بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Berwarto/Hasan H. YILDIRIM

28. Ölüm  yıldönümlerinde     Güney  Batı Kürdistan'nın Qamişlo şehrinde   Türkve Arap sömürgecilerinin  ortak planı ve Kürd  işbirlikçilerinin desteğiyle   katledilen  KAWA hareketinin önder kadro ve taraftarlarını saygıyla  anıyoruz!!!   Qamişlo  şehidlerini   yeniden  hatırlamak için sayın  Berwarto/Hasan H. YILDIRIM'ın “İkimiz de Sevmiştik Onu” Roman Çalışmasından Kısa Bir Parçayi  okuyucularımıza   sunuyoruz.. Sayın Berwarto ve Hasan H.Yıldırım'ın  bu çalışmaları  hâla  yayına verilmemesine  rağmen bizi kırmayarak bu bölümü bize  ulaştırdıklarından dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz.Newkurd Çalışanları  KatliamBerwarto/Hasan H. YILDIRIMMaviydi gökyüzü ve pırıl pırıl bir güneş doğmuştu dağlardan yükselerek. Tek bir bulut yoktu o masmavi sonsuzlukta. Sıcak bir Sonbahar gününe de adaydı gün. Birazdan köylüler yollara çıkacak, yaşamın ızdırabında günü akşama devirecek; tarlada, bostanda, ya da koyunların peşinde koşuşturarak.Yaşamdır bu, bir köşesinden yakalamak zorundasın. Esareti taşıyan bu kutsal topraklarda, insanlarıyla bu yaşam çabası hep sürdü durdu. Zaman, acımasıdır Kürdistan’da, sevda ise derindir bakışlarda. Bütün belalar da gelip gelip Kürdistan’ı buldu her defasında. 1920'leri baz alırsak; bu belaları anlamak çok daha da kolaylaşır.Bu, Kürdün özgürlük aşkına yönelen Türk’ün, yok eden politik yapısında ifadesini bulur, Kuzey boyutunda. Diğer parçaların akibeti de bundan farklı değildir. Bir bütün olarak Kürdistan, boydan boya işgal altında ve onların özgürlük talepleri de, bir o kadar kan deryasına nedendir. Her askeri darbe, Kürd milli meslesiyle direk bağlantılıdır. O uyanışı vurma, yok etme ise, onların her zaman başta gelen amacı oldu. 1960, 70 ve 80 darbelerini de bu amaçla yaptılar. Bunlardan en son yapılana bakarsak, diğerlerinin de yaptırmları, acımasızlığı, yok edici maharetleri de kendiliğinden ortaya çıkar...!12 Eylül 1980 askeri cuntası, Kürdistan'ı açık bir hapishane haline getirmişti. On binlerce Kürdistanlı devrimci ve yurtseveri zindanlara doldurmuş; Kürdlere karşı her türlü işkence, hakaret, cinayet, katliam ve soykırım meşru kılınmıştı. Kürdistan halkı ve özel olarak ta Kürd yurtseverleri en vahşi ve en barbar saldırı ve katliamlarla karşı karşıya kalmışlardı. Askeri cuntanın teröründen de alabildiğine payını almıştı Kürtler. Askeri cunta, bununla da hızını almamış, kendi devlet sınırları dışına çıkmayı başaran devrimci-yurtseverlere karşı da sürek avını başlatmıştı. Devrimci-yurtseverleri gittiği ülkelerden istemiş, sınır ötesi operasyonlara da kanla imzasını atmıştı.Qamışlo operasyonu, böylesi bir operasyondu. TC devletinin, Ağrı isyanından sonra, Kürdlere yönelik ilk; “sınırdışı operasyonu”ydu.Lozan adı işitildiğinde; her Kürd dehşete kapılır. Korkutucu bir kelimedir Lozan. Sebebsiz değildir; Kürd-Kürdistan'ın kalbini ve beynini bölmeye evsahipliği yapıtığı günahkar bir şehirdir, Lozan. Kürd milletini soykırımlara uğratan zemini hazırlamak, kendisine inkar ve imhayı dayatmak için, dünya ve bölge tiranları toplanmıştı orada. Sıra sıra masalar ve sandelyalar dizilmişti. Şiş göbekli, kel kafalı ve papyonlular, yerlerini almıştı. Suratlar asık, mimikler donuktu. Kara gözlüklerin altından herkes, herkesi gözhapsine almıştı. Kürd millet kaderi üzerinde iğrenç, şiddetli ve sıkı bir pazarlık sürmüştü Lozan’da. Oturdukları salonun ortasına bir masa konulmuş ve masanın üzerine Kürdistan haritası serilmiş; şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy, dere-tepe, dağ-bayır işaretlenmişti. Ellerinde cetvel vardı. Kürdistan parçalanacak, bölüşülecek, aralarına sınırlar çekilecekti. Herbir parçası, bir devlet sınırları dahilinde tutulacak, Kürd millet egemenliği gasp edilecekti. Kavga bunun kavgasıydı. Ey kara talihim, bana biçilen kefen, dost bildiklerim ve düşman belediklerim. Kavga bunun içindi; ey rahmet bilinen yağmur, esen rüzgar, savuran tipi kavga bunun içindi...! Bunun içindi o kavga, esmer tenli bebek.Uzun ve kirli müzakereler sonucu anlaşırlar. Kürdistan dört parçaya bölünür. Daha önce İran egemenliğindeki Kürdistan'ın Doğusu, kısmi bir değişiklikle olduğu gibi ona bırakılır. Önceleri Osmanlı devletinin hükmettiği Kürdistan parçası; üçe bölünür. Kürdistan'ın Kuzey-Batısı; Türk devletinin sömürgesidir ve Güney'i, Irak’a bırakılır. Gayrı vatan paramparçadır. Güney-Batısı ise, Suriye devleti egemenliğine verilir. Irak; İngiltere’nin, Suriye de; Fransa'nın verasetine bırakılır. Herkes memnundur halinden, fakat bir eksiğiyle. Kürdler; Lozan Kölelik Antlaşmasını reddeder ve elde silah savaşırlar. O gündür bu gündür o savaş sürüyor ve daha da sürecektir; ey acıyı bal edenler...!, kavgayı namus bilip dağları mekan kılanlar, vuruşup şehadete erenler, bu savaş sürecektir...! Ey murad almayan, gözü yaşlı bebelerini hep sırtına alıp yola düşen anne ve bacılar...Bu savaş sürecek ve bu topraklarda, mutlak murad alınıp verilecektir...!Lozan Kölelik Anlaşmasıyla parçalanan, bölüşülen sadece toprak değildir. Aileler, akrabalar, aşiretler, dahası Kürd milletidir. Bu dayatılan kader, Kürd milletinin kabullü değildir.Nisêbîn; Kürd'ün kadim şehridir. Lozan'dan o da nasibini alır. Şehrin ortasından sınır çektirilir. Kuzey kesimi; Türk devletinin, Güney yakası da Fransa egemenliğindeki Suriye'ye bırakılır ve ismi Qamişlo olur. Kürdler, sınırın Kuzey'ine düşene; ‘serxet’, Güney'ine düşene de; ‘binxet’ derler. Tel örgüler çekilir, mayınlar düşenir, gözetleme kuleleri dikilir, askeri karakollar inşa edilir, onbinlerce asker yerleştirilir ve etrafına sıra sıra panzerler dizilir. Böylesi bir manzara nerede görülmiştir, ey kahpe kader, nerede görülmüştür bu zulüm, ey zulüm...!Kürd milleti, bu emrivaki karşısında şaşkın, fakat çaresiz değildi. Dört parçadaki Kürdler, aynı hedef uğruna örgütlendiler, silahlandılar ve savaştılar.Ne sınırları, ne tel örgüleri, ne mayın tarlaları, ne de sınıra yığılmış tank, top ve onbinlerce askeri birlilkler... Onlar, bunu takmadılar ve silah kuşanarak, kendilerini mayınlı sınırlara vurdular. Çatışa çatışa, karşı taraftaki Kürd akraba ve dostlarıyla milli duygularda kucaklaştılar. Zaman zaman vurdular ve zaman zaman da vuruldular...12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, koşulların zorlamasıyla sınır boylarındaki KAWA'cılar, Suriye egemenliğindeki Kürdistan'ın Güney-Batısına geçtiler. Orada, siyasi faaliyetlerini sürdürdüler. Daha doğrusu orası geçici bir konaktı ve esas hedefleri, Kürdistan'ın Doğusuna gitmekti. KAWA güçlerini orada toparlamak, yeniden bir çeki düzen vererek, siyasi-askeri bir eğitimden geçtikten sonra, Kuzey'e dönüp silahlı mücadeleyi sürdürmekti. Artık mavide değildir gökyüzü, artık sohbette değildir dost. Artık umut çelikte dövülmeyecektir, yarınlar umutta şekillenmeyecektir.Karar yukarıda alınmış, puştuluğa puştluk renk vermektedir. Artık hayat mecrasından çıkmıştır, karar verilmiş, buyruk alınmıştır.Sırada, kan ve barut kokusu vardır. Katliam vardır, umuda yüklenme sırayı almıştır, Qamışlo hedeftedir. Düşman sinsidir, dostlar duyarsız ve zaman puştuluğa ilmiğini atmaktadır. Peyder pey yaklaşmaktadır, sinsice, kaleşçe...KAWA Hareketi, kendi planı çerçevesinde çalışmalarını sürdürürken, düşmanın bu sadırılarından bi haberdardı, düşman da boş durmuyordu; resmi görevli ve caşlar vasıtasıyla istihbarat topluyor ve operasayon çekmek ve KAWA'cıları katletmek için zaman kolluyordu. Bundan habersiz olan KAWA'cılar, Güney-Batı Kürd’lerinden KAWA taraftarı Ramazan Kabraş'ın evinde, toplu halde yarınlara dair umudun sevdasına enedksliydi.Şapkalı; kitap okuyordu. Komutan Memo; etrafını saran arkadaşlarına yarının umudunda umut ekip, peşmerge savaşını anlatıyordu... Necla; bir yandan doğacak bebeğine kazak örüyor, onun hayalinde geçen zamanla bir hoş ve o da, onlarla birlikte tartışmalara katılıyordu.Hayatın rengine ve yarınlara, her biri bir söylem ekliyordu...12 Aralık 1980 akşamıydı ve dışarıda da dondurucu bir soğuk vardı. Soğukla birlikte, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Korkunç bir fırtına da buna eşlik etmeye başlamıştı. Binxet'êde bunlar olurken, serxet'êde de düşman humalı bir faaliyet içindeydi. Biraz sonra gerçekleştirecekleri katliamın hesabında ve hazırlığındaydılar...Özel olarak eğitilmiş 15 katil; özel tim giysileri içinde, kan ve ölüm kusan silah ve bombaları kuşanıyorlardı. Hazırlıkları bittince, tek sıra halinde karakoldan çıktılar. Hızlı adımlarla katliamı gerçekleştirecekleri eve yaklaşarak, etrafını kuşattılar. Etrafa ve evin üstüne nöbetçiler diktiler.Ev topraktan yapılma, tek katlıydı. Pencereleri yere yakındı. Katil sürüleri, kapı ve pencereden kan ve ölüm kusan silahları kustular. Ardından el bombalarını içeriye fırlatılar. İçeridekiler, sadece attıkları sloganlarda karşılık verebilmişti;“Sizler sömürgecilerin uşaklarısınız”!“Kanımız yerde kalmıyacak”!“Yaşasın Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan”! Sloganların sesi, kan ve ölüm kusan silah ve bombaların sesinde yankı bulmuştu.Kurşunlar, gecenin sesizliğini yararak Nisêbîn caddelerinde yankılanmıştı. Ağıt, ılgıt ılgıt yayılmıştı sokaklarına Qamışlo’nun.Hawaar…! seslerínde anaların yüreği dağlandı. Puştlar ve puştlukları bir bir lanetlendi çığlıklarında onların, ki; o çığlıklar, bizden ve badirelerden geçen analarındır ki, onlar karalarını daha indirmemişken, mateme matem eklenmiştir.Katil sürüleri, içeride silahın olmadığına emin olunca, kapıyı kırarak içeriye girdiler, ölü ve yaralıları bir kez daha taradılar. Evi ateşe verdikten sonra, yarasalar misali karanlığa karışarak kayboldular.Türk askeri cuntasının;“Öldürün, yakın, yıkın, yok edin...!” emri yerine getirilmişti. Çocuk, kadın, yaşlı, genç, yetişkin ayırımı yapılmadan bir soykırım gerçekleştirilmişti.12 Aralık 1980 tarihi, 15 yiğit can ve henüz dünyaya merhaba diyemeyen bir bebeğin de katledildiği gündür. O gün, kara bir gündür; yaslıdır, yaralıdır. Hüseyin Aslan, Mehmet Emin Mutlu, Necla Baksi ve henüz doğmamış 8 aylık, ismi konulmamış bebeği, Hasan Akbaba, Mehmet Emin Dursun, Müslüm Yıldız, Ramazan Kabraş(Songür), Hanife Ramazan, Emine Ramazan, Abdulkerin Ramazan, Şükrü Ramazan, Azad Ramazan, Xweşnav Ramazan, Kawa Kerim, A. Ferat Kerim şehit düştüler. Katliamın olduğu evde, o akşam doğmamış bebekle birlikte 20 kişi kalıyordu. 16 kişi katledilirken; tesadüf eseri 1.5 yaşındaki Birindar, 9 yaşındaki Newroz adlı iki çocuk ile Heybet Açıkgöz ve (...!) adlı iki yetişkin kurtulur. Bu güne dek, kurtulanlar arasında bulunan (...)'un ismi anılmaz. Oysa, (...)'da o akşam o evdeydi. Silahların patlamasıyla; kendisini, Kürd köy evlerinde yatakların konulduğu duvardaki oyuğa atarak kutulur. Orayı kendine sığınak yapar. Sadece, bir ayağının bir parmağından hafifçe yara alır. Katil sürüleri geri çekildiğinde, o; orayı terk eder. Bir tanıdığına sığınır, orada saklanır. Bu güne kadar da kendini gizler. Olayla ismi anılmaması için; hem kendisi, hem yoldaşları itinalı davranır...Çünkü, o dönem (...,) Türk devleti tarafından ciddi olarak arananlar listesindeydi. Olay sonrası Türk devleti, Suriye devletinden (...)'u değil, sadece Heybet'i ister. Ve katledilenlerin arasında; yiğit bir kız da vardı ve adı onun, Necla’ydı.Necla Baksi; 1.70 boylarında, beyaz tenli, karagözlü, karakaşlı, siyah saçlı, ince, narin biriydi. Gülümsemesi, pürüzsüzce yüzünden eksik olmazdı. Cana yakın ve paylaşımcıydı. Espiri, vazgeçmediği huyuydu. Girdiği her çevrede kendisini sevdiren ve saydıran bir karektere sahipti. Dünyalar güzeli Necla, karnındaki bebeğiyle bu katliamda kurşunlara hedef olmuş ve iki can yetmişti bir canda.Aydın bir ailenin, en büyük kızıydı. Kendi kararını verebilen, her ortamda kendini ifade edebilen bir kişilikti Necla. Yurtsever bir çevreden geliyordu. Belli bir yaşa geldikten sonra, kendi yolunu kendisi seçmişti. Ağabeyleri farklı siyasi hareketlerde yer almasına karşın; o, tercihini KAWA Hareketinden yana yapmıştı.Dergo, onu ilk kez 1977 yılında Siverek'te yapılan bir mitingte görmüştü. Necla, henüz genç bir kızdı. Avazı çıktığı kadar slogan attıyordu. Dergo, arkadaşlarına;‘Kim bu yiğit kız...?’ diyerek sormuş ve arkadaşları da;‘Amed'li bir arkadaşımız’ demişlerdi.Dergo, Amed'e her yolu düştüğünde, onunla mutlaka karşılaşırdı. Sonraları, arkadaşı Hüseyin Aslan ile nişanlanmış, birbirlerine yakışan bir çift oluşturmuşlardı. Çok sevdiler birbirlerini. Öylesine bir sevgiydi ki, ölüm bile onları ayıramadı.Şimdi Amed mezarlığında; eşi Hüseyin Aslan, gurbet ellerde amansız bir hastalık sonucu yaşamını yitiren ağebeyisi Mahmut, tetikçi örgütte iç infaz sonucu katledilen kızkardeşi Lamia, 1997 yılında polisle tartışırken kalp krizi sonucu yaşamını yitiren babası, kendi eceliyle ölen annesi ve doğmamış bebeğiyle kucak kucağa yatıyor. Şehit düşerken, bebeği için ördüğü, henüz bittiremediği kazağını örüyor. Ve dört gözle arkadaşlarından Amed'in; Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan’ın başkenti ilan edilmesi haberini bekliyor.Bekle yiğit kız, bekle o günler de gelecektir...!Dergo, bir iş için 1980 bahar aylarında Nisêbîn'e gitmişti. Gümrükte çalışan bir arkadaşında misafirdi. Eve hışımla giren Necla, merhaba demeden;‘Dergo abí çabuk ol. Evi, hemen terk ediyoruz...!' demişti. Dergo, daha ne oldu deme fırsatı bulmadan Necla, devam etmişti;‘Çarşıda, polisle kaçakçılar çatıştı. Bir polis ve bir bekçi öldürüldü. Büyük ihtimalle dışarı çıkma yasağı konulur. Tüm evler aranabilinir. Bu nedenle köye gitmemiz gerekiyor” diyerek açıklamaya devam ederken, Dergo, çoktan ayakkabılarını giymişti.Mahale aralarından geçerek, Cizre'ye çıkan yola çıkmışlardı. Fakat, onlardan önce polis ve jandarma, yola barikat kurmuştu. Kendilerini gördüklerinden, artık geri dönmeleri dikkat çekerdi ve bu nedenle, yanlarına gitmek zorunda kalmışlardı. Yanlarına varmalarıyla, ‘eller yukarı…!’ demeleri bir olmuştu. Dergo, ellerini kaldırdı ve üzeri arandı. Kadın polis olmadığından, Necla aranmadı. Kendilerine nereye gittikleri sorulduğunda. Daha önce anlaştıklar gibi Necla;‘Ben öğretmenim. Görev yerime gidiyorum. Bu da nişanlım’ demişti.Onlar, buna inanmış olacaklar ki; 'tamam, gidebilirsiniz’ demişlerdi.Gidilmesi gereken yöne hızla hareket ederek, Kertwin köyüne gittiler. Akşama doğruydu.Daha sonra Şapkalı ve Memo da gelmişlerdi. Yemeklerini yedikten sonra, kendilerine bir arkadaşları daha katılarak yayan olarak gidecekleri Kilise köyün yolunu tuttular. Yol derken, normal bir yol değildi. Gidecekleri Kilise köyü de epeyce uzaktı. Kestirmeden, dağ-bayır yürüdüler. Gece zifiri karanlıktı. Düşe kalka yürüdüler. En korktukları şey, Dergo'nun yorulacağı ve işlerin zorlaşacağıydı. İnce, uzun, zayıf, sarışın oluşu onlara bu izlenimi vermişti. Aslında yanılıyorlardı. O, dağ adamıydı. Dere, tepe, dağ'a ve hele gece karanlığında yürümeye yabancı biri değildi. Fakat, arkadaşları bir türlü rahat değildi. İkidebir;‘Yoruldun mu? Biraz mola verelim mi ?’ der duruyorlardı. O;‘Yapmayın arkadaşlar. Siz kendinize bakın. Bana göre hızınızı kesmeyin. Siz yürüyün, ben arkanızdayım. Endişelenmenize gerek yok. Geride kalacak değilim. Hani yolu bilmiyorum, bilseydim, ben öne geçer ve kaygınızı giderirdim’ dese de onları ikna edemiyordu. Köye vardıklarında, bunu anlasalar da yol boyunca o kaygıyı taşıdılar.Sabaha karşı saat 3 civarında, gidecekleri köye varmışlardı. Memo, dağ ile uyum sağlamış tahtadan yapılmış bir kapıyı tıkladı. Araya zaman geçmeden içeriden biri;‘Kim o?’ diye seslendi. Memo;‘Apo biziz’ demesiyle sesinden tanımış olacak ki, kapı açıldı. Kapıyı açan 60 yaşlarında biriydi. Teker teker gelenlere sarıldı. Kapı eşiğinde, hal hatırlarını sorduktan sonra içeriye aldı.Girdikleri yer, bir mağaraydı. Loş bir havası vardı. İdare dedikleri gazlı bir lamba ile aydınlatıyordu. İnsanlar birbirlerinin yüzlerini zor bela seçebiliyordu. Ocakta ateş yanıyor ve dumanın yarısı, evin içinde bulut kömeleri halinde nazlı nazlı dolanıp duruyordu.Ev sahipleri Ezidi idi. Sevecen, sıcak kanlı insanlardı. Evin büyüğü, KAWA'cıların babasıyım deyip duruyordu. Gerçektende ona misafir olanlar kıt kanat imkanlarına karşın bir baba şevkatiyle ağırlanıyordu.Evin hanımı, açlığınız var mı yok mu…!? Sormadan, ocağa içi su dolu orta ölçekte bir tenrcereyi çoktan koymuştu.Suyun kaynamasıyla, içine bir paket makarnayı boşaltmıştı. O da, sohbete katıldığı için, pişirilme süresini unutmuş olacak ki, makarna önlerine konulduğunda, bulamaca dönüşmüştü.Dergo, ağzına bir lokma aldı ama çiğneyemedi. Ancak, zor bala yutabildi. Bir daha da ağzına almadı. Ayıp olmasın diye de kuru ekmekle durumu idare etmeye çalıştı. Fakat bu, ev sahiplerinin gözünde kaçmamış ve bir telaşa yol açmıştı;‘Sevmedin mi? Başka bir şey yapalım. İstediğin bir şey var mı?’ deyip durmuşlardı. ‘Yok, sağolun, açlığım yok...” dese de Dergo, evin sahibesinin keyxane(1) yapmasını engeleyemedi. Onlara göre gelenler şehirliydi. Makarna, şehir yemeğiydi. Elbette ki, gelen şehirli misafirlerine, kendilerinin de çok sevdiği şehir yemeği olan makarnayı yapmayı daha münasip görmüşlerdi. Nerden bilebilirlerdi ki, Dergo; bulamaç haline gelmiş makarna yemeği bir yana, makarnanın en alasını yemediğini.Bir ara mağaranın öbür ucunda bazı sesler geldi. Dergo, pür dikkat o tarafa baktı ve orda kim var diye sormaktan kendini alamadı. Evin büyüğü utanarak;‘Kusura bakmayın. Orada da hayvanlarımız kalıyor’ demişti. Orada gecelediler. Yanyana serilmiş koyun yönünden yapılma yataklarda, kucak kucağa, sırt sırtta yattılar. Kalktıklarında, gündüzün 12'siydi. Kahvaltı yapıp çıktılar. Bir saatlik uzaklıktaki Serxanlıoğulları köyüne gitmek için yola koyuldular.Evin genci de kendilerine refakat etmişti. Diğerleri önde, Necla ve Dergo belli bir mesafeden onları takip ediyordu. Dergo'nun her tarafı kaşınıyordu ve o bunun nedenini biliyordu. Diğer arkadaşlarına baktı. Onun yaptığını, onların da yaptığını görmüştü. Herkes bir yerlerini kaşıyıp duruyordu. Dergo;‘Necla sana bir şey diyeceğim, ama diline düşmekten korkuyorum. Bana söz verir de başka da kimseye anlatmayacaksan, sana bir şey söylemek istiyorum…’ demiş ve Necla da;“Valla Dergo ağabey sana söz vermem. Diyeceğine bağlı. Hele sen söyleyeceğini bir söyle sonra da gerisini bana bırak…!’ demişti gülümseyerek.Dergo, Necla'yı iyi tanıyordu; açık sözlü ve sözünü esirgemez biriydi. Karşıdakinin nasıl yorumladığını pek dert edinmez, pat diye söylerdi. Dergo, bunu bildiği halde, olup bitteni ona söylemekten kendisini alamadı. Bir yerde de, buna mecburdu. Buranın yabancısıydı ve buranın insanları onun yoldaşıydı ama, kendileriyle daha yeni tanışıyordu. Fakat, Necla için öyle değildi. O, hekesle senli benliydi. Dergo;‘Her tarafım kaşınıyor. Bir banyo yapmadan ve elbiselerimi yıkamadan rahat edemem. Valla sen ne yaparsan yap umurumda değil. Yeter ki, beni bu canavarlardan kurtarmanın bir yolunu bul...! dediğinde, Necla gülmüş ve akibinde;‘Dergo ağabey, korkmana gerek yok, herkes te senin gibi. Gideceğimiz yerde imkan var. Bir saat daha dayanırsan...” dediğinde, Dergo biraz rahatlamıştı.Gidecekleri köye vararak, dağın tepesine kurulu bir şatonun önünde durdular. Ev sahibi ve yarıcılar olan arkadaşları, onları karşılamış veİçeriye buyur edilmişlerdi..Girdikleri oda; oldukça uzun, büyük mermer taşlardan yapılmış ve yüksekçeydi ve büyükçe pencereleri vardı. Odaya, çeşit çeşit desenlerle süslenmiş yönden halılar serili ve duvar kenarlarına, aynı halı desenlerinden yapılma yastıklar sıra sıra dizilmişti.Oturdular.Fakat, Dergo'nun oturacak hali yoktu. Göz kaş işaretleriyle Necla'ya birşeyler anlatmaya çalışıyordu.Necla, yerinde kalktı ve gitti. Çok geçmeden geri geldi. Henüz gelen çaylar içilmemişti ki; Necla, emrivakice;‘Haydi gidiyoruz’ deyince, herkes ona taraf bakmış ve Şapkalı;‘Nereye?’ deyince, Necla;‘Hamama’ demişti.Birlikte kalktılar. Evin altkısmında bulunan çeşmeye indiler. Gerçekten de her şey vardı. Büyük bir kazan, leğen, tas, tursil ve sabun orda duruyordu. Geriye odun kalıyordu. Etrafa yayılarak, kim ne bulduysa kucaklayarak getirmişti. Ateşi yakarak, kazanlardaki suyu ısıttılar. Akibinde elbiselerini yıkadılar ve güneşe sererek o yaz sıcağında kuruttular, sırayla yıkandılar. Küçük canavarlardan, ancak bu şekilde kurtulabildiler…Akşam saat yediye doğru, eve yöneldiler. Odaya girdiklerinde, enfes bir sofra ile karşılaştılar.Odanın orta yerine, Kürd köy evlerinin değişmez bakırdan yapılma kocaman sinisi konmuştu. Ortasına bulgur doldurulmuş, pişirilmiş keçi ettinden tikeler de bulgura serpiştirilerek konmuştu.Yerde, ayran dolu bakraç duruyordu. Etrafı yeşilliklere donanmış siniye yaklaşarak, diz üstü oturarak yemeklerini yemeğe koyuldular.Sininin etrafına diz dize oturmuşlardı. Diz üstü oturanlardan şapkalı, bir türlü rahat değildi ve bu işi beceremiyordu. Oturduğu yede habire depreşiyordu ve bir türlü rahat değildi. Bu depreşmesiyle, Necla'nın hışmından da kurtulmadı. Esprilere konu oldu. Ağız tadıyla, hoş bir sohbet eşliğinde karınlarını doyurdular. Yemekten sonra çaylarını içerlerken, yarınki programlarını tartıştılar. Necla ve Şapkalı, Kertwin'e geri döneceklerdi. Dergo, Memo ve diğer üç arkadaş da çevre köy çalışmalarına çıkacaklardı. Sabahleyin köylere çıktılar. Dergo, Memo (Mehmet Emin Mutlu)'nun gerçekten bir halk önderi olduğuna şahit olmuştu. Kürdçe ile siyasi literatörü mükemmel kullanıyordı. Köylüler tarafından sevilip sayılıyordu.Mehmet Emin Mutlu; orta boylu, kemikli, esmer, kara kaşlı, kara gözlü, anlına dükülen simsiyah saçlarıyla tipik bir Botan erkeği görünümünü veriyordu. Onlar gibi giyiniyor, onlar gibi davranıyordu. Hal ve hareketleriyle çevresine güven veriyordu. Botan'ın geleneksel yapısından gelen, derin bir yurtseverlik duygusuna sahipti. İlk olarak; ‘Peşparçacılar’ denilen çevre içinde mücadele etmişti. Önderleri, Alaattin Kapan'nın provakatif davranışlarından dolayı, onlarla yollarını ayırmıştı. Sonrasında, KAWA Hareketi ile mücadeleye devam etmişti. Kürd tarihi, dünya ulusal kurtuluş hareketleri üzerine derin bir bilgisi vardı. Marksizmi de çok iyi incelemişti. Yiğit ve cesaretli biriydi. Eylem adamıydı. Teori ve pratiği ile kısa sürede hareket saflarında kendini kabullettirmişti. KAWA Ret ve Denge KAWA ayrışmasında KAWA Ret, KAWA Ret'cilerin de Merkez ve Muhalefet bölünmesinde, muhalefet saflarında kalmıştı. Şehit düştüğü an; Amed, Urfa, Siirt ve Mardin KAWA Bölge Komite üyesiydi.Köy çalışmaları bir hafta sürdü. İyi bir izlenimle Kertwin'e döndüler. Şapkalı ve Necla'yı orada buldular.Köy öğretmeni; Mardin Kürdlerindendi ve bir Türk ebe ile evliydi. 3 ve 5 yaşlarında iki şirin çocukları vardı. Türk ebe, Kürdlere taş çıkarırcasına, mükemel Kürdçe konuşuyordu. Dergo, bunu öğrendiğinde hem şaşırdı, hem sevindi. Nasıl şaşırıp sevinmesin ki. O güne kadar, hep Kürdlerin Türkçe öğrendiğine ve konuştuğuna şahit olmuştu. O gün, tersi bir durumla karşılaşmıştı. Şaşkınlığı ve sevinci bundan ileri geliyordu.Aile sempatikti. Yemek ve çaydan sonra, koyu bir sohbet başladı. Necla, her zaman yaptığı müzipçiliğini bir kez daha yaptı. Birdenbire demez mi;‘Arkadaşlar, bir dakika beni dinleyin. Biliyor musunuz Dergo ağabey, geçen gün ne yaptı? Biz, şehir çıkışına vardığımızda, orda polis ve jandarma yola barikat kurmuştu. Mecburen yanlarına gittik. Onlar, eller yukarı deyince; ben, Dergo'dan; 'siz ellerinizi kaldırın’ı' beklerken, o ne yaptı biliyor musunuz? İki elini havaya kaldırdı. Bir de önder olacak. Ben böyle önder istemiyorum…!’ deyince, tüm gözler Dergo'ya çevrilmişti. Dergo;‘Evet, Necla’nın dedíkleri çok doğru. Ellerimle birlikte, iki ayağımı da kaldırdım ve havada asılı kaldım. Sağolsun Necla bacım, ordan beni çekip aldı. Sonra köylere çıktım ve köylülere, bu devletten korkmamalarını söyledim. Ne tezat değil mi?! Düşman minderinde göreşmek ne zor bir iş...! Kuralları onlar koymuş, ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin. Ama işin ilginci; biz hem deveyi gütmeye çalışıyoruz, hem de bu diyardan kopamıyoruz. Bu da, bizim çıkmazımız. Bunu aşmanın yolu yok mu? Bence var! Dağlar! İşte bilince çıkaramadığımız veya gereğini yapmadığımız zorluğumuz bu…’ demişti yoldaşlarına.Necla'nın müzipçe dile getirdiği soruna Dergo; yarı ciddi, yarı şaka cevap veredursun Şapkalı, meseleyi diline dolamıştı;‘Sen bittin Dergo. Yarından tezi yok, durumu bir raporla örgütte bildiriyorum. Seni, o sihirli koltuğundan edeyim de gör !’ deyip kahkahayı basmıştı.Şapkalı(Hüseyin Aslan), Dersim'liydi. Uzun boylu, yapılı, kemikli, güçlü kuvvetli biriydi. Ailece devrimci mücadelenin içindeydiler. Daha önceleri, Türk sol örgütlerinden birinin saflarında mücadele etmişti. Sonrasında, kendisini KAWA Hareketinin saflarında bulmuştu. Teorik ve pratik olarak yetenekli biriydi. Cesaretli ve yiğitti. KAWA Hareketinin Ret ve Dengé KAWA bölünmesinde; ‘üç dünya teorisi’ni ret edenlerin safında yerini aldı. Dersim'den, Amed'e görevli olarak gönderildi. Teorisiyle, pratiğiyle göz doldurdu. Başarılı işler yaptı. Özellikle Nisêbîn'de bir efsane oldu. Sevildi, sayıldı. O dönem KAWA Hareketi, bir çıkmazı yaşıyordu. Merkez Komite, sorunlara cevap veremiyordu. Örgüt bünyesinde, merkeze yönelik ciddi eleştiriler yükseliyordu. KAWA Hareketi, giderek Merkez-Muhalefet şeklinde şekileniyordu. Muhalefetin başını çekenlerden biri, Hüseyin Aslan'dı.Sert mizaçlıydı. Dergo, onun güldüğüne şahit olmamıştı. Kaşlarını hep çatık olarak görmüştü. Şaka yapabileceğini tahmin etmezdi. Onu, her zaman ciddi duruşuyla hatırlıyordu. O akşam, ilk kez şakacılığının tuttuğuna şahit oluyordu. 'Oh...! Hoş ta, bakalım kendisi şakayı ne kadar kaldırabiliyor. Hele bir kurcalıyalım…' diye içinden geçirdi. Necla ve Memo'ya göz kırptıktan sonra;‘Bak, Şapkalı! Otur oturduğun yerde. Ağzımı açtırma. Bir açarsam pilini bittiririm. İyisi mi uslu çocuk gibi otur oturduğun yerde...!’ dedi. Şapkalı;‘Tehdidi yemezler. Beni tehdit ederek korkutamasın. Ne biliyorsan söyle’ deyince, Dergo;‘O halde günah benden gitti’ deyip, Necla'ya doğru döndü;‘Necla, senin şu kocanın başka bir kadınla evli olduğunu ve iki de çocuğunun olduğunu biliyor muydun?’ deyince de, Necla, oturduğu yerden kalkarak, Şapkalı'nın başında dikilmişti;‘Söyle bakalım. Dergo'nun dedikleri doğru mu? Eğer doğruysa, seni alnının ortasından vururum. Yok yok. Çocuklarına yazık. Onları, yetim bırakamam. En iyisi, sana boş bir kağıt imzalatmam. İçini de keyfimce ben doldururum. Ne yazacağımı tahmin edebiliyor musun…!?’ demiş, Dergo da;‘Necla, o sana doğruyu söylemez. İnanmıyorsan Memo'ya sor. Memo;‘Necla çok üzgünüm, maalesef Dergo'nun anlattıkları doğru. Şapkalı'yı sevdiğim saydığım için, sana gerçeği anlatamazdım. Afet beni…!’ Dedi sözlerine inandırıcılık ekleyerek.Necla, kendine bir ciddiyet verdikten sonra, Şapkalı'ya bağırıp çağırmıştı. Şapkalı, şaşmıştı bu işe, öylesine de kalmıştı. Dergo;‘Necla, merak ettim. Ne yazmayı düşünüyorsun? Valla yardıma ihtiyacın olursa, seve seve yoldaşıma yardıma koşarım. Şu sevgili eşinin kariyerini çizelim, ne dersin?’ demiş, demişte; Odadakiler de ortamı kahkaha boğmuştu. Şapkalı, renkten renge girdikten sonradır ki;‘İşin cılkını çıkardınız. Yeter be!” dedikten sonra da ayağa kalkmış, çeketini giydikten sonra kapıyı vurup gitmişti.Dergo, iki ay sonra Amed'de onunla karşılaştığında, yüzhatlarının hala gergin olduğuna şahit olmuştu. Şehit olduğu zaman, KAWA Merkez Komite üyesiydi.Dergo, katliam haberini, olayın sabahı öğrendi. Arkadaşlarından olay hakkında öğrenebildiği bilgiler temelinde, aynı gün KAWA Hareketi adına bir bildiri yazdı. KAWA Hareketinin örgütlü olduğu tüm alanlara ulaştırdı.İşte bildiri;.........Qamışlo katliamı, bir tesadüf değildi. Bilinçli olarak seçilen bir hedefti. Çünkü; Qamışlo şehitleri, onurlu bir geleneğin temsilcileriydiler, kökleri tarihimizin derinliklerine dayanıyordu. Onlar; Bağımsız, Birleşik ve Demokratik bir Kürdistan’ı şiar edinen geleneğin neferleriydiler. Sömürgecilerle milletimiz arasındaki tüm köprüleri, bir daha inşaa edilmemek üzere dinamitlemişlerdi. Dönüşü olmayan bir sürecin uzlaşmaz takipçileri idiler. Bu uğurda kısacık ömürlerine büyük işler sığdırdılar. Bu nedenle, sömürgecilerin ve yerli ihanetin gazabını üstlerine çektiler. Onların boy hedefi haline geldiler. TC tarihinde, Ağrı isyanından sonra, Kürdlere yönelik ilk ‘sınır ötesi harekat’e neden olacak kadar tehlikeli; ‘bölücüler’ olarak hedef seçildiler, hunharca ve kaleşçe katledildiler. Qamışlo katliamı, Türk ve Suriye devletleri ile milli ihanetin, 12 Aralık 1980 gecesi gerçekleştirdikleri ortak bir operasyondur. Kürdistan halkının bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele eden KAWA Hareketinin yönetici ve kadrolarını toplu bir şekilde, kalleşçe, fiziki olarak ortadan kaldırma operasyonudur. Qamışlo katliamı, sıradan bir katliam değildir. Katledilmek istenilen orada şehit edilen 16 Kürd'ün şahsında, Kürdistan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesidir. Özel de KAWA Hareketine, genelde Kürdistan bağımsızlık mücadelesine büyük bir darbe vurdular.Bu katliamdan çıkarılacak sayısız dersler vardır. Birincisi; bu katliam, Türkiye, Suriye sömürgeci devletleri ve yerli ihanetin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir katliamdır. Bu, Kürd millet düşmanlarının ittifakını bize gösterir, ve kimliğini ele verir.İkincisi; bir sömürgeciden kaçarken, bir diğerine sığınılmaz. Sömürgeciye güvenilmez. Kürd millet tarihinde, bunun sayısız zararları bilinmektedir.Dört sömürgeci devletin, Kürd milletine karşı tutumu bellidir. Sömürgeciye göre; ‘Ortadoğu’da bir yılan vardır. Bunun ismi Kürd`ür. Bu yılan büyümeden başı ezilmelidir.’ Sömürgecinin, Kürd milleti hakkındaki hükmü budur. Ve bu hükmün gereğini de yapmışlar ve yapmaya çalışıyorlar. Fakat, buna karşın sömürgeciler, KUKM’ne karşı kullandığı Kürdleri desteklemişlerdir. Ve onların; ‘büyük misafirperverlik’ övgüsüne mazhar olmuşlardır. Evet Kürd yurtseverlerini asan, kesen sömürgeciler, ihanetçilere; ‘büyük misafirperverlik’ göstermişlerdir. 12 Aralık 1980 katliamını, bir de bu boyutuyla ele almak gerekir.Üçünsü; bu olay da, düşmanı küçümseme vardır. Düşman sahasında rehavete kapılmanın, emniyeti elde bırakmakla faturasının ne kadar ağır olduğunun da göstergesidir. Ve bu herkese ders olsun...! Bu işin şakası yoktur. Birınde, Bağımsız Birleşik Kürdistan mücadelesi vermek, diğer yanda sömürgecilerden buna müsamaha beklemenin bedelinin ne kadar ağır olacağını bilmemek, ne büyük bir gaflet...!KAWA Hareketi, bu hatanın bedelini çok ağır ödedi. Bu, sadece KAWA Hareketiyle sınırlı değildir. Kürd millet tarihinde, bunun sayısız örneği vardır. Bu hata sonucudur ki; sayısız önder ve kadro yaşamlarından oldular. Seyit Rıza, Simko, Gazi Muhammed, Abdurahman Kasımlo... sadece uç örnektirler.1970'lilerin ortalarında mücadele arenasına çıkan KAWA hareketi, baştan itibaren; Bağımsız, Birleşik Demokratik Kürdistan’ı kendisine milli strateji olarak benimsedi. Sömürgecilerin halkımıza karşı giriştikleri millet olarak tümden ortadan kaldırma savaşına karşı, tüm mücadele biçimlerini Kürdler’in yeniden var olma mücadelesinde meşru gördü ve Kürdistan'ın bir çok bölgesinde bunu pratiğe aktardı. Bağımsız bir ülke, özgür, onurlu ve sömürgecilerin sultasından kurtulmuş bir halk için; kendisi ile sömürgeciler arasında var olan tüm köprüleri uçurarak, geri dönüşü olamayan bir süreci başlattı. Türk egemenlik sistemine karşı, KAWA Hareketinin geliştirdiği bu onurlu milli tutumdan dolayı, sömürgeci sistemin açık hedefi durumuna geldi. Daha grup dönemini yaşadığı bir ortamda bile, sömürgeci sistem ile kendisini çıplak bir savaşın içinde buldu. KAWA hareketi; bir yandan sömürgeci TC'nin saldırı ve komploları neticesinde bir dizi önder kadro ve militanını kayıp verirken; diğer taraftan, Türk egemenlik sistemi ile beraber Kürdistan milli mücadelesini tasviye etmek ve süreç içinde Kürdleri Türkleştirmek için ortak hareket eden tetikçilerin ki; ‘KAWA'nın tüm önder kadrolarını öldürüp, sahip çıkma’ komplosuyla karşı karşıya kaldı. Ferit Uzun'un öldürülmesi ve daha bir çok KAWA'cının suikastlardan kıl payı kurtulması, bu ortak planın sonuçlarıydı. Bunlar yetmiyordu. Kürdistan halkının yükselen bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini yok etmek, 12 Eylül 1980 askeri darbesine ihtiyaç vardı. Askeri darbeyle, Kürd milletine karşı top yekûn bir savaş başlatıldı. Kürdistan, açık bir cezaevine çevrildi. Cunta, genel olarak Kürd halkına karşı saldırılara geçerken, özel olarak devrimci, bağımsızlıkçı güçleri hedefledi. KAWA Kareketi, bu saldırılarda büyük ve onırılmaz kayıplar aldı. Askeri darbe sonrası, Meletî'de gerçekleştirilen KAWA Kongresi; kararları gereği kadrolarının bir kesimini, gruplar hallinde Kürdistan'ın diğer parçalarına aktardı. KAWA Hareketi, kuruluşundan itibaren prensip olarak, Kürdistan'ı işgal eden sömürgecilerle her türlü ilişkiyi reddetti. Daha önce bu yönde gelen ilişki önerilerini, elinin tersi ile itmişti. KAWA'cıların kendi devlet sınırları içine girdiklerini öğrenen Suriye muharabatı, peşlerine düştü. İlişkiye zorlandılar. İhanetle eş anlamlı, Suriye devletinin dayatmaları ile karşı karşıya kaldılar. KAWA'cılar, Kürdistan idealline bağlı kalarak, Suriye devletince yapılan dayatmalara karşı açık tutum aldılar. Bu yurtsever ve Kürdistani tutumlarından dolayı; Suriye devletinin, Suriye ‘topraklarını’ terketme kararıyla karşı karşıya kaldılar. Ama aynı dönemlerde; başkaları, Şam'da ve Suriye egemenliğindeki Lübnan'da; ‘Kürdçülük’, ‘yurtsevercilik’ ve ‘sosyalistçilik’ oynuyordu.Qamışlo katliamı, kimi sömürgeci güçlerin, kimi karanlık Kürd çevrelerini; ‘büyük misafirperverlikle ağırlaması’ üzerindeki giz perdesi arkasında; ‘Kürd millet kökünü kazıma’ ortak amaçlı olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu karanlık çevreler, bu misyonlarını dün olduğu gibi, bu gün de oynamaktadırlar. Büyük bedeller karşılığı alınan kazanımlar, birer birer iğdiş edilmeye çalışılmakta ve; ‘Türkiye uluslaşması’ içinde eritilmeye çalışılmaktadır.KAWA Hareket önderliği, Suriye'nin birlikte çalışma dayatmalarını, ellerinin tersiyle red etmesine karşın; Tetikçibaşı, Suriye devletinin tüm planlarını kabul etti. Kürd-kıran planını devreye koydu. Zaten Qamışlo katliamının esas nedenlerinden biri de Kürd-kıran hareketin önünü açmaktı. Dört sömürgeci devletin desteğiyle palazlandırılarak, kendilerine her türlü kolaylık sağlandı ve 1984 Ağustos'unda danışıklı savaşın yolunu açtılar. Önlerindeki tek engel olan KAWA Hareketinin tasviye edilmesi, işlerini kolaylaştırmıştı. Tetikçibaşı'nın Suriye'ye çıkarılması bu planın bir parçasıydı....'li Ahmedé Biryani, Heciye Feke Xalid amca çocuklarıydı. Kürdistan parçaları arasında kaçakçılık yaparlardı. Sınırlarda ellini kolunu salayıp girip çıkacak kadar Türk egemenlik sistemine yakın idiler. Ahmet Cem Ersever'in eli, ayakları, gözü ve kulaklarıydılar. Ahmet Cem Ersever, bu iki amcaoğlu ile birlikte Tetikçibaşı ve Ethem Akçam'ı Suriye egemenliğindeki Güney-Batı Kürdistan'a götürüp emin ellere bıraktılar. İki amcaoğlu dönüşlerinin üzerinde bir hafta geçmeden ölü bulundular. Katil belliydi, Ahmet Cem Ersever'di. Böylelikle olayın önemli iki tanığı ortadan kaldırılmış oldu. Geriye Ethem Akçam kalmıştı. Ethem Akçam, Tetikçibaşı'nın sınırın öbür tarafına geçişiyle ilgili anlattığı hikayede kullanılan sadece bir figurandı. Geçiş olayının önemli bir tanığıydı. Tetikçibaşı tarafından gereği yapılır. Ortadan kaldırılır. Hikaye uzun. Arkasından Ahmet Cem Ersever ortadan kaldırıldı. Geriye sadece Tetikçibaşı kaldı. Onun anlattığı hikaye belli. Geçiş olayı böylelikle tüm sırlarıyla karanlığa gömüldü sanıldığı bir süreçte önemli bir tanık ortaya çıktı.Tanığı ortaya çıkaran ...'dir. Tetikçibaşı'nın anlattığı hikaye ...'e doğru gelmeyince olayın peşine düştü. Uzun bir araştırmadan sonra olayın tanığı X'e ulaştı. X, aslen ...'li. Şu an ...'te yaşıyor. Yaşı 65'in üzerindedir. Ülkeye gidip geliyor. Kendi değişiyle eski bir ...'li. ... aşiret reislerinden biri. Bu özeliğinden dolayı devlet ile içiçe olan biri. ... için kendisine teklif yapılan şahıs. Dayatılan şartlar ağır olunca, 'ben kukla olmam' deyip reddeden kişi. Bu şahıs, Ahmet Cem Ersever'in yakın arkadaşı. İçki masasını paylaşacak kadar yakın. Bir gece kafalar demlenince Ahmet Cem Ersever, olayı X'e anlattı. X, o günden sonra ... alanında PKK-TC arasındaki tüm karanlık ilişkilere şahit oldu. Fakat yanında sır olarak sakladı. Kendisiyle birlikte öbür dünyaya 'götüreceğim' dediği bir zaman da; ...'e anlattı. Tetikçibaşı'nın Suriye'ye geçiş hikayesinin bir başka iz sürdürücüsüde Dergo idi. Dergo ve ... çok samimi iki dostturlar. Bir gün bu meşhur 'geçiş' konuşma konusu olunca, ...;“Dergo, biliyor musun?” Dergo;“Neyi?” ...;“Öcalan'ı bınxet'e geçiren kim?” Dergo;“Nerden bileyim. Ama onun anlattığı hikayeyede inanmiyorum. Araştırıyorum, ama inandırıcı bir kanıt ta ulaşmış değilim.” ...;“Ben ulaştım.” Dergo;“Şaka yapıyorsun!” ...;“Abım bu işin şakası olur mu? Çok ciddiyim.” Birlikte olayın peşine düştüler. ..., 'X ile defalarca görüştü. Öğrendiklerini Dergo ile paylaştı. Birlikte 'böyle bir şey olur mu?' diye kafa yordular. Kendileri buna inandılar. Bunu kamuoyuyla paylaşılmasına birlikte karar verdiler. Başkalarının inanıp inanmamasını onlara bıraktılar.Dergo'nun kafasına takılan en büyük soru, Ahmet Cem Ersever'in bu devlet sırını nasıl olur da, X'e anlattığıdır. İki ihtimal verdi. Ya X, devletin en sadık adamlarından biriydi, ya da içkinin şişede durduğu gibi durmadığının sonucuna bağladı. Ama her halükarda 'Ahmet Cem Ersever gibi bir adam bu hatayı nasıl yapabilir?' diye düşündü..........TC devleti, Kürd halk kitleleri üzerine; o bilinen inkar ve imha politikasi ile tetikçi hareketí yönlendirdi. Kürd milleti, her iki güç tarafından vuruldukça; tetikçi hareket kitleleşti, tartışmasız bir güç olup çıktı. Aydınlara boyun eğdirildi. Eğmeyen, nerde bir Ferit varsa fiziki olarak ortadan kaldırıldı. Arkasından da, ikiyüzlüce ve iğrenççe sahip çıkıldı. Cenaze merasimlerine katıldı. İntikam yeminleri edildi. Etrafa korku salındı. Halk üstünde terör estirildi. Halka bir ikilem dayatıldı; ya bendensiniz, ya devletensiniz denildi. Devlet te, aynı ikilemi dayatmıştı. Bir taraftan köy koruculuğu, diğer yanda da tetikçileri siperleştirerek Kürd'ü, Kürd'e kırdırttı. Bunu hazırlıyan sürecin kilometre taşlarından biri Qamışlo katliamıdır.Suriye devleti ile ilişkileri rededen KAWA'cılar için, şartlar giderek zorlaşıyordu. Suriye devlet sınırlarını bir an önce terketmekle karşı karşıya kaldılar. Belirli bir süre Güney-Batı Kürdlerinin yanında barınıp, Doğu Kürdistan'a geçmek için hazırlıklarını yapmaya çalışırlarken; Kürd halkının kanlı düşmanlarının kendilerine karşı imha planlarından habersizdiler.KAWA'cılar, sömürgeci Suriye devletinin ilişki kurma istemlerini reddetmesinin bedellini, canlarıyla ödediler. Hafız Esad diktatörlüğünün her türlü dayatmalarını, hayatları pahasına reddeden KAWA'cılar, uğruna kavgaya girdikleri Kürdistan'ın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinden asla taviz vermeyerek, sömürgecilerin sunmak istedikleri kırıntılara hiç bir zaman tenezzül dahi etmediler. Onlar, Kürdistan devriminin şahinleri olarak hep yükseklerde uçtular ve Kürdistan halkının kalbinde yer edindiler.Qamışlo Katliamı, Türk ve Suriye devletleri arasında yapılan işbirliği neticesinde gerçekleştirildi. Kürd milletinin bağımsızlık ve özgürlük savaşçılarına karşı yapılan bu katliam, tüm dünya basınında yer alırken; Suriye devleti, kendi devlet sınırları içinde başka bir devlet tarafından bir katliam gerçekleştirilmesine rağmen, formalite dahi olsa ne protesto etme gereğini duydu, ne de kendi kamuoyuna duyurdu. Ulusal basınında hiç sözü edilmedi. Sanki böylesine vahşiyane bir katliam olmamış gibi davrandı. Zaten öyle davranmaması eşyenın doğasına aykırıydı. Her ne kadar katledilenlerin 9'u kendi vatandaşı olsa da, nihayetinde Kürd'tüler. Kendilerinin yapması gerekeni Türk devleti, onların yerine yapmıştı. Hem de, kendi bilgisi ve onayı dahilinde. Niye protesto etsinlerdi ki.Qamışlo katliamı, her iki sömürgeci devlete de, sayısız faydalar sağladı. Her şeyden önce Türk devleti; tavizsız, kararlı anti-sömürgeci Kürd millet evlatlarını fiziki olarak yok etmekle, tetikçilerin yolunu açıyordu.Suriye sömürgecileri de, Bekaa Vadisi ve Şam’da kümelenen Kuzeyli diğer kesimleri daha fazla teslim almak için, bu olayı bir gözdağı olarak kullama fırsatını yakalıyordu.O günden sonra anlı şanlı sekreterler, merkez komite üyeleri, Hafız Esad’ın kapısında paspas ediliyordu. Çıkardıkları bildiri ve broşürlerle Hafız Esad'ın doğum günü kutlanılıyor, Kürd dostu ilan ediliyor, Kürd dostları ise düşman ilan ediliyordu, Kürdlere dayatılıyordu. Tam bir ihanet yaşanılıyordu. İhanetin ismi; 'devrimcilik', 'yurtseverlik', 'sosyalistlik' oluyordu. Tüm uyarılara rağmen; 'ne yapalım, sizin akibetinize mi uğrıyalım?' diye teslimiyetlerini ilan ediyorlardı. Fakat, onlar yanılıyordu.Büyük insan Ho Şi Mihn’in dediği gibi; ’ bağımsızlık ve özgürlük ağacı kan ve terle sulanır.’ Devrim, uğrunda ölenlerin emek, çaba ve kanları üzerinde yükselir. Esaret altında olan bir millet, uğrunda ölen varsa kurtulur. 12 Aralık 1980 tarihinde, Güney-Batı Kürdistan’nın Qamışlo, Cırnık köyünde KAWA Hareketinin 16 üye ve taraftarının katledilişi, buradan anlamını buluyordu. Onların anlamadığı veya anlamak istemediği buydu. Zaten bu anlaşılmadığı içindir ki, meydan düşmana ve düşmanın denetimindeki; ‘Kürdçü’ tetikçilerine bırakılıyordu.Sorun bu kadar açık ve net olarak ortadayken kimi güçler, bilerek veya bilmiyerek Qamışlo katliamına ilişkin şayia ve spekülasyon yarattıyordu. Bunlardan biri de, Necmettin Büyükkaya idi. Olaya ilişkin bir iddiası bulunmaktaydı. Bu iddiaya göre;.........Qamışlo katliamının bilinmeyen hiçbir yanı yoktur. Spekülasyona yer bırakmayacak kadar açık ve nettir. Qamışlo şehitleri, arkalarında lekesiz ve tertemiz bir sayfa bırakarak göçtüler. Onurlu bir davanın vereni oldular. Niye mücadele ettiklerini, son nefeslerinde haykırdıkları sloganlarla dile getirdiler. Onlar, yüce ve onurlu bir mücadelenin sahipleriydiler. İhanetin amansız düşmanıydılar. Sömürgeciye karşı mücadelenin uzlaşmaz neferiydiler. Dik başlıydılar. Onların farkı buradaydı. Bu, KAWA Hareket hattının farklılığıdır.Onlar, Bağımsız Birleşik ve Demokratik bir Kürdistan uğruna katledildiler. Bu mücadelede şehit düştüler. Uğrunda şehit oldukları rüya, bu gün Kürdistan'ın Güneyi'nde gerçeğe dönüştü. Diğer parçalarda da, mücadele sürmektedir. Bu parçalarda da, bu gün daha fazla bir gerçekliğe dönüşmektedir.Kürdistan, farklı tarihsel süreçlerde farklı güçler tarafindan istila ve işgallere uğramış, ilhak edilmiş, sömürgeleştirilmiş, parçalanmış, paylaşılmış ve Kürd milletinin egemenliği gaspedilmiştir. Kendinine inkar ve imha dayatılmıştır.Bu yönüyle Kürd millet tarihi; vahşet, talan, zulüm, katliam ve soykırım tarihidir. Bu tarihimizin bir yüzüdür, ama karayüzüdür. Tarihimizin bir de başka, yani aydınlık yüzü vardır. Bu yüzde; mevcut durumu reddediş, isyan, direniş, başkaldırı, boyun eğmeyiş, savaş ve kahramanlık vardır.1938 Dersim ayaklanmasının soykırımla bastırılmasından sonra, uzun bir süre Kürdistan'da bir sessizlik hakim oldu. 1970’lerde bu sessizliği bozmak için, bir çok Kürd örgütü siyasal mücadele aranasına çıktı. Bunlardan biri de KAWA Hareketi idi.KAWA Hareketi, dört sömürgeci devleti düşman bildi. Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan’ı hedef olarak önüne koydu. Emekçilerden yana siyasal bir program önüne koydu. Kısa bir süre içinde, Kürdistan’ın her bölgesinede ve her alanında örgütlendi ve büyük bir potansiyal güce ulaştı. KAWA Hareketinin 1980 öncesi yürütüğü mücadele, bilinçlerde tazeliğini koruyor. Gittikçe büyümesi ve halk arasında kabul görülmesi, sömürgeciler ve yerli ihaneti çileden çıkarmaya yettiyordu.12 Eylül 1980 tarihinde, beşli Generaller çetesi, Türk devlet yönetimine el koydu. Bu faşist çete, Kürd yurtseverlerine karşı amansız bir takibat, tutuklama ve katliamlara girişti. Kürdistan’ın Kuzey'inde devrimci faalliyet yürütmek bir yana, barınmak imkansız hale gelmişti.KAWA Hareketi´nin önder kadro ve savaşçıları, Kürdistan’ın diğer parçalarına geçmek zorunda kaldılar. Devrimci faaliyet ve görevlerini oralarda da sürdürdüler. Bagımsızlık çizginin egemen kılınması mücadelesini verdiler. Kısa bir sürede, dayanabilecek yurtsever bir çevrede edindiler. Sömürgeci Hafız Esad’ın Suriye yönetimi, büyük rahatsızlık duydu. KAWA’yı görüşme masasına çekmeye çalıştı. KAWA'cılar, sömürgecilerle ilişkiye girmeyi red etti. Bu tutum, onların idam fermanı da olur. KAWA'cılara yönelik bir katliamı göze alamayan Hafız Esad diktatörlüğü, bu işi Türk devletine havale etti. Onlara sınır ötesi bir operasyon için yeşil ışık yaktı. Onlar da, bu fırsattı kaçırmıyarak, hunharca bir katliam gerçekleştirdi. Bu gün de, dünden farklı değildir. Kürd millet düşmanları değişmemiştir. Dün olduğu gibi, bu gün de; Türk, Fars ve Arap barbarları, ihanetçi Kürdlerle elele vererek, Kürd katletmeyi sürdürüyorlar. Düşman kardeşleri oynasalar da, sorun Kürdler olunca; ortak bir zeminde buluşuyorlar. Kürd milletine karşı; ‘kutsal ittifak’ı’ kurmuşlardır. Kürdlerin millet olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve barış içinde yaşamalarını engellemek, Kürd kazanımlarını yok etmek, devlet olarak tarih sahnesine çıkmayı engelemek ve mevcut statükoyu sürdürebilmek için, humalı bir şekilde çalışıyorlar.Qamışlo katliamı, Kürd milletinin kollektif hafızasına silinmemek üzere yerleşmeli, kin ve nefreti bin kat daha da arttırmalıdır. Ne Qamışlo katliamını, ne de diğer katliamları unutmaya kimsenin hakkı yoktur. Kürd milleti, varoldukça düşmanlarının kendisine reva gördüğü hiç bir kötülük unutulmamalıdır. İçindeki intikam ateşini büyütmelidir. Bu dava uğruna şehit düşenlerin anısı, mücadele gücü ve azmini bilemelidir.Sömürgeciler tarafından Kürd milletine topyekün savaş ve teslimiyet dayatıldığı, karanlık güçlerin; ‘Kürd’ün kökünü kazıma’ misyonun gereğini yaptığı, Kürd milletini tarihte yok etmek isteyen ezen uluslar içinde eritmeye memur kılındığı, kimi Kürd çevrelerin; Kürd-Kürdistan'ı beyninden ve kalbinden bölen sınırlara; ‘saygılıyız’ dediği tarihi koşullar da, Qamışlo şehitlerini unutmamak büyük önem arzediyor..........Not : “İkimiz de Sevmiştik Onu” Roman Çalışmasından Kısa Bir Parça.

Sayin Berwarto H.H.Yildirima tesekürler Roman calismalarinda üstün basarilar dilerim. Cok heycanli olmus ben sahsen olaylarin canli sahidlerinden oldugum icin beni dahada heyacanlandird. Qamislo olayi aydinlatmak kalema almak baska nesilere gecmeyi saglamak gurur verici bir olaydir.Necla`lar Memo´lar Sapkali hocalar ölümsüzdürler onlari hep kalbimizde beynimizde tasiyacagiz. Saygilar.

Bugun Kerkuk te 46 sehir verdik tipki 1980 yilinda BAGIMSIZ BIRLESIK DEMOKRATIK KURDISTAN icin hazir olan Kawa Kamisli sehitleri gibi.Sehitlerimizi hatirlamak bagimsiz özgur KURDISTAN a olan tutkumuzdandir.Sehitlermizin idealarina layik gereken calismlari ve hizmetleri yapmadigimiz icin bu gun kisirli gunler yasadigimiz örnektir.Dilegim daha azimli olan kurd evlatlari ilerde sehitlerin cizdigi yola daha hazirlikli olacaklaridir.Sevgili Newroz com calisanlari ve Kawa Kamisli katliyami hatirlayan tum devrimcilere cok selam ve saygilarimla. FEYZI ACIKGÖZ

sayin Berwarto/Hasan H. YILDIRIM ikinize de sonsuz Tesekürler Sizi bu degerli calimalarinizdan dolayi kutluyorum Kamisli Sehitlerini Anar önlerinde saygiyle egiliyorum Inanki ne kadar yazzak azdir cünkü onlar Kürdistan Bagimsizlik Fidanlariydilar ne yazik ki o fidanlari zamaninda ekip yesertemedik umarim bir gün gelir o fidanlar Kürdistanin 4 parcasina ekin gibi ekilecektir Selem ve saygilar Azad

Değerli Dostlar, Bu parça, taslak halinde ve bitirilmeden, düzeltilmeden newroz coma gönderildi. Özerinde çalışılmaktadır ve daha da işlenecektir. Fakat, katliama uğrayan her kürd kahramanının yaşamı bir romandır. Bu vesileyle Qamışlo katliamında hayatlarını feda eden şehitleri anıyor, katledenleri lanetliyorum. Onları anmak, yarınlara umudu yinelemektir. Onları anmak anılarına saygılı kalarak yarınlara aktarmaktır. Bu çalışma tamamlandığında belki de sorumluluğumuzu bir nebzecik yerine getirmiş olacağız. Duyarlılığınız için teşekürler... Berwarto

Kekê Berwarto Inanki Bu calismalariniz belkî KUK mücadelsinde ilk ve tarihi bir calisma olacaktir cünkü o insanlar ilk olarak Kürdistanin Bagimsizligina ve Birlesikligine inanan ve oun icin Sehit olmuslardir bu anlamiyla önemi cok coktur. Elbette Her bir Kürdistan sehidinin Sahdetini Bir Roman dir ve arastirmaya degerdir fakat yuakarida siraladigim sebeplerden dolayi ve belkide TC Katillerinin Osmanli Tayfasindan sonra sinir disi olarak KUK cularina karsi gerceklestirdikleri ilk Eylemdir ondan dolayide önemi coktur. Calismalarinizdan Basarilar Saygi ve Hürmetler Azad

sayin berwarto ve h.hüseyin yildirim bu destansi olayi yeni nesillere birinci agizlardan aktardiginiz icin sizlere tesekkür ediyorum.kürdistan tarihinde bircok sahte kahramanlar yerine böyle gercek kahramanlarin yeni nesillere dogru bir bicimde anlatilmasi hepimizin bilmesi gereken bir gercektir.bu yasanilan karanlik sürece siz ve sizin gibiler projektör tutmalilar,calismalarinizda basarilar. sores

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.