Bazı gruplar sınır ötesine hiç ulaşamıyor. Bazı gruplar yola çıktıkları sayının üçte ikisini ceset olarak arkada bırakarak sınır ötesine ulaşıyorlar. Dinlerken ağlıyorum. Yazarken ağlıyorum. Bir devletin, vatandaşım dediği insanlara karşı bu kadar acımasız olmasını aklım hayalim almıyor…
Bir yılan, bir aslan, bir timsah, bir kaplan… Nasıl anlatsam bilemiyorum. Korunaklı bir alana ulaşmaya çalışan yaralı bir ceylan var. Cümle vahşi hayvan yaralı ceylanın peşinde… Yakalayıp, yutuyorlar…
Kürt halkının, Kürt gencinin hayatı bu kadar ucuz mu? Ne yazık ki ucuz… Kürdistan adındaki topraklar dağlara sığınmış kendi çocuklarını korumakta yetersiz. Yetersiz olan Kürdün mücadele anlayışı…
Amanoslar’da yedi gerilla katledildi. Elini tetikten çekmiş gerilla katliamı başka alanlarda da sürüyor. Türk devleti termal kameralarla, heronlarla, gece ve gündüz dürbünleriyle, takiple, pusuyla ateşkes halindeki gerillaları öldürmeye devam ediyor. Elbisesinde termal kameranın renkli ışığını gören gerillanın işi o an bitmiş oluyor.
Kürt halkının evlatlarının kanı bu kadar uzcuz mu? Evet ucuz. Kürdün yaşamı ucuz. Halkın yüzde doksanın PKK’yi desteklediği köy, kasaba ve şehirlerde insanlar tutuklamalardan, birber gazından, açlıktan ve çaresizlikten bunalmış. Dağlardan indirilen evlatlarının oynanmaktan tanınmaz hale gelmiş cesetlerini kaldırmaktan bunalmış.
Alman Devrimi kanla bastırıldığında devrimin önderlerinden Rosa Lüxsemburg şöyle diyordu:
“Sizi gidi budala zaptiyeler sizi! Demek Berlin’de düzen hüküm sürüyor.”
Onca mücadeleye karşı Kürdistan’ın köy, şehir ve kasabalarında sömürgeci düzen yetkinleşmiş olarak hüküm sürüyor…
Ve dağlardan durmadan gerilla cesedi indiriliyor.
En acı olanı da, gerillaları katledenler, tanımaz hale getirdikleri cesetleri halkın içine atıyorlar ve “seçin evlatlarınızı” diyorlar. Sonra o evlatların cenaze törenlerine biber gazı ve dipçikle vuruyorlar.
Olup bitenler bana çok ağır geliyor.
Bu büyüklükte bir halk desteğine sahip olanlar, cop ve namluları kırıp sahiplerinin katil ellerine teslim etmiyorlarsa ortada bir tuhaflık var demektir.
Savaştır, bu tür şeyler olur diyenler olacaktır. Hayır, ortada çift taraflı bir savaş yoktur. Tek taraflı bir işgal, saldırı ve katliam vardır. Bütün ateşkesler boyunca tek taraflı saldırganlık sürüp gitmiştir…
Biraz mantıklı olalım. Dağ nedir? Güneşten bir elma ısırığı büyüklüğünde kopan dünyanın uzun bir süre ateş kütlesi olarak uzay boşluğunda döndükten sonra yanmakta olan lavların sıkışarak kabarmasından, akmasından, akıcı ateş kütlesi üzerine yüzer halde bulunan soğumuş kara parçalarının çarpışmasıyla oluşmuş çıkıntılardır, tepelerdir, doruklardır. Çok sonraları var olan ve kabileler halinde yaşamaya başlayan insan cinsi de bu tepeleri, dorukları, tapeler arasındaki vadileri kendisine yerleşim yeri, yurt, köy ve vatan edinmiştir.
Birkaç milyar yıl sonra da güneşin sönmesiyle toz zerecikleri halinde uzayın sonsuzluğunda savrulup gidecek ve mutlaka çekirdek halinde oluşmaya başlamış yeni bir yıldızın manyetik alanına girerek, yine ateş, lav ve toz zerrecikleri olarak o yıldızın bir parçası haline gelecektir…
Dünyanın sonu belli bu mutlak hikayesinde Türk devletinin, sınırların veya Amerika’nın yeri neresidir? Yoktur, her şey bir zaman sonra sonsuz bir hiçlik olacaktır uzayın sonsuzluğunda. Ünlü fizikçi Hawing, insan cinsinin gelecekteki yokoluşunu ve çaresizliğini şimdiden gördüğü için bir çağrı yaptı:
“Uzayda kendinize yeni yerleşim alanları bulun, yoksa insan cinsinin geleceği yok,” dedi.
Kürtler, mutlak sonu olan bir dünya hayatında, Nietzche’nin dediği gibi, bağırsakları bile uyduruk olan Türk devletine ve onun öldürücü namlularına teslim yaşamak zorunda mıdırlar?
Sürekli insan gövdesi yiyerek beslenen bir canavar karşısında bu kadar çaresiz ve ölümcül beklemek insanı fazlasıyla üzüyor…
Kürtler, siyaset değil; doğal evrimi ve fizik kanunlarını okusalar dahi Türk devletinin zulmü altında bir saniye bile yaşanmaması gerektiğini anlar…
Tutarlılık Önemli, Ama...