Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 29 April 2008

İsmet Berkan 'Konfederasyon' neden olmaz?

İsmet Berkan

Ömür boyu hapis cezasını çekmekte olan PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından ortaya atılan ve Demokratik Toplum Partisi tarafından da benimsendiği anlaşılan bir 'sivil çözüm' önerisi var, 'Kürt sorunu'na:
Demokratik Konfederasyon.
Kastedilen şu: Türkiye en azından iki 'federal' bölgeye ayrılacak, bu bölgelerden birinin adı 'Kürt Federal Bölgesi' veya 'Devleti' olacak.
O bölgenin/devletin kendi anayasası, kendi siyasi kurumları, parlementosu vs. olacak. Ve bu federal devlet ile geri kalan federal devlet veya devletler, bir 'Demokratik Konfederasyon' çatısı altında bir araya gelecekler.
Tabii, 'konfederasyon'un, yani 'çatı devlet'in de bir anayasası olacak, bu anayasaya 'Türkler ve Kürtler asli kurucu unsurdur' diye yazılacak.
Bu, evet bir çözüm önerisidir ama bunu savunmak ve gerçekleşeceğini sanmak olmayacak duaya amin demektir. Çünkü böylesi bir 'çözüm' ancak bu 'çözüm'e barış içinde, karşılıklı rızayla ulaşılması halinde bir 'çözüm' olabilir.
Oysa Türkiye'de durum bu değil. PKK 1978'den beri var. Türkiye ile aktif çatışma 1984'ten beri devam ediyor. Ve PKK bu çatışmanın kaybeden tarafı. Kaybeden tarafın barışın şartlarını dikte etmesi ise pek görülmüş bir şey değil.
Kaldı ki, olacak şey değil ama PKK kazanma pozisyonuna geçse, muhtemelen 'çözüm' önerisini de değiştirecek, bir 'konfederasyon'dan değil düpedüz bağımsız devletten söz etmeye başlayacaktır, bundan da kuşkunuz olmasın.
Ortada konfederal bir çözüme karşılıklı rıza olmadığına ve siyaseten gerçekçi olmak gerekirse böyle bir rıza hiçbir zaman da olmayacağına göre, bence 'Demokratik Konfederasyon' önerisini rafa kaldırmak hiç de yanlış olmaz.
Peki bu durumda 'gerçekçi' çözüm önerisi ne olabilir?
Gerçekçi çözüm, dün de yazdım, Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcut çatısı altında, daha demokratik katılıma açık, daha eşitlikçi, kültürel haklara sonuna kadar saygılı bir düzene geçmeye çalışmaktır.
Tam burada tartışma başlıyor: Bazılarımıza göre bu düzene geçmenin önşartı silahların susması, PKK'nın silah bırakması, hatta kendini feshetmesi. Bazılarımız ise PKK'yı beklemenin zaman kaybından ve varolan kısırdöngüyü üretmekten başka işe yaramayacağını, insan hakları ve demokrasiyle ilgili, kültürel haklarla ilgili adımları derhal atmaya başlamamız halinde PKK'nın da silahlı kalıp marjinalleşmekle silahı bırakıp sürece katılmak arasında bir seçime zorlanacağını öne sürüyor.
Açıkçası, bugün dahil, birinci seçeneği söyleyenlerin görüşleri uygulandı, uygulanıyor. Bu durumda da, 'Kürt sorunu' bir 'terörle mücadele sorunu' haline geliyor. Terör varsa da elbette mücadelesi de oluyor.
Ama bana kalırsa ikinci görüşü savunanların haklı bir eleştirisi var: Bu bir kısırdöngü.
Ve kısırdöngüyü kırmak için ezber bozucu bazı girişimlere ihtiyaç var.
İşte bu noktada, bazı önemli ve sembolik adımların atılması işe yarayabilir.
Benim aklıma ilk gelen, ilköğretimin son sınıfları ve lisenin son iki yılına Kürtçe verilecek bir 'Kürt Dili Edebiyatı Kültürü' dersini seçmeli olarak koymak.
Yerel hizmetlerin çift dilli verilmesinin önünde bir engel varsa onu kaldırmak.
Coğrafi isimleri değiştirmekten vazgeçip eski isimlere dönmek.
Yerel kanalların istedikleri dilde kısıtlamasız yayın yapmasına izin vermek.
Sokak tabelalarının çift dilli olmasını sağlamak.
Her yıl Kürtçe çekilecek iki sinema filmine, Türk filmlerine uygulanan türden devlet desteği sağlamak.
Bunların yapılacağının ilan edildiği gün Türkiye'de hava değişir, her şey değişir.
Bir de hemen sonucu alınamayacak olan ama mutlaka yapılması gerekenler var:
Bölgesel asgari ücrete geçmek, milli gelirden aldığı pay 2 bin doların altında kalan her yerde bu düşük asgari ücreti uygulamak, bunun yanı sıra halen varolan teşvik sistemini güçlendirmek, bölgeler arası gelişmişlik farkını süratle azaltacak ekonomik önlemleri devreye sokmak.
Köy-Des, Bel-Des gibi uygulamaların peşini bırakmamak.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya önümüzdeki 10 yıl için eğitim ve sağlık yatırımlarını en az ikiyle çarpmak.
Kısırdöngü böyle kırılır. Terörün beli böyle kırılır.

نەناسراو (not verified)

Tue, 04/29/2008 - 13:29

Akif Emre Suriye-İsrail barışının objektif şartları var mı? Türkiye'nin arabuluculuk yapmasıyla gerçekleşecek bir Suriye-İsrail barışının objektif şartlarının olup olmadığı sorusunu sormadan iktidar çevrelerinde ve medyada heveskâr bir hava estiriliyor. Gerçekten Türkiye'nin arabuluculuğu da aşan bir işlev yüklenerek 40 yıllık bir işgali sona erdirecek diplomatik ağırlığının olup olmadığı bile sorgulanmıyor. Muhtemel bir Suriye-İsrail barışını irdelemeden önce Türkiye'nin buradaki konumuna göz atmakta yarar var. Böyle bir barışın gerçekleşmesinin Türkiye'ye ve özellikle de Tayyip Erdoğan'a önemli bir prestij kazandıracağı, kapatma davası nedeniyle yaşanan meşruiyet krizini kendi lehine çözmekte önemli bir koz elde edeceği muhakkak. Bu girişimin Amerikan yönetiminde belli kesimlerde ancak destek gördüğü de belli. Mesela Rice, kariyerini böyle anlaşma ile tamamlamak istemesine karşın Cheney ekibi son derece karşı. Türkiye'nin arabuluculukta neden bu kadar hevesli göründüğü ise iç politikada yaşanan tıkanmayı uluslararası düzeyde aşma girişimi olarak okunabilir. Tarafların pozisyonuna gelince bu durumda İsrail'le barışı en fazla isteyen taraf Suriye olmalıdır. Suriye'nin Soğuk Savaş rekabetinde Sovyetler'den aldığı askeri destekten mahrum olmasına rağmen İsrail'in Amerika'dan aldığı en son savaş teknolojisine sahip olması taraflar arasındaki dengeyi bozuyor. Nitekim İsrail geçen yıl Suriye'nin içine kadar girip tesislerini bombalayarak bölgede rakipsiz olduğu imajını vermek istedi. Böylelikle sadece Suriye'yi değil müttefiki İran'a da gözdağı verilmiş oldu. Suriye'nin burada en önemli kozu İran'la kurduğu stratejik ilişkisi ve Lübnan'daki silahlı direnişin varlığıdır. Hizbullah'a dolaylı olarak da olsa verdiği destek İsrail'in askeri alandaki üstünlük kibrini kırmaya yaramıştır. Hizbullah direnişi olmasa İsrail Suriye ile barış yapmayı aklından bile geçirmeyecekti muhtemelen. Nitekim bu nedenle İsrail'in Suriye'den talep edeceği şartların başında “Şam'da yaşayan Hamas lideri Halid Meşad'ın Suriye'den ayrılması, Hizbullah'a yaptığı askerî yardımı kesmesi“ geldiğini tahmin etmek güç değil. Barış karşılığında Esad yönetiminin 'neyi ve kimleri' gözden çıkaracağını göreceğiz. Suriye'nin bu türden 'konvansiyonel koz'larını bir çırpıda elinden çıkarması beklenmemeli. Ancak tatmin olacağı bir anlaşma karşılığında Hamas liderini feda etmeyeceğini ummak biraz saflık olur. İsrail açısından Suriye ile yapılacak bir barış hem İran'ı denklem dışına çıkarmak hem de sınırlarını güvence altına almak açısından önemli görülebilir. Nitekim Annapolis'e Suriye'nin de katılması aslında Ortadoğu'daki Amerikan-İsrail eksenine rakip ittifakın çökmesi operasyonu idi. Annapolis'te hiçbir somut gelişme olmadı ama Suriye'nin bu eksene yaklaşabileceğini göstermesi bakımından önemli denemeydi Amerikan İsrail hattı için. Suriye'yi devre dışı bırakan İsrail'in “Hamas sorununu“ ve genel olarak da Filistin meselesini istediği gibi şekillendirmeye yöneleceği de açıktır. Zaten İsrail politikaları açısından, bir alanda kriz tırmanışa çıktığında başka bir alana yönelerek o krizin soğumasını sağlamakta hayli becerikli olduklarını itiraf etmek gerekir. Filistin meselesinin tam bir krize girdiği, Gazze'nin patlama noktasına geldiği, uygulamalara Abbas'ın bile isyan ettiği bir ortamda Suriye ile barış havası estirmek en azından imaj açısından hayli önemli. Bu arada İsrail'in kendi iç dinamikleri açısından Suriye ile barış yapabilecek güçte siyasi irade olup olmadığı önemlidir. Aynı durum, bölgede yaptırım sahibi olarak Amerikan yönetiminde de böylesi bir irade olmadan kalıcı bir anlaşmanın nasıl gerçekleşeceği ayrı soru olarak duruyor. Hizbullah'a yenilmiş bir İsrail'in onun en büyük destekçisi olarak gördüğü Suriye ile barış yapmasının iç politika ve uluslar arası dengeler açısından uygun olduğu söylenemez. Bunu zorlayacak tek şart Amerikan yönetiminin ağırlık koyacak bir iradeye sahip olmasıdır. Carter'in Hamas'la görüşmesinin ardından Türkiye'nin arabuluculuğa soyunması ilk bakışta böyle bir iradenin olduğu izlenimi veriyor olsa da İsrail'in buna hazır olduğu şüphelidir. Muhtemel bir barış anlaşmasının Türkiye'ye çıkartılmak istenen faturası şimdiden belli olmuştur. Yeni olmasa da bu vesile ile gündeme gelen su konusu yapılacak anlaşmanın en önemli unsurlarından biridir. İsrail Golan'ı daha çok su kaynakları için elinde tutmaktadır. Golan tepelerinin tümünden çekilse bile su kaynaklarından vazgeçmeyecektir. Bunun için çözüm; Türkiye'nin Suriye'ye, aksi durumda İsrail'e su vermesidir. Su konusu Türkiye'nin önüne şimdiden konmaya başlamıştır. Türkiye arabuluculuk yaparken su faturası ödemek durumunda kalabilir. İsrail en azından taktiksel olarak bu görüşmeleri değerlendirmek isteyecektir. Bunun anlamı Filistin devletinin unutulması, verilen sözlerin geri alınması demektir. Filistinlilere en fazla vermek istediği barış sürecinin kısmen canlanması buna karşılık Filistin devletinin gündemden düşmesidir. Amerika'dan hayal kırıklığı ile dönen Mahmut Abbas'ın durumu Suriye ile yaşandığı söylenen bahar havasının Filistin için ne anlama geldiğinin göstergesidir.

Gila BENMAYOR GAP bittiğinde ekonomiye yıllık katkısı 18 milyar dolar GÜNEYDOĞU "Godot"u bekler gibi GAP'ın bitmesini bekliyor. TÜRKONFED'in toplantısı için gittiğim Şanlıurfa'da bunu bir kez daha anladım. GAP herkesin dilinde. Şanlıurfa Ticaret Odası Başkanı İsmail Demirkol, Doğu Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu Başkanı Şeyhmus Akbaş, Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, Vali Yusuf Yavaşcan. Hepsi mutlaka konuşmalarında sözü GAP'a getiriyorlar. GAP biterse bölge refaha ulaşacak. GAP İdaresi Başkanlığı, Ekonomik Kalkınma ve Girişimcilik Genel Koordinatörü Ahmet Zahir Erkan da toplantıda. Sunumunda bazı rakamlar veriyor. GAP bittiğinde Türk ekonomisine yıllık katkısı 18 milyar dolar olacak. 3.8 milyon kişiye istihdam sağlayacak. 2007 yılında komşu ülkelere ticaret hacmi 6 milyar dolar. Ancak kapasite 60 milyar dolar. Yani proje bittiğinde, tam kapasite sulama yapıldığında ticaret hacminde bu rakama ulaşmak hatta geçmek pekálá mümkün. Bu arada GAP'ın şimdiye kadar ürettiği enerji 16 milyar dolarlık bir gelir sağlamış. Yani hemen hemen kendisini amorti etmiş. Peki bugün projede nasıl bir noktaya gelinmiş? Anladığım kadarıyla GAP'tan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren'in bölgeye yaptığı sayısız ziyaret meyvesini vermiş durumda. GAP artık Ankara'nın gündeminde. GAP'a beş yıl içersinde 12 ile 15 milyar dolarlık bir kaynak aktarılacağı konuşuluyor. Gerçi bu kaynağın 8 milyar YTL'lik bölümünün İşsizlik Fonu'nun faizinden aktarılmak istenmesi kafalarda soru işaretleri yaratmış. Ekren, bizim Şanlıurfa'da olduğumuz gün CNN Türk'te Taha Akyol'un programında GAP'a İşsizlik Fonu'ndan aktarılacak kaynak nedeniyle fonun yapısının bozulmayacağını da özellikle vurgulamış. Önümüzdeki günlerde ise Ankara'nın GAP Eylem Planı'nı açıklaması bekleniyor. Bakalım Güneydoğu'nun "Godot'u Beklerken" hikayesinde mutlu son ne zaman? GAP'tan dünyaya hem domates, hem orkide ŞANLIURFA'daki başarı öykülerinden biri de Koç Grubu'nun Tat Konserve projesi. Vali Yavaşcan, Tat Konserve'nin önümüzdeki yıllarda 40 bin dönümde 1 milyon ton domates üretmeyi planladığını anlatıyor. İşler iyi giderse 1 milyon ton domates hayal değil. Şimdilik hayal olan başka bir proje de var. Yavaşcan bunu şöyle anlatıyor: "Domates fidelerinin yetiştirileceği seralar 10 ay boş kalacak. Zira domates fideleri 2 ayda elde ediliyor. Bu boş kaldıkları aylarda seralarda kesme çiçeklik yapmayı planlıyoruz. Birkaç yıl sonra neden Şanlıurfa'da yetişen orkideler Hollanda, İtalya'ya ihraç edilmesin?" Henüz seralar yok ortada. Tat Konserve domates fidelerini Batı Anadolu'dan getirtiyor. Ancak Tat Konserve Genel Müdürü Güçlü Toker seraların da gündemde olduğunu söylüyor. Yani birkaç yıl içerisinde GAP'tan dünyaya hem domates, hem orkide ihracatı mümkün. Urfa'da kadın istihdamı sadece yüzde 7 TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel, konuşmasında kadınlara "pozitif ayrımcılık"tan yana olduğunu söyleyince Urfa'daki kadın istihdamı durumu ortaya çıkıyor. Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan'ın verdiği bilgiye göre, şehirde çalışan nüfusun yüzde 93'ü erkek. Yani Şanlıurfa'da kadınların sadece yüzde 7'si çalışıyor. Türkiye genelinde giderek düşen kadın istihdamı Şanlıurfa'da deyim yerindeyse "yerlerde sürünüyor". Vali Yavaşcan'a kadın istihdamıyla ilgili bazı önlemlerin olup olmadığını soruyorum. Kadınların meslek eğitimine ağırlık verildiğini ve 2009 yılında faaliyete geçmesi beklenen 2. Organize Sanayi Bölgesi'nde kadınların da işe alınmaları için bazı çalışmalar yaptıklarını söylüyor. Tekleyen KOBİ'lere Endeavor desteği TÜRKONFED'in Şanlıurfa toplantısında Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel 2008 yılının projesini açıklıyor. TÜRKONFED 2006 yılında mesleki eğitimi, 2007'de ise girişimci işkadınlarını desteklemiş. Bu yıl ise destek KOBİ'lere. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın Şanlıurfa'da vurguladığı gibi ekonomideki yavaşlama KOBİ'leri etkiliyor. KOBİ'lerin teklemesi iyiye alamet değil. Dolayısıyla KOBİ'lere bir "hayat öpücüğü" gerek. Bir yanda KOBİ bankacılığında hayli deneyimli Akbank, diğer yanda uluslararası bir STK olan Endeavor'un desteğiyle TÜRKONFED bu hayat öpücüğü için kolları sıvamış durumda. TÜRKONFED, ihracatta önemli bir başarı yakalamış, yeni teknolojileri uygulayan KOBİ'lere öncelik verecek. Bu arada Endeavor Türkiye ofisinin bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce kurulduğunu hatırlatmak istiyorum. Yönetim Kurulu'nda Vuslat Doğan Sabancı, Ali Koç, Suzan Sabancı Dinçer, Murat Özyeğin gibi isimler olan Endeavor girişimcilere "koçluk" yapıyor.

Anonymous (not verified)

Tue, 04/29/2008 - 15:18

biri size kibris sorunu nasil chözülür diye sorsa hich dü$ünmeden iki konfederal devlete dayali olmalidir.dersiniz.kibris sonradan i$gal edilip ele gechirilmi$tir yerlileri katledilmi$ topraklarina el konulmu$ haydutvari bir bi$imde kabaca i$galedilmi$tir.i$gal ettiginiz alanlari me$rula$tirmak ve bir kanunsuz devlet ilan ettiniz tüm dünyaninda bu yapmacik devleti tanimasini istiyorsunuz.bu insani olmayandurumdur. almanyaya giden tirk ba$bakani asimilasyonun bir insanlik suchudur dedigi halde kürt sorununa gelince sömürgeciligi enkatmerli savunucularindandir sayin kerdogankürt sorununu dü$ünmeseniz yoktur diyebilmek prvasizligina dü$mektedir.insanhaklarina yabanci demokrasiden nasibini almami$ irkchi bir devletten kürt sorununu demokratik yollardan chözmesini beklemek bir hayaldir irkchi kafatasi kirilmadan demokrasi in$a edilemez chünkü kurulu$ ilkeleri irkchilik üzerine kurulmu$ bir devleti demokratikle$tirmek olanaksizdir anti demokratik güchler kilit noktalari elinde tutmaktadirlar.kürthalkinin ulusal kurtulu$ mücadelesi ayni zamanda türk halkininda irkchi dü$üncelerden kurtulmasi ichin verilmektedir ancak türk aydinlarin cogunlugu irkcilik batakliginda chirpinmaktadirlar ne kendilerine nedekürt halkina herhangi bir faydalari olmamakta tamtersine mücadelnin önünde engel olmaktadirlarkibrista yüzbin ki$iye bir devlet reva görülürken milyonlarca kürde varligi bile yasaklanmaktadir.kürtler ne istediklerini achik bir $ekilde programla$tirmalidirlar demokratik chözümün yollarindan olan kendikaderini tayin etmek olmak üzere konfederasyona dayali iki devletli konfederal sisteme dayalibir chözümde olabilir ama gerchek anlamdaki demokratik chözüm yoksa irkchi kemalizmi cilalayip rejimi ve generalleriallayip pullamakla ileri sürülen chözüm yöntemi kürthalkina esaret zincirinden ba$ka bir$ey degildir bu tür insanlik di$i dü$ümnceler mahkum edilmelidir. gerchek demokratik chözüm bin adim ileri ve daha fazla özgürlük demektir.

Can DündarAda “Cemaate rezil olmayalım“ Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1940'lı yılların ortalarında memleketi Malatya'ya gitmişti. Her zaman yaptığı gibi, önce babasının mezarını ziyaret etti, sonra da okulları... Gittiği okullardan birinde orta son sınıfların dersine girdi. Derste kendisini ayakta karşılayan öğrencilerden birine beklenmedik bir soru sordu: “- Sen ne zaman İnönü olacaksın?“ Çocuk kilitlenip kaldı. Ne cevap vereceğini düşünürken yanındaki haylaz öğrenci kulağına eğilip tüyo verdi: “- Sen öldüğün zaman!..“ Bu laf duyuldu. Sınıf kahkahaya boğuldu. İsmet Paşa gittikten sonra “haylaz“ı disipline verdiler. 1 hafta süreyle okuldan uzaklaştırıldı. “Haylaz“ın adı, Hüseyin Üzmez'di. * * * Üzmez, o vukuatından 60 yıl sonra bambaşka bir skandalla yeniden “disipline“ gidiyor. Bu seferki skandalın kökeninde 60 yıl önceki vukuattan izler de olabilir. Zira sonraları gazeteci Ahmet Emin Yalman'a düzenlediği suikastı anlatması için Bülent Çaplı ile röportaja gittiğimizde yukarıdaki anıyı kendisi anlatmıştı; bu arada çocukken nasıl telkinlerle yetiştirildiğini de yine kendisinden dinlemiştik. “Zındıklara“ “kâfirlere“ karşı büyük bir kin duygusuyla büyütülmüştü. O gün için bunları “CHP“ temsil ediyordu. O da “Halkçılara“ karşı bayrak açmış, karşıtı saydığı yazarlara kurşun sıkmıştı. Sonra hapis yattığı yıllarda yaptıklarından pişman olmuş, yazdığı kitaplarda, çıktığı programlarda yeni yetişen gençleri kendisi gibi tuzağa düşmemeleri için uyarmaya çalışmıştı. * * * Aklıma 23 Nisan günü Başbakan'ın koltuğuna oturan ilkokul öğrencisinin esprisi geliyor. Kendisine hayli büyük gelen koltuğa bir görevlinin yardımıyla otururken şöyle fısıldamıştı: “Cemaate rezil olmayalım.“ Şimdi Üzmez de nicedir oturduğu “milliyetçi-muhafazakâr yazar“ koltuğundan, o kimlikle hayli uyumsuz bir lekeyle devrilirken cemaate rezil olma durumu yaşıyor. Tabii aynı çapta bir başka skandal da cemaatin ya görmezden gelerek rezaleti gizlemesi ya da “komplodur“ filan diyerek neredeyse sahiplenmesi... Üzmez kendisinden 50 yaş küçük eşiyle evlendiğinde kayınpederi bu durumu, “Ne var yani; Peygamberimiz de 9 yaşında bir kızla evlenmişti“ diye savunmuştu. İslamcı basının hiç olmazsa Hz. Peygamber'i korumak adına buralarda bir duruş sergilemesi gerekmiyor mu? Yoksa ilkokul 2'deki kızlarımız için de mi kaygılanmalıyız? * * * Küçük kızların, anne babalarının ve mukaddesatçı medyanın bu mide bulandırıcı öyküden alacağı ders, ahlaktan, dinden, imandan, milliyetten bolca bahsediyor diye kimseye hemen evinde yer, gazetesinde köşe, televizyonunda program vermemek olmalıdır. Devlet ise tecavüzcüyü cezalandırırken, tecavüze uğrayana kol kanat germelidir. Geçenlerde komşuları tarafından lezbiyen ilişkiye zorlanan iki küçük kız kardeşi okullarından uzaklaştıran mantık, saldırganı değil, mağduru ezmek alışkanlığından hızla vazgeçmelidir. Üzmez'e gelince... Bu disiplin cezasından da kurtulabilirse, gençliğindeki siyasi suikast anılarını anlatarak gençlere tuzaklardan korunmayı telkin ettiği gibi, yaşlılığındaki cinsi temas anılarını anlatarak şimdi de çocuklara sübyancılardan korunmayı öğretebilir; ki bu da az katkı değildir.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.