Murat Dagdelen/ Öcalan Türkiye‘ye getirildiğinde devlet yetkililerinin yeni Kürt konseptinin, Öcalan aracılığıyla “Kürt hareketinin iplerini ele almak” ve “Kullanılabilir her alanda kullanmak” ardından “Tasfiye etmek” olacağı çok açıktı.
Çünkü, Öcalan daha onu Türkiye’ye getiren uçakta gözlerini açar açmaz “Yukarıdakilere söyleyin göreve hazırım” demeye başlamış ve işbirliğine hazır olduğunu deklere etmişti. O günden sonra, kesin olarak bilinen bir gerçek varsa o da, Kürt siyaseti ve bu siyasetin ortaya çıkardığı bütün dinamikler Öcalan aracılığıyla devletin kontrolü, yapılanması ve yönlendirmesi altında olduğudur.
Kürt tarihinde görülen en büyük itirafçı olan Öcalan, önce örgütle ilgili bilinen veya bilinmeyen bütün bilgileri, tek tek PKK yöneticisinin kişisel özelliklerinden tutalım, nerede ne kadar paraları olduğunu, hangi bölgede ne kadar gerillanın bulunduğunu ve nasıl konumlandıklarını, uluslarası ilişkilerini ve bu ilişkileri yürüten isimleri, Avrupa’da örgütün yöneticilerini, kamplarını, sahip oldukları gayrı menkulleri, ilişkide bulundukları yabancı kurumları vs. Herşeyi anlattı. Çıkarıldığı mahkemede PKK’nin varlık nedeni olan, bütün temel siyasal argumanlarını red etti. Devletin Kürt resmi görüşünü savundu ve tutanaklara böyle geçmesini sağladı. “Cumhuriyeti kuran aziz şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum" "Yaptıklarımız büyük bir hataydı ama geçte olsa anladık” diyerek büyük bir pişmanlık gösterdi. Türk devleti, çözüp ipliğini pazara çıkardığı, resmi ideolojisini en “Karşıt” ve “Tehlikeli” örgütün liderininin ağzından teyid ettirerek, kendince zafer kazandı.
Sıra, Öcalan aracılığıyla PKK’yi ve PKK’nin denetiminde bulunan dinamikleri kontrol etmeye, yeniden yapılandırmaya ve yönlendirmeye gelmişti. Öcalan’ın örgüt üzerinde uzun yıllardır her türlü gayrı meşru yöntemle kurduğu otoritesini korumak üzere önlemler geliştirdi. Öcalan’ın PKK’de çeşitli yötemlerle kendisine kayıtsız şartsız bağladığı, Başkanlık Konseyi’ni hareket geçirdi. Örgütte yeni süreci beğenmeyenlerin “Örgütü terk edebileceklerini” söyledi. Kimi kadroların örgütten ayrılmasına müsade ederek, Kimilerini kaçırtarak, kimilerini örgüte veya orduya infaz ettirerek mıntıka temizliği yaptı. Böylelikle, yeni sürece muhalif olan veya olabilecek olanları tasfiye ederek yeni devlet konseptinin PKK’ye egemen olmasını sağladı..
Öcalan “Demokratik Cumhuriyet” projesi denilen içi boş safsatayla, yeni bir proje ortaya attı. Bu proje devletin siyasal konseptiydi. Buna göre, Kürdistan coğrafyası yerini, Misak-ı Milli ye terk etti. Devlet hem Türklerin hem de Türklerin ortak devleti oldu. Resmi dilin Türkçe olması kabul edildi. Kürtçenin, açılmasına izin verilen özel kurslarda isteyenlerce öğrenebileceği ama, kesinlikle kamusal alanda kullanılmayacağı kabul edildi. Türk bayrağı, Kürdün bayrağı, istiklal marşı Kürdün marşı oldu. Kısacası “Demokratik Cumhuriyet” projesi, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kabul edilmiş bütün esasların, yeniden güncellenmesinden ve zaman içinde bu esaslar dışına çıkmış veya çıkma eğilimleri göstermiş kesimlerin, yeniden sisteme entegre edilmesinden başka bir şey değildi. Yani buna göre, Kürtler yeniden Türkleştirilecekti.
Planın yeniden yürürlüğe girmesini pratik sahada gerçekleştirecek devlet kadrolarının PKK kurumlarına yerleştirilmesine ve içeride bulunanların devşirmelerinin zamanı gelmişti.. Bu kadrolar örgütün, bütün kademelerine yerleştirildi. Örgüt içinden bu proje konusunda devşirilen bazıları cezaevlerinden veya legal alandan çıkartılıp Avrupa’ya örgütün başına gönderildi, Kimisi Avrupa’dan götürülüp orada gerekli “işlemler” yapıldıktan sonra, tekrar Avrupa’ya örgüte gönderildi.
Kurumaların tümü, alt üst edildi. İnsanların kafasında ideolojik depremler yaratıldı, insanlar, hergün yeni bir parti, yeni bir amaç ve yeni bir eylem planıyla kıblesini şaşırdı. Kürtler arasında büyük bir inanç kırılması yaratıldı. Umutsuzlaşmış, güvenini kaybetmiş ve bu nedenle Kürt yurtsever çemberinin dışına çıkmış Kürt sayısı, bugün o çember içinde kalanların belki beş mislidir. Örgütten ayrılmış insanların sayısı kalanların bir kaç mislidir. Sadece 2000-2005 yılları arasında örgütten ayrılarak Güney Kürdistan’a gelenlerin toplamı için telefuz edilen sayı 3500- 4000 civarındadır.
Devlet Öcalan ile yeni konseptini adım adım yürülüğe koyarken uykularını kaçıran iki şey vardı. Birincisi: Mevcut yurtsever kitlenin içinden bağımsızlıkçı güçlü bir alternatifin ortaya çıkması. (Ki bu iki nedenden dolayı olanaklı olmadı. PKK’nin içinden çıkıp sürece müdahale etmek isteyenler, çeşitli nedenlerle bunu gerçekleştiremediler. PKK dışında kalan çevreler ise, genel olarak çok güçsüz düşmüş, kitlelerle bağlarını büyük oranda yitirmişlerdi. Yurtsever kitle ise, hem örgüt aracılığıyla kontrol altında tutuluyor, hemde siyasal manupülasyonlarla yanlış yönlendiriliyordu.)
İkincisi: Büyük oranda kontrol edilip yönlendirilmesine rağmen, Kürt hareketinin, toplumsal hareketlerinin genel karakterinden ötürü kontrol dışına çıkması ve siyasallaşması olasılığıdır. Dağda birilerinin bulunması ve arasıra eylemler yapmasının günümüz konjuktüründe fazla bir önemi yoktur. İç siyaseti dizayn etme açısından yararlıdır hatta.
Kürt hareketinin siyasallaşmasının bütün kanallarını tıkamak her şeyden önemlidir. Bu nedenle, devletin en önemsediği alan sivil, legal alandır. Bu nedenle Kürt sivil siyaseti, devlet tarafından hem düşünsel, hem iradi hem de kadro anlamında işgal edilmiştir. KCK bu işgalin en somut ifadesi olmaktadır. KCK, Öcalan’ın İmralı’da verdiği talimatla, yapısı, programı, kurucuları, başkanları, yönetim kurulu hepsi tek tek belirlenerek kuruldu. İsteyenler Öcalan’ın Avukat görüşmelerine bakarak KCK ile ilgili söylediklerini görebilirler.
Düşünelim! imralı’da devletin kontrolünde kalan Öcalan, Avukatlarına talimat veriyor. KCK’yı kurun! ismi bu olsun! başkanı bu olsun! yürütmesi bu olsun! merkezi kandile bağlı olsun! programı bu olsun! KCK denen yapı böyle kuruluyor. PKK ve BDP varken buna neden ihtiyaç duyuldu? Herkesin kendine sorması gereken soru budur. İllegal alanda çalışmak isteyenler için PKK, legal alanda kalmak isteyenler için BDP varken neden KCK?
Bana göre bunun bir kaç nedeni var.
Birincisi: Devletin fiili kontrolünde böyle bir kurum oluşturarak, Kürt sivil siyasetinin enerjisinin boşa harcanması sağlandı. Kafası karıştırıldı. Devlete karşı muhalif bir oluşum olması ve bu yönde aktif olması gerekirken, yaptığı işlerle devletin hamlelerini kolaylaştırdı. Örneğin Diyarbakır’da yapılan “Özerklik ilanı” gibi. ( Hani nerede özerklik ne oldu?) Kürtlerin, kendi içinde devlete karşı iradi bir güç olarak oluşmasını ve temsil yeteneği kazanması engellendi.
İkincisi: Sivil siyasal alanda bulunan ve bu alanda çok faydalı işler yapabilme potansiyeli taşıyan, Kürt yurtseverleri toplumsal pozisyonlarına aykırı illegal bir yapılanmaya çekilerek işlevsiz bırakıldılar ve kitlesel olarak tutuklanmalarına sebep olacak yasal dayanakların oluşmasına sebep oldular.
Bütün olan bitenlerin gösterdiği şudur: Kürt hareketi, Öcalan aracılığıyla devlete bağlanmıştır. "Kürt hareketinin bağımsız bir iradesi yoktur.” İrademiz Öcalan” demek “İrademiz Devlettir”demektir ve bu maddi olarak gerçekleşmiştir.
Devlet, Kürt siyasetinin iplerini eline geçirmiş istediği gibi oynamaktadır ( Eski MİT müsteşarı Şangal Atasagun’un “Apo’yu şimdiye kadar herkes kullandı, şimdi kullanma sırası bizde.” Demesi boşuna söylenmiş bir söz değildi.) Mit kadrolarını KCK’de ortaya çıkmış olmaları kimseyi şaşırtmasın, onlar artık her yerdeler.
Son Söz:
KCK gerçeği, Devletin, Öcalan aracılığıyla gerçekleştirdiği, Kürt sivil siyasetini ele geçirme, kontrol etme, yönlendirme ve zamanı geldiğinde tasfiye etmekten başa hiçbir şey değildir.
Murat Dagdelen 12 .02.2012