PKK’nın Varlık Kodu: Çözümsüzlük-Silah-Şiddet- Demokrasi karşıtlığı
PKK, bir devlet projesi olarak yapılanmaya başladığı günden itibaren, sorunları silah ve şiddetle çözmeyi metod olarak benimsedi. PKK’nın varlık koşulları ve silahlı metodu 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini hazırlayan koşullardan biri oldu.
12 Eylülden sonra da yeniden silahlı metodu (1984 yılında) devreye sokmakla kendisinin yeniden var olma koşullarını yarattı. Çünkü T.C Devleti, PKK’yı, mevcut devlet yapısının ve sömürgeci egemenlik sisteminin devamı yanında, Kürt ulusal hareketini hedefinden uzaklaştırmak ve Kürt ulusal hareketini içerden kuşatmak için, varlığını silahla ve şiddetle kodlamıştı. Suriye’de ve bölgede var olmak, varlığını sömürgeci devletlere dayandırmak ve onların hesabını gerçekleştirmek için de silaha ihtiyacı vardı.
PKK, Özal ve Talabani’nin çabasıyla ilk ateşkes kararını 1993 yılında ilân etti. PKK’nın, grup yapısı konumunda ve özellikle de 1984 yılından sonra silahlı mücadeleye başvurmasının Kürt ulusunsun çıkarlarına uygun olmadığını savunan biri olarak, bu ateşkesi savundum. Bu ateşkes kararından sonra, PKK’nın silahlı mücadeleden tümden vazgeçmesi, bunun için koşulların olgunlaştırılması gerektiği, bunun şartının da Öcalan’ın Suriye’den çıkması, Kürdistan Özerk Bölgesine yerleşmesi, orada kontrol altına alınması ile olanaklı olduğunu düşünüyordum.
Ama bütün bunları düşünürken, PKK’nın tümden silah bırakmasının imkân dahilinde olup olmadığı stratejik bir düşünce olarak öne çıkıyordu. Haklı olarak bu konuda yoğun tartışmalar baş gösterdi. Ben de PKK’nın tümden silahı bırakmasından yana olmama rağmen, PKK’nın yapısal özelliklerini analiz eden ve PKK’yı yakından tanıyan biri olarak bunun mümkün olmadığı görüşündeydim.
Gelişmeler de PKK’nın silahlı mücadeleyi ve silahı bırakmayacağı yönünde evrimleşti. Bingöl’de 33 askerin öldürülmesi olayı, PKK’yı yeniden geriye çekerek, eskiyi, varlık nedenini tekrarlamasına yol açtı.
PKK, projelendirilirken, çözümsüzlük, şiddet ve silaha kodlanırken, aynı zamanda otoriter ve demokrasi dışı bir yapılanma olacağı da tartışmasız ve doğaldı. PKK, kendisini projelendiren T.C Devleti yapısına ve özellikle de Kemalist Bürokratik Oligarşik yapıya benzemesi kaçınılmazdı. Buna faşizan-otoriter Stalinciliğin, basçılığın, Öcalan psiko-sendromlu halinin ve narsizminin eklenmesi durumu daha felaketli hale getirdi.
Bundan dolayı, PKK kana doymadı. Kendi dışındaki Sol ve Kürt örgütlerinin liderlerini ve kadrolarını Kürdistan’ın bütün parçalarında katletmeyi projelendirdi. Bunun sonucu binlerce Kürt kadrosunu ve savaşçısını (pêşmergeyi) katletti. Bununla doymadı, kendi içinde yüzlerce kadroyu infaz etti. Günümüzde de bu pratiğini devam ettiriyor. Bununla yetinmedi, köy katliamlarını gerçekleştirmeyi, hain ve işbirlikçilerin neslini kurutma adına yaptı.
*****
Öcalan, 1999 yılında yine devlet iktidarı güçleriyle yapılan bir anlaşma sonucu Türkiye’ye geldikten sonra Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçtiğini açıklamakla kalmadı, Kürtlerin otonomi, federe ve bağımsız devlet hakkına sahip olmadıklarını mahkemelerde açıkça savundu. Bu görüşlerini devletin olanak ve imkanlarıyla kamuoyuna ve taraftarlarına iletti. Bu aşamada da, bu görüşlerine karşı çıkanları düşman ve hain ilan etti.
Öcalan derdest edildikten sonra, müzakereler sonucu bazı taleplerinin karşılanması halinde PKK’nın silahı ve silahlı mücadeleyi bırakacağı kanaatini devlete ve kamuoyuna verdi. Birçok aydın ve siyasetçi de buna inandılar. Düşüncelerini bu parametre üzerinde oluşturmaya çalıştılar.
Ben bu görüşe hiçbir zaman katılmadmı. PKK’nın silahı bırakmasının varlık kodlarına aykırı olduğunu ifade ettim. Son günlerdeki gelişmeler, bir kez daha benim düşüncelerimi doğruladı.
PKK, seçimden sonra, “yeni anayasa” konsepti çerçevesinde şu ya da bu ölçüde uzlaşma ve anlaşmaya doğru adımlar atılmaya başlanacağını tespit etmiş olmasından dolayı, asıl gizli gündemini devreye soktu.
PKK’nın neden silah bırakmayacağıyla ilgili daha önceki tarihlerde yazdığım bir yazıyı yeniden kamuoyuna ve okuyucularıma sunmayı doğru buldum. Yeni yazacaklarım tekrardan öteye geçmeyecekti.
*****
PKK, neden silah bırak(a)maz ve ne istiyor?
PKK, 1993 yılından sonra, “ateşkesler” sürecini başlattı. O tarihten sonra, birçok ateşkes yapıldı. Ve her ateş kesilirken bazı nedenler gerekçe gösterildi. Bu nedenlerin “dayanılmaz bir hafifliği” söz konusu. Aynı şekilde, “ateşkeslere” de son verdiği zaman da, nedenleri çok anlamlı ve Kürt ulusunun çıkarlarına uygun nedenler olmadı.
PKK’nın “ateşkes” geleneği, Türkiye’deki olağanüstü rejimlerin “sıkıyönetimlerin uzatılması” geleneğini hatırlatıyor.
Son “ateşkesi”, bir dönem önce yaptı. Bunu, 31 Ekim’de genel seçimlere kadar uzattı. Ateşkesi uzatacağı gün de, Taksim Meydanı’nda intihar eylemi gerçekleşti. Bu konuyla ilgili şüpheler, PKK üzerinde yoğunlaşırken, PKK bu eylemi yapmadığını açıkladı.
Kamuoyunun önemli kesimleri de buna inanmak istedi.
Ama olaydan birkaç gün sonra, PKK’ya bağlı TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri), intihar eylemini yaptığını açıkladı. Bu açıklama, PKK/KCK’nın olmazsa da, kamuoyunun ezberini bozdu.
Birçok yazar ve kamuoyu, PKK/KCK’nın, TAK’ın eylemi hakkında yaptığı açıklamalardan, PKK içinde bölünmelerin olduğu sonucu çıkarmakla kalmadı, PKK içinde bir kesimin ve bazı liderlerin, örneğin Öcalan ve Murat Karayılan’ın barıştan yana, bir kesim ve bazı liderlerinin Cemil Bayık, Süleyman Feyman’nın barış karşıtı, şahin oldukları sonuçlarına vardılar.
Bunun da ötesine geçilerek, örneğin Kemal Burkay, Cihan Haber Ajansına yaptığı açıklamada, TAK eyleminin Ergenekon’un işi olduğunu açıkladı. Bu eylemin, Öcalan dışındaki bir eylemmiş gibi tanımladı. Öcalan’ı barış yandaşı gösterme gibi bir yanlışa sürüklendi. TAK’ın da barışcıl girişimleri engellemek istediği sonucunu çıkardı.
Bu değerlendirmelerin hepsi yanıltıcı ve bir yanılsamayı anlatıyor.
Yazımda üzerinde duracağım asıl konu, TAK’ın Taksim’deki intihar eylemi değil. Bu intihar eylemi, bir sonuç ve devam etmesi de kaçınılmaz olan bir sonuçtur. Buna temel ve neden oluşturan asıl yapıyı analiz ederek açığa çıkarmak gerekir.
Bunun için de sorun, “PKK’nın silah bırakmayacağı ve bırakamayacağı” sorunudur.
*****
PKK, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, 1974 sonrasında, Kürt Hareketinin tutuklamalarla, katliamlarla, idamlarla, sürgünlerle engelleyemeyeceğini anlamasından sonra geliştirdiği projelerden biridir. Bu projeye göre, “Kuzey Kürdistan’da ulusal hareket bağımsızlıkçı çizgiden uzaklaştırılmalı ve Kürt Hareketi içerden kuşatılarak yönetilmeli. Kürt toplumunun uluslaşmasına, bağımsızlığına temel olan toplumsal yapının ve dinamik güçleri parçalanmalı.”
PKK’nın kuruluşundan sonraki gelişmeler, gerçekleştirdiği projeler, yaptıkları, Kürt halkının yurtsever, toplumsal ve ulusal hareketini sürükleyecek yönetici kesimlerine karşı geliştirdiği yok edici, imhacı hareketleri, bu projenin en somut kriter ve parametreleri olarak orta yerde durmaktadır.
Kürt halkı, zamansız silahlı mücadeleye sürüklenirken, binlerce yurtseverin, on binlerce Kürdün imhasına yol açıldı. Toplum takatsiz hale getirildi.
PKK, önceleri, en radikal taleplerden hareketle, Kürt yurtsever örgütlerini düşman ilân ederken, sonuç olarak gelip durduğu yer: Kürtlerin, devlet, federasyon ve otonomi hakkına sadece Kuzey Kürdistan’da değil, bütün Kürdistan parçalarında sahip olamayacağı esas noktaya dayandı.
PKK’nın bu paradigmasının ve stratejisinin, amaçlananları gerçekleştiremeyeceğinin anlaşılması, Kürt halkı, hatta PKK taraftarları içinde büyük tepkilere yol açmasından sonra, “Demokratik Özerklik” denilen, Kürt ulusunu ve Kürdistan’ı parçalayan teze gelip dayandı.
Bu tez, aynı zamanda, PKK liderlerinin elit çıkarları gereği, silahlı güçleriyle duracakları yerle örtüşmesi bakımında da, yeni bir anlam kazanmaktadır.
Devlet, PKK ile Kürt ulusal hareketine yönelik projelerini gerçekleştirirken, aynı zaman da bunun silahlı zorba bir güç, silahlı eylem stratejisi ile mümkün olacağını tasarlamış, planmış ve hayata geçirmeye başlamıştır.
Gelinen aşamada Kürt Hareketi ve Kürt ulusal bilinci, bütün bu tehlikeli projeler ve yapılanlara rağmen, önemli bir yere gelip dayanmıştır. Bu gelişmenin, yöneleceği yer, bütün milletler için olduğu gibi, Kürtlerin kendi ülkelerinde iktidar sahibi olmaları, kendi kendilerini yönetmeyi istemleri, egemenlik haklarını ele geçirmeleri isteğidir.
Bunun engellenmesi için, devletin yapacağı çok işler var. Bu nedenle, devlet iktidarının, PKK’nın silah bırakması düşünülemez. Derin devletle ilişkili olan da Öcalan ve ekibidir. Öcalan ve ekibi, bugün onlardan kurtulmak isteyebilir. Ama bunu becermesi olanaklı değildir. Her ne kadar gelinen aşamada, AK Parti’nin birçok alanlarda devlet iktidarını sınırlandırmış olması gibi bir durum da olsa, devlet iktidarı ile sivil iktidarın tümüyle aynılaştığını ve bütünleştiğini söyleyebilmek, olanaklı değildir.
*****
Bu çok önemli ve stratejik sorunun yanı başında, başka bir gerçek durmaktadır. O da silahlı olmanın PKK ve yönetici elitinin varlık şartı haline gelmiş olmasıdır.
Bu konuyla ilgili iki önemli hayati boyut vardır.
Bu boyutlardan biri, PKK silahla var oldu ve silahla varlığını sürdürebilir. PKK silahtan arındığı zaman, yok olmayla karşı-karşıya kalacaktır. Bu bakımdan, PKK’nın siyasallaşması teorisi, bir fantezi ve hayalden öteye değildir. Bundan dolayı da, PKK eliti silahın son bulması halinde PKK’nın başkalaşacağı, kurulan egemenlik, despotik faşizan sisteminin son bulacağı bilinmektedir. PKK ve yöneticileri, Soğuk Savaş sonrasında, kendi yapısal sistemlerinden uzaklaşan devletlerin, Sovyetler Birliği gibi bir imparatorluğun, çöktüğünü ve son bulduğunu biliyorlar.
Ayrıca PKK’nın silahlı yapısı, elit adına bir kontrol sistemi yaratmış durumdadır. PKK’nın silahlı yapısının son bulması halinde, legal siyasi ve sivil örgütlenmelerini, basın organlarını, milyarlarla ifade edilen mali yapısını, güttüğü birçok nitelikli unsuru kontrol etmeleri ve onları hareket ettirmeleri olanaklı değildir.
PKK eliti, silahlı mücadelenin son bulmasının, silahların gömülmesinin kendileri için bir kaos yaratacağını ve yeni bir muhasebenin başlayacağını bildiklerinden de, elindeki silahları bırakmayacaktır.
İkinci boyut, Öcalan’ın ve elitinin kendi kişisel çıkarları ve kendilerini korumaları silahla bütünleşmiştir.
Öcalan ve ekibi, bugün devlet tarafından ciddiye alınıyorlarsa, hatta Öcalan idam edilmemişse, bundan sonra da hayatının güvence altın olmasının silahlı güçlere, kendisine olan ihtiyaçtan ileri geldiğini düşünmektedir.
Özelikle Öcalan, PKK’nın silahlı mücadelesinin son bulması halinde, hem Türk tarafında ve hem de Kürt tarafında hayatının tehlikeye gireceğini düşündüğünden, elini silahtan çekmeyecektir.
Bunun ötesinde, Öcalan ve arkadaşları, kendilerinin ciddiye alınmalarının, kendilerinin karizmalarının ve oluşan olağanüstü statülerinin, silahlı mücadele ve güç sayesinde olduğunu bilmektedirler. Silahtan arındıkları, vazgeçtikleri zaman kıymeti harbiyeleri olmayan insanlar derekesine düşeceklerini hesap etmektedirler. Bu kişisel çıkar bile, PKK ve Öcalan’ın silahı kolay-kolay bırakmayacağını ortaya koymaktadır.
******
Üzerinde atlanmaması gereken başka bir olgu da var. Öcalan’ın kişisel despotik, zorba, intikamcı, insanı sevmeyen, cezalandırıcı özelliğinin silahlı zorba güçler ve statü ile bütünleşmiş olmasıdır.
Öcalan, insanlara ceza vermekten, işkence etmekten, öldürmekten zevk alan bir kişi.
Öcalan bu yapısına uygun bir eliti de kendi etrafına toplamış durumdadır.
PKK’nın silahtan arınması halinde, PKK gibi bir örgüt var olsa, Öcalan da tekrardan o örgütün başından olsa bile, bu Öcalan’ı tatmin etmeyecek, onun despotik, kirli hesaplarının gerçekleşmesini sağlayamayacaktır.
Bu nedenle de olsa Öcalan ve eliti, her zaman silahın kendi ellerinin altında olmasını psiko-sosyolojik bir gerçeklik olarak da istemektedirler.
****
Daha başka bir gerçek: PKK’nın kuruluş aşamasında ifade edilen ideallerine bağlı milyonlarca insan var.
Yığınlarca Kürt, Kürdistan’ın bağımsızlığı, devlet olması, özgürleşme, Kürdistan’a sahip olma, sömürgeci sistemin son bulması için mücadeleye katıldılar, hayatlarını ortaya koydular. PKK ve elitinin silahlı mücadeleden vazgeçmesinin, bu ideallerin son bulması anlamına geldiğini düşünen büyük bir kitle var. Bu kitle, silahtan vazgeçmek istemeyeceği gibi, bu çizgiden yeniden yapılanma çabası içinde olacak.
Öcalan ve eliti, devlet iktidarı bundan korktuğu için de, bu gelişmeye karşı tedbir olsun diye kolay-kolay silahlardan vazgeçmeyecekler.
*****
PKK’de gerilla olan Güney-Batı Kürdistan, Doğu Kürdistan Kürtlerin varlığı da silahlı mücadelenin son bulmasına, PKK’nın silahlara veda etmesine büyük engeldir.
Suriye’nin egemenliği altındaki Kürdistan’da Kürtler ve Kürt gençleri, Kuzey Kürdistan’da Kürt Devleti kurulacak, kendi parçalarının da bu büyük Kürdistan’ın bir parçası haline geleceği tasarımına dayalı olarak PKK içinde yer aldılar.
Barışın olması ve silahların son bulması demek, onlar açısından, Büyük Kürdistan hayalinin son bulması olacaktır. Özellikle de Suriye’nin de “kendi” Kürdistan’ındaki ulusal hareketi tasfiye etmek için Kürt gençlerini PKK’ya yöneltmesi, onlar için daha büyük felaket gibi görülmektedir.
Bu gerçek Doğu ve Güney Kürdistan gerillalar için de geçerlidir.
Bu nedenle de olsa, PKK’nın silahlara veda etmesi olanaklı görünmüyor.
*****
O halde PKK ve Öcalan ne yapıyor? : PKK ve Öcalan, taktik manevralarla zaman kazanmaya ve silahlı yapısının ömrünü uzatmaya çalışıyor.
İleri sürdüğü taleplerle silahlara veda etmesi olanaklı değildir.
Gizli bir gündemi var. Öcalan, bu gizli gündemi açığa vuracağı koşulları kollamaktadır.
PKK’nın gizli gündemi, asıl isteğini tanımlıyor ve ifade ediyor. O istek de, PKK’nın Kürdistan’da kendi elitinin çıkarları için iktidar ve egemen güç olmasıdır. PKK’nın bu iktidar ve egemen yapısını kendi silahlı güçleriyle koruması, Öcalan’ın Kürdistan’ın lideri olması, elitinin yürütme gücü olmasıdır.
Bu olabilir mi? Bu konu, başka bir yazının konusu.
İbrahim GÜÇLÜ
Amed, 07. 11. 2010
[email protected]