Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 9 March 2008

Türk Ordusunun Güney Kürdistan seferinin fiyasko ile sonuçlanmasının en büyük kanıtı, Kemalist-Militarist cephenin birbirine düşmesidir. Daha geçen Nisan ayında e-muhtırada kolkola olan Kızıl Elma Koalisyonunun kamuoyu önünde nasıl birbirlerini suçladıkları, Türk günübirlik adeta ağız dalaşına girmesi bu fiyaskonun en belirgin sonuçlarından biridir.

Geçtiğimiz yıl Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyerek, Çankaya'yı kaptırmamak için e-muhtırayla bir erken seçimi zorlayan, Cumhuriyet mitingleri ile kitle tabanı yaratıp bir CHP-MHP koalisyonu tasarlayan TSK'nin siyaset mühendisliği, Türk basınının olağanüstü çabalarına rağmen nasıl fiyasko ile sonuçlandı ise; Güney Kürdistan seferi de aynı biçimde başarısızlık ve fiyasko ile sonuçlandı. Türban dahil bütün siyasi konularda aralarından su sızmayan ortaklar sonuçta birbirine düştüler.

İşin ibret verici yanı bu “sivil“ Generaller'in, operasyonların kısa sürmesi ve daha fazla şiddet kullanılması için Genelkurmay'ı eleştirmeleridir. Eleştirilmeye alışık olmayan Genelkurmay ise eski ortaklarını hemen “hainlerden daha zararlı!“ ilan etmekten geri durmamıştır. Sivillerle Askerler arasındaki tartışma genellikle abartılı şiddet kullanılması, insan haklarına daha fazla özen konusunda olması gerekirken, Türkiye'de siyasal muhalefetin kullandığı şiddet itibariyle TSK yönetimini beğenmemesi Türk siyasetinin manzarasını en iyi açıklayan görüntülerden biri olmakta.

Ne ki TSK dahil Kemalist- Milliyetçi şövenist cephenin birbirine düşmesinin asıl nedeni Güney Kürdistan operasyonu olmasa gerek. Koalisyon geçen yıl verilen e-muhtıranın ardındran gelen genel seçimlerde CHP ve MHP'nin beklenen performansı gösterememeleri ve AKP'nin ezici b.ir başarı göstermesiyle başladı. Genelkurmay muhtemelen Çankaya'nın ebediyen kaybedildiği süreçten “Laik Cumhuriyetçi“ muhalefetin beceriksizliğini sorumlu tutmakta.

Seçimler sonrasında AKP ile TSK arasında bir mütabakat oluşmaşı şaşırtıcı değildi. AKP'nin başından beri yatkın olduğu uzlaşmacılığı TSK da yanıt vermiş oldu.. Karşılıklı tavizlerle oluşan bu mütabakat, her siyasi sorunda Ordu sopasına sarılma alışkanlığında olan CHP ve Kemalistleri giderek daha çok rahatsız eder oldu. Anayasa Değişikliği, Türban ve Vakıflar yasası gibi konularda TSK'nın yumruğunu niye masaya vurmadığından yakınır oldular.

Güney Kürdistan'a düzenlenen sınır ötesi operasyonun fiyasko ile sonuçlanmasını fırsat bulan ortaklar ise, temeldeki kırılmayı bu hassas nokta üzerinden TSK yönetimini vurmak için kullanmaya çalışmaları derindeki kırılmayı gün yüzüne çıkarmış oldu. Her cephedeki yenilgi ortakların birbirlerini suçlamalarını getirdi.
Hemen belirtmek gerekir ki Militarist Bürokratik Oligarşinin, AKP'nin aldığı kitle desteği ve konjonktür itibariyle hükümet ve parlamento çoğunluğu ile açıktan bir savaşa girişmenin elinde kalan diğer alanları için de risk taşıdığını görerek onunla uzlaşma yolunu seçmesi anlaşılır bir şeydir. Bu konsensusun çimentosunu kaçınılmaz olarak şovenizm oluşturuyor ve tabiiki derinden yürüyen güç kavgasının sona erdiği anlamına gelmiyor.

Görünen odur ki artık sivil asker dengesinde denklemler değişmiştir, değişmektedir. Ne varki bu değişikliğin demokratikleşme doğrultusunda olmadığı da açıktır. Militarist bürokrasi durumu okuyarak mevzisini tahkim etmektedir o kadar.Bu değişiklik sonucunda eğer Generaller eşlerinin başına türban geçirerek yollarına devam ederlerse bu şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü bürokrasi için aslolan ideolojik korunaklar değil güç ve iktidarın sürdürülmesidir.

Editör
Gelawej

Kuzey Kürdistan'ın Kürt sorununun ameliyat masasına alınacağı vaktiler yaklaşıyor. Irk devletinin inkar ve imha rejimi çatırdıyor. Kürt sorununun çözümü demek, Ankara'daki ırk rejiminin çökmesi demektir. Bunun böyle olduğunu anlamayan ahmaklar, ırk rejimini yaşatarak, restore ederek Kürt sorununu çözeceklerini sanıyorlar. Hayır, bu mümkün değil. Olanaklı değil. Tek millet, tek bayrak, tek renk, tek dil üzerine kurulu bir rejim Kürt sorununun çözüldüğü yerde yaşayamaz. O zaman devlet, çok dilli, çok renkli, çok kültürlü, çok toleranslı bir devlet olur ki; böyle bir devletin bugünkü ırk devletiyle bir benzerliği kalmaz. Böyle bir ülkede de Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olmaz. Şu sıralar Kürt sorununu kimler tartışıyor? Emekli generaller, emekli MİT müsteşarları, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi Kürtlerin sadece üç kuruş değeri olmayan bireysel haklarından yana olan gazeteciler; maaşını ve ünvanını devlete yaptığı hizmetler karşılığı Türk üniversitelerinden alan; yazılarını Türkiye'nin en gerici gazetelerinde yayınlatan, akşam yemeklerini Gül ve Erdoğan ile yiyen Mehmet Metiner gibi her telde oynayanlar... Geçimini Fethullahçı fonlardan sağlayanlar... Falan... Peki gerçekten bunların bir Kürt sorunu var mı? Kürt sorununu tartışmak veya çözüme kavuşturmak için bu saydığımız kişiler isabetli referanslar alınacak şahsiyetler mi? Mücadele eden, acı çeken, ölen, talepte bulunan, hayatının en güzel yıllarını dağlara, sürgünlere ve zindanlara veren; kimsenin Kürt ismini ağzına alamadığı karanlık zamanlarda yaşamını ortaya koyarak Kürt kimliğini meşrulaştıranların hiç biri bu tartışmaların içinde yok. O zaman çözüm de yok. Bir sorun hak talebinde bulunanlarla çözülür. Kürt asıllı Türk taşeronlarla ancak Kürt sorununu üzerine geyik muhabbeti yapılır. Kürtler ne istiyor? Kürdistan vatanının davasını güdenler öncelikle Türk ırk namlularının enselerinden çekilmesini istiyor. Kürt halkı; Cizre, Botan, Şırnak, Van, Hakkari artık Türk namlusu, topu ve tankı istemiyor... Kürt halkının tarihte yaptığı en büyük hata, güvenliğini Türk devletine teslim etmek olmuştur. O gün bugündür Türk devleti ve ordusu Kürdistan coğrafyasını ve Kürt nesillerini atış poligonu haline getirmiştir. O zaman Kürt halkının birinci talebi, Türk ırk namlularının Kürt halkının ensesinden çekilmesidir. Kürdistan'ın en işe yarar yerlerini tutan ve cinayet yuvası haline getirilmiş ordu kışlalarının Kürdistan dışına veya yerleşim yerlerinden uzak noktalara çekilmesini talep etmeden Kürt sorununun çözümünde en ufak bir adım atılamaz. Sorun çözmek istiyorsak öncelikle dürüst olacağız. DTP, PKK, HPG, diğer Kürt örgütleri; buyursunlar kendi içlerinde gizli bir oylama veya seçim yapsınlar... Tek sorulu bir pusula versinler oy kullanacak kişilere... “Bağımsızlık istiyor musun istemiyor musun?“ Oylamaya katılanların yüzde doksanı bağımsızlık isteyecektir... O zaman Kürt sorunu bir vatan sorunudur, gasp edilmiş Kürdistan'ın kurtuluşu ve Kürt topraklarının Kürdistanlılar tarafından yönetilmesi sorunudur... Kürdistan, diğer bütün sömürge ve ilhaklarını Birinci Dünya Savaşında kaybetmiş Türk ırkçılığının yayılma, strese atma, kin ve öfkesini giderme alanıdır. Türk devletinin boyunduruğunu yeni anlaşmalarla kabul etmek, Kürt toplumunun güvenliğini Kürde ölüm ve katliamdan başka bir şey vermemiş olan Türk Sihalı Kuvvetlerine teslim etmek, tıpkı şimdi olduğu gibi, kuzunun güvenliğini aç kurt sürüsüne teslim etmek gibidir... Maaşını Tarikatlardan, Türk-İslam faşizminin yayıcısı Fethullahçılardan, Türk kurum, medya ve televizyonlarından alan taşeron Kürtlerin, Kürt sorununun çözümünde bir rolleri olmayacaktır. Bu dolandırıcı tiplere dayalı çözüm tartışmalarının tümü, 85 yıldır Türk ırk namluları altında yaşamaktan bıkmış Kürt halkı tarafından reddedilecektir. Irk devletinin Kürdistan'nın tüm hücrelerini vurduğu vakitlerde de devlet desteğiyle ağa-paşa gibi yaşayanları bir de çözüm vaktinde tepemizde göreceksek, lanet olsun böyle bir halk ve ulus mücadelesine! Eğer Kürt sorununun cidden çözümü isteniyorsa, yan yana veya birlikte yaşadığımız topraklarda inkar, imha ve cinayetlerden sonsuza kadar kurtulmak isteniyorsa bunun tek bir yolu vardır: Önce Kürtlerden nihai olarak taleplerini ve çözüm önerilerini netleştirmeleri istenir. Ya da kimsenin istemesine gerek kalmadan Kürtler tarihlerinde ilk kez bir araya gelir ve isteklerini netleştirir. Kürtlerin çeşitli partileri, grupları ve tanınmış şahsiyetleri vardır... Bunların bir araya gelmesi olanağı sağlanır... Yüz kişilik bir tartışma platformu oluşturulur örneğin. İçinde DTP, PSK, HAK-PAR, PKK, HPG ve diğer gruplardan temsilciler olur. Kürt İslamcıları da temsil edilir... İsmail Beşikçi, Yaşar Kaya, Murat Bozlak ve bağımsız bir noktada duran diğer aydın ve siyasetçilerden insanlar da bu platforma dahil edilir. Kürt halk temsilcileri, bir haftalığına, geniş konferans salonları olan bir otele kapanır. Günlerce tartışır. Anlaşmazlık olduğu zaman Barzani'den uzlaşma sağlanması istenir... Strateji ile ilgilenen Kürt uzmanlardan bilgiler alınır. Olasılıklar değerlendirilir. Bir haftanın sonunda Kürtler, Türk tarafına işte bizim özlediğimiz, istediğimiz Kürt çözümü budur diyebilecekleri kısa bir metin çıkarırlar. Kürt talebi, Türk devletine iletilir. Devlet de Kürt talebi üzerine tartışır, düşünür.... Kabul edebilecekleri ve edemeyecekleri noktaları belirler... Daha sonra iki tarafın beşer kişilik müzakere gurubu anlaşmazlık noktaları üzerinde tartışırlar.... Özerklikte mi, federasyon mu? Yoksa anlaşma olmaz da başka şeyler mi olur? Çözüme giden yol budur. Bunun dışındaki yollar Türk ırk devletinin bir çok özelliğini koruyarak, Kürt sorununu çözmeye çalışmak anlamına gelir ki; Kürtler bu tür mayınlı yolları 85 yıldır yürümek ve ölmekle eskittiler... Ve yeniden isyan ettiler... Hasan Bildirici [email protected]

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.