Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 12 January 2013

İbrahim Güçlü: Fransa'daki cinayetler Kandil-İmralı kapışmasıdır

ANKARA (CİHAN) - Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, Fransa'da aralarında PKK'nın kurucularından Sakine Cansız'ın da bulunduğu 3 Kürt kadının Paris'teki Kürt Enstitüsü'nde öldürülmesinin Kandil-İmralı kapışması olduğunu söyledi.

Cihan Haber Ajansı (Cihan) muhabirine konuşan İbrahim Güçlü, Öcalan ile Kandil konseptinin birbiriyle çatışma içinde olduklarına dikkat çekti. Kandil'in bugün ilkesel olarak kabul ediyor gözükse de silahların bıraktırılması aşamasında çatışmanın başlamasının kaçınılmaz olacağını belirten Güçlü, "PKK silahsız olmaz, silah olmadan PKK olmaz, yöneticilerinin bir kıymeti yok. PKK şu an bölgede bir ittifak cephesi içinde yer alıyor. İran, Irak ve Suriye bu cephe içinde. Rusya'ya kadar uzanan bir cephe mevcut. Bu cepheden bağımsız Türkiye ile uzlaşması mümkün mü? Bu hem Kandil'in hem de İran ve Suriye'nin çıkarlarına aykırı. Çünkü Türkiye'yi yıpratmak istiyorlar. Bu sebeple yayılan iyimserliğe rağmen Kandil'in silah bırakması mümkün gözükmüyor." dedi.

"ÖCALAN'IN SAKİNE CANSIZ HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ AÇIKLANSA HERKES YÜZÜNÜ KAPATIR"

Güçlü, Fransa'da öldürülen Sakine Cansız hakkında ise şu bilgileri verdi: "Örgütte 1990'lara kadar Cemil Bayık ve diğerlerinden daha etkin olan bir yöneticiydi. Daha sonra muhalif durumuna düştü, Mehmet Şenerlerle birlikte bir muhalefeti oldu. Mehmet Şener öldürülünce o tekrar örgüte döndü. Daha doğrusu teslim oldu. Öcalan tarafından itibarsızlaştırmak için her şey yapıldı. Abdullah Öcalan'ın Sakine Cansız hakkında söyledikleri bugün kamuoyuna açıklansa herkes yüzünü kapatarak yürüyecek durumdadır. Onun hakkında o kadar rezil söylenmiş şeyler var."

Fransa'daki cinayetleri normal, muhalefetin yeniden tezahürü olarak örgüt içindeki bir infaz gibi görmediğini vurgulayan Güçlü, şöyle devam etti: "Bunu Kandil-İmralı kapışması olarak, erken kapışma olarak değerlendiriyorum. Erken başlayan bir hesaplaşma gibi görünüyor. Süreci provake etme, süreci bugünden engelleme ve işi daha ilerilere tırmandırmama. Çünkü ortaya çıkmış iyimserlik havasında Öcalan öyle bir hava verdi ki bugün yarın bu iş çözülecek. Biraz Kandil bundan rahatsız. Bunun için engellemeye çalıştı, onun için erken başlattı. Eğer Sakine Cansız, Avrupa'dakiler Öcalan'dan yana görünüyorlarsa bu infaz doğrudan Kandil'in, Öcalan'ın eskiden ilişkili bulunduğu, PKK'nın birlikte çalıştığı Türkiye'deki derin devlet güçlerinin, JİTEM vesair güçlerin bir hareketi olabilir. Ama eğer Sakine Cansız Kandil'den yana ise bugün atılan sloganlar ilginçti. Orada işin arkasında MİT var denilince ben slogan atanların Öcalan konseptine karşı olduklarını ve Öcalan'ı MİT ile ilişkilendirerek Sakine Cansız'ın öldürülmesini sanki ona bağladıkları gibi bir sonuç çıkardım."

aktari

Anonymous (not verified)

Sat, 01/12/2013 - 11:17

Cünkü  Bu Sadece Bir Öcalan Siparis'idir! Sakine Cansiz'in ortadan kaldirilmasi, TC Konsepti'nin (ki buna aslinda konsept bile denmez, KONSEPTSIZLIK demek daha dogru olur) "kürtlere" (PKKya) dayatilmasi ve ACILEN uygulamaya gecilmek istenmesidir. TCnin kürtlere bu DAHA FAZLA sahsiyetsizlik dayatmasina karsi Sakine Cansiz'in tavri neydi genisce bilinmemektedir. Bilen varsa, eger yazarsa, kamuoyunu aydinlatirsa, bu cinayetin anlasilmasi, (ve belki de cözülmesi) icin cok yardimci olur. - Varsayalim ki Sakine Cansiz TC'nin bu son Imrali Istihbarat ve Öcalan önderlikli anlasmasina karsiydi. Bu baslibasina Sakine Cansiz'in ortadan kaldirilmasi icin en büyük bir neden teskil etmekteydi o zaman. - Yine varsayalim ki Sakine Cansiz TC'nin bu son Imrali Istihbarat ve Öcalan önderlikli anlasmasina karsi TAVIRSIZDI. Bu bile Sakine'nin ortadan kaldirilmasi icin gerekli büyük bir neden idi. Bu her iki ihtimal karsisinda da, MIT, MUTLAKA Öcalan ile danismis ve Öcalan'in görüsünü almistir. Öcalan Sakine Cansiz'in kim oldugunu ve ne yapabilecegini cok iyi biliyor. Sakine PKK'dan hemen ayrilabilir ve yeni PKK'yi cok güclü bir kadroyla pekala devam ettirebilir güclü ve yetkin bir lider idi. Sakine Cansiz MIT ve Öcalan'in numaralarini bilen/(veya sezen) HAYATTA KALMAYI BASARMIS en sonuncu eski PKK kadro kusagi'ndan idi. Sakineyi gercekten de cansizlastirmak demek, ihanetlerde artik utanmadan dörtnala kosan Öcalan'in önünü daha bir acmak demekti. Bundan dolayi MIT bu isi güvendigi en alt TASERONLARINDAN birine yaptirmis olabilir. Fransa polisine duyurulur. Tabi eger Fransa Polisi bu cinayeti cözmek istiyorsa. Eminimki hayir. Hicbir sekilde cözmek istemez. Cünkü Kürdistani en basindan beri paylasmis sömürgeci bir güc, neden direnisci bir kürde karsi yapilmis kahpece bir cinayeti ortaya cikarsinki? Kisa ve öz: Sakine'nin vurulmasi Öcalan tavsiyesiyle MIT taseronlarina yaptirilmistir. Eger MIT taseronlari bunu gerceklestirmede, aciga cikma riskinin cok büyük oldugu kanaatini MITe bildirmislerse, o zaman MIT bu operasyonu PKK icindeki Taseronlarina yaptirmistir. PKK icindeki tasronlar Hem Kandil'e hemde Öcalan'a baglidirlar. Aralarinda hicbir celiski yoktur. Ibrahim Güclü bu konuda yaniliyor desem cok hakliyimdir.

Anonymous (not verified)

Sat, 01/12/2013 - 14:26

Kandil ve Imrali ihanet ve isbirlikcilikte elbirligiyle siki bir sekilde calismaktadirlar. Hedef kürtleri TC'ye satmaktir. Bunun bütün emareleri ortadadir. Görmeyenler analiz ve kavrama gücünden yoksun, zayif idrakli egitimsiz kesimdir. Bir kesim de cok iyi gördügü halde hesabina (rantina) gelmedigi icin görmemezlikten geliyor. Olan da iste böyle bize oluyor. Eger biz KENDIMIZI ÖRGÜTLEMEZSEK hepimizin sonu böyle komplolara kurban olmak demektir. Aklinizi basiniza alin - birseyler yapmaya bakin! Hala firsat var.

    Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenen silahlı saldırıda aralarında PKK'nin kurucularından Sakine Cansız,  KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Leyla Söylemez adlı genç Kürt kadını öldürüldü. Katil veya katiller cinayetleri susturucu takılmış silahla işlediler. Cinayeti işledikten sonra da kapıyı kilitleyip gittiler. Katliam, Paris'in en işlek merkezlerinden biri olan Gare du Nord'da bulunan Kürdistan Enformasyon Bürosu'na girilerek gerçekleştirildi. Paris'te PKK ile ilgili olan taraftarları bile kontrol altında tutup, sık sık tutuklayan Fransız devletinin Kürdistan Enformasyon Bürosu'nu sürekli takip altında tutmamış olmasının inandırıcı bir açıklaması yok. Sakine Cansız gibi operasyon, tutuklama ve öldürülmeye açık tanınmış bir PKK'linin korumadan yoksun bir şekilde Avrupa'da dolaşması üzerinde durulması gereken bir husus.  Olay çok üzücü ve kahredici. Yıllardır tanıdığım Kürt kadın direnişçiliğinin sembolü Sakin'e Cansız'ın bu şekilde öldürülmesini kimse içine sindiremeyecek. Kabul edilmeyecek, sorgulanacak, Kürtleri bu şekilde cinayetlere, tutuklamalara ve ortadan kaldırmalara açık noktalarda tutan nedenler üzerine çok kafa yorulacak. PKK, Türk oyununu görmüyor mu başlıklı yazımda, "Türkiye'de iktidar, sorunlarından ve yapısından dolayı kanlı, kirli, karanlık ve çok başlıdır," demiştim. Sözünü ettiğim bu olaydı işe. İktidarın bir kesimi sizinle görüşürken, onunla çelişkili olan veya olmayan başka bir kesimi cinayet işler. Tetikçilik yapıp, cinayet işleyen de kimler tarafından yönlendirildiğini hiç bir zaman öğrenemez. Türk tetikçilerin yakalandıktan sonra tutursız ve çelişkili ifadeler vermesi bundandır. Hrant Dink cinayetinde, Papa'ya suikast olayında, Danıştay baskınındaki tetikçilerin ifadelerine bakın... Turgut Özal bile kürsüdeki konuşması sırasında kendisine ateş eden Kartal Demirağ'ın sorgulanmamasını istemişti. Çünkü olayı çözemeceyeceğini iyi biliyordu. Uğur Mumcu cinayetinde de Özal: "Bu cinayeti kimse çözemez," demişti. Bu neden böyledir? Kürtlerin ve PKK'nin özellikle anlamak istemediği de budur. Ortada bir Türk devleti yok. Ortada çıkarlara göre şekil değiştiren ve her kılıfa bürünen karanlık v e kirli bir devlet var. Türklerin devletin bu biçimine zaten ihtiyaçları var. Dürüst, tek, herşeyi kontrol altında, cinayetleri durdurulmuş, karanlık noktaları çözülmüş bir devlet biçimi Türklerin işine gelmiyor. Türkler normal bir devletle toplumu iadere edemezler. Normallikten korkuyorlar. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'i ölüme götüren Kürtlerin Türk devleti karşısındaki saflıklarıdır. Bu bir Türk cinayetidir. Tetikçi yakalansa bile bu katliamın gerçek niteliğinin çözülmesi mümkün olmayacaktır. Kürtler Türk devletinin ve onun istihbarat örgütlerinin önünde çok dağıldılar. Türk devletinin yüzde sekseni yerin altındayken, Kürtlerin gizli saklı hiç bir şeyleri kalmadı. Hepsi çarşaf gibi Türk devletinin önüne saçıldı. AKP faşizminin sözcülerinden Hüseyin Çelik, üç Kürt kadının öldürülmesini PKK'nin iç infazı olarak açıkladı. PKK ile görüşme yapan bir iktidarın Kürt asıllı temsilcisi böyle söylüyor. Türk Başbakanı Erdoğan, PKK'liler nerede olursa olsun bulup vuracağız diyor. Türk devletinin müzakerelere ve görüşmelere uygun bir yapı arzetmediğini söylediğimde, eminim PKK'li arkadaşlar, ne demek istediğimi anlamak yerine bana tepki duymayı tercih ediyorlar. Ama durum söylediğim gibidir. Devletin bir kanadıyla konuşulurken, diğer kanadı vurmayı planlıyorsa yaptığın müzakerelerin ne anlamı olur? Böyle bir devlete ortak olsan bile kısa bir süre sonra, tıpkı Paris'teki gibi katliama uğrarsın veya onunla birlikte batıp gidersin. Türk devleti ile en ciddi çatışmaların olduğu zamanlarda Avrupa'da böyle bir katliam yapılmadı. 12 Eylül Diktatörleri de bu şekilde vurmadı. Avrupa'nın merkezinde sığınmacı Kürt kadınlarına vurduktan sonra, PKK Türk devletiyle neyi konuşacak? Tetikçilerine hakim olmayan ve onları her fırsatta Kürtlerin üstüne salan çeteleşmiş ve boğazına kadar cinayete gömülmüş bir yapıyla Kürdün hangi sorununu çözecek? Fazlasıyla üzgünüz.  Kürtler en çok Türk devletiyle çözüm adına ilişki kurduğunda cinayetlere kurban gidiyor. Ya Türklerin kendi iç çelişkilerinin stres atma alanı oluyoruz ya uluslararası  operasyonların öznesi haline geliyoruz ya da ırkçı nefretin linç kültürü altında eziliyoruz. Avrupa'nın göbeğinde, sığınmacı üç Kürt kadını bu şekilde öldürülüyor; Türk basını ve iktidarı bunu PKK içi bir infaz olarak adlandırıyorsa, hiç bir Kürt bireyinin can güvenliği yoktur artık... Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'in ailelerine bu büyük acı karşısında baş sağlığı dilyorum... Kürdistan halkı Kürt kadın direnişinin sembolü Sakine Cansız, Leyla Sönmez ve Fidan Doğan'ı unutmayacak... Kürdistan direnişçilerini son yolculuklarına uğurlamak için Paris'e akın edeceğiz.  Kaynak:  Rojevakurdistan  

  Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez 10 Ocak günü, Paris’in en işlek caddelerinden birisinde susuturuculu silahla susturuldular. Gözlerindeki hayat ışıltısı, umutları ve inançları öldürüldü. En azından katiller ve arkasındaki organizatörler böyle düşünüyor. *** BDP VE ROL ÇALMAK İSTEYEN BAZI KÜRDLER RİYAKARLIK YAPIYOR Sakine Cansız 1988’de hapisten çıkıp Bekaa’ya gitti. Oradaki diktatörlüğü görünce muhalefet etti. 1989, 1990, 1991, 1992 yıllarında Bekaa’da yüzlerce Kürd genci Öcalan tarafından öldürtüldü. Bunların bir kısmının listesi Perinçek’in dergisi 2000’e Doğru’da ‘Bekaa’da 21 MİT ajanı’ kapağıyla duyuruldu. Mehmet Şener’in Öcalan’a muhalefetinden sonra Öcalan Şener’i tutuklattı. Diyarbekir cezaevi ve diğer cezaevlerinden şartlı olarak serbest bırakılmış PKK militan ve yöneticilerini ‘uygulama’ya aldı. 23-28 Ağustos 1991 tarihleri arasında PKK tutuklularına ‘PKK zindan konferansı’ adıyla bir konferans yaptırıldı. Konferans! Sonrası 28 ağustos 1991 tarihli bir açıklama dikte ettirildi (daha geniş bilgi için Eylül 1991 tarihli Serxwebun’a bakınız). Bu açıklamada Mehmet Şener ve onun hapishane arkadaşları mahkum ediliyordu. Bu konferans sonrası aralarında Sakine Cansız (Serxwebun Ekim 1991), Ferhan Güllü (Serxwebun Kasım 1991), Mustafa Gezgör (Ekim 1991,Serxwebun), Hüseyin Boyraz (Serxwebun,Kasım 1991), Selim Çürükkaya, Kani Yılmaz (Serxwebun Kasım 1991), Mustafa Karasu da dahil olmak üzere bir çok 12 eylül mağduruna zoraki özeleştiriler yaptırıldı.  Merhum Sakine Cansız 12 Eylül’e teslim olmamıştı, ama Öcalan’a teslim olmak zorunda bırakıldı. Kendisine zorla yaptırılan özeleştiride!, ‘bu komple saldırıda yenilmemenin, ayakta durmanın tek yolu devrimi kişilikte en ihtilalci biçimde yaşamaktır’ diyor, nişanlısı ve hapishane arkadaşı, yoldaşı Mehmet Şener şahsında kendisini ve Esat Oktay’ın kurbanlarını şöyle mahkum ediyordu: ‘Konferansın açığa çıkardığı ve mahkum ettiği; olumsuz sürecin ve olayların başını çeken parti karşıtı pratikler ve öncelikle Mehmet Şener haininde ifadesini bulan sahte, komplocu, tasfiyeci, provaktör önderliktir. (..) ‘Vurgulamalıyım ki M.Şener ihanetinin gelişmesinde tüm partiki tutsak yoldaşların payı olmuştur..’ Mehmet Şener ve arkadaşları öldürülüp, Selim Çürükkaya ve Sakine Cansız gibi şahsiyetler Öcalan’ın işkencesinden geçirilirken, bugün Sakine Cansız için timsah gözyaşları döken BDP’liler ortada yoktu. Şunu belirtmek gerekir ki, o zaman da bir avuç Kürd PKK içindeki bu zulüme karşı çıktı. Bu nedenle o dönem Sakine’ye sahip çıkanların bugün Sakine için bir çift söz söyleme hakkı vardır. *** BİR ANI Mehmet Şener 1 Kasım 1991 tarihinde Esad rejimi ve Öcalan tarafından öldürüldükten sonra, haberi İbrahim Güçlü’den almıştım. Bana ilettiği bir mesaj nedeniyle Londra dışındaki işimi bırakıp bir kaç günlüğüne Londra’ya geldim. Mehmet Şener’in öldürülmesinin verdiği öfkeyle Doğu Perinçek’i aradım. Sesimi tanımaması için Kürdçe müziğin sesini yükselttim ve kendimi ‘Hakkari’den Hafız’ olarak tanıttım. Telefona Şule Perinçek çıktı önce ve sonra Perinçek’e verdi. Perinçek’e, ‘Şener’in ölümünden sen sorumlusun. Mustafa Pusa da sana Şener’in resimlerini getirirken İstanbul’da öldürüldü. Haber Milliyet’te var’ dedim. Perinçek, Pusa’nın öldürülmesinden habersiz olduğunu öne sürdü. ‘İşte biz Sakine Cansız ve Selim Çürükkaya da öldürülmesin diye bu hafta bir kapak yaptık ve çıkacak ‘ dedi vs. Perinçek, Bekaa’da olan bitenden anında haberdar oluyordu. ** ORHAN KOTAN’IN ŞİİRİ Sakine Cansız’ın Diyarbekir cezaevinde gördüğü ağır işkencelere karşı gösterdiği direnç, mahkemede yaptığı siyasi savunma nedeniyle PKK dışındaki Kürdler arasındaki saygınlığını göstermesi açısından merhum Orhan Kotan’ın Sakine Cansız için yazdığı şiir iyi bir örnektir. Orhan Kotan, 5 ağustos 1996’da bana gönderdiği bir mektupla beraber Sakine Cansız için yazdığı ‘yas’ başlıklı şiirini de eklemişti. Daha once de paylaştığım bu mektup ve şiiri aşağıya alıyorum: ‘Sevgili kardeşim Bulabildigim bazı dökümanları gönderiyorum. Benim karmakarışık çalışma odamdan fazla birşey çıkmıyor. Umarım, istediklerini buldum. ...Selamlar. ‘ "YAS" Orhan Kotan gönderdiği 4 sayfalık "yas" şiirinin başına el yazısıyla şöyle bir not düşmüştü : " Bu şiir Sakine Cansız"in kimliğinde Kürdistan‘daki yıkımı ve vahşeti anlatıyor." Sakine Cansız ile ilgili bölümü aktarıyorum: "yağmur yüklü bulutların tadında şimdi kanın ve ölümün dehşetidir hayat Sakine gelin lanetlenmiş diyaribekir‘in ara sokaklarında beyni bir dünya ihtilali yeşil gögüs kafesi medine kırmızı kübanin kristal kıyılarında sonra siyah bir tecavüzdür kadınların kaderi çikolata renkli liseli kızların sevdiklerinden kan gelir gül yerine kızoglankız ekvator ezgilerine gencecik bedenlerinde bedesten takırtıları Süphan‘dan kar fırtınaları taşıyarak geceyi gündüze bağlama telaşında bir de Dijle‘nin asi gürültülerini yavrum köpük köpük koridorlarından örtün bu benim karanlık kaderimle fışkırıp çıkan yas tutma Cudi yüklü bir Kardelen dalında unutma küfrün kızılında ama unutma kanın ve ölümün dehşetini naylon kaplı küçük barınaklardan hayatın rahmine boşaltarak binlerce sürüngenle taşınan öfke al ve götür umutlarımı şehrin kirli şamatasından ağıtlar süzülüp dökülen saçlarından isyankar ateşler yükleyecektir şehre ve kararmış isyanımı  bir zaho suikastinin bir de bir avuç mavilik meçhul korkusuna yay şan olsun memlekete.. öfkesini Fırat‘ın çocuğum Eylül 93-Şubat 96 Stockholm.’ *** YAŞARKEN ÖLMEK.. Evet, Sakine Cansız’ın hali tam da Orhan Kotan’ın tanımladığı gibi ‘Kürdistan’daki yıkım ve vahşeti’ anlatıyor. Fiziken, hiç de 50’li yaşlarda olan bir kadını andırmıyor görüntülerde . On yıl veya daha uzun bir süre Diyarbekir’de ağır işkenceler görmüş, yüzüne tükürdüğü cellada teslim olmamıştı. Ama Öcalan diktatörlüğü O’nu Bekaa’da teslim alıp etkisizleştirmeye, biat ettirmeye çalıştı. Nişanlısı Mehmet Şener ve bir çok arkadaşı Öcalan tarafından öldürülen Cansız, kanımca Bekaa’daki Zindan konferansı! sırasında zaten objektif olarak öldürülmüştü. SPEKÜLASYONLAR Ortada bir çok spekülasyon var. Bu kadar işlek bir caddede tek bir güvenlik kamerasının olmadığı iddiası çok önemli. Doğru mu? Şifreli kapılardan giriyor katiller ve katliam sonrası kapıyı kilitleyerek çıkıyorlar. Doğru mu? Binadaki komşular saat 18:00 sıralarında patlama sesi duyuyorlar ama nedense polis ancak gece 01.30 sıralarında geliyor. Doğru mu? Patlama sesi duyan komşular olduğunu yazdı Hürriyet. Ama şimdi de ortada görgü tanığı olmadığı iddiası var. Doğru mu? Sözkonusu edilen, maktüllerden birisinin erkek arkadaşı merak edince cinayet farkediliyor. Peki bu erkek arkadaş veya PKK’liler o zamana dek nerde? Dendiği gibi elbise dolu çanta veya valiz var mı odada? Sakine Cansız’a ‘İmralı’daki mukim Öcalan ile yapılan istişarelerle ilgili olduğu iddia edilen bir mektup verilmiş miydi? Sakine Cansız iddia edildiği gibi Oslo ve başka şehirlerde yapılan toplantılara katıldı mı? İddia edildiği gibi bir stratejist miydi? Bence PKK’de tek stratejist! Öcalan’dır. Öcalan başka bir stratejiste ihtiyaç duymaz. Zübeyir Aydar, ‘katliam İmralı’ya karşı yapıldı’ derken ne demek istiyor, kime mesaj veriyor? Eğer Aydar’ın iddiası doğruysa o zaman bu cinayetin PKK ile bir ilgisi var demektir. İmrali ile yapılan istişarelerden çıkan en önemli siyasal! Sonuç bugün itibariyle Türkiye başbakanı Erdoğan’ın açıkladığı üzere, ’Öcalan’a verilen özel devlet bakımı, televizyon tahsisi, günde beş saat volta atma serbestisi’dir. İstişarelere büyük anlam biçenlere göre Sakine Cansız ve arkadaşlarının öldürülmesi, bu süreci baltalamak içindir’. Hal böyle olunca, Sakine Cansız’ın büyük bir Öcalan hayranı olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Öyle olduğunu sanmıyorum. Şimdiye dek Avrupa’da veya başka bir mekanda Öcalan’ı seven veya biat eden tek bir kişi öldürülmemiştir. Verili durum şunu gösteriyor. Bu ortak bir operasyondur. Bu katliam derin güçlerin ortak bir organizasyonudur. Elbette gerçekleştirildiği konjönktür önemlidir. Ama PKK içinden bir yardım olmadan veya Franszıların gözyumması olmadan bu katliam yapılabilir miydi? Bu da sorulması gereken önemli bir sorudur. Her halükarda PKK’nin derin devletin ve dış güçlerin içinde fink attığı bir taşeron olduğu somut bir olgu olarak ortada durmaktadır. Bu katliamda Kürd olmayan unsurlar da kullanılmış olabilir. *** Sakine Cansız’ın 2007’de Almanya’da 40 gün gözaltında tutulduğu biliniyor. Aynı yıl içinde Fransa’da saldırıya uğradığı iddiaları da mevcut. ABD yazışmalarında ve kriptolarında adı geçen Sakine Cansız ile ilgili bilgiler Wikileaks’te yer aldı. Cinayeti kimler işlemiş olabilir sorusu ucu açık bir sorudur. Fransız yetkililerin bu cinayete göz yumması sözkonusu mu? Hadi diyelim ki, güvenlik kamareları yok, ama Fransız gizli servisinin katliam odasında bir ‘böceği’nin olmadığını veya Cansız ile arkadaşlarının, diğer PKK’lilerinin telefonlarının dinlenmediğini kim iddia edebilir? Günümüzün teknolojisinde artık Mobese kameraları olmadan da insanlar izlenebiliyor. Bir de PKK’nin ilk etapta cevaplaması gereken sorular var: Binanın kapı şifresini kimler biliyor? Enformasyon Bürosu’na girişler nasıl oluyor? Sakine Cansız ve arkadaşlarının orda olduğunu kimler biliyordu? Sakine Cansız ve arkadaşları en son kimlerle görüştüler? Sakine Cansız ve arkadaşlarının Oslo ve son İmralı istişarelerindeki rolü nedir? Dendiği gibi Cansız’da bir mektup var mıydı? Varsa bu mektup kim veya kimler tarafından yazılmıştır? Sakine Cansız’ın İmralı ile istişareler konusunda görüşleri neydi? ** KİMLER KAZANÇLI Bu katliamdan kimler siyasi kazanç sağlamışlardır. Ona bakmak gerekiyor. Bir defa mevcut iktidarın bir kazancı görülmüyor. Çünkü, Kürdler nezdinde hali hazırda bir güven testiyle karşı karşıya kaldı. Öcalan da bu cinayete üzülmez. Çünkü Sakine Cansız’a olan öfkesi İmralı’ya geldikten sonra da dinmemişti. Derin sırlarını bilen birisinin daha ortadan kalkmasına neden üzülsün? Cansız’ın katledilmesi, hem O’nun otoritesini sağlamlaştırmaya yaramış, hem de Kürdlerde ‘iyi şeyler olacak, ama bunu engellemek isteyenler yol kazasına uğratmak istiyorlar’ kanısını güçlendirmiştir. Kürdlerdeki genel psikolojik durum şu anda, ’Öcalan ile başlayan olumlu bir süreç var. Bu sürece karşı olan derin devlet var’. Bunu söylerken PKK’nin derin devlet ile olan ilişkisinin üstünden atlamak, Öcalan faktörünü gözardı etmek yanılgılı çıkarsamalara yol açar. Derin devlet operasyonlarını bir zemin olmazsa yapamaz çünkü. Dolayısıyla sadece ‘hırsız değil, ev sahibi de suçlu’. Qandil’deki yönetici elit de çok fazla rahatsız olamaz. Çünkü, Öcalan’a karşı bir argumana kavuşmuşlardır. Fırsatı kullanmak isteyeceklerdir. Kısacası, Kürdler değerli üç evladını yitirdi sürgünde. Sakine ile bir tarih göçüp gitti. ** SAKİNE ÖLDÜ AMA ‘BAŞKAN TV’YE KAVUŞTU’ Mevcut iktidar şu anda PKK ve BDP’nin Öcalan’ın sözümona ‘tecrit’ koşulları üzerinden gündem belirlemesini engellemek için bir takım adımlar atmaktadır. Çünkü ortada siyasal bir talep yoktur. Hal böyle olunca da tüm Kürdlerin, ‘iyi şeyler oluyor’a ikna edilip, Öcalan etrafında mobilize edilip, kollektif olarak ‘hiç bir şey istemiyoruz, sadece Öcalan’a 42 inç tv’den başka’ noktasına getirmektir. Bu cinayet dolayısıyla Öcalan’a biçilmeye çalışılan ‘aziz’ rolünü de bir şekilde güçlendirmektedir.  FRANSA’DA CİNAYET İŞLENMEZ Mİ? Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in 10 Ocak’ta Paris’te katledilmelerinden sonra gündeme gelen sorulardan birisi , bu cinayetin Türk derin devleti tarafından işlenip işlenmediğiydi. Bu iddiaya atfen konuşan bazı Fransız yetkililer veya onların ağzından konuşan kimi Türk basını, ‘Türkiye ve Fransa arasındaki işbirliğini’ gerekçe göstererek ‘Türkiye’nin Fransa’da böyle bir şey yapmaya gerek duymayacağı’ iddiasını dillendiriyorlar. Türk derin devleti Avrupa’da hiç cinayet işlemedi mi? 3 Kasım 1996 Susurluk kazasının ertesinde Mehmet Ağar ne demişti? ‘Bin operasyon yaptık.’ DENGİR MİR FIRAT’IN İDDİASI AKP eski milletvekili, Dengir Mir Fırat ise Perşembe akşamı İMC TV’de Ayşegül Doğan’ın sunduğu ‘Gündem müzakere’ programında başka bir iddia ortaya attı. ‘Türk derin devletinin böyle bir şey yapacağına, Türkiye’de ses getirecek şeyler yapabileceğini’ söyledi. Bu da bir bakış açısıdır. Türk derin devleti Fransa’da böyle şeyler yapmaz veya Fransa’da böyle şeyler olmaz iddiasına gelelim. Fransa’da Dev-Sol ve PKK karşılıklı cinayetler işlediler geçmişte. Peki Fransa’da bu tür cinayetler olmaz mı? Buna bir bakalım. Aşağıda vereceğim örneği, Kasım 1996’daki Susurluk kazası’ndan hemen sonra kaleme aldığım ‘Susurluk’un iki yakası’ başlıklı yazımda (Bu yazı Stockholm’de yayınlanan Rojbaş dergisinde de yayınlanmıştı) aktarmıştım: ‘4 Ocak 1988’de Paris’te gerçekleşen bir cinayet vardı. Olayı kısaca anmak için 05.01.1988 tarihli Hürriyet’teki haberi okumakta yarar var: ’Öldürülen alman diplomatın cebinden ERNK mektubu çıktı. Paris’teki Alman büyükelçiliğinde görev yapan 31 yaşındaki diplomat Siegfried Wielpütz, dün sabaha karşı saat 03:00’te kimliği belirlenemeyen iki kişi tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Fransız polisi yaptığı açıklamada, Alman diplomatın cebinden ‘Kürdistan Kurtuluş Hareketi’ antetli bir mektup çıktı dedi.. Bu arada Abdullah Öcalan’a bağlı ERNK grubunun Paris’teki sözcüsü Akif Hasan yaptığı açıklamada, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kürdleri provoke ediyor. Bizim olayla ilgimiz yok’ dedi.’ Kuşkusuz yıllardır Paris’te Sakine Cansız ve arkadaşlarının katline benzer infazlar yaşanmamıştı. Ama geçmişte bir çok infaz yapıldı Fransa’da. Abu Nidal örgütünün yaptıklarını anlatmaya gerek yok. Lübnan iç savaşı sırasında Lübnan Silahlı Devrim Ordusu’nun ABD askeri ataşesi ve İsrail’li bir diplomatı Paris’te öldürdükleri bir sır değil. Polis tarafından grubun lideri olmakla suçlanan Georges Ibrahim Abdallah, 1982’deki bu cinayetlerle ilgili mahkum edilmişti.  İran Şahı’nın son başbakanı Şahpur Bahtiyar 1991’de Paris’in batısındaki evinde bıçaklandı ve boğularak öldürüldü. Yardımcısı da öldürüldü. 1981’de de Bahtiyar, Paris dışında bir suikastten kurtulmuştu. *** ÖCALAN BİLİYOR MU? Gazeteci yazar Ruşen Çakır bugün (12 Ocak,2013) yazdığı yazıda cinayeti kimlerin işlediğini ‘Öcalan ve Fidan biliyor’ iddiasını ortaya attı. Bu iddia da önemli ve üstünden atlanamaz bir iddiadır. Ortalığı iyicene germek isteyen BDP içindeki bazı şahıslar ve PKK bu iddianın üstüne gidip araştırmak zorundadırlar. *** LİCE’DEKİ TOPLU KATLİAM Lice’den Paris’e her yerde Kürdler katlediliyor. Peki bu toplu katliamlarda, öldürülenlerin örgütünün payı ve sorumluluğu nedir? Sakine Cansız ve iki arkadaşının katledilmesinden yaklaşık 10 gün önce 31 Aralık 2012 günü Lice, Hani, Bingöl üçgeninde 10 PKK’linin öldürüldüğü Hürriyet ve diğer gazetelerde yer aldı. Haberlerde PKK Diyarbakır sorumlusu Ethem Karabulut’un öldürüldüğü sevinçle duyuruldu Doğan yayın ilkeleri uyarınca! Ethem Karabulut-Diyarbakır, Mehmet Biçecek-Diyarbakır, Ömer Şeker-Malatya, Mehmet Calp-Mersin, Perwiz Xalıli-Doğu Kürdistan, Mesut Yıldırım-Kızıltepe, Ruhallah Sidinecad-Doğu Kürdistan, Mehmet Zülfikar Kaçmaz-Diyarbakır, Faruk Dolu-Diyarbakır adlı Kürd gençlerinin toplu katliamı bir kaç gün döne döne Türk medyasında zevkle verildi. 4 Ocak tarihli Hürriyet’te bu katliamın nasıl büyük bir Türk istihbari başarısı sonucu gerçekleştirildiği de anlatıldı. Güya, PKK gerillaları ile şehirde ilişkide oldukları bir kişinin ilişkisi tesbit edilmişti. Dağdaki bir cep telefonu bozulunca tamire gelmiş ve tam da o esnada istihbaratçılar cep telefonuna ‘böcek’ yerleştirmişti. (bkz 4 Ocak,2013 Hürriyet; 1 telefon tamire gitti 10 terörist öldürüldü) Ortada eğer ilişkide olan kişinin saptanması ve bir cep telefonu sözkonusuysa, cep telefonuna dinleme veya izleme düzeneği yerleştirmeye niye gerek duyulduğunu yazmıyor tabi Hürriyet. Cep telefonuyla yer tesbitinin ne kadar kolay olduğunun üstü atlanarak, ortada varolan ortak bir operasyon böyle kamufle ediliyor.  PKK cephesinden ve Kürd gençlerinin kanı üzerinde ikbal sahibi olanlar ‘ne oluyor?’ diye sorma gereği bile duymuyor. HPG sitesinde 10 Kürd delikanlısının toplu katline 26 satırlık içi boş bir açıklamayla yer verildi. Bu açıklamanın başında da, ‘sömürgeci T.C. devleti ve faşist AKP hükümeti, özel savaş medyasıyla birlikte sözde çözüm tartışmalarını gündemleştirerek büyük bir sahtekarlıkla halkımızı ve kamuoyunu kandırmaya çalışmaktadır’ deniyor. Diğer bir deyişle, HPG, yani ‘Reber Apo’nun ordusu HPG’, İmralı ile başlayan istişareyi sahtekarlık olarak değerlendiriyor. Bu da önemli bir nokta. PKK’nin zihninde silahlı mücadelenin Kürdlere getirdiği kazanım ve zararları sorgulama gibi bir derdinin olmadığını gösteriyor. Eğer iddialar doğruysa Ethem Karabulut da bir dönem muhalif olmuş. İddialara göre Ethem Karabulut ve arkadaşları ‘içeriden’ alınan yardımla öldürülmüşler. *** Sakine Cansız ve arkadaşları, Lice’deki toplu katliam ve daha bir çok toplu katliamda hep aynı şüpheler gündeme geliyor. Ama Kürd siyasetine egemen olan ilkesizlik, popülizm, ikbal kaygısı ve riyakarlık bu cinayetlerin toplum tarafından kanıksanmasını sağlıyor. Kürdler bir çok cepheden dezenforme ediliyor, manipüle ediliyor. Cansız ve arkadaşlarının cinayetinin derin devlet, derin PKK, dış bağlantılarının ortaya çıkması hiç ihtimal dahilinde görünmüyor. 21. yüzyılda Lice’den Paris’e Kürd katliamları devam ediyor. Son 10 gün içinde gerçekleşen iki toplu katliamda ölenlerden ikisinin, Sakine Cansız ve Ethem Karabulut’un bir dönem ‘muhalif’ olan kişiler olması umarım tesadüftür. Cansız, Fidan ve Söylemez ailelerinin başı sağolsun. Rizgari

  Selim Çürükkaya  /  Sakine,  bu gün, yani 10.01.2013 te Türkiye’de yayınlanan bütün gazetelerin manşetiydin. Bütün televizyonlar senden söz ediyorlardı. Sen bizim kader arakadışımızdın, zulümün baskının, işkencenin altında bizimle kol kolaydın.     Cehennemde zabanilere boyun  eğmedik, karanlıklarda meşale olduk, hiçbir güç yıldıramadı bizi. Kendimizi yiyerek yaşadık. Alnımızın akıyla duvarları yıkarak dışarı çıktık. Bekaa vadisinde kendimizi başka bir zindanda bulduk. Birinci zindanımızda yenilmedik Sakine, ama ikincisinde bir ay sonra yenildik ikimizde, yenildik, Sakine! Bizi yenen işkence ve zulüm değildi bu kez, en yakınlarımız ve gafletimizdi. Sen intihar etmek istedin, seni vaz geçirdim, intiharla olmaz bu dedim ve sen vaz geçtin, bu kez direnmeye geçmek istedin, onun da ortamı yoktu, seni sabırlı olmaya davet ettim, bana küstün Sakine! Sevdiğin adam Mehmet Şener öldürülünce tamamen yıkıldın Sakine, yıkıldın, Küstün hayata, öldüğün güne kadar hiç gülmedin ve kötü olan her şeye lanet ettin....  Sırf hain damgası yememek için boyun eğdin, horlandın, hakarete uğradın, kanı peş para etmezlerin emirine verildin, adın bütün beyinlerden ve gönüllerden silinmek istendi.. Ardından varmısın yokmusun oldun Sakine... Ama sen boyun eğmeye devam ettin.     Sevdiğin adam Mehmet Şener’in akibetini 1991 in kasımında öğrendin. Ama kendi akibetini sen görmedin, ben gördüm Sakine. . Akibetiniz ne kadarda birbirine benziyordu? Hayret etmemek mümkün değidir! Sevdiğin Adam Mehmet Şener 1991 kasım ayında iki arkadaşı ile birlikte Kamışlu kentinde bir oda da kalırken bir istihbarat örgütü ve onun kulları odayı basarak, ellerindeki silahla Mehmet Şener ve arkadaşlarının kafalarına sıkarak öldürdüler. 20 Yıl sonra Paris’ te bir odada yine bir istihbarat örgütü ve onun kulları tarafından senin ve iki arkadaşının kafalarına kurşun sıkılarak öldürüldün. Bu ne kıyamettir! İçim kan ağlıyor Sakine?      Seni iki belge ile okuyucularıma anlatmak istiyorum. Sen benim gönlümde her zaman bir kahramandın. Sağken de, yaşamını yitirdiğinde de. Öldürüldün, cenazene bile gelmedim Sakine.  Boyun eğdiğin sistemin gözünde sen sağken bir düşkündün... Şimdi öldün ya, seni bir azize yapıyor sistem. Çünkü seninde bildiğin o sistem için diri kahramanlar değil, diri düşkünler ile ölü kahramanlar lazımdı. Seni iki ayrı mekanda anlatan iki ayrı belgeyi yayınlıyorum.:      Yer Diyarbakır Zindanı Tarih 1986. Sakine Cansız bana bir mektup yazdı ve bu mektubu 1990 tarihinde yayınlanan “12 Eylül karanlığında Diyarbakır Zindanı adlı kitabında” yayınladım.     "Sevgili Selim, arabadan aşağı indiğimizde ne kadar sevindiğimi şimdi anlatamam. Bu Mazlum'u, Hayri'yi ve sizleri görme sevinciydi. Uzun yıllar sizlerden ayrı kalmam artık son bulacaktı. Siz lerle konu şacak, dertleşecek, geçmiş anılarımızı birlikte yaşaya caktım. Erkek arkadaşlardan benle Elif‘i hemen ayırarak cezaevi bahçesinden cezaevinin giriş salonunun yanındaki merdiven altı na aldılar. Bir asker duvara dönmemizi istedi. Elif döndü. Ben dönmeyince, asker benimle tartıştığı sırada, kırmızı yüzlü uzun pardüsolu biri salondan çıkarak yanımıza geldi.         Hiçbir şey konuşmadan var gücüyle  elinin ayasıyla  yüzüme vurdu: ‘Dön önüne kaltak!’ dedi. Gözlerim karardı, neye uğradığımı şaşır dım. Ama, inadına duvara dönmedim. Erkek arkadaşları eşyalarıyla birlikte önümüzden geçirerek uzun koridora aldılar. Tekmelerle, yumruklarla arkadaşları döverek itekliyorlardı. Onları koridorda beklettikleri sırada, benle Elif'i alarak arkadaşların bekletildiği koridordan geçirdiler. Arkadaşların çoğu boyunlarını eğmiş alttan bize bakıyordu. Ben arkadaşların bu durumuna bir anlam veremedim ve başım dik onları geçtim. Bizi demir bir kapıdan boş bir koridora aldılar. Koğuş kapısına götürdüklerinde iki asker üstümüzü aramak istedi. Ben: ‘Biz bayanız, siz üstümüzü arayamaz sınız. Gidin bayan gardiyanları çağırın.’ dememe rağmen, askerler bizlere saldırarak hem üstümüzü aradılar  hem de dövdüler. Sonra koğuş kapısını açarak bizi birinci kata koyup kapıyı kapattı lar. İşkenceci askerler gittikten sonra, koğuşun sağını solunu, ranzaların altını üstünü yokla dım, hiçbir canlı yoktu. Ayakkabılarımı ayağımdan çıkararak pence renin yanındaki ranzanın üstüne çıktım. Karşıda beş altı demir par maklı pencere, dört duvarlı bir havalandırma ve havalandırma geniş liğinde bir gökyüzü parçasından başka bir şey görünmüyordu.      Ranzadan aşağı inince Elif’le biraz konuştum:  ‘Elif dedim, Seninle uzun süreden beri cezaevinde kaldık. Aramızda bazı tatsızlıklar oldu; ama seninle daima iyi geçinmeye çalıştım. Bundan sonra da iyi geçi neceğiz. Burası Elazığ'a benzemez, düşman sana bazı şeyler teklif  edebilir. İspiyonculuk yapman için seni zorlayabilir. Seni kullandılar, sevgilini öldürdüler diyebilirler. Biliyorsun,  Parti haksız yere kimse yi öldürmez. Celal Aydın, Parti içerisinde komplo yapmaya çalıştı. Partiden habersiz seninle duygusal ilişkiler içerisine girdi ve yüzüstü bıraktı. Düşman senin bu durumunu biliyor. Bunun için seni kullan maya çalışacaktır. Dikkatli olmalısın.’ dedim. Elif ’de dediklerime katıldı. Partiye zarar vermeyeceğini söyledi.     Yaklaşık bir saat sonra Yüzbaşı Esat, bir grup gardiyanla birlikte koğuşumuza girdiğinde, elindeki copu bana doğru sallayarak: ‘Sakine elimden çekeceğin var, ben seni Tunceli'nin vahşi dağların da ararken; seni  burada buldum’ dedi. Yanıma yaklaşarak çenem den tuttu, başımı kaldırarak gözlerimin içine bakmaya çalıştı. Ben çenemi elinden kurtararak bir adım geri çekildim. Buna rağmen Esat  bana yanaştı: ‘Türk müsün, Kürt müsün Sakine?“’ dedi. Kürt olduğumu söyleyince, yüzüme bir tokat attı.     Diğer taraftan birkaç gardiyan Elif ‘e aynı soruyu soruyordu. Elif  hiç direniş gös termeden Türk olduğunu söylemişti. Yüzbaşı Esat bana Türk olduğumu söylettiremeyince: ‘Yatırın bunu yere’ diye gardiyanlara emir verdi. Onlar böyle bir şeye çoktan hazırlardı zaten. İriyarı olan biri saçlarımdan tutarak beni yere attı.Esat: ‘Bunun bacaklarından tutup ayaklarını havaya kaldırın“’dedi. Askerler ayaklarımı havaya kaldırınca, Yüzbaşı Esat, elindeki copla önce ayaklarımın altına; sonra bacaklarıma, daha sonra da bacaklarımın arasına vurmaya başladı. Ben feci bir acı duyarken, onun bu işten zevk aldığı yüz hatlarından belliydi. Uzun bir süre beni dövdükten sonra: ‘Türk müsün, Kürt müsün?’ sorusunu birkaç kez daha sordu. Kürt olduğumu, zorla, işkenceyle Türk olamayacağımı anlattım. Ama adam hiçbir şey anlamayacak kadar hayvandı.        İki gün iki gece saat başı koğuşumuza gelen Yüzbaşı ve gardiyanlar böyle saçma sorular sorarak olumsuz cevap alınca, bana işkence yapıyorlardı. Burada kaldığımızın üçüncü gecesiydi. Koğuşun pen ceresine çıkmış havalandırmaya bakıyordum. Birden üst koğuşun penceresinden havalandırmanın tavanına yansımış bir insan gölgesi gördüm. Hemen çağırdım. Elazığ'dan geldiğimi, adımın Sakine olduğunu söyledim. Penceredeki gölge: ‘Tamam  tamam, sana not yollayacağız’ dedi. Evet, evet, bu bir bayan sesiydi bu. Müthiş sevindim. Üç günden beri bir tutuklu bayanla ilk kez ilişki kuruyor dum. Şimdiye kadar neden benimle ilişki kurmamışlardı diye düşünür ken, ince bir ipin ucuna bağlı bir paketin aşağı sarkıtıldığını gördüm. Elimi uzatarak paketi aldım. Hemen açarak okudum. Yazının içeriği aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi:    “Sakine, sizi buraya getirdikleri günden beri sana yazmak istiyorduk. Ama karşıki pencerelerden izlendiğimizden şimdiye kadar notu gönderemedik. Cezaevinde erkek arkadaşlara çok vahşice işkenceler yapılıyor. Birkaç gün önce, biz de sekiz günlük açlık grevine katılmıştık. Yapılan tüm işken celere rağmen açlık grevini sonuna kadar sürdürdük. Sonra biz dört kişiyi diğer arkadaşlardan ayırıp sizin kaldığınız alt koğuşa koydular. Siz gelmeden iki gün önce, Türk olduğumuzu söyledik. Bizi buraya arkadaşların yanına verdiler. Burada hiç bir kurala uymuyoruz. Sen Türk olduğunu söylemezsen seni buraya, vermezler. Yarın Türk olduğunu söyle yanımıza gel. Burada kurallara uymayız. Selamlar.” Aysel Çürükkaya.      Yazıyı okuyunca gözlerim yaşardı. O gece hiç uyuyamadım. Sabah işkenceciler yine geldi. Her günkü gibi yine Türk olup olmadığımı sorup dövdüler. Dövdükleri sırada, Türk olduğumu söylemedim. Yüzbaşı Esat koğuştan çıktığı sırada: ‘Sizin amacınız işkence yap maktır. Türk-Kürt sorununu bahane olarak kullanıyorsunuz’ dedi ğimde, birden ağzından kaçırdı: ‘Bahane mahane yok, 'Türküm de...  Seni de yukarı vereyim’ dedi. Ben de bu ortamdan yararlanarak tamam Türk olduğumu; ama hiçbir şeyin zorla olmayacağını söyle dim. Birkaç dakikalık nasihatten sonra, Elif ’le ikimizi yukarı koğuşa verdiler, içeri girdiğimizde bayan arkadaşlar çok sevindiler, sarıldık öpüştük, çoğu tanıdığım, sevdiğim arkadaşlardı. Eşyalarımızı bir yerlere yerleştirdikten sonra, ranzaya oturup başımızdan geçenleri arkadaşlara anlattık. Mektubuma burada son verirken, tüm arkadaşlara selam eder, mücadelenizde başarılar dilerim. Diğer yaşananları ilerde yazmaya çalışırım. Merak etme, Sakine... (1)     (1) 12 Eylül Karanlığında Diyarbakır şafağı   Yer Bekaa vadisi, Tarih Temmuz 1991. Selim Çürükkaya ve Sakine Cansız cezaevinden kurtulmuş, Bekaa vadisine gitmişlerdir. Öcalan’ın vaizlerine inanmamış v e onun saldırılarına maruz kalınca, Bekaa daki akademinin yönetiminde Görevli Olan Selim Çürükkaya nın eşi Aysel tarafından Selim ile Sakine' ye karşı kullanılır. Buna karşı Selim Aysel’e"seni bize karşı kullanıyor, eş ilşkilerini kullanarak bize boyun eğdirmeye çalışma" der bu sözleri Diyarbakır cezaevinide itirafçı ekada ise komıtan olan mecit gümüş duyar ve durumu Öcalan’ ispiyon eder. Bu durum karşısında paniğe kapılan Öcalan ders platformuna gelir ve :     Öcalan:"Halâ kendini sivri uç gibi dayatan tarzlar var mı?" Dr. Baran: "Evet Başkan’ım, bunca çözümlemelere rağmen dayatmalar vardır." Öcalan: "Örneğin ne gibi?" Dr. Baran: "Örneğin Selim arkadaş kendini dayatıyor." Öcalan:"Dün sorunu temel esaslarıyla, mücadele ve insanlık esaslarına göre nasıl bir yaklaşım içinde olunması gerektiğini oldukça açık koymuştum; bunu anlamamak, bunun gereklerini yerine getirmemek alçaklıktır ve cezalandırılması gerekir. Burası dingonun ahırı değildir, herkes gelip 'böyle yaparız' desin. Sizin bunu bana getirmeniz bile suçtur. Sizi de onlarla birleştirir atarım. Ben hergün sorunlarınıza çözüm getirirken siz neler yapıyorsunuz? Zindan direnişçilerine yakışır tavırlar içinde olmanız gerekirken siz kendinizle oynuyorsunuz. Biraz saygılı olmayı bilin, saygılı olmayı öğreneceksiniz. Yoksa nefes aldırtmayız size, kendinize gelin. Dördü de suçludur, bunları buradan atacağız. Başka buna bulaşan var mı? Kim var başka? Size şimdilik söz hakkı yoktur. Başka bu sorunu körükleyen var mı? Tahmininize göre kendini böyle dayatan, alçakça provakatif bir ortamı geliştirmek isteyen var mı? Ben size şunu söyledim; dünyanın insanlık kitabında olmayan en büyük saygısızlığı yaşadım; tek bir saat iki kelime bile parti ortamına getirmedim. Nasıl siz bundan bir sonuç çıkarmadınız? Nasıl biraz saygılı olmayı bilmediniz? Nasıl rezilce, serserice bir yaklaşımın içinde halâ bulunuyorsunuz?" Sakine oturduğu yerden ayağa kalktı: "Abdullah arkadaş, çok ciddi konulardır bunlar.“ Öcalan: "Git dışarı!"  Sakine: "Söz hakkı istiyorum"  Öcalan: "Sahtekârlık yapma!"  Sakine: "Söz hakkı.“ öcalan: "Sahtekârlık yapma, söz hakkı yoktur! Sahtekârları tecrit ediyoruz. Sizi üç-dört gün tecrite alıyoruz! Bunları Sakine‘nin yüzüne karşı söyleyen öcalan, yönetimde komutan olarak görevli olan Medya‘ya dönerek : "Sen de sahtekârsın! Niye provakasyonu geliştirdin? Sahtekâr! Niye geliştirdin? Dünkü çözümleme yeterli miydi, değil miydi, anladın mı, anla madın mı, niye saygısızlık yapıyorsun?"  Sakine  karşısında dikilerek :  "Konuşmak istiyorum, tamam ne yapıyorsanız yapın konuşmak istiyorum."  Öcalan: "Serseri!"  Sakine: "Hayır bu şekilde hakaret edilemez. Terbiyesizlik etme ( bu terim kitaba konulmamış) Öcalan:"Gidersin bağlı olduklarına izah edersin." Sakine: "Ama Ko... Öcalan :"Defol ortamımızdan!" Sakine: "Çok ciddi şey..." Öcalan: "Dördünüz de; Selim, Aysel, Sakine, Cahide çıkın!“ (2) Öcalan‘ın böyle bağırmasıyla yerlerinden fırlayan silahlı gerillalar, adından söz edilen kişilerin kollarından tutarak karga tulumba dışarı çıkardılar.   (2)Temmuz Çözümlemeleri ve Talimatları, 2. Cilt. Mahsum Korkmaz Akademisi Yayınları, sayfa 77, 78, 79 Kurdistan Aktuel

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.