بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Türkiye gerilimli ve heyecanlı bir yerel seçim süreci yaşarken çevremizde de önemli gelişmeler oluyor. Geçtiğimiz hafta buradan bakınca "Kuzey Irak" denilen, oradan bakınca "Irak Kürdistanı" olarak adlandırılan bölgede önemli bir toplantı yapıldı. "Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak". Yani Türkiye ile Irak Kürdistanı arasındaki ilişkileri masaya yatırmak... Toplantıyı Fethullah Gülen Hareketi'ne yakınlığıyla bilinen Abant Platformu, Selahattin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü birlikte düzenlemişti. Gitmeyi istediğim halde gidemediğim o toplantı diğerleri gibi yine önemli tespitlerin yapılmasıyla sonuçlandı. Irak Kürdistanı'nın başkenti Erbil'de düzenlenen toplantıya Türkiye'den yüze yakın aydın, gazeteci ve bilim adamı katıldı. Toplantı sonrası ortak bir mutabakat metni yayınlandı. O metinde altı çizilmesi gereken çok önemli tespitler vardı: Birkaçını buraya almakta yarar var. - Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki münasebetlerin geliştirilmesi sadece iki tarafa değil bölgeye de barış ve istikrar getirecektir. - Tarih, coğrafya ve kültür, Türk ve Kürt halklarını kardeş kılmıştır. Bize düşen bu kardeşlik bağlarını güçlendirmektir. - Etno-milliyetçilik üzerinden kurulan her türlü politika reddedilmektedir. "Konsolosluk mutlaka açılmalı" Ticaretten, eğitime pek çok alanda ikili ilişkilerin geliştirilmesi istenen o mutabakat metninde çok çarpıcı bir nokta daha vardı: Dünyanın 12 önemli ülkesinin Irak Kürdistanı'nda konsolosluğu veya temsilciliği varken, yanı başındaki komşusu, üstelik kardeş ülke Türkiye'nin konsolosluğu yoktu. Yazar Altan Tan bu eksikliğin önemini bir televizyon kanalında şöyle dile getiriyordu: "Türkiye bir an önce orada bir konsolosluk açmalı. Bu ilişkilerin iyiye gitmesi açısından tarihi önemde bir karar. Bu TRT 6 olayından çok daha önemli." Önümüzdeki kısa vadede Ortadoğu yeniden şekillenecek. Türkiye şimdiden o güne hazırlanmalı. Aslında Erbil'de Türkiye'nin konsolosluk açması bir iyi niyet gösterisinden öte, tarihin de, coğrafyanın da dayattığı, hatta içinden geçtiğimiz küresel sürecin zorunlu kıldığı bir şey. Cengiz Çandar dünkü yazısında bu gerçeği çok net biçimde ortaya koydu: "Türkiye'ye uymuyor mu? Kürdistan ile Katalunya'yı, Irak ile İspanya'yı birbirine bağlayan bir jeopolitik halka, Türkiye'nin bir ucu Kürdistan'ın Zagros dağlarına dayanan Şark'ın büyük devleti, diğer ucu Batı Akdeniz'de Katalunya'daki Barselona'yı etkileyen, Doğu Roma'nın mirasçısı bir Akdeniz gücü olduğunu görmeyebilirsiniz. Ama Türkiye AB'de olmadan Batı, Balkanlar ile Kafkasya buluşabilir mi? Avrupa parantezi Türkiye olmadan kapanabilir mi? Biz, Ukraynalılar, Gürcüler, Sırplar, Arnavutlar gibi Avrupa kapılarında değiliz. Bir ayağımız içeride. İkincisinin de girmesini, Erbil'dekiler ve en önemlisi Diyarbakır'dakiler de istiyor." Abant Platformu bir kez daha Türkiye'nin en kritik ve kırılgan meselesine ışık tutan bir çabaya imza attı. Doğrusu onların bu çabasını başta DTP çevresi olmak üzere bazı kesimlerin görmezden gelmesini anlamakta zorlanıyorum. Sahi 'barışı ve geleceği birlikte arama'nın kime ne zararı var? Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.