بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 26 October 2008

Sokak Gösterileri, Genç Subaylar ve “İmralı Kralı Çıplak!“
25 Oct, 2008 05:52:00
Cevdet Akbay

Kucuk: Lo Apo, patrondan (GK) yeni stratejiler getirdim...kara dosyada
Öcalan'ı kullanarak PKK'ya silahlı çatışmayı alevlendiren, Dağlıca ve Aktütün baskınlarında olduğu gibi PKK'nın engelsiz eylem yapmasını sağlayan derin-TSK umduğu sonucu alamayınca şimdi silahlı çatışmanın yanında 12 Eylül'den önce faydasını çok gördüğü sokak çatışmalarını da devreye soktu. Öcalan'a, “Bana fiziki şiddet uyguluyorlar“ dedirterek Kürd gençlerini sokaklara dökerek olayları alevlendirmeye çalışıyorlar.

Sokak Gösterileri, Genç Subaylar ve “İmralı Kralı Çıplak!“

“İmralı Kralı“ndan kasdım Abdullah Öcalan değil, İmralı'yı kontrol eden derin-TSK'dir; Öcalan ise o “Kral“ın sıradan bir vazifelisidir. Nasname olarak o “Kral“ın kirli maskelerini indirdik, indirmeye devam ediyoruz; kral artık çıplak! Kral (derin-TSK) ve kralcıların (derin-PKK) Nasname'yi hedef almalarının sebebi kimyalarını çok acaip şekilde bozduğumuzdandır. Rahatsızlık verdiğimiz biliyoruz, rahatsız etmeye devam ediyoruz.

Yıldıray Oğur'un Taraf Gazetesi'ndeki “Woodoo Öcalan“ başlıklı yazısında (22 Ekim 2008: http://www.taraf.com.tr/makale/2350.htm) dikkatimi en çok çeken bir kesitini tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum:

“İmralı Adası 1999'dan beri askerî bölge. Adanın kontrolü tümüyle askerlerin elinde. Bakmayın Adalet Bakanı Şahin'in ’Araştırdık, Öcalan'a kötü muamele yok' açıklamasına. Sivillerin pek sözünün geçmediği bir yer İmralı. Mesela Adalet Bakanlığı müfettişleri istedikleri zaman adaya gidip, istedikleri yerde kontrol teftiş yapabilirler mi? Pek sanmıyorum. Hele bir baskın teftiş herhalde söz konusu bile değildir. Bin türlü yazışması vardır. İmralı'da yaklaşık 600 kişi çalışıyor. Daha doğrusu adayı sırf Öcalan için bir tabur dolusu asker bekliyor. Ve o 600 kişinin tek işi Öcalan ile ilgilenmek. Adada aşçılar bazı hizmetliler dışında sivil görevli de yok. Öcalan tümüyle askerlerin kontrolünde yaşıyor. Gelip gidenlerin kaydı da bir tek askerlerde var.“

Üzerinde mutlaka durulması gereken, hatta hergün kendi kendimize hatırlatmamız gereken, bilmeyenleri bilgilendirmemiz gereken çok önemli bir hakikat vardır: İmralı Adası 1999'dan beri TSK'nin kontrolündedir! Uzun süre dile getirilmeyen, dile getirilmekten çekinilen hakikat artık sesli olarak dillendiriliyor. Bunda Nasname olarak bizim rolümüzün büyük olduğunu söylemek sanıyorum hakkımız.

Son birkaç senedir bu gerçeği ısrarla vurguluyoruz. Geçenlerde Ahmet Altan, Yasemin Çongar gibi Taraf'in ileri gelenlerine bu konuda uzun bir mesaj gönderdim. Yıldıray Oğur'un konuya eğilmesi Taraf'in olaya ciddi olarak eğildiğini gösteriyor. Bundan sonra daha detaylı bir şekilde, belki bir dosya şeklinde gündeme getirmelerini arzu ediyor ve bekliyoruz. Bu sorun sadece biz Kürdler'in değil, hepimizindir. Ancak hepimiz elele verip bu sorunun üstesinden gelebiliriz.

Geçen sene dindar kesimin (yani “Benim cenah“ın) cesur elemanı Vakit'in bazı yazarlarına da göndermiştim (Zaman ve Yeni Şafak'in bu gibi hassas konulara dokunmaya hazır değiller), Abdurrahman Dilipak'ın “Evet, aslında herşey çok açık. Bazı şeyler, herkesin bildiği bir sır gibi“ cevabından başka ciddi bir yankı bulmadı. Demek ki bazı şeyler gerçekten de “Herkesin bildiği bir sır.“ Cesur insanlar bile o şeyler hakkında yazıp çizemiyorlar.

Nasname olarak biz bu gibi sırları ifşa etmek, gerçekleri bütün çıplaklıklarıyla ortaya çıkarmak istiyoruz. Bu gibi gerçeklerin ortaya çıkartılması çok büyük hayatlari, özellikle biz mazlum ve mağdur Kürdler'in hayatını kurtaracaktır. Bu hakikatın herkes tarafından bilinmesi, terörün kim tarafından kontrol edildiği ve Kürd Sorunu'nu kimin kangrenleştirdiği gerçeğini de beraberinde açığa çıkaracaktır.

Onun için bu can alıcı, canlar alıcı gerçeğin sıklıkla gündeme getirilmesi gerekiyor. Birkaç senedir takip ediyorum, etmeye devam edeceğim. Bu gerçeği takip etmemiz kral ve kralcıların kimyasını bozduğunu biliyorum; ne yapalım masum insanların, özellikle bu kirli ilişkilerin kurbanı olan Kürdler'in istikballeri bozulacağına varsın onların kimyaları bozulsun.

TSK-Öcalan ilişkisini kurcaladığımız için her iki tarafın kimyasını bozduğumuzu şuradan anlıyoruz: Bu tür gerçekleri yazdığımızda derin-TSK, güdümündeki tetikçilerini hemen üstümüze gönderiyor. Ya sitemizi çökerterek ya da kalemşörlerini devreye sokarak bizim söylediklerimizi inkar ettirmeye çalışıyorlar. Bizi susturmak için her yolu deniyorlar. Mesela TSK hakkında yazdığım onca yazı arasından İmrali-TSK ilişkisini işlediğim bir yazıdan dolayı gözaltına alındım, davam devam ediyor; beni susturmaya, sindirmeye çalışıyorlar (beni şikayet edenin Vatan Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu olduğu bilgisine ulaştım; bana gönderdiği bazi e-maillerindeki bilgiler bu bilgiyi doğrular mahiyette).

Mesela, 8 Temmuz 2007 tarihli “Askeri Cuntanın Ünlü Kalemşörü!“ başlıklı yazımda da yazdım (Nasname) bir daha tekrarlamak istiyorum; 4 Temmuz 2007 tarih ve “Genelkurmay ve İmralı Karargahları ve Sınır Ötesi Operasyon Israrı!“ başlıklı yazımda “İmralı Adası kimin kontrolünde? 780 bin 580 kilometre kare olan Türkiye'nin yüzde 85'ini (aslında yüzde 92'si, CA), yani 663 bin 493 kilometre kareyi kontrolü altında bulunduran Jandarma'nın, yani Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, yani Genelkurmay'ın (....) İmralı Adası'nda görevli bine yakın kişi içinde sadece iki sivil kişi varmış... Adalet Bakanlığı'nın sözü geçmiyor orada, Hükümet'in etkisi sıfır“ diye yazmıştım.

Sadece iki gün sonra (aslında ABD ile Türkiye arasındaki zaman farkını hesaba kattığımızda bir gün sonra) 6 Temmuz 2007 tarihli ve “Muhalefet bunları niçin sormuyor?“ başlıklı yazıda Emin Çölaşan'a, “Öcalan'ın yattığı yer İmralı cezaevi. Orası doğrudan Adalet Bakanlığı'na, yani hükümete bağlı. Adanın sadece koruması askerler tarafından yapılıyor“ diye yazdırdılar (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6839549&tarih=2007-...). Beni bire bir yalanlamaya çalıştığına dikkat buyurunuz. Bu tesadüftür, yazımla alakası yoktur diye düşündüm önce, fakat yazıyı bir bütün olarak ele aldığımda Çölaşan'ın Nasname'yi yalanlamak için harekete geçirildiğine kanaat getirdim.

Mesela, sözkonusu yazımda, “Örgüte atamaları Öcalan yapıyor, ateşkesleri o bozuyor, savaş emrini o veriyor (...) Abdullah Öcalan, faaliyetlerini TSK'nin kontrolündeki İmralı'da yürütüyor... PKK'lılar onun emriyle yeni bir terör furyası başlatıyor... İmralı'dan sorumlu Yaşar Büyükanıt Paşa ise her terör cinayetinden sonra Kuzey Irak'a kükrüyor!“ diye yazmıştım. Buna karşılılık Çölaşan'a şunlar yazdırılmış: “Abdullah Öcalan, örgütünü Adalet Bakanlığı'nın sorumluluğunda olan İmralı cezaevinden yönetiyor. Taktik veriyor, talimat veriyor, görüş bildiriyor... Ve biz şehitler veriyoruz. Bu rezalet hepimizin gözleri önünde sürüp gidiyor.“

Mesela, yazımda, “Öcalan'ın ’basın açıklamaları,' yani görüşme notları rahatlıkla dışarı sızdırılabiliyor. Şimdiye kadarki notlar cok rahat bir ansiklopedi doldurur...“ diye yazmıştım, Çölaşan'a şöyle yazdırmışlar: “Avukatlarıyla saatlerce konuşuyor. Onlara demeç veriyor. Avukatlar İmralı dönüşünde Öcalan'ın açıklamalarını kendi medyalarına -belki abartarak, belki olduğu gibi- anlatıyor.“

Emin Çölaşan, Ergün Poyraz, Yalçın Küçük gibi zevatın TSK tarafından beslendiğini biliyoruz. Çölaşan'ın “Minik kuş“u aslında Genelkurmay idi. Ergün Poyraz'ın bütün kitapları TSK tarafından kendisine sızdırılan bilgilerden oluşur. Önce bilgileri sızdırıp sonra o bilgileri delil göstererek Refah Partisi'ni kapattırdılar! Aynı şeyi AK Partisi için de denediler fakat AK Parti biraz daha erken davranarak derin-TSK'nın elindeki bu JITEM ajanını içeri aldırdı. Yalçın Küçük'ün derin-TSK maaşlı ajanı olduğunu, derin-TSK adına Öcalan'i yönlendirdiğini biliyoruz.

Tansu Çiller gibi cömez siyasetçilerin Abdullah Öcalan'a suikast planladığını haber alan derin-TSK, Yalçın Küçük aracılığıyla Öcalan'a haber verdiğini biliyoruz. Aslında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş'in 1998'de Suriye'ye kükremesi Öcalan'a “Kaç evladım, seni öldürecekler. Suriye'de can güvenliğin yok, gel sana İmralı'da çok güvenli bir karargah hazırladık. Seni kaybetmek istemiyoruz, bize lazımsın“ mesajı veriyordu. 1984 yılında silahlı mücadele başlatan, 30-40 bin kişinin ölümüne, milyonlarca Kürd'ün perişan olmasına, binlerce köyün yakılıp yıkılmasına sebep olan, devletin bir trilyon dolarına (daha önce 500 milyar dolar olarak biliyorduk, meğer bir trilyondan fazlaymış) mal olan Öcalan'in Suriye'de olduğunu yeni öğrenecek kadar ahmak değildi Ateş.

12 Ekim 2008 tarih ve “Koç, Doğan ve Ergenekon... Veli ve Yalçın Küçük, Abdullah Büyük!“ başlıklı yazının en başında şöyle yazmıştım (http://www.nasname.com/Yazarlar/cakbay/1949.html): “Küçükler bir araya gelmiş Öcalan'ı büyütmeye çalışıyorlar. Veli Küçük, PKK ile savaşıyor gibi yaparak, Yalçın Küçük de disinformasyonla... Ergenekon Medyası da Yalçın Küçük'ün palavralarını kamuoyuna yayarak bilgi kirliliğini halka yaymaya, Abdullah Öcalan'ı sempatik göstermeye çalışıyor.“

15 Ekim 2008'de, yani yazımdan üç gün sonra Vatan Gazetesi'nden Volkan Beyde'ye konuşan Küçük aynen şunları söyledi (derin-TSK ona söyletti tabi) (http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=15.10.2008&Newsid=2036...): “Hem AKP, hem Barzani internetleri bütün dünyada, 'Ordu, Ergenekon... Yalçın Küçük'ün Ordu ile ilişkileri var...'. Atv kaç gündür aynı şeyi söylüyor. Sizin gazeteyle de ilgili olarak Barzani Kürtleri, 'Rahmi Koç, Aydın Doğan, Yalçın Küçük, bir de Ordu...', böyle bir bağ varmış şeklinde yayın yapıyorlar.“

Yalçın Küçük, adeta başlığını da vererek 12 Ekim tarihli yazımı kasdediyor. Patronu derin-TSK ile kuklaları arasındaki ilişkiyi deşifre ettiğimiz için bize kızgın. Bizi “Barzani Kürtleri,“ Nasname'yi de “Barzani interneti“ olarak sunuyor; aklınca bazı yerlere hedef gösteriyor. Ben şahsen Barzani'yi haklı davasında desteklemekten onur duyarım. Her zaman haklının yanında olduğum gibi haklı davasında elbette ki Barzani'nın yanında yer alacağım; almaya devam edeceğim. Haksız olduğu zaman onun da karşısında olacağım ama hiçbir zaman derin-TSK ve Öcalan'la bir olup Barzani'ye vurmayacağım.

Derin-TSK hesabına, Irak'ta bir Kürdistan Devleti'nin kurulmasına engel olan Abdullah Öcalan'ı destekleyecek kadar alçalmayacağım. Öcalan ve derin-TSK güdümündeki derin-PKK'nın bütün enerjilerini Irak'ta bir Kürdistan'ın kurulmasına engel olmak olduğunu artık biliyoruz. Küçük, bizi de kendisi ve dostu Öcalan gibi kiralık olmadığımız için küplere biniyor; aklınca “Barzanici“ diyerek bize hakaret ediyor. Asıl bize “Öcalancı“ deseydi hakaret kabul ederdik.|

Şimdi gelelim derin-TSK ve kiralık tetikçilerinin kimyasını bozan can alıcı gerçeklere.

Birinci can alıcı ve kimya bozucu gerçek: Eğer Öcalan TSK'nin kontrolündeki bir cezaevinde bulunuyor ve PKK'yi oradan yönetiyor, ortalığı karıştırıyor ise ve bütün bu yapılanlar suç ise kontrollerindeki Öcalan'a engel olmayan TSK da bu suça ortaktır.

İkinci can alıcı ve kimya bozucu gerçek: TSK hem PKK ile mücadele ettiğini söylüyor hem de PKK lideri Öcalan'ın kendi kontrollerindeki İmralı Adası'ndan PKK'yi yönetmesine, terörü tırmandırmasına göz yumuyor. Bu durumda TSK, ya Öcalan'a engel olamayacak kadar acizdir ya da PKK'yı yönetmesine kasıtlı olarak engel olmuyor; askeri darbeye zemin hazırlaması için silahlı eylem ve şiddet olaylarıyla kaotik ortam oluşturmak için onu kullanıyor.

Üçüncü can alıcı ve kimya bozucu gerçek: Teslim olmayı kabul edip Türkiye'ye getirildiğinde (peşine suikastçı takıldığı için derin-TSK'daki patronları can güvenliğinden endişe ediyorlardı, Türkiye'ye getirip çoğu subay 700 civarında asker tarafından koruma altına aldılar) bir fiske dahi yemeden klasörler dolusu itirafta bulunan (yani “itirafçı“ olan; hatta ilk avukat görüşmelerine bakıldığında devletin getirdiği “İtirafçılık“ haklarından yararlanmak istediğini de görürüz), örgütün bütün gizli bilgilerini çok detaylı bir şekilde devlete veren, bütün arkadaşlarını ispiyonlayan birisinin TSK'ya rağmen PKK'yi yönettiğine hiç kimseyi inandıramazlar. Bütün icraatları ve söylemleri TSK'nin bilgisi dahilindedir; hatta denebilir ki, TSK'nın teşfikiyledir.

Dördüncü can alıcı ve kimya bozucu gerçek: derin-TSK ile derin-PKK aynı amaca hizmet ettiklerinden birbirlerini hedef almıyorlar (sadece hedef alıyor gibi yapıyorlar). Öcalan'ın, AK Parti'ye, Nasname ve Selim Çürükkaya gibi muhaliflerine, Barzani ve Talabani'ye verip veriştirirken TSK aleyhinde bir kelime dahi sarfetmemesi Öcalan'ın derin-TSK hesabına çalıştığını gösteriyor. Aynı şekilde, PKK'nın eylemlerinden dolayı Barzani'yi ve DTP'yi hedef alan, kendi beceriksizliklerinin faturasını AK Parti'ye kesen derin-TSK'nin bir defa dahi olsun Öcalan'ı suçladığına şahit olamazsınız! Öcalan'ın sözleriyle galeyana gelen kandırılmış gençlerin “Katil Erdoğan“ pankartları açıp çatışmanın birinci dereceden sorumlusu İlker Başbuğ'u ve TSK'yi hedef almamaları; Diyarbakır'ı ziyaret eden Erdoğan'ı protesto ederken aynı şehre giden Başbuğ'un aynı muameleye tabi tutulmaması dikkat çekicidir ve derin-TSK ile derin-PKK arasındaki ilişkiyi gösteriyor.

Öcalan TSK'nin Woodoo bebeği midir bilemiyorum ama derin-TSK hesabına çalıştığı bir gerçektir. Derin-TSK onu konuşturarak olay çıkartırıyor, çıkartılan olayları bahane ederek Kürdlere hayatı zindan eden, faili meçhul cinayetlerinin kaynağı olan OHAL'i geri getirmeye çalışıyor. Woodoo bebeği iradesiz bir bez parçası iken Öcalan iradesini gönüllü olarak derin-TSK'ya teslim etmiş, onun hesabına ve lehine, Kürdler'in aleyhine çalışan iradesiz bir görevlidir.

Beşinci can alıcı ve kimya bozucu gerçek: Yakalandığı Ecevit döneminde hükümet aleyhine hiçbir ifadesi yok iken, AK Parti iktidara gelip AB yolunda iyileşmeler yapmaya başlayınca 2004'te ateşkesi bozdurup şiddet olaylarını başlatması “Darbe Günlükleri“ ile paralellik gösteriyor. Bu da Öcalan'ın, 2004'te “Sarıkız“ “Ayışığı“ gibi darbe çalışmaları yapan Ergenekoncu generallerin hesabına çalıştığını, Ergenekon'un bir üyesi olduğunu gösteriyor. Yani derin-PKK, “Derin devlet“in tetikçisi ve cinayet şebekesi olan Ergenekon'un taşeron örgütü ve kiralık tetikçisidir.

Her bir üyesinin elinde yüzlerce masum ve mazlum Kürdün kanı olan Ergenekon Çetesi hakkındaki davanın başladığı bu günlerde Öcalan'ın “fiziki şiddet“ gördüğü iddiasını dillendirerek (ki bunu da TSK'nin bilgisi belki direktifiyle dışarı sızdırmıştır) kargaşa ortamını oluşturularak dikkatleri Ergenekon Davası'ndan uzaklaştırması, tetikçisi olduğu örgüte destek çıkmak olarak algılanıyor. Ergenekon Medyası yaptığı haberlerle davayı küçümseyip sulandırmaya çalışırken derin-PKK da çıkardığı olaylarla Ergenekon davasını gölgede bırakmaya çalışıyor. Çünkü hem Ergenekon Medyası'nı kontrol edenler hem de derin-PKK'yi yönetenler davanın seyrinde kendileriyle ilgili kirli gerçeklerin şu yüzüne çıkacağını biliyorlar. Kirli ilişkilerin gizli kalmasını sağlamak için işbirliği yapıyorlar.

Altıncı can alıcı ve kimya bozucu gerçek: Öcalan'ı kullanarak PKK'ya silahlı çatışmayı alevlendiren, hatta Dağlıca ve Aktütün baskınlarında olduğu gibi PKK'nın engelsiz eylem yapmasını sağlayan (baskın olacağı daha önceden bilindiği halde önlem alınmadığını, baskın esnasında saldırı altındaki askerlere zamanda yardım gönderilmediğini, acemi ve çelik yeleksiz askerlerin bile bile kurban edildiğini Taraf yazdı, artık hepimiz biliyoruz) derin-TSK umduğu sonucu alamayınca şimdi silahlı çatışmanın yanında 12 Eylül'den önce faydasını çok gördüğü sokak çatışmalarını da devreye soktu. Öcalan'a, “Bana fiziki şiddet uyguluyorlar“ dedirterek iradelerini, derin-TSK'ya çalışan Öcalan'in cebine koyan iradesiz Kürd gençlerini sokaklara dökerek olayları alevlendirmeye çalışıyorlar. Bu olayları planlayan, alevlendiren, sevk ve idare eden bizzat derin-TSK tarafından görevlendirilen Ergenekoncu “Genç subaylar“dır.

Derin-TSK'nın, Ergenekoncu Şener Eruygur'un düzenlediği “Cumhuriyet Mitingleri“ne sivil elbise giydirilmiş 50-60 bin civarında askerle destek olduğunu Ergenekon Dosyaları'ndan öğrendik. 12 Eylül darbesi öncesindeki çatışmaların genç subaylar tarafından çıkartılıp alevlendirildiğini biliyoruz. Dağlıca ve Aktütün baskınlarının iç yüzünü, bile bile kurban verilen cenaze namazlarının içlerinde askerlerin çoğunlukta olduğu Ergenekoncular tarafından sivilleri yuhalama, apoletlileri alkışlama sahnesine dönüştürüldüğünü biliyoruz. Hakimleri hizaya getirmek için bomba patlatan apoletlileri biliyoruz.

Şimdi Öcalan'ı, kontrollerindeki İmralı Adası'ndan PKK'yi yönetmesine müsade eden, “Fiziki şiddet“ söylemiyle sokak çatışmasını alevlendirerek 12 Eylül gibi bir darbe hazırlığında olanların derin-TSK olduğunu biliyoruz. Biliyoruz, çünkü yüzde yüz TSK'nin kontrolünde olan İmralı'da bir fiziki şiddet varsa sokağa dökülenlerin TSK'yi protesto etmesi gerekirdi oysa TSK değil siviller hedef seçiliyor. Zaten sokak çatışmalarının ön saflarında bulunan Ergenekoncu “Genç subaylar“ın derin-TSK'yi hedef almaları düşünülemez. Öcalan'ı ilah olarak gören, iradelerini yitirmiş Kürd gençleri ise kullanıldıklarının farkında değildirler.

Biz “Kral çıplak“ diyoruz, demeye devam edecegiz. “Kral“ ve soytarılarının maskelerini düşürüp kimyalarını bozuyoruz. Bunu mazlum ve mağdur herkes için, özellikle bu kirli savaşın en büyük kurbanı olan Kürdler için yapıyoruz; bu kirli savaşın bitmesi için yapıyoruz. Şuurlu Kürd gençleri bu kirli insanların mali olan bu kirli savaşın parçası olmamalıdırlar. Sokak gösterilerine katılırken en öndekilerin boynundaki künyelere dikkat etsinler, onların birer resmi görevli olduğunu görecekler. Kendimizi kullandırmayalım. Beraber olup bu kirli savaşı sona erdirelim. Bu kirli savaşın ortağı olmayalım.
25 Ekim 2008

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.