz konusu Kararname ile Yapı Denetim Kanunu‘nda yapılan değişiklikle ülkemizdeki tüm köylerin yanı sıra, belediyelerin yaklaşık olarak % 70`ini oluşturan, nüfusu 5000 kişinin altındaki belediyelerin sınırları içinde ve mücavir alanlarındaki yapılaşmalar da yapı denetim sistemi dışına çıkarılmıştır. Kırsal alanda, köylerde plansız ruhsatsız, mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın kapısı ardına kadar açılmıştır.

Bu durum;

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden vazgeçilmesinin sonucudur.

Adeta toplu mezara dönüşen yurtlar gibi ya da kullanılamaz duruma gelen hastaneler gibi hayati öneme sahip kamu yapılarının planma ve denetim kapsamı dışında bırakılmasının bir sonucudur.

İzlenen günlük politikalarla doğa olaylarının tamamını afet olarak adlandıran, sonuçlarını da kadere bağlayan, aklın ve bilimin gerekliliklerini yok sayan anlayışın bir sonucudur.

Ülkemizde derelerin, vadilerin, ormanların, kıyıların, su havzalarının, deprem tehlikesi içeren, kısaca yapılaşmaya uygun olmayan alanların, rant ekonomisinin baskısı altında yapılaşmaya açılmasının bir sonucudur.

"Deprem açısından risk taşıyan" bölgelerde uygulamak yerine "kentsel dönüşüm"ü "rantsal dönüşüm" olarak gören anlayışın bir sonucudur.

Üretimden vazgeçen, ekonomiyi arazi rantına teslim eden anlayışın sonucudur.

Deprem gerçeğini İstanbul üstünde sanallaştıran, Anadolu‘yu görmeyen anlayışın bir sonucudur.

Bu iktidarın 9 yıldır, depremin tehlike ve risk büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirme iradesinden yoksunluğunun bir sonucudur

Yine söylüyoruz, Türkiye, depremle yaşamaya mecbur bir ülkedir.

Bunun gereği olarak acilen:

Depremlerden ve diğer bütün doğal ve toplumsal afetlerden korunmanın en temel insan haklarından birisi olduğu kabulü politikaların temelini oluşturmalıdır.

"Güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre"nin her yurttaş için temel insan hakkı olduğu ana ilkesi temelinde yapı denetim sisteminde kamu denetimini dışlayan sistemden derhal vazgeçilmelidir.

Bir kamu hizmeti olarak yapı denetimi sistemini ticari kâr kaygısına teslim eden yasal düzenlemeler değiştirilmelidir.

Yapı denetiminde istisnalardan vazgeçilmeli, TOKİ, KİPTAŞ ve benzeri kuruluşların ürettiği yapılar da dahil olmak üzere tüm kamu yapıları yasa kapsamı içine alınmalıdır.

Devletin anayasal görevlerinden birisi olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak için doğal varlıkları, ekolojik, tarihi, kültürel, toplumsal değerleri koruyan, yaşatan, geliştiren bir arazi kullanımı ve yerleşim politikası temelinde bütüncül planlama yaklaşımı benimsenmeli, gerekli finansal ve kurumsal yapı oluşturulmalıdır.

Deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu ve toplum yararını temel alan Ulusal Deprem Stratejisi, Türkiye Deprem Master Planı ve Afet Yönetimi Stratejik Planı oluşturulmalıdır.

Deprem gerçeği, her oluşan yıkıcı depremden sonra, İstanbul bağlamında "fay" ve "depremin büyüklüğü" tartışmalarıyla değil, ülke genelinde bir gerçeklik kavrayışını oluşturacak bilimsel temelli eğitim ve bilgilendirme programlarıyla ülke gündemine getirilmelidir.

Mühendis, mimar ve şehir plancılarının ülkemizin deprem tehlikesi ve riski konusunda sürekli yinelediği uyarılar siyasal iktidarca dikkate alınmalıdır.

Planlama, mimarlık ve mühendislik hizmetleri dışlandığında depremlerde can ve mal kayıplarının arttığı gerçeği kamunun her kademesinde kabul edilmelidir.

Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının tek yolunun, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmek olduğu bilinmelidir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalarda kamu yararı ve ülke çıkarı bağlamında ulusal bir deprem politikası belirlenerek ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.

Yerleşme ve yapılaşma bağlamında gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, yasaların uygulanması sağlanmalıdır.

Sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecini ticari bir alan olarak sermayeye teslim eden anlayış bırakılmalı, kamusal denetim etkinleştirilmelidir.

Deprem gerçeğini sürekli gündemde tutmaya yönelik çalışmalar etkin olarak yapılmalı, konunun bütün aktörlerinin katıldığı "Ulusal Deprem Konseyi" yeniden kurulmalıdır.

Afet yönetimi sadece afet sonrası krizi yönetmenin ötesinde, afet öncesi zarar azaltmaya yönelik risk yönetimini de esas alınmalıdır.

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden vazgeçilmesinin ağır sonuçlarını yaşadığımız gerçeği kabul edilmelidir.

Diyoruz ki:

Halkımız doğal olaylarda böylesine ağır bedeller ödemek zorunda değildir. Bilimden ve insan yaşamından yana politikalar ile yeni acıların yaşanmaması sağlanabilir.

Heyetimizin Bölgedeki Gözlemleri:

1. Bölgede yıkılan binalar; yer seçiminden başlayarak yapı üretim süreçlerinde yeterli mühendislik, mimarlık hizmetlerinin alınmadığını ve denetlenmediğini gösteriyor

2. Yıkıma uğrayan köylerde yapıların tüm ülkede olduğu gibi hiçbir mühendislik-mimarlık hizmeti almadığı, birçoğunun taş toprak malzemeyle gelişigüzel inşa edildiği görülmüştür. Dolayısıyla yıkım büyük olmuştur.

3. Siyasal iktidarın deprem öncesinde afet riskinin azaltılması doğrultusunda gerekli adımları atmadığı tespit edilmiş, özellikle Erciş‘te afet yönetim sisteminin tümüyle iflas ettiği görülmüştür. Deprem sonrası tablo; arama kurtarma ekiplerinin ve halkın özverili çalışmasına rağmen enkaz kaldırma faaliyetleri de dahil olmak üzere tam bir kargaşa halindedir.

4. Depremin üzerinden 3 gün geçmiş olmasına rağmen evlerinde kalamayanların barınma ve ısınma sorunları ortadan kaldırılmış değildir. Henüz çok az çadır dağıtılmış, bir tane bile toplu çadır alanı kurulmamıştır.

5. Halkımızın büyük bir dayanışma örneği göstererek gönderdiği yardımlar yerine ulaştırılamamış, hatta dağıtıma dair herhangi bir organizasyon oluşturulmadığı görülmüştür.

6. Dağıtım kuyruklarının kilometrelerce uzadığı, kaymakamlık önünde yardım dağıtımının şehir efsanesine dönüştüğü, halkın ne yardım alacağını bilemeden saat başı toplanıp dağıldığı görülmüştür.

7. Finans kurumlarının mobil şubeler aracılığıyla kesintisiz çalıştırıdığı Erciş‘te enerji, kullanma suyu, kanalizasyon gibi çöken temel altyapı sistemlerinin onarılmasına dair hiçbir adım atılmamıştır.

TMMOB ivedilikle yapılması gerekenlere ilişkin diyor ki:

1. Yıkılan tüm binalara bir an önce yeterli ve koordine edilmiş arama kurtarma ekip-ekipmanlarıyla müdahale edilmelidir.

2. Erciş‘te ortak yemekhane, sağlık ocağı, mobil tuvalet donanımlı çadır kentler oluşturulmalıdır.

3. Hiç ulaşılmamış köylere acilen çadır, battaniye ve ısıtıcı ulaştırılmalıdır.

4. Yıkılmamış tüm binaların taşıyıcı sistemlerine ilişkin mevcut durum tespiti yapılarak kullanılıp kullanılamayacağı ivedilikle belirlenmelidir.

5. Devletin olanakları bölgede protokol karşılanmasına yönelik değil halkın acil ihtiyaçlarının giderilmesine dönük seferber edilmelidir.

6. Felakete uğrayan halkın her türlü zararı ve ihtiyaçları sosyal devletin gereği olarak bedelsiz karşılanmalıdır. Vatandaşın devlete olan borçları ertelenmek yerine tümüyle silinmelidir.

TMMOB, dün olduğu gibi bugün de sorumluluklarının bilincindedir. Bugün de tüm örgütlü gücü ile birlikte Van halkının yanındadır.

bu yazi cok icerikli bilgiler sunuyor, sivil toplum kurulusu olarak politik karar mercileri uzerinde epey etkisi olabilirdi ama sonuc alamiyor. neden? en önemli nedenlerinden biri su: sorun kurtler olunca hep bir noktaya gelip dayaniyor kurt toplumu kendini idare etmiyor, basit bir somurgenin disinda bir degeri yok kurt siyasi tayfasi da kurtleri ikna edebiyatinin disinda malesef ele tutulur bir sey yapamiyor ornegin kimyasal gazlar kulanildi, bunlarin dokumanini yapip disariya tasimak zor mu acaba? oyle acemice hareket ediyoruz ki dediklerimize nerdeyse kendimiz de inanmiyacagiz  

Yarin Erdogan Almanya'ya geliyor. Ayni saatlerde kendisine karsi Berlin'de bir basin aciklamasi ile savas sucundan suc duyurusunda bulunulacak. Dosyada kimyasal gaz kullanimi, extralegal infaz gibi 10 "örnek" olay yer almakta. Almanca bilgilendirmeyi ekliyorum. Selamlar.. Medieninformation Strafanzeige in Deutschland wegen Kriegsverbrechen gegen Ministerprasident Erdogan und die Generalstabschefs der Turkei ‐ Dazu Pressekonferenz am 1. November in Berlin Anwalte aus der Bundesrepublik haben bei der zustandigen Bundesanwaltschaft (BAW) in Karlsruhe eine Strafanzeige gegen Ministerprasident Erdogan, der sich zur Zeit auf Staatsbesuch in Berlin aufhalt, sowie mehrere Generalstabschefs der turkischen Armee wegen schwerer Straftaten im Krieg gegen die kurdische Bevolkerung eingereicht. Angezeigt werden vom Kriegsvolkerrecht geachtete Kriegsverbrechen und Verbrechen gegen die Menschlichkeit in der Zeit zwischen 2003 und heute. Das seit 2002 bestehende deutsche Volkerstrafgesetzbuch bildet die Grundlage der Strafanzeige. Es ermoglicht eine internationale Strafverfolgung von geachteten Kriegsverbrechen, fur die militarische Befehlshaber und politische Vorgesetzte verantwortlich sind – auch wenn der „Tatort“ nicht in Deutschland liegt. Inhalt der Anzeige sind 10 exemplarischer „Falle“ aus den letzten Jahren, die auf Grundlage eigener umfangreicher Recherchen, der Auswertung turkischer Justizmaterialien und Berichten renommierter Menschenrechtsorganisationen zusammengestellt wurden. Es handelt sich unter anderem um Falle von extralegalen Hinrichtungen, Totung von Kampfern nach Gefangenennahme, Folter, postmortalen Verstummelungen bis zum Einsatz verbotener chemischer Waffen. Dargestellt werden die jeweiligen Sachverhalte mit Namen, Daten und Beweismitteln. Die Strafanzeige wird im Namen von Angehorigen der Opfer der Kriegsverbrechen erstattet. Die Menschenrechtsorganisation MAF‐DAD – Verein fur Demokratie und internationales Recht e.V. in Koln, die Autorin Doris Gercke (Bella Block), der Volkerrechtsprofessor Norman Paech, der Bundestagsabgeordnete Harald Weinberg (DIE LINKE), Dr. med. Gisela Penteker (IPPNW), die Stadtratin von Nurnberg Marion Padua sowie der Soziologe Martin Dolzer gehoren ebenfalls zu den Anzeigenden. Eingereicht wurde die Anzeige durch Rechtsanwaltin Britta Eder und Rechtsanwalt Dr. Heinz‐Jurgen Schneider. Am 01. 11. 2011 wird dazu um 11.00 Uhr im Haus der Demokratie in Berlin (Greifswalder Strase 4) eine Pressekonferenz stattfinden mit Anwalten und Anzeigeerstattern. Vorabinformation: RA Schneider 040‐8513116 – RAin Eder 040‐32033756 falls nicht erreichbar: 0176‐20705646

Merhaba Shevhat, inglizce tercümese maalesef yok. Suc duyurusu Almanya basininda büyük bir ilgi buldu. Erdogan'in Almanya ziyaretinde kara bulut gibi durdu( Merkel - Erdogan iliskisinin limone olmasi da iyi bir firsatti). Bu tür girisimler avrupa'nin diger ülkelerinde de - eger yasal zeminleri uygun ise - gerceklestirmek mümkün. Böylesi bir girisim icin Almanya'da 2002 tarihinden beri yürürlükte olan bazi yasal uygulamalar zemin yaratti. Simdilik fikir alisverisi ve networking amacli da olsa bilgilendirmede adi ve telefonnumarali bulunan avukatlar Scheider ve Eder ile iletisime gecebilirsiniz. Selamlar...

Boyle calismlarin daha yogun bir sekilde yapilmasi lazim. bilgilendirdigin icin tskler. Slav u Rez Shevhat

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.