Kurumlarüstü oluşu münasebetiyle Cumhurbaşkanlığı'nın gönderdiği cevabı fazla garipsemiyorum ama Genelkurmay Başkanlığı ve Adalet Bakanligi'ndan gelen cevaplarin sordugum soruya “cevap“ vermedikleri asikardir. Ne Genelkurmay “Hayır, İmralı Cezaevi bizim kontrolümüzde değil“ diyor, ne de Adalet Bakanligi “Evet, İmralı Cezaevi bizim kontrolumuzdedir“ diyor! Öcalan Medyasi'nin “İmrali NATO'nun kontrolunde“ (http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=64403) iddiasindan yola çıkarak aynı soruyu NATO'ya da sordum. Cevap gönderirlerse sizlerle paylasacağim ama şuan İmralı ortada kalmış durumda; kimse sahip çıkmıyor. Hazır Abdullah Öcalan'ı köşe yazarı olarak İtalya'ya transfer ederken İmralı'yı da İtalya'ya mı versek! Aslında Öcalan'ın ODATV'ye transferini bekliyordum; neden anlaşamadılar acaba? Bu konuda, “derin ODA“dakilerin bizi bilgilendirmesini bekliyoruz.
Ortada ciddi bir durum var: Abdullah Öcalan İmralı Adası'ndan mesajlar veriyor, PKK'yi yönetiyor, savaşı kızıştırıyor vs... Bunlar bilinen ve zaman zaman yazılan şeyler. Pek fazla üzerinde durulmayan konu, Öcalan'ın bunu nasıl yaptığıdır. Suriye'de can güvenliği olmadığı için Türkiye'ye teslim olurken (yakalanmış gibi yapılması, derin-TSK Öcalan ve bir-iki yabancı ülke arasındaki plan gereğiydi) daha uçaktayken “Ne görev verilirse yaparım“ diyen (mahkemede de aynı şeyi tekrarlayan), bir fiske dahi yemeden örgütünün bütün gizli sırlarını devlete vererek itirafçı olan korkak birisi, İmralı Hapishanesi'ni kontrol eden kuruma/güce kafa tutması kesinlikli mümkün değildir. Bu durum ya İmralı'dan sorumlu olan kurumun ihmalkarlığından/acizliğinden ya da Öcalan'la olan işbirliğinden (Öcalan'i kullanmasından), yani ihanetinden, kaynaklanır... Her iki durumda da ortada büyük bir suc var; sucun büyüklüğünden dolayı Adalet Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ortaya çıkıp “İmralı'dan ben sorumluyum!“ demeye cesaret edemiyor, topu birbirine atıp oyalayarak unutturma taktiği uyguluyorlar.
Israrla “İmralı kimin kontrolunde?“ sorusunu tekrarlamam birçok insanı, özellikle İmralı'yı hem kontrol edip hem de kontrol ettiğini gizleyen (işlenen suçtan dolayı) kurumdaki kişileri çok rahatsız ediyor. Aslında benden rahatsız olmalarına gerek yok çünkü bu ve buna benzer sorulari ilk soran ben değilim; ben, unutturulmaya çalışılan bu soruları, önemlerine binaen gündemde tutmaya çalışıyorum sadece. Bu konuyu en çok merak edenlerden biri Fehmi Koru diğeri de Emin Çölaşan'dır. Fehmi Koru'nun (Taha Kıvanç ismiyle) yazdığı 21 Mayıs 2005 tarih ve “Çok soru, az cevap...“ başlıklı yazısı aynı sorularla birlikte ilginç ip uçları içeriyor (http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/MAYIS/21/tkivanc.html):
“Herkesin merak ettiğini sandığım ’Öcalan örgütünü avukatları aracılığıyla İmralı'dan nasıl yönetiyor' ve ’Bu rezalete kimler, niçin göz yumuyor?' sorularını, Çölaşan, ’devletin bu konuda en üst düzeyde yetkililerinden' dediği birine sormuş. Aldığı cevabı aktardı önceki gün: ’Biz daha önce bu adama göz yumduk ve kendisini kullandık. Çünkü ölümden korkuyordu. Son derece evhamlı ve korkak biri. Bizim telkin ve teşviklerimizle İmralı'da devletten yana mesajlar veriyordu. Örneğin sınırlarımız içerisindeki PKK'lıları bir süre Kuzey Irak'a çektirdi. Fakat olaylar öylesine gelişti ki, adam kontrolden çıktı. Palazlandı, moral kazandı. Mesajlarını özgürce verebildiğini anlayınca yön değiştirdi.'“
“Münafıklık ne haddime, bu açıklamayı olduğu gibi ’doğru' kabul ediyorum. Ancak yine de aklıma bir şey takılıyor: Öcalan hâlâ İmralı'da ve orada kalmaya devam edecek; vaktiyle kendisiyle ’kullanma' ilişkisi kuranlarla teması bitmiş değil yani... ’Mesajlarını özgürce verebilmesi' kendisini kullananların bilgisi dışında niye olsun ki? Acaba bu kez de farklı bir amaçla mı kullanılıyor Öcalan? Bu konuda soru çok, cevap azdır; her zaman öyle olmayacak ama...“
Fehmi Koru, Çölaşan'ın anlattığı hikayaye şüpheyle bakıyor, birilerinin Öcalan'ı kullanmaya devam ettiğini ima ediyor (Koru'nun bahsettigi Çölaşan'in 19 Mayıs 2005 tarih ve “Acı gerçek“ başlıklı yazısı http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=320460 adresinde okunabilir). Bana göre “ölümden son derece korkan, çok evhamli ve korkak biri“nin, yani Öcalan'ın, sonradan cesaretlenip patronlarına diklenmesi mümkün değildir. Çölaşan, üstdüzey askeri yetkilinin ifadeleriyle dezenformasyon yapıyor (o sıralar Öcalan ile ilgilenen hemen hemen bütün askerlerin şimdi Ergenekon ile ilişkisi tesbit edildiğine göre, bu dezenformasyonu yapan asker de büyük ihtimalle Ergenekoncudur).
Çölaşan'in, Öcalan'in İmralı'dan disariya mesaj vermesi ile ilgili yazdığı yazıları taradım. Konumuzla ilgili yazilarin ilgili bölümlerini aktararak Çölaşan'ın Genelkurmay'daki cuntacilar hesabina nasıl dezenformasyon yaptığını göstermeye çalışacağım. 1 Temmuz 1999 tarih ve “Ne yapmalı!“ başlıklı yazısında (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-88872) “Apo duruşmalarda barıştan yana olduğunu hep vurguladı. Eğer hayatı bağışlanırsa barış için çaba harcayacağını söyleyip durdu. Hatta ’Bu konuda PKK'ya sözüm geçer' gibi laflar da etti. Şimdi önünde bir fırsat var. Ya da bu fırsat ona verilmeli. İmralı'dan bir çağrı yapsın ve örgütün silah bırakmasını sağlasın“ ifadeleriyle Öcalan'in İmralı'dan konuşmasını teşfik ediyor (İmralı'daki yargilamaya gazeteci olarak katilanlar arasinda Çölaşan da vardi).
15 Temmuz 1999 tarih ve “Neyin affı?“ başlıklı yazısında (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-91197) “Yaşamını İmralı'da sürdürmekte olan Apo'nun avukatları, onun adına çok ilginç açıklamalar yapıyor. İmralı dönüşünde söyledikleri sözler dün basında yer aldı“ ve 3 Mart 1999'daki “Apo ziyaretçileri“ başlıklı yazısındaki (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-66118) “Acaba Apo işkence gördü mü? Görmediği kanısındayım. Niye yapılsın ki!.. Daha enselendiği anda bülbül gibi ötmeye ve Türk milletine övgüler düzmeye başlayan bir teröristin nesine işkence yapacaksınız!“ ifadelerinden, Çölaşan'in, Öcalan'in avukatlari aracılığıyla İmralı'dan mesajlar vermesinden fazla rahatsızlık duymadığı anlaşılıyor.
14 Ocak 2000 tarih ve “Ne olacak?“ başlıklı yazısındaki (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-125952) “Adam İmralı adasında sanki bir idam mahkûmu değil, oraya tatil yapmaya gitmiş bir vatandaş! Her gün ötüyor ve yumurtladığı laflar da avukatları tarafından bütün dünyaya medya aracılığı ile yayılıyor (...) Siz Avrupa'yı da bırakın bir yana, dünyanın herhangi bir cezaevinde idama mahkûm olmuş, ama her gün demeçler veren, mesajlar gönderen birini gördünüz mü, duydunuz mu? Böyle bir kepazeliğe dünyanın hiçbir ülkesinde izin verilmez (...) Neyse, eğer bu devlet devletse, Apo'nun ötmesine artık bir son vermelidir. Eğer avukatları bu durumu kötüye kullanıyorsa, onlara da engel olmalıdır. Bunlar avukat mıdır, yoksa katilin açıklamalarını bütün dünyaya iletmekle yükümlü basın sözcüsü müdür? Ortada devletin bir aczi mi var, yoksa buna bilerek mi göz yumuluyor?“ ifadeleriyle Öcalan'in disariya mesaj vermesinden rahatsiz duymaya basladigini belli ettirmeye çalışiyor ama sorumlu olarak hükümeti veya Genelkurmay'ı adres göstermiyor.
19 Ocak 2000 tarih ve “Ötmeye devam!“ başlıklı yazısında (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-127132) şunları yazıyor: “Apo İmralı'dan ötmeye devam ediyor. On binlerce insanın kanına giren bu adam her gün avukatları aracılığı ile siyasal mesajlar vermeyi sürdürüyor. Burada defalarca yazdım. Bu bir rezalettir. (...) Bu adamın İmralı'dan böyle özgürce ötüp örgütünü yönetmesine izin vermek, bizim devletin aczini gösteriyor. Başbakan (Ecevit) bile ’Orasını siyaset kürsüsü olarak kullanamaz' derken, adam şakır şakır konuşup sinir bozmaya devam ediyor. Kafamda kuşkular var. Bu adamı acaba bizim devlet mi öttürüyor? Buna özellikle mi izin veriliyor? Ama öyle olsaydı Ecevit o sözleri söyler miydi? Ya da bunun söylemediği sözleri avukatları mı söylemiş gibi gösteriyor?“
“İstanbul Barosu eski başkanı Turgut Kazan, avukatların bu yaptığının suç olduğunu, baroların derhal soruşturma açması gerektiğini söyledi. Barolar ne yapıyor? Türkiye bu kadar aciz bir ülke mi? Bugün PKK açıkça İmralı'dan yönetiliyor. Bir hükümlüye ve avukatlarına böylesine haklar dünyanın hangi ülkesinde, hangi cezaevinde verilmiştir? Bunlar avukat mıdır, katilin siyasi kuryesi midir? Sabancı'nın katil zanlısı Fehriye Erdal'ın Belçika cezaevinden sesi çıkıyor mu? Çakıcı Fransa cezaevinden konuşabildi mi? Bizim cezaevlerimizde kime bu olanak sağlanmıştır? Ayıptır yahu! İnsafa gelin de, milletin sinirini daha fazla bozmayın. Ya da, devlet bizimle oyun oynuyorsa, işin içinde gizli hesaplar varsa, bunu bilelim.“
Goruldugu gibi, bu yazida da Öcalan'in İmralı'dan PKK'yi yonetmesinden dolayi Emin Çölaşan'in kaleminden ne hukumete ne de Genelkurmay'a yoneltilen bir suclama var (hatta Basbakan Ecevit'in masum oldugunu ima eden ifadeleri var; bununla, saniyorum, hukumetin bu konuda yetkisiz/aciz oldugunu, asil sorumlunun baskasi oldugunu ima ediyor, ama bildigini sandigim sorumlulari da bile bile aciga vurmuyor).
18 Agustos 2000 tarih ve “Ahmet Bey'e Apo ovguleri“ başlıklı (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-175947) yazida zamanin Cumhurbaskani Ahmet N. Sezer'in PKK yayinlari tarafindan ovulmesini elestiriyor. İmralı konusunda da şunları yazıyor: “Bir parantez açayım. Bu Apo İmralı'dan nasıl ötüyor? Buna kimler nasıl izin veriyor?“ Yaziyi “PKK, Türkiye'nin cumhurbaşkanını öve öve bitiremiyor, göklere çıkarıyor! Birileri çıkıp yukarıda somut olarak belgelediğim şu hadiseyi bana bir anlatsın. Lütfen, istirham ediyorum... Çünkü ben anlamıyorum!“ ifadeleriyle Öcalan'in İmralı'dan konusmasindan dolayi imali olarak Sezer'i sucluyor (yani, Öcalan'i, elestirdigi kisi ve kurumlara karsi kullaniyor; bundan sonra birçok ornegini görecegiz).
30 Mayıs 2002 tarih ve “İdam ve Kürtçe“ başlıklı yazısında (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=75228) şunları yazıyor: “İmralı'da tek başına, uysal bir kuzu gibi oturan ve gerektiğinde devlet tarafından kullanılan bu kişiliksiz ve korkak adamın dirisi, ülkemize çok daha yararlıdır.“ 15 Haziran 2002 tarih ve “İdam“ başlıklı yazısında (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=78603) su ifadelere yer veriyor: “Bu adam bir korkak, bir zavallı (...) Enselendikten sonra İmralı'da bülbül gibi öttü. Örgütle, kendisi ve yakın çevresiyle ilgili ne kadar bilgi varsa, güvenlik güçlerine iletti. Hangi ülkelerden ve kimlerden nasıl yardım gördüklerini, paraların yerini bir bir anlattı. Yargılama aşamasında ötüşünü sürdürdü. Şimdi İmralı'da kuzu gibi yatıyor. Bildiği her şeyi devlet görevlilerine anlatmayı sürdürüyor.“ 4 Agustos 2002 tarih ve “AB gerçekleri“ başlıklı yazısında da (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=89103) Abdullah Öcalan'in İmralı'da yaşamasınin Türkiye'nin çıkarına oldugunu, 1 Aralik 2002 tarih ve “Teror bitti OHAL bitti“ başlıklı bu yazısında ise (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=112832) Öcalan İmralı'da, “bülbül gibi ötmeye, bildiği her şeyi devlet görevlilerine anlatmaya devam“ ettigini yazıyor. Kisaca, Öcalan'in devlet (bunu “asker“ olarak okuyabiliriz) tarafindan kullanildiginin farkinda ve bu durumdan memnun gorunuyor Çölaşan.
Çölaşan, “Öcalan, özellikle son iki yıldan bu yana örgütünü İmralı'dan yönetiyordu“ ifadesiyle bu konuda dikkatleri ve suclamalari AK Parti Hukumeti'ne cevirmeye çalışiyor. Oysa Çölaşan, Öcalan'in PKK'yi İmralı'dan yonettigini, AK Parti Hukumeti kurulmadan çok once, ta 1999'lardan beri biliyor (yukarida verdigim yazilarina bakilabilir). Numune olsun diye 19 Ocak 2000 tarih ve “Ötmeye devam!“ başlıklı yazısındaki “Bu adamın İmralı'dan böyle özgürce ötüp örgütünü yönetmesine izin vermek, bizim devletin aczini gösteriyor“ ifadesini verebiliriz. Apoletli patronlarinin suclarini ortbas etmek icin kendisini yalanlamaktan bile cekinmeyen bir “embedded yazar“la karsi karsiyayiz. Çölaşan bu... 12 Eylul darbesinden sonra iskencehaneleri gezip “iskence miskence yok, hucreler çok rahat“ gibi raporlar yazarak darbecilerin iskencelerini ortbas etmekten utanmayan birisinden bahsediyoruz!
Bu yazi kime ait ve nereden alinmis kaynagiyla verilmesi gerekmi