Mirimiran ..!
Uzun zamandır yazılarımda belli bir politik perspektifi okuyucularıma vermek istedim. Tekrar sıralarsak: Milli haklarımızın kazanımlarının devrimci savunusuna rağmen reformist bir süreç içinde hakların ediniminin gelişmek zorunda kalındığını belirttim. Bu koşulların bize rağmen küresel ve bölgemizdeki yaşanan politik olaylar ile bağlantılı olduğunu ileri sürdüm. Hiç bir politik yapımızın da bu sürecin dışına kendini taşıyamadığını özellikle belirttim. Ayrıca milletimizin, politik kurumlarımıza rağmen daha çok bu sürecin bilincinde olduğunu dile getirdim. Eksikliklerimizi dile getirirken; reformist süreç karşısındaki “iktidarsız teorilerin ve bulanık söylemlerin” yaygınlığını, parçalı ve ayrık duruşlarımızın hiçte ideolojik ve politik bir duruş olmadığını ve hala yaşanan yeni süreci kavramayanların olduğunu ileri sürdüm. Artık yaşanan süreci açımlamak ve güncele dair duruşların ve politik girişimlerin ne olması gerektiği konularına değineceğim. Politik ve ideolojik olmayan ayrık duruşları da ayrıca sorgulamak gerekiyor.Kürt politik yapıların ideolojik ve politik bulanık görünümleri aslında milli mücadele tarihi boyunca yaşanmıştır. Dış saiklere binaen oluşan politik ve ideolojik arayışlar, dünyadan istediği siyasal taleplerinin karşılığını bulamayınca, böylesi karmaşık bir geçmişe sahip oldu. Günümüzde ülkemizdeki sömürgeci statükonun milletler arası boyutuna bağlı olarak yaşanan yine bu zemindeki değişimler ile politik yapılarımızın ideolojik ve politik tavırlarının şekilleneceği kaçınılmaz. Yakın geçmişte sömürgeci yapılaşmanın aşılması için siyasal kurumlarımızda oluşan ideolojik ve politik değişimlerin zorlanması pek bir yenilik yaratmadı. Üstelik halkımızın kavrayamayacağı ve sosyal yapısının oldukça ilerisinde; her şeyden soyutlanmış “birey özgürlükleri” temelinde ve yine halkımızın uzanmasına hala müsaade edilmeyen “bağımsızlık temelinde” söylemler ile yola koyulmak bir şey ifade etmedi. Gerçekçi olan, süreci kavrayan ve milletine iktidar olan aynı zamanda ülkemizin ve milletimizin gerçek özgürlüğüne yaklaşan politikaları üretmek gerekiyor. Her neyse, bu alanda denenmedik ideoloji ya da politika kalmamıştır. Geriye dönüp bakıldığında bu karmaşa ve zenginlik görünür. Gerçekte bu durumun bir kısmını, milletimizin dünyadaki yalnızlık bunalımları olarak adlandırırım. Kolay değil dünya ile paralellikleri yakalamak. Lakin ne dünya eski yerde, ne de milletimiz eski konumunda. Her şey özellikle “sosyalist kampın” çöküşü ve bölgedeki yeni statüko zorlamaları ile çok değişti. Gelişen teknoloji ve küçülen dünya ile artan ihtiyaçların karşılanması için yeni yönelimler ortaya çıkmaya başladı. Dünyada artan nüfus beraberinde yeni siyasal organizasyonları öne çıkardı. Tüm insan oğlunun ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının ve verimli arazilerin yetersizliği, bu alanları elinde tutan geri kalmış ülkelerde ki siyasal teşekküllerin organizasyonunu yeniden organize etme kaçınılmaz hale geldi. Üstelik bu gerici yapıların bölgelerinde yarattıkları siyasal istikrarsızlık; küçük emperyalist bölgesel girişimlerinin önlenmesi ve sürekli istikrarsızlık konusu olan ellerinde tutmaya çalıştıkları sömürgeci statükolarının ortadan kaldırılması elzem oldu. 92' Körfez Krizi ile başlayan olaylar beraberinde bölgeye milletler arası müdahaleyi gerekli kıldı. Geçmiş siyasal statükonun varlığının ortadan kaldırılacağının işaretini veren girişimler ile yeni bir süreç yaşanıyor. Güneyde ABD ile Kuzeyde AB ekseni ile gelişen demokratik reformist süreç içinde bir buluşma yaşanmaya başladı. Tarihinde ilk defa milletimiz, milletler arası alanda yalnızlığını bu süreçte kırdı. Maalesef politik yapılarımızın bir çoğu bu değişimi göremedi. Bir süre eski konumlanışlarında direndiler. Zamanla süreci kavrayarak, değişime ayak uydurmaya çalıştılar. Ne var ki, hala bu değişimi başarmış ve yaşanan sürece uygun politikaları sergilemiyorlar. Kolay değil, işe yaramaz olduğu artık bilindiği halde, yıllarca kurumlaştırılan ideolojilerden ve politikalardan vaz geçmek. Haliyle dilde bulanık –kıvıran- söylemler öne çıktı. Açık olunmadı. Düşünsel savunularda netliklerin ortaya çıkması için hala belli bir zamana ihtiyaç var.Değişimdeki atıllıklarımızın bir kısmı da bizim özgünlüklerimizden kaynaklanır. Hepimizde “mirlere mir olan mirlerin mirimiranlığı” düşüncesi ile gerici bir milli karakterimiz hep ola gelmiştir. (Haliyle kolay değil;“mirlere” dil uzatmak! Mirimiran da olmak istiyorsan hala bu dil geçerli. “Ağanın poxu üzerine pox mu olur looo..! deyip savaşı göze almalı..!” ) Açıkçası bu durumu, aşiret yapılanmasından millet yapılanmasına uzanmanın geçiş sürecindeki sosyalleşmemizin geriliklerine dair oluşuna ve milli sosyal evrimimizin geciken karakteri ile şekillenen bilinçlenme sürecinin çarpıklığı ve ben merkezli bencilliklerimize bina ederim.Aklı olan beri gelsin! Her siyasi örgütümüzün milli haklarını ararken hasımlarımıza karşı mücadele tarzı dışında duruş itibari olarak, birinin bir diğerinden farkının olduğunu kimse iddia edebilir mi? Edemez. Farklı bir ideolojik ve politik söylemi olup ta, bu farklılığını öne çıkaran ve bu doğrultuda faaliyet gösteren herhangi bir politik yapı var mı? Yok. Bu durum, kurumsal bir sorun yaratır mı? Evet. Milli duruşu zayıf kılar mı? Evet. Peki, mücadele biçimi bakımından farklılıklar milli taleplerdeki birliklere engel olabilir mi? Olamaz. Peki niçin böylesi en demokratik zeminde ittifaklar ve birliklerde ayrı duruşlar sergilenir? Bütün siyasi yapıların politik ve ideolojik olarak birbirlerine karşı herhangi bir ciddi mesafesinin olmadığını söyledik. Sürecin gereği olarak reformist politikaların önceliği ile hareket ettiklerini de belirttik. Bu noktada politik söylemde aynı olanların, mücadele tarzı itibari bakımından ayrılıkları talidir. Belirleyici ve öne çıkan politik taleplerdir. Peki, herkesin reformist benzer talepleri var iken, bu konuda neden birliktelikler ya da ittifaklar olmuyor? Olmuyor, çünkü, birileri “Baban beyi” olarak, birileri “Soran beyi” olarak kalmak istiyor.. Açıkçası Mirimiranlık! Burada bize rağmen bir duruşun olduğu da göz ardı edilmemelidir. Özellikle DTP ve onun paralelindeki diğer sivil kurum çevresi ile ilişkilerden kaçınan politik yapılarımız var. Bu sebeple ikili bir kümeleşme gelişiyor. Bir yanda DTP’ liler, öbür yanda diğer –barışçıl, demokratik!- politik yapıların birliktelikleri. En sıradan talepler için oluşturulmaya çalışılan işbirliklerinde dahi bu göze çarpmaktadır. Ortaya çıkan ayrılığın pekişmesi için, bu durum, ayrıca subjektif ve komplo teorileri süslenmiştir. Gerçekte ise, bir yapının diğer politik yapılar ile ilişkilerinde demokratik olmamasının dışında elle tutulur bir siyasi ayrılık ve ayrı durma gerekçesi gösteremezsiniz. Kesinlikle bu duruma karşı çıkılmalıdır. Asgari mili taleplerde bir araya gelmenin önemi, her kesime dayatılmalıdır. Demokratik zeminler olmaksızın birliklerin olamayacağı da belirtilmelidir. Bu anlamsız yaklaşımlar nedeni ile korkarım tarihte yaşanan parçalanmışlığımız nedeniyle kaybettiklerimizi şu zamanda bu türden kafasızlıklarla yaşayacağız. Peki ne yapmalı? Bu soruya yanıt vermenin kolay olduğu, yapılması gerekenin ise hayata geçirilmesinin zorluğu ortada. Lakin öncelikle belli bir düşüncenin beyinlerde yer alması da yadsınmamalı. En başta milli potada yer alan, asgari taleplerde bir araya gelebilecek her politik kesim ile bir araya gelmenin şartı politik talepler üzerinden alınmalıdır. Bu gün için ise, sürecin gereği olan reformist duruşlarda her milli politik yapı ile bir araya gelmenin ve işbirliğinde bulunmanın ayrıca demokratik zemini yaratılmalıdır. Demokratik zemin her kese dayatılmalı, bu bilinç egemen kılınmalıdır. Parçalı, çağ dışı duruşa neden olan “Mirimiranlık” özgünlüğümüzün politik önderliklerde ortadan kalkması için de, modern zamanların politik yapılarının oluşturulması hedeflenmelidir.