Devlet merasimiyle düzenlenen iki ayı geçkin açlık grevlerinin ve Paris cinayetinin küllerinden yeniden yaratılan A. Öcalan’ın (MİLLİ dediği) MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile (Devletle) birlikte hazırladığı A.Öcalan imzalı “barış” bildirisi kuryeler aracılığıyla 2013 Amed Newroz’un da okunması için yola çıkarıldı! Tabi yola çıkan “barış” bildirisine mistik bir hava verilmesi için bin bir dereden elekle su taşımaya çalışan siyasi ip cambazları hemen devreye girdiler. Akabinden Türk solu ve liberaller de teşrif buyurdular devlet kervanına. Korku! Bir garabet havası içinde kaval çalınmaya başladı. Eğer bu “barış” bildirisi okunmazsa işte tamda dananın kuyruğu koptuğu gibi kıyamette orada kopacak!
Her tarafta “barış” gülleri açmaya başladı, ne hikmetse benim penceremde açan güllerden kan sızıyordu toprağa! Kürdistan üzerinde her yarım saate bir uçuş yapan savaş uçaklarının estirdiği terör, silahsız savunmasız Kürt avına çıkmış askeri komandoların ani baskınlarıyla uykuları kasaturalanan çocukların çığlığında “barış” gülleri lüle lüle açıyordu!
Sömürge Kürdistan’da askeri işgalin devam ettiği ve etmesi için temel direk M. Kemal Atatürk aşkıyla milli misak-i’nin korunması için A. Öcalan imzalı devlet bildirisi Amed’e ulaştı! Binlerce insan koyun koyuna yan yana iç içe geçerek boş alanlara sığmaya çalışıyordu büyük bir saygı ve heyecanla. Gözler kürsüye çevrilmiş, heyecan son haddine vardığı bir noktada sanki Qazi Muhammed kürsüye çıkacaktı..Her şey bir an olup o eski tarihe düşüyordu “Kürd Milleti şu anda Özerk Kürdistan Cumhuriyeti kurulmuştur!” diyecekti göndere çekilmiş Kürdistan bayrağının altında. Oysa beklenen ne Qazi Mihemed’i ne Miralay Halid Beg’e Cibri’ydi ne Ararat Kartalı İhsan Nuri paşa idi. Devletin eğip bükerek biçimlendirdiği bir adamının eliyle yazılmış onun ağzıyla okunan bir bildiriydi. Çanakkale şehitlerinden, İslam kardeşliğinden, Kurtuluş Savaşı’ndan girip 1920 Meclisinin kuruculuğundan çıkınca derin bir uğultu ve arkasında çok ağır bir sessizlik çöktü. Birden bire tok yemiş gibi sendeledi kalabalık. Devlet yanlısı insanlar, liberaller, Türk solcularının dışında hiç kimse okunan “barış” bildirisini alkışlamadı!
Bildirinin her satırı okundukça bin yıllık bir esaretin boynundaki zincirlerin nasıl ağırlaştığını, “barış” adına alınlarında patlayan küfrün ne kadar kahredici olduğunu, yüz yıldır Kürdistan’da uygulanan vahşi zulmün, yapılan katliamların, İstiklal mahkemelerinin kurdurduğu darağaçları, kanlı yenilgilerin sonucunda yaşanan acı sürgünlerin, Dersimde, Zilan deresinde, Ağrı’da karnında bebeleriyle kasaturalanan genç gelinlerin, Diyarbekir zindanında Hayâları burulan militanların, sorgusuz sualsiz Roboski de bombalanan genç çocukların kanlarını yutamadı, yutkundu yutamadı 2013 Amed Newroz’u! Fakat PKK yuttu tüm bunları, yuttu kırk bin Kürt ölüsünün varlığını, on yedi bin faili (belli)meçhul Kürt siyasi militanını civan ömrünü ve en kötüsü Kürdistan Ulusal Kurtuluşunun tüm mevzilerinin parçalanmasını sağladı otuz yıllık “silahlı kargaşayla.
Bugün gelinen nokta da Kuzey Kürdistan bölgesi Kürt hareketinin içerden ve dışarıdan kuşatma operasyonu otuz yıldır sürdürülen kirli savaşın sonucunda yeniden çizilen bir çerçeveye oturtma mücadelesi hay huy içinde devam ediyor.
Bu çizilen çerçeve PKK’nin oluşumuyla başladı ve bu çerçevenin yerli yerine oturması bir otuz yıllık kirli savaşın sürdürülmesini gerektirdi. Bu kirli savaşın adı ilk adımı Bağımsızlık sloganıyla atıldı ve ardından Filistin’de Suriye’nin gizli istihbarat örgütü olan Elmuhaberatın desteğiyle askeri kamplar oluşturuldu. Bekaya açılmanın bedeli ise Güneybatı Kürdistan’ı yok sayılması ve orada Baas partisinin kanlı iktidarına karşı gelişecek herhangi bir Kürt Hareketine izin verilmemesiydi. Ki Kuzey Kürdistan’da böyle bir görevi vardı ve aynı görevini Suriye’de de sürdürmesinin önünde hiçbir engel yoktu.
Güney Kürdistan bölgesinde yer edinmesinin koşulu olmadığı için dışarıdan kuşatmanın yolu içerden kendine destek sağlamanın olanağı YNK ile mümkündü ve YNK ‘sosyalist’ bir parti idi ve ulusalcılığı KDP Kadar ağır basmıyordu! Üstelik YNK’nin Suriye devletiyle ilişkileri de iyiydi o yüzden bu durum PKK için biçilmiş kir kaftandı. YNK – PKK ittifakının başka bir macerası daha vardı ve hiç kimsede bunu nasıl bir macera olduğunu sorgulayamadı, daha doğrusu düşünemedi. YNK – PKK ittifakı PKK’ye Kürdistani bir ‘örgüt’ olduğu imajını yarattı ve yaratılan bu imaj sonucu gerek Orta-Doğu da gerekse Avrupa’da muazzam bir örgütlülüğe ulaştı, ulaşılan bu muazzam örgütlülüğün ardından bağımsız Kürdistan mücadelesi çıkacağı korkusunu duyan Başta Sömürgeci Türk devleti olmak üzere diğer sömürgeci devletler olan İran ve Suriye’yi ürkütmeye başladı. PKK’nin Kürdistanileşmemesi için onun Suriye’nin desteğiyle ehlileştirilmesi için Özal döneminin MİT Müsteşar yardımcısı Hiram Abas’ın Şam çıkarması gündeme geldi ve ardından M. Ali Birant, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük Şamdan Bekaya yolcu oldular. Hiram Abas ve ardındaki kervanın gayreti sonucu TC devletinin istediği uygulamalar hayat bulmuştu. TC açısından sorun iç duruma müdahale ederek buna uygun hale getirmekti.
PKK’nin yürüttüğü eylemler sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’da sürdürdüğü kanlı eylemlerle örtüşmesinden rahatsız olan ve bu yanlışlara karşı çıkanlar hain, kendi dışında olanlar ise işbirlikçilerdi! Bu ‘hain ve işbirlikçi’ slogan etrafında günden güne yoğunlaşan kitleler PKK’nin Kürdistan’ın bağımsızlığı Kürt ulusunun özgürlüğü için mücadele ettiği noktasında ikna edilmişti. Artık, Kürt siyasi kadro ve aydınları da baş döndürücü bir şekilde kan taşıyordu ve bu kan taşıyıcı kervanın arkasında Türk solu ve Türk Devletinin askeri kanat kısmından oluşan gizli elemanları vardır!
PKK kan aldıkça Kürdistanı değerlere saldırıyor, tarihi kendisiyle başlatıyordu. 1925 Kürt ulusal hareketini karalıyor önderlerinin İngiliz ajan olduğu, Türk sömürgeci devletinin argümanıyla gerici bir hareket olduğunu kitlelerin bilincine kazıyordu. Kürdistan’a özgü ne varsa, Kürt ulusuna ait ne değerler varsa tek tek raflardan indirilip çamura atılıyordu. Kürdistanı renkler emperyalizmin işbirlikçilerinin yarattığı şeylerdir. Asıl PKK’nin yarattığı renkler özgürlük hareketinin kurtuluş renkleri olduğu söyleniyordu. TC Faşist hareketinin taşıdığı üç hilal gibi PKK de üç renk taşıyor; taşıtıyordu tabanına! O bir yanda ise Kürt siyasi kadro ve aydınları ise baş döndürücü bir şekilde PKK’ye kan taşıyordu
Ve15 Şubat 1999! Öcalan, Kenya’dan Türkiye’ye getirilirken:“Ben ülkemi severim. Annem de Türk’tür. (…) Ben Türkiye’yi seviyorum. Ve Türk halkını da seviyorum. Onlar için iyi hizmet edeceğime inanıyorum. Fırsat verilirse yaparım.” Diyen Öcalan’ın İmralı sürecindeki yeni görevi Kürtlere M. Kemal’i ve M. Kemalin icrası olan Türkiye Cumhuriyetini sevdirmekti! Ve nihayetinde ülkesini seven Öcalan Kürtlerin Ulus devlet anlayışının kötü olduğunu, asıl olan “Demokratik Cumhuriyeti” savunmak gerektiğinin bununda yolu “1920’lerin Mustafa Kemal ve onun genç cumhuriyet”inden geçtiğini” her görüşme notlarında söylüyordu. Çünkü dış güçlerin müdahalesiyle gerçekleşen Kürt ulusal direnmeleri M. Kemalin genç cumhuriyetini boğmaya çalışan gerici hareketlerdi. A.Öcalan’ın bu açıklamalarını Kürt siyasi kadro ve aydınları büyük bir çoğunluğu avuç ayaları patlayacak derecede alkışlıyor, ona methiyeler diziyorlardı, o bir taraftan Kürdistan savaş uçaklarının atığı bombalar, komandoların çelik postalları altında inim inim inliyor.
PKK’nin sömürgeci Türk devletiyle bir sorunun olmadığını asıl sorunun AKP Faşizm olduğu yolundaki politikasıyla kitlelere başka bir hedef gösteriliyordu. Dağlarda Bağımsızlık savaşı verildiği düşünülen gerilla ise ellerindeki telsizlerle Türk asker ve subaylarıyla Fenerbahçe Galatasaray maçları üzerine kim kazanacak yarışını sürdürüyorlardı. Arada bir patlayan silahların gölgesinde ise bir sizden iki bizden genç ölülerin tabutlarına sarılmış kana kan intikam sloganları atılıyor hedefi ve yönü olmayan belirsiz bir savaşla Kürdistan tarumar ediliyor ve edilmeye de devam ediyor.
Ve nihayetinde Beka vadisinde “Türk ordusu güçlüdür onu yenemeyiz. Zaten böyle bir düşüncemiz de yoktu. Türkiye’den toprak talebimiz yok!” açıklamasıyla başlayan sürecin taşları Kürt hareketinin iç dinamiklerinin yok edilmesiyle yerli yerine oturması İmralı macerasıyla son noktaya ulaşılmış oldu.
Kavramların içi içeriği boşaltılmış, mücadelenin önü karartılmış, kitlelerin eline verilen silahın tetiği kırılmış bir vaziyette. PKK – TC devletinin faili meçhul ölülerin mezarları bile yok olmuş. Kolu kanadı kırılan Demokratik Kürt Hareketinin asıl kadroları ise mecalsiz kalmış anılarından öteye gitmeyen ve kişisel kaprislerini kurbanı olarak birbirini tüketerek bu kanlı sürece farkında olmadan omuz verdikleri için onlarda vebal altındadır. Kürt ulusunun özgürlüğü Kürdistan’ın bağımsızlığı için yürütülen mücadele fedakârlık isteyen bir olgudur ve bu mücadele bedel istiyor. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini yürütmek isteyen siyasi kadrolar aydınlar kendilerine ait olanla hareket etmek zorundadırlar.
Bu kavga bin yılların isyanını bağrında taşıyor. Bu kavgada Kürdistan’ın bağımsızlığı, Kürt ulusunun özgürlüğü için göksünü kurşunlara, boynunu ipe uzatan o kahramanlar kendi kişisel çıkarlarını hiçbir zaman düşünmediler. Oysa bizler kendi korkaklığımızı gizlemek ve kendi kaprislerimizin kölesi olmak için bin bir dereden elekle su taşıyoruz. Bugün gelinen süreçte her birimizin payı var ve hepimiz Kürt ulusuna karşı vebal taşımaktayız.
06.o4.13