Şeyh Riza Talabani(1831-1910)
Aso Zagrosi
Şeyh Rıza Talabani, klasik Kürd şairleri içinde Kürd edebiyat tarihçileri tarafından üzerine en çok tartışılan ve nereye konulması gerektiği noktasında farklı düşüncelerin olduğu ender kişiliklerinden biridir.
Şeyh Rıza var olan klasik Kürd şairleri içinde “aykırı duruşuyla” hem Osmanlı devletinin ileri gelenleri ve hem de o dönem Kürdistan toplumunun ileri gelenlerine karşı hicivleriyle, erotik şiirleriyle ve o dönem(hatta günümüzde de) var olan etik ve ahlaki sınırların ötesinde bir şairdi. Bundan dolayı Kürd edebiyat tarihçileri uzun süre Şeyh Rıza Talabani’yi görmezlikten geldiler. Hatta geçen yüzyılın yetmişli yıllarında Suleymaniye Yazarlar Birliğinin bir toplantısında tanınan Kürd yazarı Şakir Fetah, Şeyh Rıza Talabani’ye yönelik bir dizi saldırıda bulunarak “onun var olan Şiir Diwanı’nın hiç bir kamu ve şahsi kutuphane’de bulunmaması gerektiğini” söyleyebiliyordu.(Prof. Dr. İzeddin Mustafa Resul, Şêx Riza Talabani, Çapxaney Ela, Bağdat, sayfa 35) Hatta Şeyh Rıza Talabani’nin yakın akrabalarından olan Dr. Mukarem Talabani 2001 yılında Hewlêr’de Aras Yayınları tarafından basılan “ Şêx Riza Talabani, Jiyani Perwerdey Bîrûbaweri û Şîirî” adlı eserinde ve son 2009 yılında Rodar dergisinin 53. Sayısında Şeyh Rıza hakkında yazdığı makalesinde Şeyh Rıza Talabani’nin elde ettiği tüm şiirlerini yayınladığını ve Şeyh Riza’nın saldırılarına hedef olan Kürd şahsiyetlerinin ailelerinden de özür diliyor. Sayın Mukarem Talabani Şeyh Riza Talabani’nin şiirlerini hiciv şiirleri olarak hoş görülmesi gerektiğini, sadece başkaları hakkında değil
“dayısı Şeyh Gafur, abisi Şeyh Ali, kardeşi oğlu Şeyh Muhamed Ali hakkındada hiciv şiirleri yazmıştır” diyor. Dr. Mukarem Talabani bunların içinde “benim öz dedem de var” diyor. Şeyh Rıza Talabani’nin ölümü üzerine tam 100 yıl geçmesine rağmen onun şiirleri hâlâ özürler eşliğinden yayınlanıyor. Şeyh Rıza Talabani Yaşamı Şeyh Rıza Talabani’nin yaşamı hakkında yaptığım kısmi kaynak taramasında onun doğum tarihi hakkında ortak bir görüş yoktur. Aladdin Secadi, 1952 yılında Bağdat’ta yayınladığı “Mêjûy Edebi Kurdî” adlı eserinde Şeyh Rıza Talabani’nin “1835 ve 1909 yılları arasında yaşadığını” söylüyor. Dr. Maruf Xaznedar Rodar dergisine Şêx Riza hakkında yazdığı makalede onun “ 1837 ve 1910 yılları arasında “ yaşadığını dile getiriyor. Omid Kakereş 2005 yılında yayınladığı “Diwani Şêx Riza Talabani” adlı eserinde Şeyh Riza’nın doğum ve ölüm tarihlerini “1831 ve 1910” olarak veriyor. C.J Edmons “1840-1909 arası süreci” Şeyh Rıza Talabani’nin doğum ve ölüm yılları olarak veriyor.(akt, İzeddin Mustafa Resul, age, sayfa 9) Kuzey Kürdlerinden Mehmet Bayrak “Sözlü ve Yazılı Kürd Edebiyatı” adlı makalesinde “ 1835 ve 1910 yılları doğum ve ölüm tarihleri olarak” not ediyor. Selim Temo ise “Kürt Şiiri Antolojisi” adlı eserinde Şeyh Rıza Talabani’nin doğum ve ölüm tarihleri hakkında “1842-1910 yıllarını” veriyor. 1910 yılı Şeyh Rıza Talabani’nin ölüm tarihi olarak alındığı zaman A. Secadi’ye göre Şeyh Riza 75, Maruf Xaznedar’a göre 73, Edmons’a göre 69, M. Bayrak’a göre 75 ve Selim Temo’ya göre 68 yaşındayken yaşama veda etmiş olması gerekir. Bu konuya dair daha başka kaynaklarda verilebilinir. Fakat, isimlerini verdiğim tüm bu kaynaklar ve daha başka kaynaklarda Şeyh Rıza Talabani’nin doğum tarihi hakkında verilen tarihler konusunda Omid Kakereş hariç beni ikna edecek veriler sunmuyorlar. Hatta bu yazarların bir çoğu sadece tarih vermekle yetinmişler, hiç bir açıklamaya veya gerekçelendirmeye gitmemişler. Omid Kakereş Şeyh Riza Talabani’nin Diwan’ında onun doğum tarihini araştırmaya girişmekle doğru bir yöntemi uygulamıştır. Şeyh Riza Talabani bir şiirinde şöyle diyor: “Emrim geyî be Heşta, kêrim be kar hêşta” Yani Şeyh Riza’nın bu dizesini Türkçeye aktarırsak onun 80 yaşına vardığını görüyoruz. “Ömrüm 80’e vardı, Penisim işten ayrıldı” gibi......!!!! Yukarıda alıntı yaptığım kaynaklar en çok Şeyh Riza Talabani’ye 75 yaş biçmişlerdi. Bu dize de görüldüğü gibi o 80 yaşını doldurmuştu. Yine Omid Kakereş tezini güçlendirmek için Şeyh Riza’nın şiirlerinden bir başka alıntı yapıyor. Şeyh Riza şöyle diyor: “Ke Abdullah Paşa leşkeri wali Siney şerkird Reza ew wexte , umri penc û şeş tifili debistan bû” Abdullah Paşa Baban ile Sine valisi Reza Qulixan arasındaki savaş birincisi tarafından 14 temmuz 1842 yılında kazanılıyor. Omid Kakereş bu şiirde geçen “5 ve 6 yaş” meselesini Şeyh Riza Talabani’nin arkadaşlarından olan Mela Abdullah Reşekan söylemine dayanarak savaş esnasında Şeyh Riza’nın 11 yaşında olduğunu tespit ediyor. Yani 1842-11= 1831... Omid Kakereş’e göre Şeyh Riza Talabani miladi takvimine göre 79 ve hicri takvimine göre 81 yaşındayken yaşama veda ediyor.( Daha detaylı bilgiler için Omid Kakereş, age, sayfa 32-44 bakınız) Şeyh Rıza Talabani, 1831 yılında Çemçemal’a bağlı Qiriç köyünde doğdu. Babasının ismi Şeyh Abdulrahman, dedesinin ismi Şeyh Ahmed Talabani ve büyük dedesinin ismi Mela Mahmud Zengene dir. Burada şu hususa dikkat çekmek istiyorum. Aslında Talabaniler Zengene aşiretine bağlılar. Talaban diye bir köyleri var.. O dönemler Qiriç köyü Bazyan bölgesine bağlıydı. Şeyh Riza Talabani şiire başladığı ilk dönemler “Lamih” rumuzunu kullamiştı. Daha sonra şiirlerini gerçek ismiyle ya “Reza” yada “Şêx Reza” isimleriyle yazmıştır. Şeyh Riza Talabani, ilk eğitimini babası Şeyh Abdulrahman’ın yanında Qiriç köyünde başladı. Dayısı Şêx Xafur’da o dönem ona Arapça dilini ve islami ilimleri derslerini vermiştir. Şeyh Riza cami medresesinde ilk eğitimini tamamladıktan sonra Güney Kürdistan’ın Koyî(Koysancak) şehrine gidiyor ve Mela Esadi Celizade’nin yanında Feqilik dönemini tamamlıyor. Bu esnada Şeyh Riza daha sonra büyük bir Kürd şairi olacak Keyfî Ciwanroyî ile tanışıor. Aslında ikiside Mela Esadi Celizade’nin yanında Feqilik eğitimini alıyorlar.(Celizadeler çok entresan bir araştırma konusu olabilir.. Melayê Gewre, Mesud Muhamed gibi büyük Kürd şahsiyetleri bu aileden geliyorlar) Daha sonra Şeyh Riza Suleymaniye’ye gidiyor ve eğitimini oradaki “Mizgefti Gewre” (Büyük Cami’de) devam ediyor.
Selahadin Üniversitesinin öğretim görevlerinden Dr. Muhamed Ahmed Said , Şeyh Riza Talabani’nin Koyî’den önce Kerkük’e eğitimi için gittiğini, Seyid Muhamed Bilax ve Haci Mela Abdullah Said Hilmi’nin yanında Arapça dersleri aldıktan sonra Koyî’ye gittiğini yazıyor.(Şêx Reza Talabani, le Nêwan Stayîş û Daşorîn da, Kovarî Rodar, hejmar 53, sayfa 39) Daha öncede vurguladığım gibi Şeyh Riza Talabani Koyî’den sonra Suleymaniye’deki “Mizgeftî Gewre” de eğitimini sürdürüyor. Şeyh Reza Türkçe eğitimini “Mizgeftî Gewre” de yapıyor. Dr. Maruf Xeznadar “ Şeyh Riza’nın babası Şeyh Abdulrahaman kendisinden sonra Kerkük’deki Kadiri Talabani Tekkesinin başına geçmesi onu özel bir eğitimden geçirdiğini” yazıyor.(Dr. Maruf Xaznedar, Şêx Reza(1837-1910) Jiyan û Şîîrî le Rûyî Ruxsar û Naverokewe, Rodar, sayfa 4) Şeyh Riza eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a bir sefer yapmak istiyor. Dr. Xaznedar’a göre Şeyh Riza Talalabani 1856 yılında, Dr. Said’e göre ise 1860 yılında İstanbul’a ilk ziyaretini yapıyor. Şeyh Riza İstanbul’da iki yıl kalıyor. Şeyh Riza bu ziyareti esnasında İstanbul’da bir devlet adamı ve aydınlarla tanışıyor. Fakat, Şeyh Riza İstanbul’da iki yıl kaldıktan sonra geri Kerkük’e dönüyor. Bu arada Şeyh Riza’nın babası vefat etmiş, Şeyh Riza büyük kardeşi babasının yerine Kerkük’teki Talabani Tekkesinin başına geçmişti. Ayrıca Dr. Xaznedar’ın aktardığına göre Şeyh Ali “Xiriç ve Talaban köylerini Şeyh Riza’ya bırakmış” fakat, “Qerehesen, Leylan ve Talabani tekkesinin çevresindeki tüm mülkiyetleri kendisi almıştı” diyor. Bu durum ister istemez iki kardeş arasında sorun oluyor. O dönemler Şeyh Riza’nın bazı şiirleri halk arasında ses vermiş ve bölgedeki bir çok Kürd ileri gelenleri Şeyh Ali’yi destekleyerek Şeyh Riza’yı dıştalama yoluna gidiyorlar. Aslında Şeyh Ali Şeyh Riza’ya haksızlık etmiş ve babasından kalan mal ve mülkleri adil bir şekilde paylaşmamıştı. Bu esnada Şeyh Ali Talabani Şeyh Riza’nın sert hicivlerine hedef olmaya başlıyor. İki kardeş arasındaki sorunlardan sonra Şeyh Riza Kerkük’ü terkediyor ve Koyi şehrine gidiyor. Şeyh Riza’nın dayısı o dönem Koyî’deki Kadiri Tekkesinin murşidi idi.. Şeyh Riza’nın amacı dayısından para alıp İstanbul’a gitmekti. Dayısı Şeyh Riza’yı çok sıcak karşılıyor ve hatta kızını ona vermek istiyor. Fakat ilişkileri bozuluyor. Şeyh Riza dayısı Xafur’a ve onun oğlu Reşid’e karşı Xaznedar’ın söylemiyle “en sert ve en açık hicivleri yazıyor”.(M. Xaznedar, age , sayfa 4) Şeyh Riza Koyî’de 6 ay kaldıktan sonra yeniden Kerkük’e dönüyor. Bir süre sonra Şeyh Riza Kerkük’ü terkediyor ve 1866 yılında İstanbul’a ikinci seferini yapıyor. Sayın Mehmet Bayrak “Ünlü Kürt Şairi Şeyh Rıza Talaban ve Türkçe Şiirleri“ adlı makalesinde Şeyh Riza’nın “Kerkük’de eğitim gördükten sonra, hac ziyaretini yaparak İstanbul’a gider” diyor. Fakat bu bilgi yanlıştır. Şeyh Riza ne birinci ve ne de ikinci İstanbul ziyareti sırasında hacı ziyaret ederek İstanbul’a gitmiyor. Daha sonra değineceğim gibi o İstanbul’dan haca gidiyor. Şeyh Riza Talabani 1866 yılında İstanbul’a gittikten sonra Osmanlı devletinin en üs kademelerinden görev yapan bir çok şahsiyetin yanı sıra Osmanlı aydınları ve o dönem İstanbul’da bulunan bir çok Kürd şahsiyeti ile tanışıyor ve onlarla dostluk kuruyor. Şeyh Riza’nın bu esnada yakın ilişki içinde olduğu şahsiyetlerden biri, Sultan Abdulaziz döneminde Sadr-i Azamlık görevini yapan ve aynı zamanda bir edebiyat dostu olan Yusuf Kamil Paşadır. Şeyh Riza Talabani, Yusuf Kamil Paşa’nın maddi durumları iyi olmayan şair ve yazarların konaklanması için kurduğu “Darulkamil”de bir süre kalıyor. Bu arada Baban Mîrliğinin yıkılmasında sonra İstanbul’da yaşıyan ve aynı zamanda Şeyh Riza Talabani’nin dostu olan Ahmed Paşa Baban ile iyi ilişkileri vardı. Ahmed Paşa Baban bir ara hastalığından dolayı Paris’te kalmıştı ve Osmanlı devletinin Yemen valiliğini yapmıştı. Yine 1921 yılında İstanbul’da basıma verdiği “ Encumani Edibani Kurd”ın yazarı Miralay Emin Fevzi ile çok sıkı ve sarsılmaz dostluğu vardı. Mısır’da hüküm süren Mehmed Ali Paşa’nın ailesinden İbrahim Paşa’nın oğlu Mustafa Fazıl Paşa yakın bağları vardı, onun çocuklarına Farsça dil dersleri veriyordu. Yine bu arada bir kaç defa vezir olan Sami Paşa’nın oğlu Suci Paşa ile bağları vardı. Ayrıca o dönem İstanbul’da yaşıyan Kürd şairlerinden Mehemed Mihri Kerkukî ve Xeyali Hewlêrî ile dostlukları vardı. Şeyh Riza’nın Türk şair ve yazarı Namık Kemal ve arkadaşı Ziya Paşa ile arkadaşlığı ve edebiyat ilişkileri vardı. Bazen de atıştıkları da olmuştu. Berberibaşızade Fuad bey’e göre “ Namık Kemal ile Newres arasındaki çelişki, Yusuf Kamil Paşa’nın konağında şair Kerküklü Şeyh Riza ile Namık Kemal’in bir mübahaselerinde Nevres’in Şeyh Riza’nın tarafını tutmasından ileri gelmiştir” (Namık Kemal’ın Hususi Mektupları -1- Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1967 sayfa 406)
Yine bu arada Şeyh Sadrazam Ali Paşa ile tanışıyor ve yakın dostluk kuruyor. Daha sonra Sadrazam olacak Mahud Nedim Paşa ile ilişkileri oluyor. Bu arada Şeyh Riza İstanbul’da bulunduğu sırada Sultan Abdulaziz’i öven bir şiir kaleme alıyor. Soz konusu olan şiirinde Mahmud Nedim Paşa’danda sözediyor. M. Xaznedar , Mahmud Nedim Paşa’nın ismi geçmesi olayını Şeyh Riza’nın şiiri Sultan Abdulaziz’e „götürme umuduna“ bağlıyor.(age, sayfa 5) Yine o yıllarda İran Şahı Nasredin İstanbul’a bir ziyaret yapıyor. Şeyh Riza bir şekilde Şah’a yakınlaşıyor ve ona hitapla bir methiye kaleme alıyor.. İran Şah’ı da Şeyh Riza’ya bu övgü dolu şiirden dolayı hediyeler veriyor. Şeyh Riza Talabanî, babasının sağlığı döneminde de var olan aşiret, Tekkiye ve tarikatların dar sınırları içinde düşünmeden , dünyayı gezip görmek istiyordu. İstanbulda olduğu sırada „ Sadrazam vesilesiyle Hacca gidiyor. „(M.Xaznedar, age, sayfa 6) Şeyh Riza Mısır üzeri geri dönüyor. Bu arada Yemen’e de uğruyor.. Ahmed Paşa Baban o sıralarda Yemen valisiydi. Her halde Şeyh Riza onu ziyaret etmeye gidiyor. Yine Şeyh Riza Suriye’ye gidiyor ve Halep şehrini görüyor. Prof. Dr. M. Xaznedar Şeyh Riza Talabanî’nin 1874 yılında İstanbul’u terkederek Kerkük’e geri döndüğünü yazıyor. M. Xaznedar’ın hesabını göre Şeyh Riza ikinci İstanbul ‘a gidişinde 8 yıl kalıyor. Daha once de iki kaldığı bilinmektedir. Bu arada sayın Selim Temo’nun düştüğü bir hatayı düzeltmek istiyorum. Sayın Temo “Şeyh Riza İstanbul’da iki yıl kaldıktan sonra geri dönüyor” diyor ve ikinci İstanbul seferinden sözetmiyor.(age, sayfa……) Ayrıca sayın Temo “Şeyh Riza’nın Kerkük’te hamallık yaptığını” söylüyor. Fakat bu tespiti doğrulayacak hiç bir kaynağa ulaşmadım.. Böyle bir şey olsa çok ilginç olur. Fakat, Şeyh Riza Kerkük’e geri döndükten sonra tarımla uğraştığı biliniyor. Şeyh Riza’nın maddi imkanları kardeşi Şeyh Ali ile kiyaslandığı zaman iyi olmadığı ortadır. Şeyh Riza üzerine inceleme yapan ve divanını yayına hazırlayan hiç bir edebiyatçı bu „hamallık“ olayını gündeme getirmiyor. Ayrıca Şeyh Riza’nın abisinden çeşitli dönemler maddi yardımlar aldığı ve hatta görevler aldığı bilinmektedir. Şeyh Riza’nın Kerkük’te „hamallık yapması“ Talabani ve hatta Kadiri Tarikatının şeyhlerinin ittibarı içinde pek iyi olmazdı. Selahadin Üniversitesinin Dil ve Edebiyat bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. Mehemed Ahmed Said, „Şêx Rezay Talabani , le Nêwan Stayîş û Daşorî da „ adlı makalesinde Şeyh Riza 1874 yılında İstanbul’dan Kerkük’e geri döndükten sonra „tarımla uğraştığını“ yazıyor.(Rodar, sayı 53, sayfa 40) Dr. M. Xaznedar da Şeyh Riza üzerine yaptığı çalışmada onun „Kerkük’te tarım ile uğraştığını“ söylüyor. Şeyh Riza‘nın Kerkük’teki Talabani Tekkesinde bir odası vardı. Dr. Mukarem Talabani’nin anlatımlarına göre „ Şeyh Riza’nın odasının duvarlarının her tarafına kalemle Şeyh Riza ve dostları tarafından şiirleri yazılmıştı. Daha sonraki süreçte odayı yeniden boyadıktan sonra tüm şiirleri kaybolup gitti“ diyor. (Dr. Mukarem Talabani, age ) Ayrıca Şeyh Riza Talabani’nin Osmanlı devletinden maaş aldığını da kendisinin söyleminden biliyoruz. Çünkü, Şeyh Riza’nın maaşı geçiktiğinde yada kesildiği dönemlerde onun Osmanlı devletine ve memurlarına karşı yazdığı hicivleri var. Şeyh Riza Talabani Kerkük’te kaldığı zaman bölgedeki bir çok Kürd ileri gelenleriyle yakın arkadaşlık ve dostluk ilişkileri vardı. Bunlardan Osman Paşa Caf ve Mahmud Paşa Caf’ı sayabiliriz. Ayrıca Şeyh Riza Kerkük valisi Yusuf Mazhar Paşa’ya bir methiye yazdığı bilinmektedir. Şeyh Riza’nın bazı dostlarının yanında yoğun bir düşman kitlesi de vardı. Dr. M. Xaznedar Şeyh Riza’nın diğer şeyhlere benzemediğini, yaşamının esası şeyhlik olayının dışında geçtiğini, Osmanlı devletinin diğer şeylere yaptırdığı tekke, arazi vb.. imkanlardan yararlanmadığını söylüyor. Zaten Şeyh Riza’nın babasından kalan miras esas olarak Şeyh Ali’ye kaldığını daha önce yazmıştım. Şeyh Riza’nın Kerkük’teki Talabani Tekkesindeki rolü bir Mela yada Murşid’ten ileri gidemiyordu. Şeyh Riza bazı şiirlerinde kendisinin „yoksul ve iktidarsız“ olduğunu da yazıyor. Belli bir dönem sonra Şeyh Riza Kerkük şehrini tümden terkederek Bağdat’ta gidip, yerleşiyor. Şeyh Riza’nın Bağdat’ta gidiş tarihi hakkında farklı görüşler var. Dr. M. Xaznedar 1900 yılını, Dr. Mehemed 1898 yılını ve başka edebiyat tarihçileri de bu iki tarihe yakın tarihler veriyorlar. Şeyh Riza 20 Ocak 1910 yılında yaşama veda ettiğine göre yaklaşık olarak 10 yıl Bağdat’ta yaşıyor.
Şeyh Riza Talabani, Kerkük'ü tümden terkederek Bağdat'ta yerleşiyor. Fakat bugüne kadar Şeyh Riza'nın yaşamı ve eserlerini konu olarak alan araştırmacıların hiç biri bu toptan kopuşun nedenlerini ikna edici bir şekilde ortaya koymuş değiller.
Bilindiği gibi Şeyh Riza'nın abisi Şeyh Ali, onu Bağdat'ta gönderiyor ve orada var olan Talabanilerin Tekkiyesinin başına geçiriyor. Şeyh Riza Talabanilerin Tekkiyesini yeniden restore ediyor ve ikametgah olarak ta kullanıyor.
Şeyh Riza Talabani Bağdat'ta olduğu süre içinde bir dizi çevre ile dostluk ilişkilerini geliştiriyor.
Dr. M. Xaznedar'ın verdiği bilgilere göre Şeyh Riza Bağdat'ta Hamdi Begê Baban, Selim Begê Baban, Mufti Zehawi, Cemil Sıddık Zehawi, Said Mahmudê Geylani, İbrahim Paçaci, İsa Efendi Cemilzade, Ata El Xetib, Neqib Ailesi ve Abdulqani Şarebani ailesiyle dostluk ilişkilerini kurmuştu.(age, sayfa 7)
Şeyh Riza Talabanilerin Bağdat'taki Tekkesini Kadiri tarikatı kuralları çerçevesinde yönetiyor. Şeyh Riza bir şiirinde “ême tekîyeman naşarinewe weki Nexşibendîyekan“(biz Nahşibendiler gibi Tekkemizi gizlemiyoruz“ diyor. Bilindiği Kadiri Tarikatının derwişleri zikirlerini açık bir şekilde halkın önünde yaparlar. Fakat, Nahşibendiler kendi aralarında kamuya kapalı bir şekilde yaparlar.(M. Xaznedar, age, sayfa 7)
Yine Xaznedar'ın verdiği bilgilere göre Şeyh Riza Bağdat kahvehanelerine sık sık giderdi ve Şeyh Abdulkadir Geylani'nin türbesini ziyaret ederdi. Bu esnada çok yaygın bir şekilde Bağdatlılarla ilişkileri vardı.
Şeyh Riza Talabani 20 Ocak 1910 yılında Bağdat'ta yaşama veda ediyor ve Şeyh Abdulkadir Geylani mezarlığında toprağa veriliyor.
Şeyh Riza Talabani'nin mezar taşı üzerine kendisinin Farsça kaleme aldığı şu
Şiiri bulunmaktadır:
“Ey Allah'ın elçisi, ne olur Eshabulkehf köpeği gibi
Senin sehabelerinin cemaatinde cennete girsem
O köpeğin cennete, benimse cehenneme gitmem caiz midir?
O, Eshabıkehf'in köpeği, bense senin Eshab-köpeğinim.“
Şeyh Riza'nın bu şiirini İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asrin Türk Şairleri adlı eserinin 1499 sayfasında Farsça veriyor. Sayın Mehmet Bayrak ise “Ünlü Kürt Şairi Şeyh Riza Talabani ve Türkçe Şiirleri “ adlı makalesinde yukarıda aktardığım gibi Türkçesini vermiştir.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal yukarıda sözünü ettiğim eserinin 1499-1504 sayfalarını tümden Şeyh Riza'nın yaşamına ve şiirlerine ayırmıştır. Sayın Mehmet Bayrak makalesini esas olarak İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın çalışmasına dayandırmıştır. Aslında bu bilgileri İnal'a aktarak Emin Feyzi Beydir.(önümüzdeki süreçte Emin Feyzi Bey hakkında uzun bir yazı serisini düşünüyorum. En azından İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın ona dayandırarak Şeyh Riza'nın Kürdçe şiirlerini yadsıma olayıda netleşir.)
Sayın Mehmet Bayrak İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın eserinde sözde Emin Feyzi Bey'in İnal'a verdiği bilgileri geniş bir şekilde aktarıyor.
Alıntıyı aynen veriyorum:
„Kürtçe'nin yanında, Türk, Arap ve Fars dillerinde güzel şiir söylerdi. Büyük bir konuşmacı idi. Hiç bir bilimsel sohbette yenilmemiştir. Tarikat mensubu olmasına rağmen, son derece hoş-meşreb ve laübali bir kişiliğe sahipti. Hiç bir şeye önem vermizdi. Eserlerini toplama külfetine de katlanmamıştır. Onun latifeleri ve şiirleri İran'a ve Hindistan'a kadar yayılmıştır. Hele Musul ve çevresinde, edebiyat-sever olup onun şiirlerinden yararlanmayan ve kimini ezbere bilmeyen yok gibidir. Şiirlerini yeniden yazmak ve bozmak gibi birşey bilmezdi. Genellikle irticalen (doğaçlama) şiir söyler ve eğer orada bulunanlardan biri kaydederse, şiir kaybolmaktan kurtulurdu. Aksi takdirde unutulur giderdi. Bu yüzden çok sayıda eseri kaybolup gitmiştir. Türkçe ve Farsça kasideleri çoktur. Filizofik, tasavvufi ve öğretici sözleri de oldukça fazladır.
Ömrü sıkıntılar içinde noktalandı. Hükümetçe kendisine bağlanan 500 kuruşluk maaşı bir gün gecikse, hemen valileri ve defterdarları hicvederdi. Onun yapısını ve güçlü yergilerini bilenler, ondan oldukça çekinirlerdi.“ (İ. M. K. İnal: Son Asrin Türk Şairleri, 3. bas. İst. 1988, 3. Cilt, s. 1500)
Aslında burada ciddi bir sorun var. Benim elimde bulunan “Son Asrin Türk Şairleri“ adlı eserin ilk baskısında sayın Bayrak'ın dediği gibi „Kürtçe'nin yanında, Türk, Arap ve Fars dillerinde güzel şiir söylerdi.“ ibaresi yok.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal cumlesini “Türk, Arab, Fürs lisanlarında beliğ şiir söylerdi“ diye başlıyor.. Yani Şeyh Riza'nın “Kürdçe şiirlerinden“ sözetmiyor. Eğer sonraki süreçlerde “Kürdçe şiir“ yazdığını monte etmişlerse haberim yok. Zaten İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın ’ kitabının ismindende anlaşılacağı gibi Şeyh Riza Talabani'yi bir “Türk şairi“ olarak göstermektetir. Nasıl yüzlerce Kürd şairini Türk şairi olarak lanse ettilerse Şeyh Riza konusunda da aynı şeyi yapıyorlar. Terzibaşı'da “ Kerkük Şairleri“ adlı eserinde aynı şeyi yapıyor ve onu Türk şairi olarak gösteriyor. Hicre Dede gibi Kakayi bir şairi, Nefi'yi hatta Şeyh Riza Talabani'nin ailesinden bir çok şairi “Türk şairi“ olarak göstermişlerdir.
Talabani ailesinde şair olan yalnızca Şeyh Riza değildi.. Şeyh Riza'nın babası Abdulrahman, kardeşi Şeyh Kadri(Faiz rumuzunu kullanıyordu) ve Şeyh Riza'nın oğlu Şeyh Muhamed( Xalisi mahlasını kullanıyordu)te Farsça, Kürdçe, Türkçe ve Arapça şiirler yazmışlardı.(Mukarem Talabani, age, sayfa 49) Bunların hepsi tanınan Kürd şairleridir.
Şeyh Riza'nın bir çok çocuğu vardı. Bunlardan bilinenler kızı Rabihe Hanım, oğlu Şeyh Muhamed ve yine oğlu Şeyh Abdullah ve Halistir. Şeyh Riza'nın bir çok torunuda var. Dr. Mukarem Talabani Şeyh Riza'nın resmini çizmek ve fiziki yapısını tarif etmeleri için bunlardan bir çoklarıyla görüşmüştür.(age, sayfa 47)
Devam edecek