Sayin M. Şerif ŞENER ile söyleşi (2)
Newroz Com Çalışanları : Biliyorsunuz Enver Ata, 20 Haziran 1984 tarihinde katledildi. Enver Ata'yı tanıyor muydunuz? PKK'den kopuş 'davadan dönme' olarak kabul görüldüğünü biliyoruz. İsterseniz Enver Ata'dan başlıyalım. M. Şerif ŞENER : Evet, Enver Ata’yı diyebilirim 1976 Yıllından beri tanırım. O sıralar Batman’daki devrimci gençliğin arasında hatırı sayılan birikimli bir insanıydı. Mahsum’larla, Şener’lerle daha sonra Mazlum’larla evimize gelip giden değerli bir insandı. Bu değerini şahadetine kadar her zaman korudu. Batman’daki daha sonraki devrimci kuşağın yetiştirilmesinde önemli emeği olan, 1979’da yakalandığında çok ağır işkencelere maruz kalan, düşmana bir tek fire vermeyen, ağır işkence koşullarında, Diyarbakır Silvan yolunda bulunan on gözlü köprünün bitişiğindeki çöp konteyine ‘’öldü’’ diye atılmıştı. Çöplerin konteyinlerinde ekmeğini arayan insanlarımız tarafından bulunmuş hastaneye kaldırılmıştı. Daha sonra Batman’a hastanede çalışan kimi yurtseverler tarafından eve getirilince, o sıralar ihtiyacının ve örgüte aktarmak istediği durumu öğrenmek için ben ve Hayrettin Togaç, 1980 baharında Batman sorumlusu olan İdris Güzel tarafından yanına gönderilmiştik. Yanına gittiğimizde yatalak haliyle yatağında kalkar hali yoktu. Karın bölgesinde demirle dağlanmış, karnında Kıbrıs Haritası dövmesi yapılmıştı. Ayaklarındaki irin torbalarını anlatılacak söz bulamıyorum. Bütün bu acı ve ızdırap dolu fedakarlıkları bile tarihe ve insanlara unutturan bir komployla Öcalan, Enver Ata hakkında yalan dolan hikayeler dizerek, dışarıdaki örgütünü namertçe sus pus etmişti. Böylesi kahpece bir kumpasla öğretmenimiz Enver Ata’yı bizden ve yaşamdan ayırdı. Bu kuşak neler gördü, neler yaşadı, tarihi kirletenler utansın, insanım diyenler utansın! Newroz Com Çalışanları : Enver Ata, Berxwedan gazetesini Kürdçe çıkarıyordu. Onun Kürd dili, edabiyatı, tarihi ile olan derin ilişkisi nereden ileri geliyordu? Bu konu da bildiklerinizi bizimle paylaşır mısınız? M. Şerif ŞENER : Evet, Berxwedan ilk dönemler Kürtçe olarak, kendisi tarafından çıkarıldı. Kürtçe’ye hakim ve yetkin bir insandı. Tarih, edebiyat ve siyasal bilinci yetkin olan Kürdistan coğrafıyasının yetiştirdiği büyük bir değerdi. Öcalan, toplumumuzdan cinayetleriyle kopardığı bu kayıpları devlet iradesiyle hayata uyguluyordu/uyguluyor. Toplumun bağrında bu birikimleri imha etmek, sistemli sömürgeci politikanın bir ürünüdür. Toplumları ilerleten geliştiren bu momentlerin önemli fonksiyonu vardır. Toplumu beyinsiz ve birikimsiz bırakmak üst yapının toplumu yönetme ve şekillendirme politikasıdır. Onun için bu reel gerçekleri göze almayan hiçbir değerlendirmenin siyasal bilim bağlamında kıymeti harbiyesi yoktur. Zira, biz bu değerlerin kaybını anlatınca, bu kumpasta, Öcalan’ın misyonun Kürt etiketi altında bir devlet projesinin bir elamanı olarak hayata geçirildiğini, tarihsel verilerle ortaya koyduğumuzda, sivri akıllı cahil insanlarımız bu inceliği anlamıyorlar. Ama, siyasal bilim tarihi bu pratikle ve verilerle anlamını bulur. Sokakta toplumsal histeriye kapılmış, kimlik arayışı peşinde koşan bilinçsiz insanların bunu anlamamasını insan fazla ‘’yadırgamıyor’’, ama; ‘’aydınım’’ adı altında toplumun histeriksel heyecanına kendini kaptırmışların kalkıp ‘’Şaşmayan toplum iradesi’’ safsatalıklarıyla sözüm ona ‘’bilimsel’’ analizler geliştirip, bilimden bir şey anladığını düşünenleri, gelecek tarihin hakikatleri’ kendileriyle fena alay edecek ve bilgi fukaraları olarak anacaktır. Çünkü, sistemli olarak bu toplum beyinsiz bırakılmış ve tarih boyu üst sistem tarafından hep yönetilmek istenmiştir. Newroz Com Çalışanları : 1977'den 1984 yılı Haziran aynına kadar PKK içinde faaliyet yürütünüz. O sürecin tanıklarındansınız. O fırtınalı günleri ve bildiğiniz iç infazları anlatır mısınız? M. Şerif ŞENER : Ben bu tarihsel sürece çocuk yaşımda dahil oldum. Çok acı badirelerden geçerek hayat bizi çok yaman bir şekilde erken olgunlaştırdı. Kimisi buna bir şans gözüyle bakabilir. Ama, ben bugün elde ettiğim insani felsefemle böyle düşünmüyorum, sömürge bir ülkenin insanlarına acı talihsiz ve bir o kadar da vicdansızca sunulan, üst yapının tezgahladığı kumpasın mağdurları olarak görüyorum, kendimizi. Bu sadece bizim için değil Türkiyeli bütün insanlar içinde söylüyorum. Dünyanın hegomanik üst sistemi, ezilen uluslara ve halklara hiçbir şans sunmuyor. Çok ince, gerici bir yönetim sanatıyla örülmüş bir ağla insanların iradesine rağmen, kaderleri denetim altına alınmıştır. Siyasal bilimin bu bulgusundan yoksun olanlar, bu süreçlerin nasıl işlendiğini henüz idrak etmediğinden kaosun içinde kendi kaderlerinin kurbanları olarak –sözüm ona- çok heybetli bir tarih yazdıklarına inanırlar. Ama, evrensel gerçeğin içinde bu tarih anlamsızlığını daha şimdiden artık insanlara göstermektedir. Türkiye’de ki insanlar sağlıklı insani nesneleri kendinde bulmuş olsaydılar, Kürt toplumuna yapılan bu zulmü, pravaksiyonlarla tezgahladıkları, insan için olmayan ‘’devletin’’ bu politikasından utanç duyardılar. Ama, Türkiye’de henüz insani sevgi ve insani onur nesneleri oturmamış olduğundan, oligarşik elit tarafından köreltilmiş, sürüleşmiş canlı yığınların gerçeğine tekabül eden bir realitesi var. Bu elementlerin oluşturduğu, sizinde belirttiğiniz fırtınalı kaosun içinde hayata gözlerimizi açtık. Dolayısıyla; Ergenekon davasıyla birlikte ortaya çıkan gerçeklerin ışığında, elde bulunan verilere ve izlenimlerime baktığımda, Öcalan realitesi ve PKK’si bir devlet konsepti olarak, ta 68’lerden, ‘’devletin’’ üst kurumunun bir projesi olarak hayata uygulandı. Uygulanan Öcalancılık senaryosunun, bizler tarafında anlaşılmamasının en önemli nedeni, o dönem, inandığımız Stalinist solcu ideolojik temaların, TC’nin halkımıza dönük bu tür devlet operasyonuna hareket zeminini sunmasından kaynaklanıyordu. Ki nitekim bugün sürmekte olan Ergenekon davası nedeniyle ortaya çıkan belgeler; Kemalist rejimin elit zümresinin çalışma yöntemleri; stratejik operasyonların bilgileri, bu sürecin Öcalancılık senaryosuyla nasıl tezgahlandığını, bize daha akılcı bir mantıkla göstermektedir. Ben 1980"a kadar Kürt solcu fraksiyonları arasında gelişen çatışmalar ve feodal sisteme dönük çatışmaların gerçeğini yaşadım. Bu tarihe kadar iç infazlar diye gelişen farklı bölgelerdeki cinayetleri hep ideolojik Stalinist kavramlarla gerçekleştiğini duyduk, ama; bölgemizde bir tek iç infaza tanık olmadım. Ve bölgemizde böylesine bir tek infaz pratiği de yoktur. Yalnız, Lübnan eğitim sahasına gitmiş Öcalan tarafından kafa kol ayaklarıyla koltuğuna verilen Mehmet Girgin Arkadaşın bölgeye geri geldiğinde, 1980’nin ortalarında yol açtığı bir pratik vardır. Ki bu olumsuz pratiğe ilk uğrayan ben ve Abdulkadir Çubukçu –daha sonra Lübnan sahasında şehit düştü- olduk. Oysa, Mehmet Girgin Lübnan sahasına gitmeyinceye kadar çok dürüst, dirençli bir arkadaştı. Ne olduysa Lübnan sahasında olmuştu kendisine. Hani, sık sık Şükrü hoca diyor ya, Lübnan sahasından geri dönünce şu bu yetkilerle donatılıp geldik. İşte, bizim bu temiz Mehmet Girgin insanımız da, öyle bir havayla gelmişti. İlk kez örgüt içinde ajanlar yuvarlanmış sendromunu onun ağzından ve keyfi uygulamalarında gördük. Benle, Abdulkadir Çubukçu hiçbir gerekçe yokken ayaklarımızın altına onlarca sopa yemiştik. Hatta, o dayakların altında hüngür hüngür ağlamış PKK kavramına ana avrat düz geçmiş, yaşasın Haki Karer direnişi diye bağırıp durmuştuk. Sonra bunun gizli bir eğitim amaçlı olduğunu şakayla bize söyleyip, bize sarılarak bıraktırmıştı. Bu süreç kişiliğimizde bir sindirme yarattı. Ama, daha sonra aynı tür yöntemleri birkaç arkadaşa daha da yaptırttı. Bu uygulamalara maruz kalan birkaç değerli insanımız, uygulamalar sırasında kaçıp, gidip polise sığındılar. Ve verdikleri bilgilerle Batman bölgesinde çok tahriplere yol açtılar. Ama, buna rağmen bu arkadaşlar cezaevi direnişinde yerlerini aldılar. Kör Tepe, Uyuz Abdo gibi Arkadaşlar tamamen bu sapık uygulamaların kurbanı oldular. Onlara yapılan uygulamalara sesiz kalmamızı bugün ben pişmanlıkla anıyorum. Örgüt içinde tek bir günahımdan söz açılacaksa, benim bu arkadaşlara yapılan uygulamalarda sesiz ve pasif kalmamdan bahsedebilirim. Önce bize sonra bunlara yapılan uygulamalar böyle çok vahşi uygulamalar değildi, tekme tokat, ayak falakası ve sözlü hakaretlerle sınırlıydı. Ama, buna rağmen insanlık dışı bir tavırdı. Ama, asla fiilen bu uygulamalara katılmadım sadece bir izleyiciydik, zaten daha önce bize yapılanlarla sindirilmiştik. Bekaa Vadisindeki iç infazlara da tanık olmadım. Bekaa vadisindeki iç infazlar benim ayrılığımdan sonra gerçekleşmiş olaylardır. Örgüt içindeki küstahça uygulamaların tanığıyım ve bende o zaman bu uygulamalara maruz kalan bir insan olarak bulundum. O dönem ilk infaz kararı Enver Ata, Çetin Güngör, Ali Dursun, Zülfü Gök ve Cemile Merkit hakkında Öcalan tarafından alındığını işittiğimde, hem bu arkadaşlara haber verdiğimi hem de açık tavır koyduğumu yukarda ki, sorularda cevaplamıştım. Newroz Com Çalışanları : Çetin Güngör'ü tanıyor muydunuz? Ayrılış nedeni neydi? Ne yapmak istiyordu? O süreci biraz açar mısınız? M. Şerif ŞENER : Ben, Çetin Arkadaşla bir seferinde sanırım Lübnan’da karşılaşmıştım. Bir keresinde bizim bulunduğumuz kampta, bizim gruba siyasi bir konuşma yaptığı sırada gelmişti, gördüm. Daha sonra ben ayrıldıktan sonra kendisiyle üç defa karşılaştım, bir keresinde Baki ayrılıp İsveç alanına geldiğinde Stockholm’un T-Central’ın da karşılaştım. diğerin de ise; Baki Karer ve Semir’le randevuleşerek Fridhemsplan’da bulunan Leon Bar’da bir araya geldik sanırım. En son ise, Çetin arkadaşın cinayetinin gerçekleştiği gece de tesadüfen karşılaştım. Ben İsveç’e geldiğimde onunla daha çok telefonla konuşup sohbet ederdik. O sıralar kendisi ve Cemile Arkadaş yalnız kalmaktaydılar. Baki Karer henüz bu alana gelmemişti. Onlarla bir araya gelmeyi kendim istemiyordum. İzlenimlerimle çıkardığım sonuçlar bağlamında konuşacak olursam, bütün samimiyetimle söyleyeyim Enver, Çetin, Cemile, Baki ve Resul olsun önceleri böyle siyasal bir ayrılık sorunları taşımıyordular. Örgüt içi rahatsızlıkların kaynağının Öcalan ve sistemi olduğunu henüz bilince çıkarmış insanlar değildiler. Onlar daha çok Kesire Yıldırım’la olan çelişkileriyle ayrılık noktalarına geldiler yahut getirildiler. Zira, bundandır hepsi PKK’nin ikinci Kongresine gelip katılmıştılar. Bir tek Resul hariç. Resul o zaman göz hapsindeydi. Öyle sanıyorum ki eğer baki ve Çetin Göngür Resul'un gözaltı nedenlerini kongre gündemine taşısaydılar belki de ikinci kongrede iç yapılanmada büyük değişiklikler olurdu. ve Öcalanın etkisi PKK içinde sınırlandırılabilinirdi. Newroz Com Çalışanları: Siz bu kongreye katıldınız mı? M. Şerif Şener: Hayır ben katılmadım. O sıralar PKK’yle ilişkilerim çok bozuk, bir anlamda göz hapsindeydim, ülkeden yeni gelen Ablam ve çocuklarıyla beraber Derbesiye’deydim. Cezaevi direnişlerinde ve yurt dışına aktarılan insanların faaliyetlerinde büyük fedakarlıklar vermiş Ablam onlar, çocuklarıyla birlikte mayın tarlasına vurup yeni geldiklerinde PKK’e, onların yaptıkları fedakarlıklara ‘’ödül’’ olarak, küstahça davranışlarla karşılamıştılar. Ben, bunun hesabını PKK’den sormak için, PKK’yle ayrılık noktasına gelmiştim. Bir anlamda ablam onlarla birlikte göz altına alınmış tecridi yaşıyorduk. Newroz Com Çalışanları: Peki Enver ve Çetin’ler ne zaman siyasal ve ideolojik ayrılık muhalefetine başladılar? M.Şerif Şener: Bu süreç sanırım PKK’nin ikinci kongresinden sonra başladı. Hatta; 1984’lerin başında diyebilirim. Çünkü; ben Öcalan’ın yanında bulunduğum sırada Semir’den gelen bir iki mektubu bana uzatmış bizi Semir’ler konusunda manipüle etmeye çalışıyordu. ‘’Bak, al oku adam Kesire’nin şahsında asıl beni hedefliyor, benimle Parti hedefleniyor siz daha anlamıyorsunuz. Okuyun bu pravaksiyona cevap verin’’. Semir’in bu iki mektubunu da okudum. Şimdi anımsadığım kadarıyla, Semir ağırlıkta Kesire’nin çalışma tarzına dönük rahatsızlığını dile getiriyordu. Öcalan’ında kişisel diktatörlüğe dönük vurgulamaları vardı. Bu mektupların ikincisinde bu siyasal temalara vurgular yapıyordu. Ama, birinci mektubunda ağırlıkta Kesire ve Avrupa faaliyetlerinde bulunan kimi elemanlara dönük eleştiriler dile getirilmişti. Ama, Semir’in ikinci mektubunda kişisel diktatörlük temaları, bu arkadaşların siyasal ve ideolojik ayrılıkların belirtileri olarak algılamıştım, ama; buna rağmen henüz net bir ayrılık çizgisinde PKK dışına düşme durumları yoktu. Ne var ki, Öcalan gibi komutanlıkla yürütülecek savaşın, sadece; Kürt halkının öncüsü gibi tavır takınan arkadaşların Botan’da oluk oluk kanlarının akmasından öte bir sonuç doğurmayacak, tarih her ne kadar Semir arkadaşların bu tespitini doğrulamışsa bile, Öcalan, Semir arkadaşın bu sözlerini, o dönemler manipüle ederek yayınları olan Serxwebun ve Berxwedan’da, ‘’Alın işte Semir, Ali pravaktörü diyorlar PKK Botan'a adımını atamaz atsa bile ayaklarının üstüne duramaz’’ bağlamında yansıtılıyorlardi. Tarih bu arkadaşları doğruladı. Yani, tarihin bu felaketli bilançosunu görmek için maalesef insanlarımız kendi buruk kanı içinde, sadece; ağırlıkta kendi kanlarını akıttılar. Öcalan’ın kendisi bunu bizzat kendi savunmalarında, devlete yaranmak için dile getirdi. Bugün Öcalan’ın yanılgısına vardığı, kendisi türü bir önderlikle, yürünemeyeceğini; o zamanlar Enver’in, Semir’in, Zülküfler’in, Cemile’nin, benim ve bizler gibi, o dönemler örgütten ayrılanların, kaderimizi insani ahlak bağlamında, kişiliği beş kuruşa yaramayacak sözüm ona savaş komutanının, saçmalıklarına ve çıkmazlarına teslim etmemeden kaynaklanıyordu. Bu her insanın en doğal seçim hakkıdır. Ne varki bu doğal seçim hakkı iki üç namert, cahil ve akılsız kişilikle katledildi ve pravaksiyona tabi tutuldu. Halen de bu cahil insanlar, farklı varyantlarda cahilliğini devam etmektedirler. İşte, bu insani seçim hakkına yönelen şiddetin kaynağının, iki izah tarzı olur. Ya şiddeti yönelten kişi, kurum hastalıklıdır/karanlık yerlere endekslidir. Çünkü, ayrılan hiçbir arkadaşın devrim, sosyalizm, sistem karşıtlığı gibi duygular yüreklerinden ve beyinlerinden yitirilmemişti, onların tek söylediği, ‘’Ben hastalıklı ve şaşı bir önderliğin saçmalıklarına, güvensizliğine hayatımı niçin teslim edeyim’’ bağlamında insani bir tavırdı. İnanın ki; o zaman bir çok arkadaş şu yalın düşünceyi taşıyordu: ‘’Ulan, Apo sen hastasın, vallahi ağabeylerimiz senin hakkında, daha önce bizde yargı oluşturmasaydı; Apo şöyle, Apo böyle. İnsan, sokakta bile seninle dolaşmaktan utanırdı. Bu hallinizle, bizim Batman’ın, Diyarbakır’ın sokaklarından geçersen, sokak bittirimleri sana teneke bağlarlar. Sen insan olarak böyle cesaretli, yiğit, delikanlı bir insanda değilsin’’. Ama; insanlar inançla inandığı bu sözlerini söyleyemiyordu. Daha çok rahatsızlıklarını, ‘’…Ben partiyle yürümek istemiyorum, kendimi zihinsel olarak yorgun hissediyorum’’ diyerekten dile getiriyorlardı. Ama; nedense Öcalan, bir siyasal olgunlukla değil, bir yönetim tarzıyla, Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketini terörize etmek için ‘’muhalefet örgütleniyor, tasfiyecilik gelişiyor…’’ diyerek evcilleştirilen kendisi gibi hastalıklı ucubeleri kitlenin içine savurarak bir yandan bu arkadaşları tecrit etme ve şiddete prim çıkarmak için propaganda geliştirildi diğer yandan hastalıklı piskopatlarını da tetik çekmekte kullanıp, Avrupa’da Kürtlerin aleyhine istikrarsız bir ortamı bilinçli olarak yaratmak istedi. Maalesef halen de, bu süreç uzatılmak isteniyor. Nitekim, zaman tünelinin bize sunduğu tarihsel veriler, özellikle Ergenekon iddianamesiyle ortaya çıkan hakikatler, gerek PKK bünyesinde uygulananlar olsun, gerekse PKK bünyesinden ayrılanlara dönük olsun ve gerekse diğer örgüt ve halk kitlesine dönük kullanılan şiddetin altında, çok sistematik Türk devlet konseptinin pratiği olarak uygulandığını göstermektedir. Ama, yığınlar halen üç maymunu oynuyorsa, bu onların sorunudur. Nihayetinde, bu basiretsiz tavırlarıyla gelecek kuşaklarına, yeni felaketleri örüyorlar. Sorunuz bağlamında son sözümü söyleyecek olursam Ne Enver’in, ne Semir’in ne de Zülfi Gök’ün böyle siyasal bir örgüt kurma niyeti yoktu. Terör ortamı olmasaydı belki kültürel, siyasal konular bağlamında bir dergi çalışmaları olabilirdi. Ama, bence buna da imkanları yoktu. Enver ve Zülfi’nin cinayetinin akabinde Baki Avrupa’ya geldikten sonra, Baki, Semir’i siyasal örgütlenme çalışmaları konusunda ikna ettiğine inanıyorum. Bu kadar yığınların geri ve cahil saçmalıkları arasında Avrupa’da muhalefetin siyasal örgütlenme bağlamında, bir şey ifade etmeyeceğini, silahlı şiddet saçmalıklarına tapılan toplumda, lafın para etmeyeceğini, bildiğimden; bu konuda, benim geri toplumların içinde örgütlenme sorunlarımın olmadığını, kendileriyle görüşmemde belirtmiştim. Zaten, daha sonra bu düşüncelerimden dolayı olacak, kendilerini, benimle görüşme ihtiyacı da hissetmediler. Newroz Com Çalışanları : Bazı çevreler, Çetin Güngör'ün ölümünde seni ve Av. Hüseyin Yıldırım'ı Dersim’li Necati’yi sorumlu tutuyorlar. Kimdir bu çevreler? Neden bu iddiayı ileri sürüyorlar? Ne dersin bunlara? M. Şerif ŞENER : Benim ismimi bu olayla ilişkilendirenleri, ben, çevre demekten ziyade, başından beri, bir tek insanin, ahlaksızca iftirası olarak İsveç’te ki kimi Kürtlerin arasında dolaştırıldığını, Semir Arkadaşın katlinden üç gün sonra işittim. Nihayet, bu kaynak bu yakın zamanda yazarı olduğu Nasname ekranlarına bu iddiasını Süleyman Akkoyun kimliğiyle aktardı. Bu iddiasında doğruluğuna inansaydı ve iddiası maksatlı olmasaydı kalkıp, ‘’doğru’’ bildiklerini yazdığı yazıyı beş gün sonra ekranlardan kaldırmaz, bildiği doğrularını dürüst bir şekilde paylaşırdı. Bunu yapmadığına göre ve kalkıp kendisinin yazarı olduğu sitede yazısını beş gün sonra kaldırması, bu çevrelerin ve sitenin maksatlı olarak bilgi kirliliğine hizmet ettiğinin sorusunu kafalarda uyandırıyor. Nasname ilk kez bu bilgi kirliğini yapmıyor. Nasname böylesi kirli bilgileri servis etme özelliğinde, sağ olsunlar, Öcalan ve Apocu basınla yarış halindedirler. O gecenin anısını kısaca size şöyle açıklayayım: ben, Semir, Baki, Seher arkadaşlarla gece de tesadüfen karşılaştık. Semir, Baki, Seher arkadaşla tokalaştıktan sonra, ben; Semir’in sigara içmek için kalktığı sandalyesine oturdum. Baki, Seher’le yaptığımız sohbet sırasında, Semir ön salon’da vuruldu. Semir arkadaşın vurulması eski Ala rizgari’ci arkadaş Kemal Akıl arkadaş bize haber verdi. Katil bizim de orda oturduğumuzu bilseydi Semir’i ön salonda değil, dördümüzün oturduğu bir sırada, saldırısını yapardı. Nitekim cinayetten hemen sonra yine biz kalan üç arkadaş, Ben, Baki ve Seher arkadaşlar, kalkıp kendi imkanlarımızla, arka kapıdan çıkmış evimize gelmişiz. Kaldı ki, ben Semir arkadaşların kaldığı evi üstelik biliyorum, daha önce sırf onların ölüm kararları alındığında bütün riskleri göze alıp Şam’da da olsa, onlara haber vermişim, o halde ortaya atılan ahlaksızca bu iftira, maksatlı bir çaba değilse, nedir? O zaman kalkıp hakikatleri çürüten ‘’doğru’’ dediği dayanaklarını, bu şahıs kamuoyuyla paylaşmalıdır. Öyle değil mi? Eğer, kendisi bunu yapamıyorsa, o zaman kamuoyunun dikkatini şu noktaya çekmem, benim en doğal hakkımdır; kendisiyle hiçbir takışmam olmamasına rağmen ve bu hastalıklı kuruntularının boş bir iftira olduğunu ta o zamanlar, kendisinin de benimde tanıdığım insanlar aracılığıyla kendisine aktarmama rağmen, bildiği doğruları adam gibi kamuoyuyla paylaşmayıp, alttan alta insani ahlak normlarına uymayan bir tutumla, halen iftiralarını fitneleniyorsa, bunun altında yatan nedenin, provaksiyoncu bir mantığa hizmet etmediğini kimse garantileyemez. İnsan bir an kendine düşünüyor, kim bilir içinden geldikleri ülke pratiğinde, bu tür kuruntu ve iftiralarla, kaç insanımızın telef olmasına ön ayak olmuşlardır. Bu provaktör tutumlarıyla kime hizmet ettiklerinin farkındalar mı? Bir de yazılarında dürüstlükten bahsediyorlar. Onun için, at izinin it izinin karıştığı bir ortamda cahil ve bedbaht insanların dümen suyundan uzak kalmak ve ciddiye almamak en mantıklı ve bir o kadar da en insani duyarlılığın gereğidir. Newroz Com Çalışanları : Anlattığınız tüm bu olayların başka tanıkları var mıdır? Varsa kimdir bunlar ve neden daha hala suskunlar? M. Şerif ŞENER: Tabi, bütün bu olayların en yakın tanığı, Baki’dir, Seher’dir. Bu konuda o geceyi düzenleyen Peşeng hareketinin o dönem merkez yetkilileri de bu durum konusunda mutlaka söyleyecekleri bir şeyleri vardır. Kendilerine göre mutlaka bu arkadaşlarında bir araştırması vardır. Buradan bu arkadaşları da iddialar konusunda cevap vermeye davet ediyorum. Semir Arkadaş onların düzenlediği gece de şehit oldu. Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde emeği olan Semir Arkadaşın cinayetine ilişkin elde ettikleri bilgileri Kamuoyuyla paylaşmaları O’na karşı yapılacak bir vefa borcudur. Seher Arkadaşın neden bu sürece sessiz kaldığını anlayabiliyorum. Kızcağız az çile, keder ve zorluk çekmedi. Geçmişi, saf ve temiz bir aile olan, mücadele boyunca bütün maddi ve manevi yardımlarını Kürdistan Devrimcilerine sunmakta geri kalmayan, Onurlu Dersim Halkının Mücadelesinde hiçbir fedakarlığı esirgemeyen bu aile, sırf bu ailenin bir üyesi olan Yıldırım Merkit’in, Diyarbakır’ın o vahşi işkencelerine, uzun bir direnişten sonra yenik düşmesini vesile yaparak, bu aileye olmadık insanlık dışı bir şiddetle saldırmaları, oğlunun tutumundan hiçbir günahı olmayan bir babayı kurşuna dizmeleri ve evlerini ateşe vermeleri gibi hadiseler, bir de Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde yaşadıkları terörize durum elbetteki, ruhsal, duygusal ve hatta fiziksel tahripleri ve traumaları beraberinde getirir. Bu anlamda bu güzel nazlı bacımın çilesini, derdini anlayabiliyorum. Kendini ruhsal ve bedensel olarak acılara koy verebileceğini de düşünebiliyorum. Onun için bugün ayrılan bir sürü insan, o dönemler gerek kendilerine olsun ve gerekse bizlere olsun takındıkları davranışların vefasızlığını, kimilerinin ise çirkefliklerini bildiğinden kalkıp o günlerin insanlık dışı davranışların sahipçileriyle, bir kare de bulunmayı tercih etmemesi, ben dünya felsefeme göre insani prensipte anlayışla karşılarım. Ama, ben bu anlayışı Baki Karer için taşımam, nedenine gelince Baki Arkadaş kalkıp yazmalıdır, Ankara sürecini yazmalıdır, Haki Karer’in cinayetini bir kardeşlik ve sorumluluk anlayışı içinde yazmalıdır, Semir arkadaşın hadisesini bütün boyutlarıyla yazmalıdır, inancındayım. Ama, buna rağmen bu onun insani sorumluluğuna bağlı bir olaydır. Ama, ben buna rağmen kimseye haksızlık yapmak istemiyorum; herkes penceresinde ve dünya felsefesinde olaylara bakar ve değerlendirir. Sırf bu gün ortaya çıkıp yazmıyorsalar diye, onlara sitem etmek sağlıklı bir davranış değil. Doğal olarak onlar da; ‘’biz çıkıp yazdığımız zaman siz nerdeydiniz, ‘’bay muhalifler’’ deyip, dünyayı kuyruklarıyla ölçüp, kuyruklarıyla biçen bu geveze şövalyelere sitem edebilirler, haklı olarak. Newroz Com çalışanları: Neden ısrarla Aileniz ve sizlere dönük bu iddialar ortaya atılmaktadır? M.Şerif Şener: Bu nedenlerin boyutlarını ve çeşitliğini çok açabiliriz. Bu tür kirli bilgiler ve iftiralar sadece aileme, bana değil toplum içinde duruşlarıyla saygınlık oluşturan bütün Kürt şahsiyetlerine dönük, bu tertipler yapılmıştır/yapılmaktadır. Maalesef İnter-net ekranlarında bu bilgi kirliliği daha da yaygınlaşmıştır. Açık tartışma forumlarında sağlıklı bir denetimin olması, teknik olarak mümkün görünmüyor, daha sonra buralara asılan yazılar kaldırılıyor olunsa bile, kamuoyuna yansıyan kirli bilgiler oluyor, ister istemez. Ama, sağlıklı insanlar bu konularda duyarlıdır. Bazen farklı mahlaslarla ve kimisi gerçek isimleriyle, kimisi başkaların isimlerini kullanarak muhataba alınmayan, bir sürü hastalıklı ahlaksızlıklar yapılmaktadır. Kimse bu tür psikolojik hastalıklı kişileri muhataba almayı hiç bir zaman düşünmedi. Ve düşünmezde. Her ne kadar bu tiplerin, kendilerinin bile algılamakta zorluk çektiği bu tür faaliyetleri karanlık güçlere, istenen ortamı sunuyor olsa bile. Bu kişilerin bu tür faaliyetleri şimdiden değil, bu tipleri, daha önce de toplum içindeki kışkırtmaları tezgahlamakta, kullanan karanlık güçler –ki özellikle Apocular-, sonra işledikleri suçları bugün, yine bu tiplerin beyanlarıyla bulanıklaştırmışlardır. Toplumun bilgi edinme kaynaklarını kirleterek, süreci akıllarınca at izinin, it izinin karıştığı ortamlara sürüklemeye çalışmışlardır/ çalışmaktadırlar. Bunların bilinçli, bilinçsiz misyonu budur. Onun için toplumun duyarlı insanları bu tür açık forumların bilincindedir. Yaşamını maddi ve manevi olarak örgütlemekten, geliştirmekten aciz olanlarla, kendini hastalıklarıyla, çirkeflikleriyle ortaya seren insanlarla uğraşılmaz . Bunlar anılmaya bile değmez insanlardır. Ne var ki, Nasname’de ilk misyonunu yitirmiş, gittikçe, açık forumların benzer bir özelliğinde bilgi kirliliğini daha da çeşitlendirmiştir. Tarihin adeta içine kusuyorlar. Farklı varyantlarda tarih topyekun kirletilerek, muhaliflik adı altında, adeta Öcalan’ı yad ediyorlar. Dolayısıyla, dürüst yazım ve yayıncılıktan uzak, amacı kendi olan, maksatlı kişisel olan ne Apocuların ne de nasname ve benzeri sitelerin yazılarına cevap vermenin gereksizliğine karar vermişiz. Bunların dümen suyunda zaman harcanmaya değmez. Çünkü, tarih ortadadır. Yalanla ne yazar olunur ne de önderlik. Eninde sonunda bu kumpaslar toplum tarafından görülür. Onlar hayatta olsa da olmazsa da. Newroz Com Çalışanları : Enver Ata ve Çetin Güngör birlikte mi hareket ediyorlardı? Siz onlarla aynı görüş ve ortak tutumda mıydınız? M. Şerif ŞENER : Bir anlamda evet, iki arkadaşın farklı sorunlardan kaynaklanan rahatsızlıkları olsa bile, sonunda, bir araya gelmiştiler. Ortak fikirleri ve anlayışları vardı. Bu dönemde kaleme aldıkları yazılar oldu. Semir arkadaş, Enver arkadaşın şahadetinden sonra kaleme aldığı yazılar oldu. Ama, böyle siyasal örgütlenme içine girme fikirleri yoktu. Yazılarında da görünmüyor. Benim onlarla düşünsel bazı noktalar konusunda ortak yanım olsa bile, onlarla uzaktan yakından ortak hareket etmedim. Benim, sosyalizm, silahlı devrim kavramlarıyla doğrusunu söylerseniz, inancım kalmamıştı. Yoktu. Bu arkadaşların farklı varyantlarda bu tür inançları vardı. Sosyalizm’i, silahlı devrimi eleştirisel sorguluyordular. Benim beynimde bambaşka bir insani felsefe belirmişti. İlgi olarak ta daha çok okumak istiyordum. Silahlı devrim benim sorunum değildi. Newroz Com Çalışanları : Öcalan sistemine boyun eğmeyen tüm kesimlere yönelmiş PKK'nin kanlı saldırılarında derin devletin, ya da güncel ismiyle Ergenekon'un izleri konusundaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız? M. Şerif ŞENER : Ben siyasetçinin sorunlarını, kaygılarını kendime dert edinmem, çünkü; bir siyasetçi değilim ve olmakta istemiyorum. Ben bu noktaya 1983’de son noktayı net olarak koydum kendi açımdan. Onun için kendime daha çok siyaset bilimi üzerine düşünürüm, benim de içinden geldiğim PKK geleneğinin somut pratiğinin bilimsel sonuçları konusunda yeterli bir araştırma yapılırsa, devletin Öcalan’ın elliyle, bir devlet konseptini uyguladığı noktasında yeterli kaynak vardır. Kaldı ki, bilim için somut pratik ve neticeler önemlidir. Somut pratikte ortada ve netice de ortadır. Her ne kadar bilim yöntemi olayların yasalarını irdelemeyi gerektiriyorsa da, basit günlük hadiselerden bile bu yasaların sonuçları çıkartıla bilinir. Örnek kabilinden en basit bir olaya beraber eğilelim; Avni Özgürel’in Öcalan hakkında yaptığı ve Öcalan’ın da bunu teyit ettiğini belirttiği türden açıklamaları bir anlık için de olsa bir yana bırakalım. Buna benzer yığınla açıklama ve Öcalan tarafından da yer yer teyit edildiği olayı bir yana bırakalım, günlük PKK pratiği bağlamında olaya bakalım: Öcalan olsun Öcalancılar olsun Pilot’un, kesinlikle Mit ajanı olduğu kabul görünüyor ve bir çok tahribe yol açtığı da propagandalarına malzeme edilmektedir. Cemil Bayık bizzat verdiği beyanlarla bu adamın 1980 ortalarına kadar da, Ankara’da herkesin kendisine ulaşabileceği yerlerde dolaştığını belirtti. Haydi diyelim ki, bu adam daha önce –sözüm ona- parti ve Öcalan selameti için vurulmuyordu. Ama, Kürt devrimcisini ve evladını her yerde her alanda vurmakta özel itinalar göstermekte tanınmış PKK neden, bu kadar kolay ulaşılabilecek Pilot’u Ankara’da vurdurtmadı? Üstelik bu adam bir sürü tahriplere yol açmış, zamanı olmayan eylemlere teşvik etmiş, her şeyden önce gerçek Mit ajanı neden bu adama bir saldırı tertiplenmedi? Ama, ‘’ajanlık’’ kisvesi altında onlarca cinayet Avrupa’da gerçekleştirildi. Üstelik Kürt Ulusal Hareketinin terör damgası yiyeceği bilinmesine rağmen, bu eylemlerden çekinmeden Öcalan hiçbir merhamet göstermeden vurdurttu. Ve bu yolla PKK terör damgası yedi. Üstelik öldürülen Enver Ata, Semir ve benzeri her arkadaşın Kürdistan davasına katkıları var, bu uğurda en ağır işkence koşullarından geçmiş insandır Enver Ata, başında tek gerekçesi içinde bulunduğu fiziksel rahatsızlıktan dolayı, Kürdistan davasına Avrupa’da basın alanında ancak çalışarak katkı sunabileceği, bunun için insani olan istemini dile getirmiş, hanımını ve bir çocuğunu ülkeden yanına alma istemi ‘’ajanlık’’ suçlamasıyla bastırılmış, Kürt davasını Avrupa’da terörize etmek için sudan bahaneler göstererek insanlara yöneldiğinin tanığıyım. Yukarda izah ettim, ben o sıra Öcalan’ın kaldığı evde kalıyorum. Avrupa’da insan öldürmek için sudan bahaneler arıyordu. Pilot'un bütün tahribatlarına rağmen yaşama hakkına bir saldırı yapılmıyor, ama; işkence tezgahlarında ölü olarak kurtulan Enver Ata’ya ödül olarak ölüm kararı verilebiliyor ve uygulanıyor. Bu bir, ikincisi; Bir orduyla savaşıldığı manipülasyoncu söylemlerle ahkam kesilen Öcalan nedense o ordu’nun kurmayına dönük suikasti önlemekte övünç duyuyor. Dönemin birinci ordu ve sıkıyönetim komutanı olan işkenceci orgeneral ‘’Necdet Uruğu Ben Kurtardım. Benim General vurma politikam yoktur.’’, ‘’Türkiye Ordusu her zaman ilerici hareketlerin başını çekmiştir.’’ Dediği sıralar yani 1988, 98 arasında, savaşın Kürtler için yetiştirdiği general düzeyindeki komutanların gizli kuytu köşelerinde arka arkaya kurşuna dizildiği tarihler olduğu çarşaf çarşaf PKK yayınlarında mevcuttur. Bu savaşın ucubeliği nasıl anlaşılmıyordu/nasıl anlaşılmıyor? Dolayısıyla, üst kurumun beyin takımı, devlet planlama odakları, alt sınıfları her zaman kümes hayvanları gibi algılar. Alt sınıfı denetlemek için, sistem karşıtı radikal olan elementleri siyasal pravaksiyonlarla ortaya çıkarıp, bunları ayrıştırıp, denetleyerek, evcileştirerek, bu sistemi insan kafasında kutsatmaktadırlar. Bunun içinde zora ve şiddete başvurarak, bu zor ve şiddete reaksiyonel kılıflar çekilerek dinci, sağcı, solcu diye toplum şekillendirmeye çalışılmaktadır. Ve bütün bu provakasyon sanatının yeterli belgeleri son Ergenekon olaylarıyla bir hayli ortaya çıktı. Öcalan böylesi bir konseptin Kürdistan cephesindeki denetleyicisidir. Somut gelişmeler ve pratik sonuçlar bize bunu gösteriyor. Sokaktaki toplum bu sanatın inceliklerini bilmediğinden, bu sanatın beyanlarını ve belgelerini okumadıklarından süreci kavrayamıyorlar. Kavrayanlarda siyaset içinde olduklarından yaşadığımız trajedi hakkında net konuşamıyor daralıyor. Çünkü, kolay değil insan önderi bildiği kişi tarafından kandırıldığını kabul etsin. Hakikat budur, yazılanları yeterli kavrayamadığımızdan dolayı, inancımızın şekillendiği ideolojik prensipler üst sınıfın pravaksiyonlarına kendini gizleme zemini sunuyordu. Ve biz bunu göremedik ve yanıldık. Devlet, Leninist, stalinist, Mao’cu, Ho Chi Minh’ci radikalist söylemlerin altında, Öcalan’ın denetimiyle konseptini uyguladı. Ve PKK olmak üzere bütün Kürt Hareketi ve Kürt Kitlesi ‘’siyaset yapıyorum’’ kaygısıyla şu bu oranda bu konseptin oyununa gelmişlerdir. Somut yaşanan pratikle bu hakikat ortaya koyula bilinir. Dolayısıyla, yanılgı ve kaybeden top yekün bir Kuzey-Kürdistan ulusudur. Newroz Com Çalışanları : 12 Aralık 1980 tarihinde Qamışlo'da KAWA Hareketi'nin önder, kadro ve taraftarlarına yönelik bir katliam gerçekleştirildi. O süreçte Qamışlo'da olduğunuzu biliyoruz. Katliam hakkındaki izlenimleriniz nedir? M. Şerif ŞENER : Evet, ben katliamın olduğu sırada kamışlo’daydım. O zaman ağırlıkta bayan arkadaşların kaldığı PKK'nin Kamışlo'daki bir evinde kalıyorduk. Burası Duran Kalkan'ın denetiminde ve sorumluluğundaki bir yerdi. Ben ve bir bayan arkadaş Sevgi Çelik Batman’dan, Nusaybin şehir merkezindeki geçiş hatlarından yeni aktarılmıştık. Katliamın olduğu saate evdeki nöbetçi bayan tarafından uyandırılmıştık, bir çok kamışlo ahalisi gibi bizde damlara çıkmıştık. Bizim bulunduğumuz ev çarşıya yakın bir yerde olduğundan, bölge sorumlusu Duran Kalkan, o gece ki, silah seslerini kaçakçılar ve askerler arasındaki çatışmaya yorumladığını anımsıyorum. Biz yeni olduğumuzdan sadece dinlemiştik, gün doğduktan sonra komşulardan ve evi ziyaret eden yurtseverlerden dün gece ki olayın kaçakçılarla değil, kendi deyimleriyle ‘’bir grup devrimci talebelerin katledildiğini…’’ işittik, gündüz evden çıkan Duran’ın gece geri geldiğinde, dudak tebesümüyle katledilenlerin KAWA taraftarları olduğunu bize söyledi. Yüzünde en ufak bir üzüntü belirtisi dahi yoktu. Duran, katliam hakkında bize açıklayıcı herhangi bir bilgi ve yorumda da bulunmadı. Newroz Com Çalışanları : Katliamı gerçekleştiren ekip şu an Ergenekon davasında yargılanıyor. İddianamede bir belirleme var. Qamışlo katliamının yapılmasının nedeni PKK'nin önünü açmaya yönelikmiş. Burada iki sorumuz olacak. Katliam olduktan sonra PKK önderliği olayı nasıl yorumladı? İkincisi, dışarıya yansımayan iç yapıda dile getirilenler neydi? Bu konu da paylaşmak istediğin özel bir bilgi var mıdır? M. Şerif ŞENER : Bence bunda garipsenecek bir durum yoktur. Bir devlet konsepti önünde olası çıkabilecek engellerin tasfiyesi hakkında, bir devlet politikası mutlaka vardır. Bu belirlemelerin iddianameye yansıyan açıklama ve yorumlarını bende gazetelerden okudum. Benim için ilginç olan Ergenekon iddianamesiyle birlikte Levent Ersöz’ün o sıralar Nusaybin’de Alay komutanı olması, çünkü; benim ve bayan arkadaşın geçişini örgütleyen Nusaybin’deki PKK’li sorumlular, bizi Ahmet diye bir tüccarın kaçakçıları arasında geçirdiler. Hududa yakın bir evdeyken, Nusaybin’li arkadaşlar tarafından, bize yurtsever bir tüccar olarak yansıtılan bu Ahmet’in, Nusaybin alay komutanıyla çıkar ve kaçakçılığa dayalı, çok iyi ilişkileri olduğu anlatılmıştı. Onun için mayın ve çatışmasız geçileceği söylenmişti. Öcalan’ı çok sonraları gördüm katliam konusunda özel bir konuşması olmadı. Ama, gerek KAWA Hareketi olsun ve gerekse ALA RIZGARİ Hareketi olsun her zaman olası bir silahlı mücadelenin başlatılmasında alternatif örgütler olarak yansıtılıyordular. Öcalan,genel olarak Kürt ulusal hareketinde silahlı mücadeleyi savunan bütün örgütlerden tedirgindi. Newroz Com Çalışanları : Çok aydınlatıcı oldunuz. Teşekürler ve başarılar. M. Şerif ŞENER : Bana bu fırsatı Newroz Com olarak verdiğinizden dolayı ben size teşekkür ediyorum. Selam ve Saygılarımı arz ederim.
Re: Sayin M. Şerif ŞENER ile söyleşi (2)