Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 7 September 2011

“Kürt sorunu” Kürt ulusunun, ulusal hak ve özgürlüklerinden tamamen feragat edip, Türklük adına kendine dayatılan kölelik kimliğini benimsemediği için yurdunu, yuvasını (Kürdistan’ı) talan ederek çözülecek bir sorun değildir.

Çözüm’ün olmazsa olmazı, atılması gereken ilk adımı, devlet terörünün derhal sona erdirilmesidir. Zira Kürt halkının inkârı ve imhasına dayalı devlet terörü, eşit hak ve özgürlükler temelinde ortak yaşamın önündeki en büyük engeldir.

“Kürt sorunu” Kürt halkına siyaset alanının kapatılması için düşünülmüş hile ve entrikalarla, haksız “baraj” sitemleri ile çözülemez. Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini linç etmeye kalkışanların, onları, derdeste hapse tıkanların çözümden söz etmeleri abestir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ne yerel yönetimlerde ne de Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kürt halkının iradesi hiçbir zaman özgürce temsil edilememiştir. Devlet terörü baskı ve korku hiçbir zaman gündemden düşmemiştir.

Çözümün olmazsa olmazı, Kürt halkının örgütlenme, seçme ve seçilme hakları önündeki bütün engellerin kaldırılması ile mümkündür. Kürt halkının seçilmiş temsilcilerinin hiçbir baskıya ve aşağılanmaya maruz kalmadan, Kürt halkının iradesini mecliste ve yerel idarelerde temsil etmeleri ile mümkün olabilir.

“Kürt sorunu”, insan fantezisinin sınırlarını zorlayan en ağır işkencelerin denendiği, duvarları “Türkçe konuş, çok konuş!” “Ne mutlu Türküm diyene!” vb. sloganlarla doldurulmuş Diyarbakır “rehabilitasyon” cehennemlerini, çırılçıplak geçmeye mecbur edildiği ortamlarda, en ağır bedeller ödeyerek, insan onurunu korumasını öğrenmiş Kürt aydınına, sanatkarına, politikacısına, “Kürt açılımı” adına “milli birlik ve beraberlik” aldatmacaları ile geçiştirilebilecek bir sorun değildir. Kürt halkı da tıpkı diğer halklar gibi doğal özellikleri gereği hak ve özgürlükleri ile insanca yaşamak istemektedir.

Çözüm’ün olmazsa olmazı, derhal atılması gereken ilk adımı, (eğer ki, utanmak, devlet yöneticilerimiz içen de kabul edilmesi gereken insani bir erdemse) zulmü işkenceyi, katliamı ve sürgünü tek çözüm kabul edip, Kürdün insanlık onurunu zedeleme, yok etme girişimlerinden dolayı insanlığa karşı işlenmiş suçlar nedeni ile Kürt halkından özür dilemektir. Mağdur edilmiş on binlerce insanın maddi ve manevi zararlarını tazmin etmektir.

“Kürt sorunu” soykırımcı devlet elinin ve onun tırnağı konumundaki Hamidiye mirası koruculuk sisteminin “kardeşlik, et-tırnak” safsatası ile çözülebilecek bir sorun zaten değildir.

Çözüm’ün olmazsa olmazı, derhal atılması gereken ilk adımı, Kürdün Kürde kırdırtılması zihniyetinden vazgeçilmesi, Anadolu Hıristiyanları (Ermeni, Asuri-Süryani, Helen halkları) soykırımından miras kalma Koruculuk sisteminin derhal dağıtılmasıdır.

“Kürt sorunu”, TRT-şeş cinsinden bir “hak” kırıntısı ile devlet politikasının “bilinmeyen bir dilde” Kürtlere yeniden aktarılması ile çözülecek bir sorun değildir.

Çözüm’ün olmazsa olmazı, derhal atılması gereken ilk adımı, dillerin eşitliği ilkesinin kabul edilmesi ve anayasal garanti altına alınmasıdır. Kürtçenin de hayatın her alanında (mecliste, okulda, resmi dairelerde, edebiyatta, sanatta) geçerli aktif bir dil olarak kullanımı önündeki bütün yasakların kaldırılmasıdır.

Hükümetin, birkaç darbeci generali emekli ederek, yerine gaddarlıkta öncülerine taş çıkaran savaş suçlusu bir generali genelkurmay başkanlığına atmasını, “demokrasinin bir zaferi” olarak sunması kamuoyunu yanıltmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Bakınız: http://www.youtube.com/watch?v=sDR_6YcUC_E )

Bununla birlikte halkı yıldırmak ve denetim altına almak için Kürdistan’a “hakkı, hukuku” kendinden makul “özel tim” adı verilen katil şebekelerinin yeniden devreye konması, her türlü iyi niyet girişimini sabote etmek anlamına gelir. 1915’ten bu yana gündemde olan inkâr ve imha konseptinde ısrar edildiğini gösterir.

“Kürt sorunu”nu çözme niyeti olanların, soykırım sabıkalı devlet geleneğinin, kanlı karanlık geçmişini inkar etmekten vazgeçmeleri gerekmektedir. İttihatçı egemenlik zihniyetini terk etmeleri, yani bütün kötülüklerin kaynağı olan Türk ırkçılığı sorununu öncelikli olarak çözmeleri gerekmektedir.

Barış ve ortak yaşam kaygısı taşıyanların, önce işlenen savaş suçlarının ve insanlık suçlarının hesabını vermeleri, sorumlularını hak ettikleri cezaya çarptırmaları gerekmektedir. Yüz yıldır yürütülen antipropaganda sayesinde Kürde yakıştırılan lanetli sıfatların (düşman, eşkıya, bölücü, terörist vs.) yarattığı histerinin bertaraf edilmesi için inandırıcı adımlar atılması, Türk toplumuna, Kürdün de hak ve özgürlüklere layık insan olduğunun anlatılması gerekir. Bir başka ifadeyle devlet erki, yaratmış olduğu canavarın (ırkçı ön yargılardan kaynaklı düşmanlığın, kin ve nefretin) kontrol altına alınmasını ve adım adım yok edilmesini sağlayacak, kararlı bir mücadele başlatması gerekmektedir.

TC devleti kurulduğu günden bu güne kadar, Kürtlere insan onurlarını korumaları için, eşitlik ve özgülük umutlarını yeşertmeleri için, yeni bir Türk soykırımının kurbanı olmamaktan kurtulmaları için, dişlerini tırnaklarına takarak direnmekten, katlanılmaz acılara katlanmaktan başka bir seçenek bırakmamıştır. Kürtler bu noktada direnmekte ve bütün olanakları ile kendilerini savunmakta yerden göğe kadar haklıdırlar. Kürt halkının haklı davasını gözden düşürmek için şu ya da bu siyasi gücü (somut durum da PKK’yi) bahane ederek “terörist” ilan edenler, niyetleri ne olursa olsun, barışın, eşit hak ve özgürlüklere dayalı ortak yaşamın karşısındadırlar.

Şu an mevcut güç dengelerinin Kürt halkının aleyhinde olduğu bir gerçektir. TC devletinin müttefikleri için çıkarlar her şey, insan hakları ve özgürlükse, dün olduğu gibi bu gün de hala bu çıkarların maskelenmesi için bir örtü olmaktan kurtarılamamıştır. Fakat dünyanın gittikçe “küçülmesi”, insanlar arasında komünikasyonun olağanüstü gelişmesi, her şeyin her yerde bilinir hale gelmesi, dikta rejimlerin insanlık suçlarının da gün ışığına çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Kürdün varlığı, kamuoyu nezdinde sadece Karl May fantezilerinde bir espri olmaktan çıkmış, onuru ve özgürlüğü için direnen bir halk gerçekliği haline gelmiştir. Bu haksız dengenin ebediyen Kürt halkının aleyhine devam edeceğini sanmak müthiş bir yanılgıdır. Kaldı ki, Kürt halkının bu günkü örgütlülüğü, mücadele tecrübesi, uluslar arası ilişki düzeyi, bundan kırk- elli yıl öncesine göre karşılaştırılamayacak derecede nitelikli bir düzeye ulaşmıştır. Devleti en çok rahatsız eden durum, Kürt halkı lehine ivme kazanan bu olumlu gelişmedir.

Bu durumdan devletin rahatsızlığını bir dereceye kadar anlamak mümkün de, fakat kendine (liberal, mümin-muhafazakar, hatta sol) sıfatlar yakıştıran muhalefetin rahatsızlığını anlamak çok zor. Kendini iki önemli konuda açığa vuran bu rahatsızlıklardan biri “tarafsız” olma adına çatışmalı ortamın doğurduğu olumsuzluklardan her iki tarafın da aynı derecede sorumlu tutulmasıdır. Fakat örgütlü devlet aygıtının Kürt halkına ödettiği bedeller hiç hesaba katmamaktadır. İlk bakışta çok “naif” gibi görünen bu tutum, bir çırpıda katil ile kurbanı, tecavüzcü ile tecavüze uğrayanı aynı derecede sorumlu tutmaktadır. Tecavüze maruz kalanın kendini savunma çabasını, adalet talebini, demokratikleşme sürecini sekteye uğratan bir “provokasyon” olarak damgalamaya kalkışmaktadır. Kendini dev aynasında gören bu muhalefet, varlığını Kürt halkının mücadelesine borçlu olduğunu anlamayacak kadar kibirli davranmaktadır.

İkinci nokta ise yine aynı çevrelerin “Kürt sorununun” silahla çözülemeyeceğine dair ahkâm kesmeleridir. PKK’nin silah bırakması gereğinden, gerilla güçlerinin dağdan indirilmesine, topluma yeniden “entegre” edilmesine kadar bir dizi “parlak” çözüm perspektifleri geliştirilmektedirler. Fakat sorunun dönüp dolaşıp, Kürt halkının sınırlı da olsa kendini devlet terörüne karşı savunma olanaklarının ortadan kaldırılması noktasına odaklanmasıdır. Her nedense “Kürt sorunu”nun “barışçıl” çözümü için Kürt tarafını çırılçıplak soymaya kalkışanları, Türk ordusunun silahsızlandırılması hiç ilgilendirmemektedir. Türk ordusunu ve silahlarını kimin kontrol edeceği onları ilgilendirmemektedir. Gerçek ve adil bir barışın Türk ordusunun Kürdistan’dan tamamen çekilmesi ile mümkün olacağı onların akıllarının ucundan bile geçmemektedir.

Kürt halkı nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunun farkındadır. Yılların tecrübesi ona, sadece sabır ve sorumluluğu değil, aynı zamanda yanlış kullanılan silahın kendine döneceğini de öğretmiştir. Hak ve özgürlüğü için savaşan Kürt halkının, silah fetişisti hastaların peşine takılacağını sananlar yanılmaktadırlar.

Hal bu ki, şiddete tapınma ve silah fetişizmi, Türk toplumuna devletin empoze ettiği en tehlikeli toplumsal hastalıktır. “Her Türk anadan asker doğar” vecizi, bu hastalıklı kafa yapısının bir ürünü değil midir? Türk toplumu dün olduğu gibi bu gün de silah fetişisti, şiddet delileri tarafından yönlendirilmektedir. Bu nedenle devlet iktidarı defalarca masum halkların kanına girmiştir. Yarattığı “eserlerinden” kendisi korkar hale gelmiştir. Onun için tarihi gerçekleri, suçunu inkâr etmektedir. Bu zihniyet değişmediği sürece Türk devle iktidarı insanlık için potansiyel tehlikedir. Keşke Kürt halkının “silahlanmasından” bu kadar korkan muhaliflerimiz, biraz da meselenin bu yanına kafa yorsalardı.

Her şeye rağmen silahların susması için, adil ve kalıcı bir Barış için!

Frankfurt, 6 Eylül 2011

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.