bir hapsürük tutdu beni.
cok yasa diyenlerim az olsada
ben onlarada uzun ömürler dilerim.
boyca benden kücük,kilosu ise tahmine 45-55 arasinda
ayak kabi numarasini bilmem ama kafa hacimi oldukca büyük cemil abiylen
tanismamiz tesedüfü olmustu. ayni mahallede oturdugumuz
hizli egitim mezunu ama su an manifaturacilik yapan abimlen carsiyi arsinlarken,
karsi kaldirimda giden
tarifini yaptigim "abiyi" isaret parmagiylan gösterirken
kulagima sunu fisildamisti;
gördügün o kisi var ya ikna edemeyecegi kisi yoktur demisti.
ikna olmaya na müsait olan beni
cemil abisiylen tanistirmak icin firsat kollayan hizli abim
karsi kaldirimda gelene dümen kirmis ve merhaba yoldasim deyivermisti.
gözleri isil isil parlayan üfürsem ucacak abim elini uzatirken bana
yoldas nasilsin derken
bende,
verimli vede ödüllü gecen lümpen yasamima nokta koymus
artik bir militan olmustum.
su an ayni duygulari tasiyor,yasiyorsam
(biraz lümpenlik kalintilarim olsada)bunda cemil abinin emegi vardir
o zamanlar gramerlen ugrasmayan
ben ver benim gibiler ikna etmeye cabalayan cemil abi
bugun isin muhtevasindan uzaklasirken
artik beni neden ikna edemiyor dersiniz.
"Güncel politika yazmayla ilgili on yıl evvel kapattığım defteri açmak istemiyordum. Bir gün, geçimimi sağlayabileceğim bir iş olarak karşıma çıkarsa, güncel politika üzerine yazmayı düşünebilirim; çünkü bir firmada büro işçiliği, bilgisayarcılık, koordinatörlük ya da ne bileyim onun gibi başka bir işte emeğimi satarak geçimimi sağlamaktansa, 8 saat güncel politika üzerine düşünüp yazarak hayatımı kazanmak asıl yapmak istediğim işlerle muhtemelen daha uyumlu olacaktır (yanlış anlaşılmasın, mevcut işimden memnunum). Ama sadece bu kadar."diyen cemil abiye su kadarini söylemek hakkim olsa gerek.simdi bu gerekcemi cemil abi.
ac kaldik doyurduk,ciplakken giydirdik.seni en bas köselerde oturdurtuk."aslan"gibi "kükreyip"kedi gibi neden miyavliyorsun cemil abi.daha anlasilir olmak icin, iyisimi ben cemil abinin yazdiklarini aktarayim
Aşağıdaki yazı, iki hafta evvel yayımladığım “Referandumda Ne Yapmalı?” başlıklı yazımdan hareketle kaleme alınan kişisel tecrübe ve durumlarla ilgili bir hasbihâldır. Elbette tümüyle kişisel değildir; fakat buna rağmen bu tür yazılara ilgi duymayan okurların zamanlarını boşa harcamamalarını öneririm.
Güncel politikaya geri dönmek
Referandumda Ne Yapmalı? başlıklı yazıyı yazmadan evvel epeyce tereddüt geçirdim. Ne yazacağımla ilgili olarak değil; konuyla ilgili kalkış noktaları kafamda net olduğundan yazıyı kaleme almakta fazla zorlanmayacaktım. Tereddüdüm, bu içerikte bir yazının beni yeniden güncel siyaset kulvarına çekmesi riskiyle ilgiliydi. Okurların çoğunluğu için önemsiz olan bu nokta benim için önemliydi; çünkü güncel siyaset kulvarına dönmek istemiyordum.
İsteksizliğimin nedeni bu alanı küçük, önemsiz, değersiz, kirli vb. görmem değildir. Tersine, politik alanın diğerlerinden daha popüler ve bazı durumlarda da belirleyici bir konumda olduğunu ben de bilirim. Bu alana dönmek istemeyişimin nedeni, güncel siyasetten ziyade onu da etkileyen, hatta bazen doğrudan belirleyen daha dipteki akıntılarla, güncel tezahürlerin tarihsel arkaplanlarıyla uğraşmayı daha zevkli bulmamdır. Bir diğer deyişle, hem bir parçasını oluşturduğumuz, hem de bir dereceye kadar bizim ürünümüz olan bir fenomenin güncel görünüm ve ifadelerinden çok grameri beni daha fazla cezbediyor. Belki gramerle uğraşmak kişisel formasyonumla daha uyumlu bir iş olduğu için, belki de Kürtler arasında fazlaca yapılan bir iş olmadığından.
Her neyse, bu ve benzeri nedenlerle işten arttırabildiğim zamanımın neredeyse tamamını andığım konulara ayırmaya çalışıyorum. 1992’de başladığım güncel politika yazılarını -ki bunların ezici çoğunluğunu Özgür Gündem, Özgür Politika, Demokrasi gibi PKK’ye yakın günlük gazetelerde “köşe yazısı” veya Med Tv “yorum”ları olarak kaleme aldım- 1998’de bitirmem de aynı nedenleydi. Gazetenin ve televizyonun sorumlularıyla aramdaki uzayan tartışma 1998 sonbaharında bir uzlaşmayla bitti ve ben “köşe yazarlığı”nı noktaladım. Fakat o arada hesapta olmayan bir şey gerçekleşti, Abdullah Öcalan Roma’ya iltica etti. Bu olağandışı durum, televizyon yorumlarına kısa bir süre daha devam etmek zorunda bıraktı beni. Neyse ki Öcalan’la telvizyonda yaptığım, ama plansız gelişen ve zamanlamasını, biçimini ve hapsolduğu konuları uygun bulmadığım bir tartışma bu uzatmaya da son verdi ve güncel politika yazma işinden tümüyle sıyrılmış oldum. Fakat Med Tv’yle olan ilişkilerim bu tartışmadan sonra kesildiği için, konuyu yakından bilmeyen bazı okurlar ve izleyiciler arasında benim güncel politika yazılarına son vermemin de bu olayla bağlantılı olduğuna dair bir izlenim oluştu. Oysa gerçek böyle değildi; güncel politika yazılarına bu tartışmadan daha evvel ve kendi tercih ve zorlamamla son vermiştim.
Laf açılmışken ekleyeyim ki, Öcalan’la o biçimde ve o içerikte bir tartışmayı o zaman neden istemediğim ayrı ve bugün için önemsiz bir hikayedir. Hem böyle olduğu, hem de Öcalan’la ilgili yazmak veya Öcalan’a küfür etmek, bugün Kürt piyasasında pozisyon kapma ameliyesinin en banal yollarından birine dönüşmüş olduğu için bu konuda yazmak istemiyorum. Eğer sadece PKK’ye küfür ettiğim veya sadece Öcalan’la ilgili bir şeyler yazdığım zaman okunan birisiysem, veya bir gün istemeden bu noktaya gelirsem, bu durum benim için yazmayı bırakmamın sebebi olabilir ancak.
Bazı okurlar için gereksiz bir ayrıntı oluşturan yukarıdaki açıklamalardan sonra referandumla ilgili yazımın beni neden zorlamış olduğu daha iyi anlaşılmıştır sanıyorum. Güncel politika yazmayla ilgili on yıl evvel kapattığım defteri açmak istemiyordum. Bir gün, geçimimi sağlayabileceğim bir iş olarak karşıma çıkarsa, güncel politika üzerine yazmayı düşünebilirim; çünkü bir firmada büro işçiliği, bilgisayarcılık, koordinatörlük ya da ne bileyim onun gibi başka bir işte emeğimi satarak geçimimi sağlamaktansa, 8 saat güncel politika üzerine düşünüp yazarak hayatımı kazanmak asıl yapmak istediğim işlerle muhtemelen daha uyumlu olacaktır (yanlış anlaşılmasın, mevcut işimden memnunum). Ama sadece bu kadar. Bugüne değin hiç gerçekleşmeyen böylesi bir çakışma dışında doğrudan güncel politika yazmak istemiyorum. Güncel politika, sözünü ettiğim konularla bağlantılı olduğu kadarıyla benim konum olsun istiyorum. Referandumla ilgili yazı ise beni güncel politikanın tam göbeğine atacaktı. Tereddütüm bundandı.
Nitekim anılan makale, bazısı yazılı, diğerleri sözlü olmak üzere değişik eleştiri ve değerlendirmelere konu oldu. Ve benim kriterlerime göre bunların bir kısmı cevaplanmayı hakeden nitelikte. Fakat bunu yapmak, doğrudan güncel politikanın içine dalmak anlamına gelecek.
Bu durumda ne yapabilirim?
Düşündüm, taşındım, ulaştığım sonuç şu oldu: Geçici bir süreliğine bile olsa güncel politika alanına geri dönmek istemediğim için referandumla ilgili güncel bir tartışma sürdürmek uygun düşmez. Bunu yapmayacağım. Ama referandum yazısındaki eleştirilen bazı tespit ve analizler de dahil olmak üzere, Kürt hareketinin mevcut pozisyonunun daha rahat anlaşılmasına katkıda bulunacağını düşündüğüm ve işin grameriyle yakından bağlantılı bazı konular hakkında yazarak referandum yazısında çizilen çerçeveyi biraz daha geliştirmeye çalışmak pekâla mümkün. Uygun vesileler çıktıkça ve zaman buldukça bu tür yazılar yazabilirim.
Böyle davranmak bir işe yarar mı, bilmiyorum. Ancak başta dostum İbrahim Küreken’in www.kurdinfo.com’da yazdıkları olmak üzere yazıma açık veya kapalı biçimde yöneltilmiş eleştirilerle ilgili bir şeyler söylememi bekleyen okurlara şimdilik söyleyebileceğim bundan ibaret.
Ben de baktım, öyleydi
Bazı okurlar, özel olarak bir yerde (gazete, web sayfası vs.) yazıp yazmadığımı soruyorlar. Hayır, hiçbir yerde yazmıyorum. Geçtiğimiz yıllarda yazmamı öneren Internet sayfaları (Kürt ve Türk) oldu. Kendilerine müteşekkirim. Fakat hiçbirisine evet diyemedim. Sebepleri, bazı ortak noktalar bulunsa da, her biri için farklıydı.
Bazı okurlar da neden kendime ait bir web sayfası veya facebook vb. açmadığımı merak ediyorlar. Böyle bir sayfa yapmayı da henüz düşünmüyorum.
Böylece yazdıklarımı dağıtmak için bir tek yol kalıyor geriye: adresleri bulunan kişi ve kurumlara e-postayla yollamak.
Bu mailler, doğal olarak, adreslerini edinebildiğim Kürt medya kuruluşlarına da gidiyor. Nitekim isteyenler bunları kendi web sayfalarına koyuyorlar. Bazen de kendi yayınlarında basmak veya kişisel networklerine aktarmak isteyen okurlar veya arkadaşlar çıkıyor. Özel durumlar dışında bu tür istekler için tek koşulum var: yazıyı değiştirmeden yayımlamaları.
Böyle bir yol tutmuş olmamın geniş kitlelere ulaşmak bakımından belli sıkıntılar doğurduğu aşikar. Fakat daha az baş ağrıtan cinsten olduğu da bir gerçek. Bu sayede hiç kimse istemediği yazıları sayfasına koymak zorunda kalmıyor en azından!
Referandumla ilgili son yazımı alalım örneğin. Bu yazı, Alexa ölçümlerine göre en popüler Kürt web sayfalarının çoğunluğunda kendine yer bulamadı. Ben de baktım, öyleydi: Referandumla ilgili yazımın dağıtılmasını takip eden üç-dört gün içinde, yani anılan Kürt web sayfalarının güncellenme süresi içinde, bu sayfaların Türk, Kürt, Arap vs. medyalarından derledikleri bütün yazılar -ki bunlar köşe yazarlarının yazdıkları dışındaki materyalin neredeyse tamamı bu derlemelerden oluşur- orijinallik, yenilik, fikrini bütünlüklü ve anlaşılabilir biçimlerde ifade edebilme becerisi, güncellik, aranırlık, nadirat, ilgi uyandırma potansiyeli, düşündürme ve tartışma açma kabiliyeti vb. ile bağlantılı kriterler yönünden benim yazımdan daha iyiydiler. Dolayısıyla anılan medyanın o referandum yazısını derlemeye değer bulmamış olmasında bir terslik görünmüyor. Fakat düşünsenize bir de bu web sayfalarından birinin, ya da birkaçının (biliyorsunuz, Internet çağında artık böylesi de mümkün) köşe yazarı olsaydım! İşte o zaman gerçekten sorun olacaktı. Çünkü bir, belki de birkaç web sayfası, yazarının hatırına kalitesiz bir yazıyı yayımlamak zorunda kalacaktı. Yazılarımı mail listesi yoluyla yaymayı tercih etmekle hiç olmazsa böylesi sorunların önüne geçmiş oluyorum!
Son bir nokta olarak eklemek isterim ki, yukarıdaki satırlar kimseye yazılarımı yayımlamaları için yapılmış bir çağrı değildir. ‘İstemem, yan cebime koy’ nazlanması hiç değildir. Bir kırgınlık ifadesi olarak anlaşılması ise fazlaca basit bir yorum olur. Çünkü bildiğim ve/veya beklediğim sonuçlar karşısında kolay kolay kırılmam. Ayrıca Apocuların medya tekelini eleştirmenin (şükür ki artık öyle bir tekel de kalmadı; Kürdistan’da artık dincilerin medya tekeli oluşuyor) veya Türk medyasının vaziyeti üzerine feryat-figan etmenin medya özgürlüğünü ve iç demokrasiyi temin etmede yeterli koşul olmadığını da bilecek yaştayım. Bu bapta anlatılanların tamamı, yukarıda sözünü ettiğim türden dip akıntılarıyla ilgilidirler ve inanıyorum ki günün birinde onların da bilimsel analizini yapan birileri çıkacaktır.
Bu kadar kişisel laftan gına getirmeyip hâlâ benden mail almaya istekli okur kaldıysa (tabii ki adres listemde olmayanları kastediyorum) burada yazılı e-posta adresime yazarak durumu iletebilir. Böyle bir ileti, Kürt medyasının ilgi göstermeyeceği yazıların da kendisine ulaşmasını isteyenler için yararlı olabilir.