Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 28 Mai 2010

Özür,
Başta Mehemedé Paloyé olmak üzere okuyuculardan özür dilerim. Benden kaynaklanan bir bilgi kirliliğini düzeltmek istiyorum. Gerçi bilinçli olarak yaptığım bir iş olmasada daha evel yapmış olduğum bir yanlışı düzeltmek istiyorum. İşin doğrusu daha evel yadıklarım çocuklukta beynime kazılmış kalıntılardı. Gerçi beş sene önce Osman Şahin'in “Fırat'ın Sırtındaki Kan Bucaklar“ kitabını okuduğumda beynimde eskiden kalan bu bilgi kalıntıların yanlışlığının gidermiş olması gerekirken, belki de okuduğum an öyle olsa da, sonradan her ne olduysa eskiden bildiğim biçimiyle aklımda yer edindi. Bu nasıl oldu, ben de bir anlam veremedim. Demek ki çocuklukta beynime kazılanları silememişim.
Ben değerli insan Faik Bucak'ı Adnan Bucak tarafından vurulduğunu biliyordum. Bu doğru değilmiş. Aşağıda size sunacağım Adnan Bucak'ın anlatımlarını kaleme alan yazar Osman Şahin'in adı geçen kitabında Faik Bucak'ın öldürülmesine ilişkin bölümünü sunuyorum. Adnan Bucak'ın anlatımı bu.
Bu arada Forum nöbetçilerinden ricam daha önce Mehemedé Paloyé'nin yazdıklarına verdiğim cevapların silinmesini rica ediyorum. Okuyan okudu, ama bundan sonra okuyacakların yanlış Enformasyon edinmesini doğru görmüyorum.
Tekrar konuya ilgi duyan herkesten özür diliyorum.
Saygılarımla
Meraklı

...

Avukat Faik Bucak'ın sonu...

Olaylar böylece birbiri üstüne yığılır, gün günden ağır gelmeye başladı. Babam Halil Bucak, İhan amcam ve yandaşlarımız artık öylesine pusturulmuştu ki, Siverek'teki evimize gidip gelmek, kalemli'deki evlerimizden başımızı bile çıkaramaz olmuştuk. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Av. Faik Bucak ile yandaşları bizlere tam anlamıyla kan kusturuyorlardı. Görünmez ellerin gırtlağımıza doğru günbegün yaklaştığını sezer gibiydik. Bir çırpınış, bir sıçrama yapmamız, kesin kararlar almamız gerekiyordu.
Babam Halil Bucak, İhsan amcam, Bekıro, Hüso, ben, kardeşlerim Ali ve Osman, bir gece uzun uzun konuştuktan sonra kesin kararımızı verdik: “Avukat Faik Bucak öldürülecekti...“
Bekıro. “Faik artık öldürülmelidir“ dedikten sonra sözlerini sürdürdü. “Bu uğurda ben küçük yeğenim Ramazan'ı veriyorum. Halil amca sen de oğullarından birini ver. İkisi gitsinler, Faik Bucak'ıUrfa Adliyesi'nin içinde vursunlar“ dedi. Babam Halil Bucak da, “Evet, artık bu olayın olması şart oldu“ dedikten sonra, “Benim yetişkin oğlum Ali'dir. Ali, senin yeğenin Ramazan'la gitsin, bu işi haletsinler“ dedi.
Ben hemen söze girerek, “hayır baba, Ali'nin yerine ben gideceğim“ deyince başta babam olmak üzere İhsan amcam , ekıro, Hüso ve kardeşlerimin tümü yüzüme başladılar. Belli ki, kimse benden böyle bir tepki, öneri beklemiyordu. Sözlerimi sürdürdüm: “Kardeşim Ali yeni nişanlandı. Evlenmek üzere. Bense bekarım. Üstelik Ali'nin iki ağabeyi öldürüldü. Bir terslik olur, Ali öldürülürse, anaları Gülçin Baco'ya büyük haksızlık olur. Bu görev bu nedenle bana düşer“ dedim.
Bekıro hemen onayladı beni. “Evet, bence de Adnan'ın gitmesi daha doğru olur.“
Sıra İhsan amcama gelmişti. Amcam, “Talat adında bir akrabamız var. bu olayın başından beri bize en ufak destek olmadılar. Bence Talat'ı da aramıza katarsak, hem onların ailesi olayımıza katılmış olur, hem de bize yardım etmiş olurlar“ dedi.
Bu öneri de kabul görünce, Bekıro, Talat'ı bu olaya katmak için bizzat giderek talat'ı köyünden alıp getireceğine dair söz verdi. Böylece ben Adnan Bucak, Ramazan ve Talat, öocuk yaşlarımıza bakmadan bu işi halledecek, Urfa Adleyesi'nin içinde veya dışında Av. Faik Bucak'ı vurup öldürecektik.
Bu kararın üstünden bir hafta geçti geçmedi. Bekıro, Talat'ı da yanına alarak geceyarısı köyümüz Kalemli'ye getirdi. Babam Halil Bucak, ben, Bekıro ve Talat topluca amcam İhsan'ın köyü Daralık'a gittik. Yolda giderken, ben Bekıro'ya dönerek, “Bekir amca, İhsan amcamın öldürülen oğlu Mehmet'in Bretta marka çok iyi bir tabancası vardı. O tabancayı istiyorum. Çünkü o tabancayla Faik Bucak'ı vurmak istiyorum“ dedim. Bekıro, “Peki istediğin o tabanca olsun. Onu amcan İhsan'dan alıp sana vereceğim, merak etme!“ dedi.
Daralık kjöyüne girince, İhsan amcam, evinin kapısında karşıladı bizleri. Hemen içeri girerek, amcamın odasında bir ikinci toplantı daha yaparak, olacakları ve olabilecekleri en ufak ayrıntılarına kadar konuşup tartıştık. Aldığımız karar kısa, kesindi. Avukat Faik Bucak, adliyenin dışında veya içinde, ne pahasına olursa olsun öldürülecekti.
Aldığımız duyuma göre, Av. Faik Bucak'ın Diyarbakır Adliyesi'nde duruşması vardı. O sabah erkenden Urfa'dan taksiyle Diyarbakır'a gitmek zorundaydı. Ve Diyarbakır'a gideceğini bizler kesin olarak öğrenmiştik. Bunun için de hemen o gece yola çıkmamız gerekiyordu. Ve öyle karar verdik. Ben pikaba binmeden önce babamın eline vardım öptüm. Ne olur ne olmazdı, belki de bu babamı son görüşüm olacaktı. Sağ dönmeyebilirdim. Bu nedenle babamla duyguluca helalleştim. Babam da gözlerimden yanaklarımdan beni defalarca öperek , “Kendine dikkat et oğlum! Allah yolunuzu açık etsin“ dedi.
Bekıro, İhsan amcama dönerek, öldürülen oğlu Mehmet'in Beretta marka tabancasını istedi. Amcam tabancayı belinden çıkarıp verdi ona. Bekıro, tabancayı alıcı gözüyle elinde şöyle bir evirip çevirdikten sonra namlusunun ağzından öperek bana verdi. Sevinçten gözlerim ışıdı. O güçlü silahı belime takınca kanımda belirgin bir canlanma, bir güçlenme oldu sanki.
Sonunda Bekıro, Hüso, Talat, Ramazan ve ben Adnan Bucak pıkabımıza doluşarak Daralık'tan ayrıldık. Hilvan yakınlarına kadar birlikte gittik.
Urfa anayoluna vardığımızda dünya ağır ağır aydınlaniyordu. Ben, Talat ve Ramazan, Bekıro ve Hüso ile vedalaştık. Onlar, pikapla devam ederek Urfa anayolu üzerinde uygun gördükleri ilk benzin istasyonuna pusu kurup bekleyeceklerdi. Ben, Talat ve Ramazan ise, Bekıro ile Hüso'dan sonraki benzin istasyonunda Av. Faik Bucak'ı Diyarbakır'a götürecek olan taksiyi bekleyip vuracaktık. Yani Av. Faik Bucak ilkin Bekıro ile Hüso'nun pusu ağına çarpacaktı. Eğer bu pusu ağından canını kurtarabilirse bu kez bizim pusu ağına düşecekti.
Az sonra güneş doğdu. Biz üçümüz, yani ben, Talat ve Ramazan, Siverek yönünden gelip Urfa yönüne doğru gitmekte olan bir minübüse binerek hareket ettik.
Öğrendiğim kadarıyla Av. Faik Bucak çihte tabanca taşıyor, kendini eskisinden daha fazla kollayıp koruyordu. Adamları çevresinde etten bir duvar örmüş gibiydiler. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi silahlı oğulları, yeğenleri, kiralık silahşçrleri, kendisi nereye gidiyorsa sürekli yanında götürüyordu. Be denli korunan birini öldürmek kolay olmasa gerekti. Ama onu ant içmiş olan birinci pusudaki Bekıro ile Hüso, ardından ikinci pusuda bekleyecek olan ben Adnan Bucak, Talat ve Ramazan, bu uğurda çoktan ölümü göze almıştık. Bu işin sonu nereye varırsa varsın, neye, kaç cana, mala mal olursa olsun, Av. Faik Bucak'ı kesin öldürecektik. Çünkü ilerde zaman daha da daralabilir, daha bir soluk alamaz olabilirdik.
Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla, o sabah erkenden yazıhanesine giden Av. Faik Bucak'a yakınlarından biri sokularak, usulca uyarmak istemiş: “Faik senin ölüm kararı verildi. Kendine dikkat et!“ demişti. Ama Av. Faik Bucak oralı bile olmamıştı. Belindeki çifte tabancalarını göstererek, “Yanıma kimse yaklaşamaz. Onun için sen hiç kafanı yorma, benim canım için üzülme. Yanıma yaklaşan canlı gidemez“ dedikten sonra telefonla yazıhanesinin önüne bir taksi çağırarak, uzak bir yere gideceklerini söylemişti.
Kan davası çıkalıberi gideceği yeri kimseye söylemeyen Av. Faik Bucak, taksi sürücüsünün, nereye gideceklerini sorması üzerine, gidecekleri yeri yine söylememiş, yanlızca “uzak bir yere gideceklerini, bu nedenle deposunu benzinle doldurup öyle gelmesini“ söylemişti. Sürücü de benzin almadan aceleyle yazıhanesinin önüne gelince, Av. Faik Bucak, iki oğlu, yeğeni Feyzi ve bir de adamı olmak üzere beş kişi taksiye binmişlerdi.
Ancak ondan sonradır ki, Av. Faik Bucak, sürücüye dönerek, “Şimdi sür bakalım doğru Dıyarbakır'a gideceğiz“ demişti. Sürücü gaza basmış, az sonra da Urfa'dan çıkmışlardı. Karaköprü'ye iniçte bindikleri taksinin benzin istasyonuna girdiğini görünce, Av. Faik Bucak sinirlenmiş, sürücüyü azarlamıştı: “Size telefonla uzak bir yere gideceğimizi, bu nedenle deponuzu doldurmanızı söylememiş miydım? Niçin banzin almadan geldiniz?“ Sürücü de, “Ağabey bir kere boş bulundum işte, kusura bakma. Fark etmez, şimdi bu benzinlikte depoyu doldurur, yolumuza devam ederiz“ demişti.
Karaköprü girişinin sağındaki ilk benzin istasyonunda, sürücü arabasından inerek benzinciye, “Ful doldur“ dedikten sonra motor kaputunu açarak arabanın yağına bakmak için eğilir. O sırada Av. Faik Bucak'ın yeğeni Feyzi ve öbür silahlı adamı da tuvalete gitmek üzere arabadan inerler. Tuvalete doğru yürürler. Av. Faik Bucak, arka koltukta iki oğlunun arasında oturmaktadır. İlk silah patlar patlamaz, Av. Faik Bucak, kurşunu yememek için kafasını öne eğer ve iki oğlunu bacaklarının arasına sokmaya çalışır. Pusu kuranlar, Av. Faik Bucak'ın iki oğlunu tanımadıkları için, daha doğrusu onları savcı veya yargıç sandıklarından onlara ateş etmezler. Bilseler, Av. Faik Bucak'ın iki oğlunuda oracıkta öldüreceklerdi. Pusu kuranlar iki kişidir. Biri arabanın arka camından, öbürüyse arka kapının camından ateş eder. Tabancalarındaki bütün kurşunları Av. Faik Bucak'ın üstüne boşaltıktan sonra olay yerinden hızla uzaklaşır giderler. Silah seslerini duyar duymaz, yeğeni Feyzi ve diğer silahlı adamı, tuvaleten fırlayarak giden iki kişinin ardından kurşunu basarlar. Ama giden iki kişi geri dönerek güçlü silahlarıyla onlara yanıt verince, yeğen Feyzi ile adamları soluğu tekrar tuvaletin içinde alırlar. O sırada da Av. Faik Bucak'ı vuran iki kişi gözden kaybolur giderler.
Av. Faik Bucak ağır yaralıdır. Çok mermi yemiş, çok kan kaybetmiştir. Acele Urfa Devlet Hastahanesi'ne kaldırılır. Ağır yaralı olmasına karşın ifade verecek gücü bulur kendinde. İlkin, “Beni Araplar vurdu!“ der. Sonra da ifadesini değiştirerek, “Bekıro ve Hüso vurdu beni“ der. Akrabaları, dostları, hastahaneye doluşurlar. Ama durumu iyi değildir. Son olarak, kendi yazdığı Kürtçe bir şiir okur:

“Ne ekmek, ne su isterim
İlla vatan, illa vatan....“

Sonra öldü. Av. Faik Bucak efsanesi de böylece sona erdi.
Olaydan sonra taksi sürücüsü hemen gözaltına alındı. Onun, Faik Bucak tarafından, “uzak yere gideceğiz, deposunu benzinle doldur gel“ uyarısına karşın, kasıtlı olarak benzin almadığını, pusu kurulan benzinliğe bile bile girerek böylece Av. Faik Bucak'ı öldüren iki kişiye yataklık yaptığını sandılar. Bir dolu işkence yaptılar. Oysa adamcağızın hiçbir şeyden haberi yoktu.
Urfa Jandarma Alayı'nda ne kadar asker varsa tümünü Karaköprü'ye yığdılar. Karaköprü kapatılarak kuş bile uçurtulmadı, ne gelene girişverdiler, ne çıkana, Urfa İl Jandarma Alayı Komutanı Albay'ın saldırgan iki kişinin köyden çıkarak dağlara doğru gittiklerini gördüğü halde onların gitmelerine bile bile göz yumduğunu, böylece onların yakalanmasını istemediği söylentileri bile çıkarıldı. Hata daha da ileri giderek İl Jandarma Alay Komutanı Albay'ınyette parmağı olduğunu bile ileri sürdüler.
Av. Faik Bucak'ın öldürülmesi haberi Urfa ve Siverek'te bir bomba gibi patladı. Yer yerinde oynadı. Artık olan olmuş, ünlü Av. Faik Bucak öldürülmüştü.
Av. Faik Abik Bucak, İbrahim Abik, Bekir Bucak; üçüde Hasan Abik Ağa'nın çocuklarıydı. Dişçi İbrahim Abik; Av. Faik Bucak ile Bekir Bucak'ın ağabeyiydi. Senatör Dişçi Hasan Oral Ağa, onların dayıları olurdu.
Uzun boylu, hafif kambur, bıyıklı, esmerdi, Av. Faik Bucak. Yaz kış takım elbise ve fötr şapka giyer, çantasını elinde düşürmezdi hiç. Senatör Dişçi Hasan Oral Ağa'nın kız kardeşiyle evliydi. Tiz sesli, coşkulu, etkileyici, azıcık da serçe konuşan biriydi. Çok ta sinirliydi. Yeri gelince çarşının ortasında evire çevire köylüleri dövdüğü olurdu. Korkusuzdu, yargıcın, savcının odasına rahatça girer, çıkar, belinde çifte tabanca taşırdı.
Av. Faik Bucak aydın bir insandı. Çoşkulu, yürekli, ataktı. Tam bir duygu insanıydı. Şairdi; ateşli, duygulu şiirler yazar okurdu. Ünlü bir avukat olduğu için, Bucak aşiret reisliğini kendine yakın görürdü.
Av. Faik Bucak asıl gücünü biraz da dayısı, Senetör Hasan Oral Ağa'dan alırdı. Aşiret liderliğini eline geçirebilmek için bir zamanlar dayısı Hasan Oral'a tokat atabilme yürekliliğini bile göstermişti. Ama attığı bu tokat onu sonradan biraz pahalıya patlamış, yediği bu tokatın altında kalmayan dayısı Hasan Oral, tetikçilerinden Hasan Gülel'i yanına çağırarak, “ Faik'i vurma“ görevini vermişti. “Ama bir şartla. Faik ölmeyecek, yanlızca yaralayacaksın onu. Ve bu benim ona bir ihtarım olacaktır“ demiştir.
Hasan Gülel de aslen Bucak'lıdı. Gülel ailesi biz Bucaklar'ın en yoksul, en çok hakkı yenilmiş kollarındandan biriydi. Haksızlığa uğradıkları için, Güleller soyunda haksızlık yapanlara karşı kafa tutan sayısız eşkıyanın çıkmasına neden olmuştur. İşte Bekıro bunların en ünlüsüydü.
Hasan Gülel ile Av. Faik Bucak'ın Siverek'te ortak çalıştırdıkları bir hanları vardı. Eskiden otel yerine hanlar kullanılır, gelen konuklar atlarını eşeklerini hana çeker, bağlarlar, ağırlanırlardı.
Bir gün Av. Faik Bucak ile iş ortağı Hasan Gülel bir iş meselesi yüzünden hanın önünde tartıştılar. Aslında bu tartışma bir bahaneydi. Hasan Gülel, sözü fazla uzatmadan bıçağını çekerek, Faik Bucak'ın karnına sokup çekti. Hasan Oral Ağa'nın buyruğunu böylece yerine getirmiş oldu yani. Yaralanan Faik Bucak bir süre hastahanede yattı. Bu bıçaklama olayı hemen örtbas edildi. Faik Bucak'a da böylece dersi verilmiş oldu. Faik Bucak, öz dayısı Hasan Oral Ağa'dan özür diledi. Barıştılar. Sonra da aralarında hiçbir şey olmamış gibi ortaklaşa işlerini aile içinde sürdürdüler.
Dışarıya karşı solcu bir aydın görünmesine, konışmalarıyla da toprak ağalığına yani feodaliteye karşı olmasına karşın, kendi aile çevresinde bunun tam tersini yapar, tersini savunurdu. “Her şeyden önce ben bir ağayım, ağalar soyundanım“ diyerek, hepsi de kendisi gibi birer ağa olan babası Hasan Abik, ağabeyi Dişçi İbrahim Abik, kardeşi Bekir Abik Ağa'ların “Ağalık Hakları“nı elinden geldiğince savunurdu. Belki de kendi ailesinin, babasının, kardeşlerinin ve dayısı Hasan Oral Ağa'nın etkisiyle böyle yapardı, bilinmez, ama büyük davaların insanı olması gerekirken, Bucak Aşireti'nin iç sorunlarına biraz fazlaca eğilmesi, kendini o ayrıntıların içinde yitirmesi, ona çok güç kaybetirmiş, sonunda da kendi ölümüne neden olmuştu. Kendini Bucak aşiret davasının dışında tutabilseydi, ya da bu gücünü aşireti birleştirmek için kullanabilseydi hem vurulmamış olacaktı, hem de adı yücelecekti. Yine de Bucak aşiretinin büyük bir kaybıydı. Onun gibi insan zor yetişirdi.

Gözünüz çıksın! Her gül bahçesinin bir yediveren gülü olurmuş! Gülistan sahibi gülistanına bakım vermek için fidanları budarken sersemce yediveren gülün fidanını  kesivermiş.Sizin yaptığınız budur işte! Faik Bucak şehid edilmeseydi, kürd milleti siyaseten şimdiki durumunun onlarca kat daha ilerisinde olurdu. Kaba kuvvetinizi, vahşilik derecesindeki cesaretinizi kendinize karşı kullandığınızın farkında olamayacak kadar zavallı imişsiniz. Kendi gözünüzü kendi ellerinizle kör etmisiniz.

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.