Skip to main content
Submitted by Rêvebir_D on 23 March 2014

Siyasi partiler ve benzeri organizasyonlar demokrasinin varlığı ile yaşamın devamlılığının teminatıdırlar. Sınıf ve tabakaların temsilcileri biribirilerinin varlığına saygı ile ifade olunurlar. Ülke işgali ya da topyekün milli çıkarlar söz konusu olduğu zaman farklılıklar rafa kaldırılır. Ortak sorun için zorunlu birlik ile stratejik hedefler belirlenir. Doğal olarak öncelikle milli ittifaklar sonra milletler arası birliktelikler sırayla gündemdeki yerini alırlar.

Ülkeler veya milletler arası ittifaklar ancak dünyanın veya evrenin global dediğimiz sorunları için mümkündür. Sosyalistlerin ittifakı, İşçilerin birliği, liberallerin ortaklığı, demokratların konsensusu dahası çevrecilerin-kadınların-doğayı ve dünyayı korumak isteyenlerin oluşturdukları birliklere bir güçle katılım sağlanır. Kapitalizmin tahripkar vahşetinden ve Faşizm gibi totaliter sistemlerden korunmanın çareleri ve müeyyideleri ortak karar haline getirilir. Halkına zulmü reva gören, devletlerarası ilişkileri hiçe sayan, komşu ülkeye askeri güçle kendisini kabul ettirmeye çalışan güçlere karşı Birleşmiş Milletler veya Avrupa Topluluğu gibi güçlerle cevap verilir ya da NATO vb. bölgesel ve evrensel askeri ortaklılıkların denge politikaları ile caydırıcılık da sağlanabilinir. Bir yığın aksak ve eksiğine rağmen, tarihten gelen olumsuz pratikleri de göz önüne alarak izah edecek olursak; devletlerarası ilişkileri düzenleyen yasalar ikili ilişkiler dâhil imza altına alınan ortak deklarasyonlarla sağlanır.

Devleti tarif ederken hep ‘hakim sınıfların baskı aracıdır’ der işin içinden çıkarız. Hangi zaruretten doğdu, tarihten gelme deneylerle bu aygıt hangi süreçlerden geçti? Toplumsal ilişkileri, insanlar arası birlikte yaşama yükümlükleri için bir gerekçe var mıydı? Sorularını çoğaltmadan ve sıradan cevaplara sığınmadan önce Devletin Kurallar bütünlüğünden oluşan bir organizasyondan başka bir şey olmadığını özellikle belirtmekte yarar var. Devlet diliyle yasa dediğimiz bu kaide ve kurallar manzumesi ülkeler arası hükme bağlı olarak uygulama şansını evrensel meşruiyet olarak elde ederler. Eflatun’dan günümüze ‘çağdaş devlet’ şeklini benimseyen; ben devletim diyebilen ülke ya da milletlerin anayasal ve yasal varoluş şeklini dünyaya ıspat etme zorunluluğu vardır.

Bir toprak parçasını çevirmekle ülke olunamıyor, insan kalabalığından da millet olunamıyor ise Anayasa ve yasaların varlığıyla da devlet olunamaz. Kanunları esas alan, özellikle de devletin üstünlüğünü savunan bunu da halka karşı yasalarla kurallara bağlayan devlet şeklinin adı faşizmden başka bir şey değildir. Devlet olabilmenin ön şartı bir ülkeye ve millete ya da milliyetlere sahip olmanın yanı sıra devamlılığı da gerektirir, yurttaşlar arası güvenirliliği – yasalar önünde eşitliği – inanç ve milli kimliklerde özgürce var olmayı zorunlu kılar. Özcesi bir hükmi şahsiyet olan devlet varlığını bir arada barındırdığı hamisi olduğu şahıslara karşı sorumlu kurumdur ve bir rejimle yönetilir.

Bugün bizim Türk Devletinin egemenliğinde yaşadığımız baskı şekli ‘hakim sınıfın baskısı’ değildir. 100 yıldır yapay etnisite olarak yaratılan Türk ırkçılığının baskısıdır. Yanısıra dinsel-sınıfsal-kültürel-cinsel baskılardan da güç alarak varlığını sürdürür; ancak hiçbir şey Türk olmanın önünde düşünülemez. Varlığını farklıların (şu an yaşanılan özellikle Kürd halkının ) inkarına dayandıran Türk Devletini evrensel meşruiyet ilkeleri ile izah etmenin imkanı yoktur; devlet olabilmenin şartlarını yerine getiremeyen bu yapılanmanın hüküm edebilecek dirayete de sahip olmadığını görüyor yaşıyoruz. Türk Egemenlik Sistemini Faşist bir yapılanma olarak da değerlendiremeyiz; çünkü faşizmin de güç aldığı sınıf ve tabakalar vardır, uyguladığı yazılı hükmünden bahsedilir. Faşist diktatörlüklerde zulmün ve zorbalığın da uygulama yöntemleri çiğneyemeyeceği yasalarla belirlenmiştir. Hatta diyebiliriz ki en katı, en sert, en tavizsiz ilkeleri faşistler uygular.

Türk Devleti ibaresini bilerek kullandığımı kuşkusuz fark etmişsiniz. Egemen anlayış ve bu yapıyı kabullenenlerin kullandığı ‘Türkiye Cumhuriyeti’ belirlemesi doğru değildir. Ortada ne ‘Türkiye’ diye meşru bir ülke, ne de ‘Cumhuriyet’ diye her hangi bir yönteme dayalı mevcut bir rejim yoktur. Kürdlerin -Ermenilerin-Rumların-Lazların-Çerkezlerin-Süryanilerin vb. etnik ya da dini farklılıkları yok ederek veya yok sayarak zorla dayatılan Türk’e ait ülke anlamında kullanılan tabir öncelikle bir dayatmadır yaşayan diğer halkların rızası alınmadan konulmuş bir isimdir diğer milletlerin rızasına dayanmadığı için de meşru değildir. Cumhuriyet diye bahsi geçen rejime gelince her şeyden önce bu topraklarda yasal şekle bağlı bir uygulamadan bahsedilemez ki bir de ad biz koyalım. Yasalarının, anayasasının evrensel meşruiyet ilkelerinin olmadığı var olan şekliyle de hukuk sisteminin kurulamadığı, yer yer silahın ve askeri vesayetlerle çete tarzı yönetimle gasp edildiği, ekonomisinin efendilerin keyfi doğrultusunda şekillendirildiği, rüşvetin-hırsızlığın-yolsuzluğun uygulandığı baskıcı uygulamalarda 100 yıldır ilkeli bir yaşam şekline şahit olan çıkmamıştır. Eğer uygulananların adına bütün bunlara rağmen Cumhuriyet diyorsanız onu da siz bilirsiniz. Tarif etmekte mahir olduğumu sanmıyorum ancak bu ucubeye TÜRK DEVLETİ demekten başka doğru kelime bulamıyorum. Bu belirlemeyi doğru bulmayan sorunu sistem içi arayışlarla çözme mantalitesindeki arkadaşlara önerim söz konusu ülkeyi ‘Türk Devleti’ olmaktan çıkartıp ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ya da beğendikleri başka bir isimle tabir yerini bulacak şekle dönüştürerek uygulayacaklarsa niteliğini de değiştirmeyi unutmamalarını öneririm.

Türk Devleti derken varlığı evrensel hukuk normları ile belirlenen bir sistemden bahsetmiyoruz. Devleti kutsamayı esas alan insanüstü bir nitelikle düşünen yapının ilkelerinin de kalıcılığı ve belirleyiciliği yoktur. Asker ya da sivilin kullanabildiği silahın gücü ile hangi kanat çetesi planlarını yapabilmiş ise iktidara (parlamento başta olmak üzere ordu-polis – yargı organları ve ekonomiyi oluşturan yapılanmalar) oturur, ancak devletin asıl sahibi değil, emanetçisi olduğunun bilincindedir. Türk Egemenlik sisteminin asıl sahipleri kozmik odalarda planlar yapan, ” Encümeni Daniş” lerle istişare yürüten ordunun denetimine sahip ABD ile değil CIA ile iyi ilişkileri olan Beyaz Türk’ten efendiler ekonomik dayanağı çarkın dönüşüne daima hakim TUSİAD’ la koordineli yürütür.

Türk Devletinde parlamento yasa çıkarma fabrikası gibi durmadan işler, 100 yıllık ‘Atatürk kanunları’ yenilenmez, daha dün koyduğu yasayı kaldırır yerine birden fazla yeni yasa koyar. Yasama organıdır ya doğan ihtiyaca göre değil paşanın fermanına göre işler, yasa koyucu efendisinin sözündedir, noterlik görevi Cumhur Başkanındadır; garibim çoğunlukla fonksiyonsuz işlevsiz; işi sırf gösteriş olan bir şahsiyettir, bir diğer adı da Çankaya noteridir, üstüne üstlük tabu bir makamdır, özenle Kemalist kriterlere göre seçilirler.

Türk Devletini ele geçirmeye çalışan çeteler arası mücadelede parlamentoyu ve aynı zamanda yargı sistemini elinde bulunduran kanat ‘Ergenekon’ diye bir yapılanmadan bahsetti. 1980’li yılların ortalarından itibaren yaklaşık 30 yılda işlenen tüm suçlardan sorumlu çoğu ordu mensubu üst rütbeli subay-general düzeyinde ( Genel Kurmay Başkanı dahil ) – profesör-parti başkanı ya da yöneticisi ve bürokrattan oluşan darbeci katliamcı-soykırımcı kirliliği artık gizlenemeyen elemanlarını 8-10 cezaevinde müebbet ceza ile tuttuktan sonra yargılananların davası sonuçlanmadan tutukluluk süresini 5 yıla indirerek serbest bıraktı. Mademki devlet görevleri ifa ediyorlardı niçin bu görev şinas suçsuz insanları aldınız bunca yıl yatırdınız? Yok, suçluydular diyorsanız nasıl yargıyı sonuçlandırmadınız, bıraktınız bunca katili toplumun içine, iplerinden sıyırarak salıverdiniz? Katili ile birlikte yaşama devam eden bir toplumu hayal etmek çok zor, yönetenler bıraktığınız seri katillerin yüzlercesini kontrol altında tutmayı nasıl başarıyorsunuz? diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Devlet bireyle toplum arasında, milletle ülkesi arasında ilişkileri düzenleyen hizmet kurumudur. Hizmetkar kutsanamaz; kutsansa kendisinden hizmet beklenemez. Bu sosyolojik belirlemenin Türk devletinde çarpık şekillerde uygulandığına şahit oluyoruz. Bireye-milletlere-dinlere-mezheplere-cinsiyetlere-doğaya vb.’ nin inkârı imhası dahil olmak üzere haklarına karşı ihtiyat haline gelen suçlar Devlet adına ve çoğunlukla da yasalara dayandırılarak işleniyor. Roboski’de 34 Kürd gencini ‘sınır ihlali’ gerekçesi ile askeri jetlerden yağdırdıkları bombalarla parçalayan devlet suçunun mahkemeler karşısında cevabını veremiyor, olay uluslararası mahkemelere intikal etmiştir. ‘Vatandaşım’ dediği şahsı devletin görevlisi ve silahı ile öldürdüğü; 12 yaşındaki Ceylan Önkol-12 yaşındaki Uğur Kaymaz-15 yaşındaki Berkim Elvan ve Kürdistan’da kısa bir süre içinde adını sayamayacağımız 576 çocuğu öldürüyor sorumluluk yüklenmiyor. Yaklaşık 30 yıldır Kürdistan’da yasadışı kurulan ve maaşı ‘örtülü ödenek’ ten ödenen JİTEM- operasyonel MİT – Korucu ve İtirafçı timlerince katledilen binlerce insanın failini gizliyor. Uluslararası mahkemelere intikal edebilen binlercesinin ise sonuçları devlet sorumluluğunda gerçekleştiği tespit edildiği için toplam milyarlarca dolar tazminata mahkûm oluyor. Kıbrıs ı işgal ediyor, Rumların mallarına el koyuyor, ayrıcalıklı kişilere peşkeş çekiyor, neticede milyonlarca Euro tazminata mahkum oluyor. İşkencehanelerde öldürüyor- hapishanede katlediyor-korumasında silah altına aldığı askerini ‘kaza kurşununa’ intihara ölüme sürüklüyor, içerdeki mahkemeleri ört bas ederken olay Avrupa insan hakları mahkemesine intikal ederse tazminat ödüyor. Benim vergimle bana karşı suç işledikten sonra yine benim paramla bana ödeme yapıyor. Bu utanmazlığı yeryüzünde ancak Türk Devleti yapabiliyor.

Devlet denilince can-mal ve özgürlüklerin teminatı diye anlaşılamıyor da canının-malının ve özgürlüklerinin ihlalini yapan kurum diye varlık gösteriyorsa vasfını kaybetmiş, meşruiyetini yitirmiştir. Kim ki bu suçlu kurumun içinde yer alırsa, kim ki bu suçlu kurumla ortak olursa suçuna da ortaktır. ‘Türkiyeliliği’ savunan ve kurtuluşu bu devletin çatısı altında gören Kürdistan’ın siyasi yapılanmaları federasyon ya da özerklik talebiniz aynı zamanda yukarda bir kısmını sırlamaya çalıştığım suçlara iştirak talebinizdir. Keza ortak mahkemelerinde tazminata mahkûm ettikleri Türk Devleti ile Avrupa Birliği çatısını paylaşma projeleri yine bu suçlara ve bu suçlu devlete ortak olma projeleridir. NATO askeri ittifakı içinde yer alan(Başta ABD olmak üzere) ülkeler eğer bu ortaklığınız devam ediyorsa yukarda kısmen saydığım suçlara da mazlumlar ve mağdurlar adına ortak sayacağız ve sorumlu addedeceğiz.

12.03.2014

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.