Değerli Aso Zagrosi,
Kek Mancel'in yazısına iliştirdiğim bir önceki notta, Ermeni Soykırımı'nın ve soykırıma kürtlerin katılımının, bölgedeki askeri hareketliliğin ve 1. Dünya Savaşı'na yol açan ihtilafların eşliğinde ele alınması gerektiğini belirterek aşağıdaki paragrafı yazmıştım.
[b]1915 yılı itibarıyla; Enver Paşa'nın 1916'dan itibaren Ruslara karşı süreceği 250 bini Allahu Ekber dağlarında mevta olan sayısı 600 bin civarındaki Osmanlı ordu birlikleri, ayrıca Cemal Paşa'nın bilahare Hicaz, Yemen, Filistin ve Suriye'nin savunması için emrine verilen yaklaşık 500 bin kişilik kuvvet, ilaveten jandarma birlikleri, silahlandırılmış sivil memurlar, paramiliter yapıya sahip Teşkilat-ı Mahsusa o gün için Diyarbakır, Mardin, Halep, Urfa, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Muş vilayetlerinde konuşlanmış olup tahkimat oluşturmakta, askeri tatbikatlar yapmaktadır.[/b]
Sizin aktardığınız bilgiler, benim yazdıklarımla örtüşmesinin ötesinde konunun berraklığa kavuşması için önemli bir katkıdır. Kek Mancel'in yazdıklarıyla birlikte ele alındığı zaman soykırım günleri gerçeğinin daha bir netlikle anlaşılmasına imkan sunuyor.
O günün koşullarında Osmanlı'nın toplam nüfusu 14 milyon olarak hesaplanıyor. Ermenilerin Osmanlı içindeki varlığı yaklaşık 2 Milyon ermeniye tekabül ediyor. Kürtlerin soykırım gerçekleştirilen yörelerdeki nüfus toplamı ermenilerin nüfusundan daha kabarık değil. Kürtler 1915 yılında, 1496 yılından 1750 yılına kadar süren Celali direnmelerinin soykırımlarla bastırılması, 1820'lerden itibaren de mireliklerin tasfiye edilmesi sürecinde kesintisiz soykırımlar dönemlerini yeni "ikmal" etmiş durumdalar. Soykırımlar daha sonra da sürecektir, konuyla ilgili görünmese de kürtlerin 1915 ve sonrası sistemli yoketmelere maruz bırakıldıkları gerçeği atlanarak ermeni soykırımındaki konumları ve sorumlulukları sorgulanamaz.
İbrahim Paşa'nın bile "soykırıma katılmadığı halde talan yapmak zorunda kalması" tartışmalar esanasında foruma yansıdı. Zaman zaman 100 bin silahlı biraraya getirebilen Milan aşiretler konfederasyonun lideri sahip olduğu silahlı güçlere rağmen tehdit altında boyun eğmek zorunda bırakılıyor. Mazaretini açıklaması zaten durumun farkında olan büyük güçler tarafından kabul ediliyor. Gerçek budur.
Yörede toplam varlığı 4 milyon civarında seyreden iki mazlum halkın karşısına o günün modern ve ağır silahlarıyla donatılmış, alman kurmaylarınca yönetilen milyonluk ordu çıkarıldığı yetmezmiş gibi devletin paramiliter güçleri de atbaşı kol geziyor. Dahası, "herhangi bir çocuğun yaşamına dahi mehamet göstermeye yeltenecek sivil ve askeri kadroların cezalandırılıacağına dair" emirnameler ortada. Kürtler, ensesine silah dayanmış bir vaziyette icbar olunuyor. Buna rağmen devlet kürtlerden istediği sonucu istihsal edemiyor. İki milyonluk bir kürt kitlesi düşününki sayısı 1 milyonu geçen modern bir ordunun işgali altında "ya işbirliği-ya ölüm" denerekten üçüncü bir seçenek bırakılmaksızın tehdide baş eğdirilmek isteniyor. Bu durumda olan insanların çaresizliği, ilaveten karşısındaki güçlerin kararlı zorbalığı ve acımasızlığı değil, kürtlerin "çapulculuğu" tartışma konusu yapılıyor. Yüzeysel ve realitenin uzağında seyreden bir hafifliğin esas alınmakta olunduğu muhakkak.
Bu yaklaşımın imalı bir şekilde hedef aldığı kesim ise 1925 direnişi ve sonrasında 1940'lara kadar uzanacak direnişler zinciri içerisinde önderlik eden kadrolardan çapulcu armaya koyulmasıdır. Bu yorumun uzanacağı başkaca hiç bir sonuç yoktur. Bunlar arasında "alnı ak olan-olmayan" ayrımına gidilmesi, sonraki kürt soykırımlarında yaşamını kaybedenler için 3. Enternasyonal Kongresi'nde "kemalizm dişlerini sarığın ve karnuvustanın boynuna geçirdi" diyen Türkiye delegesi Orhan'ın kürt direnişlerinde yer alanların katlini mazur ve makul sebeplere dayandırma amacına ilaveten, kemalizmin kürt soykırımları karşısında dayandığı uydurma gerekçelerle de tam bir uygunluk içerisindedir.
Kürtlerin geçmiş olaylara at gözlüğünden ve hele kemalizmin gözlüğünden bakmak mecburiyetleri yoktur. Senin ve Kek Mancel'in verdiğiniz bilgilerde bu durumun fazlasıyla farkında olduğunuzu ortaya koymanız takdirin üzerinde bir doğruluğa sahiptir. Tebriklerimi sunarım.
Ayrıca, 1914 sorumlusu olan Bitlis Mutasarrıfı Mazhar Müfit Kansu'dur. Bitlis ayaklanması ve Ermeni soykırımındaki rolü dolayısıyla terfi ettirilerek vali yapılmıştır. Kemal'in üniformasını çıkardığında giyecek sivil elbiseleri olmadığından bu mutasarrıfın elbiselerini giyerek Erzurum Kongresi'ne katıldığını biliyoruz. Aynı şahıs Halid Begê Cibrî'nin muhalefet ettiği Erzurum Kongresi'nin hazırlayıcıları arasındadır.
İsmet İnönü, İttihat ve Terakki'ye 1906 yılında katılmakla birlikte 1907 yılında İttihat ve Terakki'nin Edirne temsilcisidir.
Hürmetlerimle.
Kısa notlar