بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Kürdistan Sorununun Çözümü Ortadoğu'da Olasılı Savaşa Bağlı-2

Bir önceki yazımda “Kürdistan Sorununun Çözümü Ortadoğu'da Olasılı Savaşa Bağlı” demiştim. Duruma bakılırsa Ortadoğu'da tüm ülke, devlet ve milletleri içine alacak bir savaşın kaçınılmaz olduğu verileri fazlasıyla var. Geniş çaplı bir savaşın olacağı ciddi ciddi tartışılıyor. Çıkacak böylesi bir savaş sonrası coğrafyamızda çok şeyin değişeceği kesin. Birçok sorunun köktenci çözümünün yanısıra bazı devletlerin ortadan kalkması bu değişimler içinde.

Sovyet Bloku”nun dağılmasıyla ABD'nin “yüzyılın projesi” denilen BOP'nın devreye koymalarıyla eski dostların düşman, eski düşmanların dost olduğu süreci başladı. Yeni ittifak blokları ve arayışları başladı. Bu ara da NATO yeni duruma uygun olarak kendini yeniden konumlandırdı.

NATO “Soğuk Savaş Dönemi”nde Varşova Paktı'na karşı konumlanmışken Sovyet Bloku'nun dağılmasıyla tehlike algılaması gereği bu kez farklı “tehlikelere” karşı konumlandı. İsmi “küresel terör” olarak konuldu. Aslında bu soyut bir kavramdı. Esas tehlikeyi gizleyen, ama tüm hesapların bu esas tehlikeye göre yapıldığı kimsenin dikkatinden kaçmıyordu.

NATO'ya karşı farklı alternatifler doğdu. Başını Çin ve Rusya çekiyor. Bu ikili arasında varolan “Şangay işbirliği“ ABD ve NATO için “esas” tehlikeye işaret ediyor. Hele bu örgüte İran ve Hindistan gibi ülkelerin gözlemci olarak katılmasıda tehlikeyi ikiye katlıyor.

ABD kendine alternatif olarakl yükselen Rusya ve Çin'e karşı önlemlerini almaya başladı. Afganistan ve Irak'ı işgal ermesi, Kafkasya'da ittifak güçleri bulması ile Rusya ve Çin'i avlukaya almaya başladı. ABD bunu yaparken eski müttefiklerinide kızdırdı.

George Bush döneminde, ABD'nin müttefikleriyle arası epey bozuldu. ABD bunu karaderili “demokrat” Obama'yı Başkan seçtirerek aşma yoluna gitti. Obama müttefikleriyle oyumlu çalışmanın stardını verdi. Fakat bu o kadar kolay değildi. En aşağı “stratejik müttefiğimiz” dedikleri Türkiye ve İsrail ile ilişkileri giderek kötüleşti.

Obama'nın İsrail Başbakanı Netanyahu ile yıldızları bir türlü barışmadı. Obama'nın hiçbir önerisine Netanyahu sıcak bakmadı.

Obama'nın uygulamaya koyduğu politıkalar beklentilerin çok gerisinde kaldı. Afganistan'dan çekilmeyi vaat eden Obama seçildikten sonra asker sayısını çoğalttı. Irak'tan çekilmeyi vaat etmişti. Fakat bir türlü çekilmedi. Her ne kadar 2011 yılında çekileceği söylensede Irak'taki seçimlerin üzerinde sekiz aya yakın bir zaman geçmesine karşın henüz bir hükümetin kurulamaması ve hele orta da İran problemi olduğu müddetçe çekilecekleri yok.

İran'ın nükleer silah üretme projesini engeleyemedi. Ortadoğu üzerindeki etkisini kıramadığı gibi günden güne yükselişine seyirci kaldı. Ahmedinejad'ın Lübnan çıkarması bir meydan okumaydı. Bunu yuttu.

Davos'ta Türk Başbakanı Erdoğan'ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e karşı takındığı tutum, “Anadolu kartalı” hava tatbikatı, Mavi Marmara Gemisi operasyonu, Türkiye'nin İsrail'den “özür ve tazminat talebi”, Türk yetkililerin İsrail yöneticileriyle görüşme taleplerinin reddi ve buna bağlı gelişmeler Türkiye-İsrail arasındaki krizin göstergesi.

Obama yönetimi, “stratejik müttefiklerimizdedikleri Türkiye ve İsrail arasındaki yapısal bir krize dönüşen süreci de engeleyemedi.

Türkiye'nin Rusya, Çin, İran, Suriye devletleri, Hamas ve Hizbullah gibi terörist güçlerle girdiği stratejik ilişkilerin önünü de alamadı.

Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada İran’a yaptırım uygulanmasına karşı çıkması, Türkiye ve Çin Hava Kuvvetlerinin 20 Eylül 4 Ekim tarihleri arasında Konyada gerçekleştirdikleri ortak hava tatbikatı ABD-Türkiye ikili ilişkilerinde gerginlik yarattı.

ATC (“Air Traffic Controller yani Hava Trafik Kontrolörü) toplantısında ABD Savunma Bakanı Robert Gates, konuşmasını bittirdikten sonra konuşacak olan Türk Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün konuşmasını dinlemeden salonu terk etti. Gates'in Gönül'ün konuşmasını dinlemeden salonu terk etmesi ABD'nin Türkiye'ye mesafe koyduğunun göstergesi.

Bilindiği gibi ABD ile Türkiye arasında “Füze kalkanı projesi” konusunda derin görüş ayrılıkları var. Bu konu Lizbon'daki NATO toplantısında bir görüş birliğine varılamadı. Bir ay sonra yapılacak NATO Başkanlar toplantısına bırakılmıştı. Bu toplantıya kadar Türkiye'nin ikna edilmesine çalışılacaktı. Fakat Türk tarafın verdiği mesajlara bakıldığında Türkiye ikna olacak gibi değil.

Buna ek olarak Türkiye'nin “Füze kalkanı projesi“ne sıcak bakmaması ABD ile Türkiye arasında yaşanan anlaşmazlığın derinliğine de işaret etmektedir.

ABD, “füze kalkanı projesi”ni daha önce Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Romanya’da uygulamayı düşünüyordu. Fakat bu düşünce Rusya'nın engeline takıldı. ABD hedefin Rusya değil İran olduğunu söylesede Rusya'yı ikna edemedi. Bu plan suya düşünce ilk akla gelen ülke Türkiye oldu. Fakat bu kez Türkiye sorun çıkarıyor. Türkiye İran ve Suriye’nin NATO’nun tehditleri arasında sayılmasını istemiyor. Zaten bunu belirlediği yeni “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”nde de belirtti.

MGK kurulduğu 1961 yılından bu yana Türk egemenlik sisteminin iç ve dış siyasetini belirleyen kurumdu. Belirlenen iç ve dış politıkalar hükümetlerin önüne konulurdu. Hükümet MGK'nin bir icra organı olarak iş görürdü.

AKP Hükümeti bunu değiştirdi. MGK'nu bulunduğu mevkiden aşağı çekti. Bundan böyle MGK'nun aldığı kararlar hükümetler için sadece tasviye niteliğinde olacak.

Milli Güvenlik Kurulu yakın zaman da toplanarak "Kırmızı Kitap" adıyla anılan ve aynı zaman da "Gizli Anayasa" olarakta bilinen “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”ni yeniledi. Bilindiği üzeri sözü edilen siyaset belgesi her beş senede bir yenilenir.

Kabul edilen yeni siyaset belgesinde bölücülük” tehdit olarak yerini korudu. İrtica tehdit olmaktan çıkarıldı.

İran, Suriye, Gürcistan, Bulgaristan ve Ermenistan tehdit olmaktan çıkarıldı.

Yunanistan tehdit olarak kaldı.

İsrail'i tehditler listesine ekledi. Gerekçeleride, "Ortadoğu'da bir silah yarışına yol açan İsrail'in eylemleri ve politikasından kaynaklanmaktadır“ denildi. Her ne kadar “İsrail ile ilişkiler sürdürülmeli” densede İsrail'in kuruluşundan beri ilk defa Türk devleti tarafından tehdit unsuru olarak ilan edilmesi Kürdler tarafından bir yere not edilmelidir. Türk “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”nde İsrail'in tehdit unsuru olarak görülmesi önemlidir. İsrail-Türkiye kapışması herkesten çok Kürdlerin yararınadır.

Türk Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, geçtiğimiz ay İslamabad’ı ziyaretinde; “Washington, İsrail’in Türkiye’ye karşı işlediği devlet terörünü kınamaya hazır değil. Bu da ABD’nin uluslararası sularda vatandaşlarımızı öldüren bir uluslararası teröristi desteklediğini gösterir” dediği Pakistanlı bir gazeteci Pakistan Başbakaınıda referans göstererek yazdı.

Ve Türk Başbakanı bunu yalanlamadı.

Hizbullah Lübnan'ı İran yapmak istiyor. Şii Arap tabana dayanarak bir islam devleti kurma peşindedir. Esas amacı da İsrail'i haritadan silmektir. Habire silahlanmaktadır. Destekleyicileride İran, Suriye ve Türkiye'dir.

Fransız “Le Figaro” gazetesi, Hizbullah'ın askeri kanadının 10.000 militanı olduğu ve 40.000 füzenin de kullanıma hazır halde tutulduğu ileri sürdü.

Roketlerin üretimi ve aktarımında Suriye’nin rolü olduğunu yazdı.

Lübnan-Suriye hattında büyük oranda silah yerleştirilmiş. Bazı siyasi çevrelerin iddiasına göre İsral'e karşı topyekün bir savaşın hazırlıkları yoğun bir şekilde sürüyor. Aslında bu hazırlıklar İran'ın nükleer silaha sahip olmadan önce İsrail ile İran arasında çıkması olasılı bir savaşın hazırlıkları olarak algılanılıyor.

Burada sorulan soru şu. İlk saldıran kim olacak? Yine kimi siyasi çevrelerin iddialarına göre ilk saldıran'ın İran olmayacağı şeklindedir. İran'ın hesabı zaman kazanmak ve bu arada nükleer silah elde etme programını gerçekleştirmektir.

İsrail savaşa büyük bir hızla hazırlanıyor. ABD'den büyük oranda silah aldı. Kendisine yönelik İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve müttefikleri tarafından yapılacak yoğun füze saldırısı halinde önlem olarak “demir kubbe” ismini verdiği füze kalkanını gerçektirdi bile. Denemesini bile yaptı.

İran, Suriye ve Türkiye nasıl Lübnan'da Hizbullah'ı her alanda destekledikleri gibi Gazze'de de Hamas'ı desteklemektedirler.

Filistin şu an hem coğrafi ve hemde siyasi olarak fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. Batı Şeria Fetah, Gazze Hamas'ın tartışmasız egemenliğindedir.

Filistin Yönetimi Başbakanı Selam Feyyad, Ağustos 2011'de, “tek taraflı bağımsızlık ilanı”na hazırlık yaptığını açıkladı. Bu durum da Gazze dışarda kalmış olacak. Bu aslında İran'ın çok işine gelecek. Ve Hamas'ın İran'a bağlılığı daha da artacaktır. İran'ın elinin altında İsrail'e karşı bir tetikçi daha olacaktır.

Yine burada tartışılan bir konu bugüne kadar Hamas hamiliğine soyunan Türkiye bu durumda ne yapacaktır? Duruma bakılırsa dış kapının mandalı olacağa benziyor. Osmancılık hayalleride bu nedenle suya düşecektir. Hani derler ya; “dimyata prince giderken evdeki burgurdan olma” riskiyle karşı karşıya geleceğide tartışılmaktadır.

Sanıldığı kadariyla Türk-ABD, Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan kriz geçici değildir. Her alanda çelişkiler derinleşmekte ve bu durum söylem ve eylemlerine yansımaktadır.

Geçenlerde Fas'ın Rabat şehrinde Akdeniz Parlementolar Birliği Toplantısı yapıldı. 25 ülke katılırken Suriye İsrail katıldığı için toplantıyı protesto edip katılmadı.

Birliğinin görevi Akdeniz ile sınırı olan ülkelerin ortak sorunlarını çözmektir.

Yapılan seçim sonucu birlik başkanlığına Mısır parlementer seçilirken İsrailli parlamenter Majalli Whbee(Kadima) ve Fransız bir temsilci başkan yardımcılığına seçildiler.

Türk temsilcisinin her hangi bir göreve gelmemesi için İsrail çok çaba sarfetti. Türk temsilcinin seçilmesi halinde birliği terk edeceklerini bildirmişlerdi.

Buna yol açan son dönemlerde ete kemiğe bürünen Türkiye'nin İsrail karşıtlığı ve İran dostluğudur.

Bu gelişmeler olurken Türkiye'nin nerede duracağıda gündemdeki bir sorudur. Türkiye yol ayırımdadır. Bir tercih ile karşı karşıya kalmıştır. Ya Batı, ya Doğu. Türkiye'nin bu konudaki tercihini “füze kalkanı projesi” karşısındaki tutumu belirleyecektir.

Türkiye'de konumlandırılması düşünülen “füze kalkanı projesi” ABD'nin İran'dan gelecek nükleer saldırı karşısında Batılı müttefiklerini kuruyacak savunma sistemidir.

Fakat Türkiye buna sıcak bakmamaktadır. Her ne kadar Türkiye'nin ABD tarafından kapalı kapılar altında tehdit edildiği ve Türkiye'nin bu tehditler karşısında duramayacağı söylensede, velevki bu konu da geri bir adım atsada aralarındaki ilişkiler eski güven üzerine yürümeyecektir.

Türkiye şu ana kadar resmi olarak dile getirdikleriyle “füze kalkanı projesi”ne karşı olduğu gibi ABD ve İsrail'in İran'a karşı olasılı bir askeri operasyona da karşıdır. Nedeni bellidir. Bu savaşla tıpkı Irak'ta olduğu gibi Kürdistan'ın Doğu'sununda özgürleşeceği korkusudur. Bu korku Türkiye'yi Batı ekseninde Rusya, Çin ve İran eksenine yönlendirmiştir. Filistin hamiliği aslında bu realitenin örtüsüdür. İsrail'e verdiği mesaj; “sen Kürdlere yakınlaşırsan ben de Filistinlilerin hamiliğimi yaparım” olmaktadır.

Bunun esas nedeni ABD-İsrail'in izlediği Ortadoğu politıkasıdır. Türkiye bu politıkada bağımsız Kürd devletinin doğusunu görmektedir. Bu nedenle devlet çıkarlarını Rusya, Çin ve İran ekseni üzerinde şekillendirmeye çalışmaktadır. Bunun ideolojik, psikolojik alt yapısı zaten hazırdır. Türkiye'de anti-ABD ve özeliklede anti-semitizm güçlüdür.

Ortadoğu yazarı Selçuk Düzgün; "Etrafımız sarılı. Nereye baksak hainleri görüyoruz. Nereye dönsek pis, yalancı dönmeler görüyoruz. Her taşın altında bir Yahudi var. Hitler bu Yahudilere az bile yapmış".

Vakitten Abdurrahim Karakoç ekliyor: "Hitlerin öngörüşüne hayran olmamak elde değil. Hitler neler olacağını biliyordu. Dünyanın kanıyla yıkanmaktan zevk alan ve dini ırkçılığa inanan Yahudileri temizledi, çünkü onların dünyanın başına bela olacaklarını biliyordu....Diğer bir ileri görüşlü de Osama bin Laden. Dün Hitler, bugün Bin Laden".

Yeni Şafak gazetesi yazarı Yasin Aktay; "İsrail mantığa, insan haklarına ve demokrasiye aykırıdır" diyor.

Zaman gazetesi köşe yazarı Ali Bulaç Gazze için; "Nazi toplama kamplarından daha gerçek bir toplama kampı".

Bu yaklaşımlar anti-semitik yaklaşımlardır. Yani Yahudi düşmanlığının daniskasıdır.

Bu yaklaşımlar Türk toplumunda yaygındır. Halktan tutun devlet katında da, etkindir.

...

Devam Edecek...

31 Ekim 2010

[email protected]

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.