İki yıla yakın bir süreden beri Kürt sorununun çözümüne sıcak bakan Türk basın çevrelerinden yoğun olarak benimle görüşme istemleri oldu. Rahatsızlığımı ileri sürerek görüşme istemlerini geri çevirdim. Haklı nedenlerim vardı. 1988 Haziranında Şam da ve Bekaa kampında bir ay boyunca Öcalan’ı izledim. Öcalan’ın Kürt davası diye bir derdinin olmadığını gördüm. Kürt Halkına karşı en küçük bir saygısı yoktu. Aksine içten içe düşmanca tavırlar içindeydi. Bu nedenle Öcalan’ın İmralıdaki itiraf ve ihanetleri benim için sürpriz olmadı. Kandildeki PKK Yönetimi ‘önderimiz esirdir sözleri bizi bağlamaz’ şeklindeki ilk resmi açıklaması umut vericiydi. Ancak iki gün sonra gizli eller Kandile de ulaştı. Hazır beklermiş gibi Kandil de İmralıya teslim oldu.
Seçimle Ak Parti büyük bir çoğunlukla ikinci kez iktidar oldu. DTP de gurup oluşturacak kadar kısmi bir başarı sağladı. Çağ dışı, katliamcı Kemalist rejim çürümüş, çöplüğe dönüşmüştü. Mesut Yılmaz başbakanken ‘devletin çivileri çıkmış’ diye bas bas bağırıyordu. Çürümenin temel nedeni Kürt sorunuydu. Ancak Kürt sorunu ateşten bir gömlekti. Rejimin çürümesine rağmen kimse el atmaya cesaret etmiyordu. Sorunun çözümü konusunda düşünce düzeyinde düşünenler dahi bir bir komplolarla ortadan kaldırılıyordu.
Ak Parti ve lideri Erdoğan Kürtlerin kaşına gözüne hayran değildi.Tüm kurumları ile çürüyen devleti kurtarmak için Kürt Açılımı adıyla bir süreç başlattı. Olan oldu,kızılca kıyamet koptu. Kemalist rejim, ordusuyla yargısıyla, CHP ve MHP’siyle dört koldan AK Partiye karşı saldırıya geçtiler. Meclis kürsüsünden Kürt açılımına karşı katliam naraları attılar. AK Partinin lider düzeyindeki kadrolarına karşı suikast planlarını yaptılar. Bu tutum ve söylemler de benim için sürpriz olmadı.
Gözler DTP deydi. DTP içinde dürüstlüğüne yurtseverliğine inandığım insanlar da vardı. Kürt sorununun barışçıl çözümüne sıcak bakıyorlardı.Öcalan Kürt sorununu kontrolünde tutmak için ‘Ahmet Türk beni temsil edemez. Haddini bilsinler ‘ diye tehditler savurunca, Bu insanlar da İmralıya boyun eğdiler. Öcalan tehditlerine kılıf bulmak için ‘Ahmet Türk üzerinden bizi tasfiye etmek istediler’ diyecekti. Artık meydan Emine Aynaya kalmıştı. Er meydanına çıkmış bir pehlivan gibi kollarını sallayarak bir eliyle İmralıyı, diğer eliyle Kandili gösteriyordu. ‘Açılım bitti bitti’ diyor, sevinç naraları atıyordu. İmralı ve Kandil zaten başından beri devredeydi. Eylem ve söylemleriyle AK Partiye yoğun bir savaş başlattılar. CHP ve MHP paralelinde yerini aldılar. En acı olanı da, Öcalan İmralıya adımını atar atmaz Kürt Halkının katili Mustafa Kemali aklamaya çalışması,’Kemalizmi güncelleştirme’ adı altında Kürt Halkına dayatmasıydı.
Öcalan ve DTP içindeki uzantılarının çabaları sonucu DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. İlginç olan, DTP nin kapatılmasına söylem ve pratikleriyle neden olanlar tekrar kırmızı koltuklarına döndüler. Sorunun barışçıl çözümünden yana olanlara siyasi yasaklar getirildi, ağır hapis istemiyle mahkemelere sevk edildiler. Bu bir hukuk skandalıydı. En önemlisi de Öcalan’ın Derin devletle içiçeliği bir kez daha su yüzeyine çıkıyordu.
Kapatılan DTP Milletvekilleri ve yöneticileri Diyarbakır da toplanarak oybirliğiyle sine i millete dönme kararı aldılar. Sayın Ahmet Türk mikrofonlara bağıra bağıra ‘yarın istifa dilekçelerimizi meclis başkanlığına vereceğiz’ diyordu. Bu yerinde ve doğru bir karardı.Sorun uluslararası platformlara taşına bilirdi. Böylesi bir durum Kürtler adına bir başarı ve kazanç olurdu. Sorunun kontrolünden çıkacağını anlayan Öcalan, Gecenin karanlığında karanlık bir kurye ile DTP Milletvekillerine ‘meclise dönün’ mesajını iletti. DTP Milletvekilleri sus pus oldular. Sayın Ufuk Uras’ı da yanlarına alarak BDP adıyla sevdalısı oldukları kırmızı koltuklarına geri döndüler. Değişen bir şey yoktu. Eskiden daha kötü bir politika izlediler. Öcalan hepsini esir almıştı. Öcalan’ın kaşıntısı akıntısı için gencecik Kürt çocuklarını sokaklara salan, ölüme gönderenler, Halkımızı katleden, kan kusturan faşist Evren cuntasına yargı yolu açan Anayasa değişikliğine bile evet diyemediler. Bu tutum Diyarbakır Zindan Şehitlerine büyük bir saygısızlıktır. Bir bayan Milletvekilimiz ‘hem ağlarım hem giderim’ diyen yeni evlenen genç kız gibi, Meclis kürsüsünden ‘bu çatı altında konuşmaktan utanç duyuyorum’ diyordu. Birileri bayan Milletvekilimize sormalıdır. Utanç duyduğun o çatı altına neden döndün?.
Kürt sorununun çözümünde AK Parti başlangıçta samimi ve kararlı göründü. Kürtçe Televizyon yayını benzer küçük adımlar da attı. Giderek artan ağır baskılar sonucu, Ak Parti geri adım attı. Kürt Açılımı adıyla başlattığı sürecin adını değiştirdi. Süreç Milli Birlik Beraberlik projesi adını aldı. AK Parti komplolar ve partilerinin kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Kürt cephesinden beklediği desteği de alamayan AK Parti lideri Başbakan Erdoğan, gözle görülür şekilde hırçınlaştı. Taş atan küçük çocukların tutuklanması, KCK operasyon ve tutuklanmalarında kabul edilemez görüntüler, hukuk adına yapılan zorbalıklar, AK Partinin güvenirliğini önemli oranda zedeledi. BDPnin hükümete yönelik kimi taleplerinin haklılığı inkâr edilemez. Ancak bu taleplerin hükümet tarafından kabul görmemesi, BDP nin izlediği politikayı haklı çıkaramaz.
Dostlarım kardeşlerim. Hepimiz bu süreçleri acı ve üzüntüyle izledik. Siyaset diye Kürt Halkı adına bir komedi oynanıyordu. Halkımızın özgürlük davasına emek ve gönül verenler bu acı tabloya daha fazla seyirci kalamazlar. Herkes inandığı doğruları yüksek sesle dile getirmek zorundadır. Bu amaçla tanıdığım ve güvendiğim bir dostumun ısrarı ve aracılığı ile inandığım doğruları Cihan Haber Ajansına açıkladım. Gündeme yönelik bu açıklamalarım beklemediğim bir yoğunlukta Türk basın ve televizyonlarına, Kürt sitelerine yansıdı. Açıklamalarımla ilgili Kürt Sitelerine yansıyan değerlendirme ve eleştirileri okudum. Eleştiri ve değerlendirmede bulunan kimi kardeşlerimizin uzun zamandan beri Kürt Sitelerindeki değerlendirme ve eleştirilerini beğeni ile izliyorum. Açıklamalarımla ilgili bazı yorumcuların yorumlarında haksız itham, hakaret içeren üsluplarından dolayı cevap verme gereğini duymuyorum.
Değer verdiğim, saygı ile karşıladığım yorum ve eleştirilerin ağırlıklı bölümü, görüşmede Kürdistan bağımsızlığını savunmadığım, Türk Kürt kardeşliğini savunmama ilişkindir. Bu konulara değinmeden önce Kürdistan Aktüele açıklamalarımla ilgili Yorumda bulunan Adil kardeşimizin yorumuna açıklık getirmek istiyorum. ‘Günümüzde bağımsızlığı savunan kimi çevreler sahtekârlık yapıyorlar’ yönündeki sözlerim ne geçmişe ve ne de geleceğe yöneliktir. Bu sözlerim, halkımızın özgürlük mücadelesine en küçük bir katkıda bulunmamış, acı görmemiş, her gün kazanç ve çıkarı peşinde koşmuş palazlanmış, rahat ortamlarda bu davaya emek ve gönül verenlere baskın çıkarcasına ‘tek çözüm bağımsızlıktır’ diyenleredir. 1980lerde Bağımsız Kürdistan sloganı hemen hemen bütün Kürt Örgütlerinin sloganı olduğu gibi benim de sloganımdı. Ancak o günün iki kutuplu dünyası bu günün dünyası değildi. Bütün Kürt örgütleri ve kimi politik şahsiyetleri Sosyalist Kamptan yardım ve destek bekliyordu. Güvendiğimiz o dağlara çoktan kar yağdı.
Sevgili dostum, Sömürgeci mahkeme ve zindanlarında Bağımsız Kürdistan sloganını haykırarak direnen ve bu uğurda yaşamlarını feda eden Mazlum ve Hayrilere kalpten inandığım için onların yanı başındaki hücrelerde onlarla birlikte zülüm gördüm direndim. Bu gün Onların mücadele ve anılarını kutsal bir emanet olarak kalbimde taşıyorum. Sözlerimin Mazlum ve Hayrileri de kapsadığı şeklindeki yorumun beni ağır yaraladı. Bana her türlü isnat ve hakaretlerde bulunmada özgürsün. Ancak yorumunda Mazlum ve Hayrilere yönelik sözlerini geri almanı diliyorum.
Değerli dostlar. Saatlerce kamera karşısında Cihan Haber Ajansına görüşlerimi açıkladım. Görüşlerimin yansıtılmasında kimi önemli hatalar yapılmıştır. Örneğin PKK ye muhalefet edenler yerine, PKK ye ihanet edenler şeklinde yansıtılmıştır. En önemlisi de çözüm konusundaki sözlerim tam olarak yansıtılmamıştır. Görüşmecinin ‘bugün için nasıl bir çözüm düşünüyorsunuz’ sorusuna, dünyada on bin nüfuslu bağımsız devletler vardır. Her gün bunlara yenileri katılıyor. Kırk milyon Kürt Halkının da kendi bağımsız devletlerini ilan etmeleri en doğal hakkıdır. Kürt Halkının bu hakkı her zaman saklıdır. Bu gün için halkın önünü kesmek istemem. Kişisel görüşüm ilk planda silahlar susmalıdır. Kürtlerin bir halk olarak varlığı Anayasada teminat altına alınmalıdır. Kürt Halkı ana dilde eğitim yayın ve sanatta özgür olmalıdır. Yaşadıkları topraklarda yönetimde etki ve yetki sahibi olmalıdır şeklinde cevap vermiştim. Ancak düşüncemin başlangıç bölümü yansıtılmadı.
Arkadaşlar. Bağımsız Kürdistan, bu davaya emek ve gönül verenlerin kalplerinde yatan bir aslan da olsa, günümüzde yaşananları görmek zorundayız. Gençlik heyecanımızla, duygularımızla sorunları çözemeyiz. Önce kendimize ve halkımıza güvenmeliyiz düşüncesi doğrudur. Ancak yeterli değildir. İç ve dış koşulları görmek, doğru tahlil etmek zorundayız. Dış desteğe ihtiyacımız var. Acı da verse, orta yerde böyle bir destek görünmüyor. Aksine Öcalan’ın katkılarıyla kuşatılmış durumdayız. Sayın Mesut Barzani dış gezilerinde devlet başkanı düzeyinde karşılanıyor. Arkasında yeterince dış destek de var. Parlamentosuyla, üniversiteleriyle, kültürel ve sanat kurumlarıyla alt yapı da hazır olmasına rağmen bağımsızlık ilan edemiyor. Çünkü dış koşullar uygun değildir.
Kuzeydeki iç koşullarda yaşananlar yüzümüze gülmüyor. Aksine yüreklerimizi paralıyor. Bırakalım öncesini son kırk yıldır hep birbirimizle kavga ettik. Birbirimizi öldürdük. İki partimiz bir araya gelemedi. Bu konuda ciddi bir caba da görülmedi. Halkımız görünen bu acı tabloyu hiçbir zaman hak etmedi. Otuz yıldır süren kirli bir savaşta Halkımız iki kıskaç arasında çok kan kaybetti. Yerinden yurdundan oldu, yoksullaştı. Halkımızın yaralarını sarması için ara bir çözüme şiddetle ihtiyaç vardır. Günümüzde yaşanan kargaşa ortamının devamı halinde, Öcalan ve ekibinin de katkılarıyla geçmiş başkaldırılarda olduğu gibi uzun bir sessizlik döneminin yaşanacağından endişe ediyorum. Birkaç gün önce Yüksek Ovada bir cenaze töreninde ekranlara yansıyan bir gencin deprem niteliğinde zapt edilmeyen isyanına, kâmil bir insanımızın sömürgeci generalin yüzüne karşı ‘asker polis gerilla istemiyoruz. Bese, bese, bese’ sözlerine ciddi kulak vermemiz gerekiyor. Kuzeyde başarının ilk ve temel koşulu olan iç barışı, birliğimizi sağlamak ve çıkacak engelleri aşmak zorundayız. Kürdistan Bağımsızlık Mücadelesi uzun soluklu bir mücadeledir. Bu mücadele sürecinde kazanılacak her aşama bağımsızlığa gidecek yolu açar.
Türk Kürt Halklarını birbirine düşman gören, İki halkın birbirini boğazlamasına davetiye çıkaran, ‘Türklerle hiçbir zaman kardeş olmadık olmayacağız’ türden eleştiri ve düşüncelerin doğuracağı sonuçları düşünmek bile istemem. Kürt Halkını yok sayan, katliam uygulayan Türk Halkı değildir. Faşist Kemalist rejimin uygulayıcıları ve örgütledikleri çetelerdir. Kemalist rejimin kurucu ve yöneticileri Ankara ve İzmir de kurdukları İstiklal Mahkemeleri eliyle Türkleri ipe çekmediler mi? Toroslar da Türkmen Yörüklere, Egede Türkmen Tahtacı ve Çepnilere katliam uygulanmadı mı? Dünyanın hiçbir yerinde halklar birbirine düşman değildir. Halkları birbirine düşman edenler diktatörler ve faşist rejimlerdir. Güneyde Kürtleri zehirli gazlarla katleden Arap halkı değildi. Saddam ve rejimiydi. Saddam Arap Halkına da katliamlar uygulamadı mı?
Son bir söz. 1937, 38 Dersim katliamında ana kucağında bir bebek iken sömürgeci zulmünün acılarını çektim. Yetmiş beş yıllık ömrümde huzurlu bir gün yaşadığımı hatırlamıyorum. 1960 yılından bu yana Kürt sorununun içindeyim. Kimi zaman görünmeyendim. Zor koşullarda ön saflardaydım. İnandığım doğrularda taviz vermedim. Zora, zulme boyun eğmedim. Bu nedenle ağır bedeller ödedim. Şikâyetçi değilim. Kimseden lütuf ihsan da beklemiyorum. Bir insan olarak benim de farkına varmadan hatalarım olmuştur. Ancak haksız isnatları, hakaretleri hak etmediğime inanıyorum.
Selam, saygı ve sevgilerimle…