İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır. Bu risk birçok faktörü içerir. Birincisi, klasik enerji kaynaklarının birçoğu hesaplanan yaklaşık bir süre sonunda tükenecektir. İkincisi, bu tür kaynaklar çevre için büyük ve geri dönüşümü olmayan tehlikeler yaymaktadır. Üçüncüsü, klasik enerji kaynaklarının artan ihtiyacı ve gelişen teknolojiyi beslemekte yetersiz kalmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, gelişmiş ülkeler enerji çeşitliliğini artırmakta, yaymakta ve belli enerji kaynağı türlerine büyük oranlarda bağımlı olmamaya çalışmaktadır, yani “Yumurtalarının hepsini aynı sepete koyma“ felsefesine uygun düşünülmektedir. Batı gibi geçmişte petrol, günümüzde petrol/doğalgaz ve gelecekte doğalgaz bağımlısı olacak ülkelerin bugünü ve geleceği açısından bu felsefenin önemi daha da artmaktadır.
Çağımızda yeni veya yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği artmakta, bir kısmı ekonomik alternatiflik açısından değer kazanmakta, bir kısmı üzerinde ekonomik analizler yapılmakta ve her gün başka enerji kaynakları ortaya çıkmaktadır. Bu kaynakların neredeyse tamamının ortak yönü çevreye kısa ve uzun vadede olumsuz etki oluşturmamasıdır. Eğer Batı kendisini konvensiyonel enerji kaynaklarından kurtarırsa Araplar da çölde geberecektir inşallah.
Şimdi bu gerçeklerden yola çıkarak yazdığım “Letya“ romanım üzerinde kısaca duralım. Bilindiği gibi roman kesinlikle bir bilimsel eser değildir. Roman da, masalda vs. gerçeklik aramak beyhudedir, çünkü romanın özü kurgu ve fantezidir. Tabii gerçeklere dayanan romanlarda vardır ama örneğin masallarda sıkça dev, cin ve perilere rastlanır. Bunların hiçbiri gerçek yaşamda yoktur. Science-Fiction romanları da tamamen uydurmadan oluşur.
İsterseniz bu konuyu bir çoğunuzun gördüğü “Avatar“ filmini örnek gösterek açalım: Avatar, Titanik, Aliens, Terminator filmlerinin yönetmeni James Cameron'un senaryosunu yazdığı ve yönettiği, destansı bilim kurgu filmidir. Üç boyutlu (3D) sinema tenkniği ve son teknolojiyle çekilen film en yüksek bütçeli yapım olarak bilinmektedir. 18 Aralık 2009 tarihinde gösterime girmiştir.
Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Pandora adlı bir uyduda geçer. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, 3-4 metre uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na'vi halkına ev sahipliği yapmaktadır. İnsanlar, Pandora'nın havasını soluyamadıkları için, sinirsel bağlantı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na'vi karışımı Avatarlar üretirler. Felç olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully (Sam Worthington), bir Avatar olarak Pandora'da yaşamaya gönüllü olur.
Bir Na'vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora'yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na'vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur. Onu en çok etkileyen şey, en nihayetinde daha iyi bir beden içinde olup, felçli olan bacaklarını tekrar hissedip ( Avatar bedeninde ) eskisi gibi koşabilmesidir.
Zamanla Prenses Neytiri ile bir ilişki içine girdiklerinde, Jake artık insanların amacını tamamen unutup, Na'Vi direnişine katılarak organize bir şekilde insanlara karşı koyar. Daha sonra Na'Viler, Jake'in onlara ilk başlarda yalan söylediğini anlayınca onu öldürmeye kalkarlar ama en sonunda bu karardan vazgeçerler. Hikayenin sonu, Neytiri ve Jake'in tekrar buluşması ve Jake'in tamamen Avatar bedenin içine girmesiyle biter. (Wikipedia)
Burada ve klasik Science-Fiction filmlerinde de görüldüğü gibi filmin konusu tamamen kurgu, yani uydurmadır. Şimdi kim kalkıp böyle bir gezegen ve halk yoktur, siz bunu yaratamazsınız diyebilir? Romanın belli başlı tekniksel kriterleri var. Onları bilen istediği şekilde romanını yazar. Yok sen söyle ya da böyle yazmalısın diye bir kural yoktur. Çünkü sanatın kendisi kural tanımaz!
Benim Letya “romanı“nın 20. Bölümündeki enerji öngörüleriyle ilgili yapılan sözde eleştiriler de işte “sen bu konunun uzmanı değilsin bu nedenle konuşma hakkın yok“ denilmeye getiriliyor. Bu bence çok şaçma bir şey. Biz buralarda her gün politikadan bahsediyoruz. İçimizde kaç kişi politoloji okumuş ve bu dalda uzmandır? Biz politolog değiliz diye politik görüşümüzü belirtmeyelim mi? Her politikacı veya milletvekili politolog mu sanki? Siz insanların düşünmesini, konuşmasını mı yasaklıyorsunuz? Bir insan her istedigini –saçma da olsa- konuşmakta yazmakta serbesttir, çünkü konuşmak ve düşünmek bedavadır. Ben enerji bakanı veya uzmanı değilim ama romanda enerji ile ilgili yapılan -doğru veya yanlış- Letya'nın arkadaşı olan Vincent'in görüşleridir, ki bu görüşler de yukarıda enerji üzerine yazdığım paragraflarda da görüleceği gibi doğru olan çok şey vardır. Nedir bu doğrular? İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır. Şimdi bu yalan mı? Vincent'in yaptığı bu öneriler yanlış veya kurgu, yani uydurmada olsa felsefede ileri sürülen bir teori gibi tartışılır, insanı düşündürür. Zaten romanın amacıda budur: İnsanı düşündürmek! Yoksa bir romanla kimse devrim yapmak istemedi. Ben tüm bunları yazmasaydım örnegin böyle bir tartışma olur muydu?
Diğer bir hususta romanın didaktik olduğu söylemidir. Ben Avrupa'dan gerillaya katılmış bir Kürd/Alman kadının yaşamını konu ediyorum. Bu nedenledir ki onun geldiği toplumu, onu gerillaya götüren nedenler, onun içinde şimdi yaşadığı toplumu -ki bu toplumlar arasında dağlar kadar fark vardır- onun duygu ve düşünceleri, davranışları ve yaşam biçimi üzerinde de durmak zorundayım. Letya Almanya'da refah içinde yaşamasına rağmen büyük acılar içinde kıvranan bir Kürd kadınıdır. Letya neden böyledir? Letya neden her Alman kadını gibi her şeyi olduğu halde “mutlu“ bir yaşam sürdürmüyor? Letya'nın çektiği bütün bu acıların nedenini anlatmam gerekmiyor mu? Yok “Kürdler ile ilğili pargrafları çıkarında ondan sonra roman roman olsun“ demenin yine çok saçma olduğunu düşünüyorum, çünkü ben Kürdler ile ilgili paragrafları çıkarırsam o zaman roman klasik bir aşk romanından öteye gitmez ve buda benim amacım değildir, çünkü böyle olan yüzbinlerce trivial literatür vardır. Benim böyle bir şey yazmama gerçekten gerek yoktur.
Benim daha çok yapmaya çalıştığım bir Kürd kadını olan Letya'nın yaşam hikayesini anlatırken Kürd sorununu, bir Kürd kadınının Avrupa'da çektiği acıları ve ızdırapları derinden incelemek ve romanı bir araç olarak kullanarak derlemektir. Ben zaten sıkça belirttim ben klasik bir yazar falan değilim, klasik yazar olma onunla para kazanma diye bir derdim de yoktur. Geriye ne kaldı? Amacım. Nedir amacım? Kürd sorununu konu ederek bilince çıkarmak. Bu “roman“ ile ben hiçbir şey becermesem de hiç önemi yoktur. Çünkü benim hiçbir kaybım yok ama bu çalışmayla öğrendiğim çok şeyin olduğu kesindir. Ve esas olan da budur. Yoksa para, şan, şöhret, kariyer umrumda olmadığı gibi dünya klasik yazarlar arasında yer alma gibi bir derdim de yoktur.
Tarihi/politik romanlar okuyan benim ne dediğimi anlarlar. 1933-45 yılları arasındaki Nazilerin Yahudilere ve insanlığa karşı yapmış olduğu vahşeti konu etmiş ve büyük bir ustalıkla anlatılan tarihi/politik romanlar/filmler vardır. Örnegin Jonathan Little'ın 1400 sayfalık “Wohlgesinnten“ romanı gibi. Ben neden Kürdlere yapılan bunca vahşeti bir roman da anlatmayacağım ki? Bu roman iyi veya kötü olur. Benim kaybım nedir? Eğer iyi yazarsam başarılı olurum, kötü yazarsam gümbürtüye gider. Na und? Wenn schon! İnsan önceden öleceğini bilse mezarını kendisi kazar. İlkin hele bir işi yapıp bitirelim de gerisi kolaydır. Bitmemiş bir romanı, yazarını sevmediğiniz için eleştiri adı altında kötülemek art-niyettir ve etik değildir.
Ben elbette eleştiriye açığım ve yapıcı eleştiri yapanların kulu kölesi olur ve eleştirilerini kesinlikle değerlendiririm ama yıkıcı ve kötü eleştiri yapanlar benden kendilerini dikkate alacağımı beklemesinler, çünkü bu tür eleştiriler hiç umrumda değil. Benim bu yazıyı kaleme almamın nedeni bazı art-niyetli kişilerin Kürd forumların da bazı katılımcıların kafasını bulandırdıkları içindir. Bunlar objektif olup insanı geliştiren yapıcı eleştiriler yapacağına benim kişiliğimle anlaşılan olan problemlerini sözde eleştiri adı altında yaptığım işe karşı kinini kusuyorlar. Ben Letya'nin 20. bölümünü haftalar önce foruma astım. Peki neden o zaman sustularda ne zamanki yapılan hakaret ve küfürler dolayısıla bozuştuk o zaman sözde romanı eleştiriyorlar? İşte bu eleştiri değil, tam tersine gözü kör kötülükten başka bir şey değildir. Neyse; yazılarımı okuyan 100 kişiden bir ikisi de yan çizsin. Ne önemi var? Herkes beni sevecek değil ya? İnsanlar için dünyada çarmığa giden Hz. İsa'yı bile sevmeyen milyarlarca insan varken beni neden sevsinler? Gülü seven dikenlerine de katlanmalı! Ben bu gerçeğin bilincindeyim. Burada asıl önemli olan benim boş durmamam ve bir şeyler ile uğraşmamdır. Bir çocuk nasıl ki düşe kalka yürümeyi öğreniyorsa ben de deneye yanıla yaşamı öğreniyorum. Başarılı olursak iyi; olmasak ne yapacağızki? Bize ait olan dünyayı mı kaybedeceğiz? Benim tek bir isteğim vardır o da iyi bir roman yazmak, kariyer, şan söhret sahibi olmak değil, ülkemin özğürlüğü ve bağımsızlığıdır. Varsın benim romanlar da bütün romanlar içerisin de en kötüleri olsun. Bu beni hiçbir zaman üzmez! E a vida pa!
[url=http://alanlezan.net]alanlezan.net[/url]
PS.: Benim yaptığım hata yazdığım romanı bu konuda uzman olan kişilere değilde forumlarda herkesin bilgisine sunmak. Benim bunu yapmamın nedeni Kürdler için önemli siyasi bilgiler içeren bölümleri forumdaki arkadaşlar ile paylaşmaktı. Yoksa romanı bir iki bölüm sunarak tartışmak değildi.
Re: reaktion!!!