Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 14 March 2011

Pazar, 13 Mart 2011 17:13

Kaç gündür kafayı iyiden iyiye bu “muhalif yazarlar” muhabettiyle bozdum. Ne zaman ilgimi başka dünya meselelerine yönlendirsem sayıları az ama her nedense sesleri “gür” bu kişilerin akla mantığa sığmaz bir yazısı ile karşılaşıyorum. Son olarak bu kesimin en şahsına münhasır tiplerinden biri olan Bejan Matur’un Zaman Gazetesi’nde yazdığı yazıyı www.rızgari.com da okudum. Sonra ver elini bir yığın stimulatif laf, ahlak gibi felsefenin en çetrefilli alanından referanslarla “vicdan” yapmalar ve tartışmaya açık bir sürü sosyalojik ve politik analiz. Bu iddialarımı örneklerle açıklayacağım ama, önce bir iki noktaya vurgu yapmalıyım.
Bütün bu tartışmalarda anlamadığım ve beni en çok rahatsız eden şey; dur durak bilmeyen o mağduriyet edebiyatı. “Hayatının 35 yılını sürgünde geçirmeler”, “sürgün’ün ağır yaşam koşulları” “halka adadığı gecesi, gündüzü” çeteleleleri tutuluyor.
Kendi kişisel tarihlerimize saygı duymakta, kendi bireysel acılarımıza ağıtlar yakmaktan daha makul bir şey yoktur. Ama bunları kamusal alana taşıyıp, insanlardan bir saygı ve merhamet beklentisine girmek, iki şeyle açıklanabilir. Birincisi, “self pitying” (kendine acıma) başlığı altında bir hayli psikolojının alanına giren debdebli bir yığın traumatik deneyim. İkincisi “self promoting” (kendini pazarlama)olarak işletme ile sosyal psikolojinın kavramaları ile açıklanır ki, pekte kimse bu yalın ve soğuk ekonomi ve bilim dili ile kendi hikayesinin yek u yeksan olmasını istemez. Ama politikanın direkt alanına girmeyen bu kısımları işin ehline bırakarak, bu kavramsallaşmanın hayatta ki karşılığına bir iki not düşelim.

Herkesin dibine kadar acıların içinde yıllardır cebelleştiği bir halk gerçekliğinden geliyorsanız, kişisel haklılığınızı, mağduriyetinizi yaşadığınız acılar üzerinden oluşturmaya çalıştıkça, devasa toplumsal acılar altında ezilirsiniz. Orada bir yerlerde birileri çıkıp “seninde çektiğin acımı be kardeşim ben öldüm ve ölüyorum, ben zindanlarda gün sayıyorum, ben hayatımın hemen baharında bir gece yarısı arkamda alevler içinde yanan çocukluğumu bırakarak, savrulduğum şehirlerin gettolarında, yoksulluğun ve açlığın soğukluğunda yaşıyorum” dediğinde ne diyeceksin.
Demem o ki, acıları vuruşturma noktasına geldiğimizde karşımıza karmaşık, bir o kadarda gerilimli bir tartışmanın çıkacağını bilmemiz gerek. Acılarımızı politikanın bir argumanından çok, varsa koşulların sanatın bir alanı olarak anlatmak daha şık olacaktır. İşte o zaman acılarını ne politik, ne de sanatsal olarak dile getiremeyen milyonların da tercümanı olmuş olursun.
Matur’un yazısını okuduktan sonra zihnimi meşgul eden ikinci konuda;bugüne kadar bir türlü güçlünün yanında olmayı ‘başaramamış’ (denenmiş ama başarılmamış demek bu) , sokakta yerdekinin ve zayıfın safında yer tutan,Sporda Brezilya’ya karşı zayıf takımları destekleyen, obsesive bir şekilde düşenin (Underdog) dostu olmanın ahlaki baskısı ile büyüyen benim, her nedense kendilerini zayıf ve mağdur diye sunan bu “muhaliflerin safında yer alamamanın” duygusal karmaşasını yaşamam olmam. Çağın moda deyimiyle kendimce empati yapmaya çaliştikça varsa bir sempatim onuda kaybediyorum.
Mesela “PKK’ nin tehditine” karşı bu adamların silahları yok ama karşı tarafın silahı var diyorum. Ama ortada öyle elle tutulur beni ikna eden bir tehdit yok. Bu kişilerin bana artık bulantı veren, ağızlarını ne zaman açsalar PKK’ye ve onun liderlerine yönelik ne politik ahlaka ne de ‘aydın ahlakına’ sığnayan sözlerini duyduktan sonra, hiçte işim olmamasına rağmen, PKK’nin ve onun kadrolarının kamuoyu önünde mağduriyetlerini tartışıyorum.
Mesela bunların, ‘PKK gibi binlere varan oldukça dinamik, Kürt coğrafyasında her an mobilize olan kitleleri yok, ellerindeki tek silahları kalemleri ve ağızları’ diyeceğim. Bakıyorum hiçte öyle değil. Tirajları ve izlenme oranları milyonlara varan gazeteler ve Tv kanallarında, seslerini milyonlara ulaştırma olanakları var. Aynı kanallarda ‘terörist’ ‘çocuk katili’ diye nitelendirilen PKK ve Öcalan’ın durumunu gördükten sonra bu nasıl bir mağduriyettir diye sormak gerek.
Mesela PKK’nin ‘anti demokratik, tekçi, totaliter’ yapısının sözüm ona ‘özgür düşünen bireylerin’ özgür düşünme alanını daralttığını düşünerek kendimi bu kişilerin mağduriyetlerine ikna etmeye çalışıyorum. Bu da olmuyor. Çünkü bir siyasal hakeretin sivil toplum kuruluşu adı altında oluşturduğu bir kuruluşta çalışan (Bejan Matur), direkt yada inderekt iktidar partisinin politikalarinin avukatı kesilen, AKP’de milletvekili adayi olmayacağını ama olmakta bir bahis görmeyen (Bu da Orhan Miroğlu’nun son yumurtalarından biri) birileri bize özgür düşünmeden, tarafsızlıktan, politika üstü olmaktan söz etmesin. Bırakın milliyetçiliğin o ırkçılık kokan ‘bütün Kürtler kardeştir’ takiyeciliği ile BDP’yi en azında ‘düşmana karşi’ destekle talebinde bulunmayı, bu kesimler en azında BDP ile AKP arasında eşit mesafede olduklarını pratikte ortaya koymak zorundalar. Yok eğer bizim böyle bir zorunluluğumuz yok, bizim ‘Kürt halkının çıkarlarına en yakın politikayı’ desteklemek gibi ölçümüz var diyorsanız. O zamanda AKP’nin ‘Kürtler için yaptığı iyi şeyler’ ve bu sorunun çözümü politikaları konusunda bizi ikna etmek zorundasınız.
Bırakın benim gibi ‘şüpheci, önyargılı, dar kafalı modası geçmiş düşüncelerin sahibi’ birisini, Kürt halkının en azından büyük bir kesimi (BDP oy veren kesim), Kürt politikacılarının ve aydınlarının makul bir sayısı (Binlere varan ‘KCK tutukluları’), binlere varan Kürt çocukları (Cezaevlerindeki çocuklar) ve hala dağ başlarını mesken tutmuş, orada burada iç ve diş ittifaklarla devletin tesfiye etmeye çaliştiği Kürt gerillarını ikna etmek zorundasınız. Ama lütfen hiç o TRT 6’i, Erdoğan’nın üç beş ‘kıçı kırık’ lafını, AKP yapacak ama ‘PKK engel’ safsatalarını tekrarlamayın, çünkü bu laflar karın doyurmuyor.
Matur’un yazısında üstte yazdığımız bütün bu unsurlar var. Onu okudukça insan hayret ediyor. ‘Nasıl olurda bir şair bu kadar sosyal ve politik illizyon görür?’ sorusunu sormazlık edemiyorsunuz. Şairlarin aslında buna meyilli olduğu yaygın kanaatindeysenız size 20. Yüzyilin en etkili düşünürü olan psikalanist Jacques Lacan’in, felsefe ve psikalanız alanına kazandırdığı en önemli kavramlardan biri olan Gerçek’ten söz etmeliyim. Lacan, yaşadiğimiz dünyanın dil ve kelimeler üzerinde şekillenen sembollik bir dünya, Gerçek’in (Lacan’ın gerçeğı bu) ise ulaşilmasi zor bir alan olduğunu söylerken ancak va ancak metaphorlarla bazen bu Gerçek’e yaklaşma ve dokunma ihtimalinden söz eder.
Ama umutulmasın ki sembollerden bağımsız bu Gerçek’ın alanı korkunç ve yaşanılmaz bir alandir. Hani Matur’u, AKP’nin yarattiği politik stimulasyondan, şairliğinin metaforları bile kurtarmıyorsa, o zaman ya Lacan’ı yeniden okumalı ya da Matur’un şairliğine yeniden bakmalıyız.
Matur, bu körlüğünü ta başlığa taşımış. PKK’nin Şivan’ı hain ilan ettiğini söylüyor. Ben PKK’nin açık, kamuoyu üzerinden Perwer’e karşı böyle bir politikası olduğunu duymadım. Buna karşılık PKK ve Perwer ‘aşkının’ inişli çıkışlı tarihine baktığımda her zaman Perwer’in bu aşkı bitiren kişi olduğunu görüyorum. Böyle bir hakkı yok mu? Var tabii. Ama lütfen herşeyin (Matur’un sık sık kullandiği bütün değerlerin) direkt yada dolaylı olarak politikanın birer unsuru haline geldiği bir coğrafik ve toplumsal düzlemde, sanat dahil hiç kimse bu düzlemin dışında bir yer aramasın kendisine. Kaldı ki Perwer’de bunu yapmıyor. PKK’nin politik çemberinden kaçarken kendisini başka bir politik çemberin içine atmaktan alıkoymuyor.
Bu dünyanın her yerinde böyledir. Artık tırnak içinde “özgürlükçü ve protest” U2 grubunun sözüm ona yoksullukla mücadeleci solisti Bono, eski ABD Başkani ile görüştüğünde hayranlarının tepkileri karşılaşmadığını söyleyebilirmiyiz. Yada lüks yatı ile ‘yoksulları için para topladığı” Afrika’nın sahillerinde genç kızlarla seyir halindeki fotografları, basına yansıdığında, en azında internet üzerinden aldığı tepki ile Perwer’e karşı tepkinin arasında bir fark yok. Diyelim ki Perwer konser veriyor, milyonlarca kişi konsere koşuyor ve PKK bunu engelliyor o zaman anlarım da, PKK’nin ‘AKP’nin seçim yatırımı olma’ uyarısına cellalenmeyi anlamış değilim.
Ne diyor Matur; “Vatan edebiyatının Türkiye kamuoyunda kırıldığını ” söylüyor. Ne zaman, nerede bu oldu da biz göremedik. Yoksa MHP’nin oylarının azalması muhabetini mi öyle yorumluyor? Diyeceğim ama hergün sıkı fıkı olduğu AKP ve Gülen Cemaati’nin içindeki dinle sentezlenmiş daha bir partikulirist milliyetçiliği nasıl görmüyor. Sonra hızını alamıyor Türk Toplumu’nda Orhan Pamuk’a gösterilen hoşgörüyü, Türk Toplumu’nun olgunlaşması iddialarını sıralıyor. Ben bütün halklar gibi Türkler’inde bir gün Matur’un ‘rüyasını gördüğü’ milliyetçilik darboğazından kurtulma ihtimalini ‘seviyor’ ve destekliyorum. Ama Matur’un bizi kendi rüyasına inandırmaya çalişmasinda ciddi bir sorun var.
Sonra ne yapıyor Matur? Perwer üzerinden bir ‘ulusal değer’ tanımı yapıyor ki, postmodernizmin özneleşmeye karşı tepkisinin tetiklediği ‘Öcalan kültüne’ karşı her fırsatta tepki duyan, bu kardeşlerimiz ne zamandan beri böyle özneleştirmeleri kabul ettiğini anlayamıyorum. Kaldi ki Marxist değer teorisini ve Adorno’nun kültür endüstrisi tanımını düşündükçe, pazarda alınıp satılmayan ve bir marketin parçası olmayan çok az şeyin içinde Perwer’i ve sanatını bu pazarın ötesinde bir değer olarak sunmanın çok uzağında olduğumuzu söylemeliyim. Popüler kültürün ‘beni siz yarattinız ve sizide ben yarattım’ ninnisine Matur inanıyor mu bilmiyorum ama bir çok Kürdün buna artık inanmadığını görüyorum.
Ha unutmadan De Gualle ‘Sartre Fransa’dır’ derken ona sahip çıkmıyordu, aslında onun üzerinden Sartre’ın Fransız Toplumu’ndaki popularitesini kendine tahvil etmeye çalışıyordu. Yoksa oralarda bir yerde, Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği Ahmet Kaya’nın, Musa Anter’in değerlerine saygı duyduğunu düşünecek kadar rüya aleminde yaşayan birileri mi var?
Kanımca, Şiwan kendisine tepkilere kızacağına, bir gün Öcalan dahil herhangi bir Kürt liderinin ‘Şivan Kürdistan dır’ lafından korkmalıdır. Bu lafın yarattığı ‘yağlı ve cıvık’ alanda Perwer, patınaj yapmaktan adım atamaz hale gelir. Düşünsenize bu lafın ağırlığını, GERÇEK’ğe dokunma ihtimalini; kelimenin ağırlığı altında ezilmeyi, sana bu ‘gazı veren’ politik lidere minnet borcunu...
Selah Kemaloğlu

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.