Türkiye, yıllarca Güney Kürdlerini sadece güvenlik anlayışı çerçevesinde PKK parantezinde değerlendiriyordu. Güney Kürdleri 1990'larda defalarca Türk Silahlı Kürdleri ile birlikte PKK'ya karşı savaştı, kayıplar verdi. Sonunda kendilerinin doğurmadığı bu sorunun çözümünde silahların bir işe yaramadığı sonucuna vardılar ve PKK'ye karşı savaşmayacaklarını Kürdü Kürde kırdırma politikasına alet olmayacaklarını deklare ettiler. O günden bu güne Türklerin bütün kışkırtmalarına karşı Güney hiçbir Kürd parti ve örgütüne karşı savaşmayacağında diretti ve diretiyor. Başta Başkan Barzani olmak üzere Güney Kürdistan güçleri bu kararlarında kararlı gözüküyorlar.
Tabii Güney'in işi kolay değil. Bir yanda Türkiye diğer yanda PKK vardır. Türkiye ise bölgedeki sorunları tek bir potada görme eğiliminden vazgeçmedi uzun süre. Ne zaman ki Türkiye, bu sorunların birbirleri ile bağlantılı ama çözümünün ayrı olması gerektiğinin farkına vardı, o zaman işler düzeldi; tabii ki Amerika'nın bilgi ve denetimi dahilinde. Amerika'nın 2003'deki Irak işgalin ardından daha da güçlenen Güney Kürdistan Bölgesi'nin şu an uluslar arası konjöktüre göre Bağımsız bir Kürd devletine dönüşmeyeceğini aklı başında herkes -Kürtler de dahil- farkına vardı. Aslında Ankara'da bağımsız bir Kürd devletinin mevcut koşullarda mümkün olamayacağını bilmesine rağmen, PKK meselesinin örtmek, Türk devletine has, “içerideki sorunların dışarıdan kaynaklandığı“ tezi ile iç kamuoyu oluşturma politikasını sürdürdü. Özellikle Bağımsız Kürdistan paranoyası ile kamuoyunu oyalandı; tıpkı “Kerkük Türktür Türk kalacaktır“ efsanesi gibi. Bu “kırmızı çizgilerin“ hiçbirisi şimdi kalmadı.
Saddam Hüseyin döneminden beri kendi bölgelerinde birçok baskı ve katliama maruz kalan Güney Kürdleri yine de özerkliklerini korudu. 1990'larda parlamentosu, anayasası, iyi kötü kurumlarıyla Kürdistan'ın Güneyi'nde en istikrarlı yapıyı oluşturdu. Tabii ki ABD'nin desteği, “işgalin koltuk değneği oldular“ eleştirileri ile birlikte. ABD'nin koruması altında tüm bu yapıları daha ileriye taşıdı.
Ne zaman ki ABD bile Iraklı Kürdlerin bitmek bilmez taleplerini karşılayamaz ve Irak'ın sadece Kürdlerle ayakta kalamayacağını anladığı, Sünni ve Şiilerle ilişkileri geliştirmeye başladığı zaman Türkiye'de devreye girdi. ABD'nin Irak'tan çekilme takvimi de işin içine girince bu kez Güney Kürdleri Türkiye ile daha yakın bir ilişkiye mecbur hale geldi.
Güney Kürdleri ABD'nin çekilmesinin ardından Arapların baskısına maruz kalacağı korkusunu yaşamıyor değillerdi. Kerkük konusu hala halledilmiş değildi. ABD bile Kerkük'ün sadece Kürdlere bırakmayı düşünmüyor; taleplerini sürekli reddediyordu. Kürd açılımının bu zeminde değerlendirmek yanlış olmaz. Şunu söylemek zorundayız: “Bugün bir ABD planından söz ederken, ABD; Türkiye ve Güney Kürdlerini birbirlerine ihtiyaçları olduğunu görmemezlikten gelemeyiz.“
Şimdi hem Ankara hem Erbil'in önünde yeni bir dönem var. Ama bu önemli “sefer“ bir anlamda Ankara'nın Erbil'i de kale aldığının bundan böyle Bağdat'la birlikte Erbil'i de dikkate alacağının “ ilk resmi adımını“ oluşturdu. Bunun anlamı şu: Her iki taraf da PKK ile diğer ortak çıkarların birbirine karıştırmamalı. Örneğin petrol, boru hatları, Kerkük konusunda vs. Güney Kürdleri, Türkiye'ye “ Sorunlarımız üzerinden değil ortak çıkarlarımız üzerinden yürüyelim“ diyorlar. Bu yüzden olan biten sadece basit bir ihtiyaç ve dayanışmadan değil karşılıklı çıkar ve ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Irak petrol ve doğalgazının güvenliği Türkiye üzerinden taşınması da bu çıkar ilişkisinin içinde. Türkiye'nin de dahil olduğu bu yeni projede Washington başrolde.
Bu nedenle Başkan Barzani başta olmak üzere Güney Güçleri Türkiye'deki AKP'nin Kürd açılımına destek veriyorlar, yurda dönenlerin Silopi'deki gösterilerinin abartılı olduğunu ve yalnız PKK'da açılım konusunda inançsızlık arttığı sezildiğini söylüyorlardı. Güney Kürdleri yönetimi ise PKK'nın eyleme geçmemesi konusunda büyük baskı uyguluyordu. PKK kaynaklarına bakılırsa gidişattan memnun değillerdi. Öcalan Güney Kürdlerinin, ABD'nin icazeti ile var olduğu konusunda ısrarlı olmasının altında yatan düşmanlık ancak böyle açıklanabilir, çünkü 1990'larda Kürd sorununu uluslararası hale getiren PKK, 2003 sonrası bu konumunu kaybetti. Uluslararası alanda artık muhatap Güney Kürd Yönetimi olduğu bilinen bir gerçektir. Şu an dünyada yapısal açıdan Kürdleri temsil eden güç Başkan Barzani ve Güney'dir. PKK ise dört yandan kuşatılmış, izole edilmiştir. Dünya artık PKK'yi değil Başkan Barzani'yi ve Güney Kürdistan'ı tanıyor ve muhatap alıyor. Bu durum elbette PKK açısından bir dezavantaj. Öcalan'ın sözde haftalık görüşmelerinde Güney Kürdistan önderlerini sürekli aşağılaması, Türkiye ile Güney Kürdlerinin yakınlaşmasını PKK'yı bitirme planı olarak görmesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan, ortada olan Kürd açılımında herkesin birbirine ihtiyacı olduğu, Güneyli Kürd Güçlerini olmadan bu sürecin yürümeyeceği de çok net ve açıktır.
Ama gerçek olan o ki, uzun yıllar süren düşmanlıklardan, Türk medyasının Güney Kürdler ile ilgili aşağılayıcı söylemlerinden, Güneyin Türk akrabalarından ayıran sınırın psikolojik olarak kalkmasına uzanan bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin Kürdlerin lehine olduğu kesinlik kazanmıştır.
Bütün zorluklara rağmen Orta Doğu halkları için özgürlükçü demokratik sistemin dayandığı evrensel insan hakları ve hukuku, sivil ve demokratik örgütlülük değerleri ve kurallarının oluşmaya başladığı Güney Kürdistan'daki sistemi şu an Orta Doğu'da bir önçülük rolü üstlenmiş durumdadır.
Amerika'nın Irak'tan çekilme takvimini açıkladığı 2009 yılında bunun tam bir çekilme olmayacağını, belli sayıda askerin Güney Kürdistan Bölgesi ve Kerkük'te konuşlandırılacağını medyadan öğreniyoruz. Bana göre ABD, Irak'a boşuna 500 milyar dolar harcamadı ve 5 binini üzerin de askeri ölmedi. Kürdler ve ABD'nin arasında bazı anlaşmazlıklar olduğu görünse de ABD'nin Kürdlere, Kürdlerin de ABD'ye ihtiyacının yanında bu iki ülkenin çıkarlarının birbirleriyle tamamen örtüştüğü bilinen bir gerçektir. Kimsenin kimseyi kandırdığı gibi bir durum sözkonusu değildir. El eli yıkıyor, el dönüp yüzü yıkıyor.
Ne var ki, bazı Kürdler de Baas zihniyetinin ABD'nin çekilmesinden sonra yeniden sorun çıkarabileceği kaygısı vardır. Bilindiği gibi Amerikan birliklerinin komutanı olan Tümgeneral Anthony Coculo'nun açıklaması Güney Kürdlerini rahatlatır niteliktedir. Tümgeneral Coculo Güney Kürdistan'ın tümü ve Suriye sınırı olmak üzere büyük bir bölgeden sorumlu. General Musul, Kerkük başta olmak üzere Güney Kürdistan kentlerine 21 bin askerin konuşlandırılacağını, Araplarla Kürdler arasındaki kırmızı çizginin Kerkük olduğunu söylüyordu. Petrol zengini Kerkük'ün güvenliğinin hala çok nazik bir konu, Irak'ın geleceği açısından turnusol kâğıdıdır. Hatta Irak'ın minyatürü denilebilir. Orada olabilecek herhangi bir patlama tüm ülkeyi sarabilir. Hatta ülkedeki tüm gruplar hesaplarını Kerkük üzerinden görebilir. Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi Başkanı Başkan Barzani geçenler de Erbil'de “Irak'ta siyasi istikrar tam olarak sağlanmadan Amerikanın çekilmesi güvenlik sıkıntısı yaratacaktır. Tabii günden güne çekilmeleri gerekir, ancak gittikleri gün istikrarın sağlanmış olması gerekiyor“ demişti. Zaten ABD ile Kürdler çekilme konusunda benzer düşünüyor. Bu da Amerikan kuvvetlerinin 2011 sonrası da Irak'ta özellikle kuzeyde uzun süre kalacaklarını gösteriyor. Çünkü Amerika dahil birçok ülke kenti tek bir grubunu eline bırakılmamasından yana.
Orta Doğu'da gerici, despot ve faşist rejimlerin Güney Kürdistan yönetimi üzerindeki baskıların ağırlığı bu noktada anlaşılabilir. Güney Kürdistan Orta Doğu'daki Irkçı-nasyonalizmin ve teokratik nasyonalizmin zehri ile karşı karşıyadır. Zehir belli, panzehir açıktır ve ona giden yolun, özgürlükçü demokrasi sistemin ısrarla sürdürülmesi ve kurumsallaşması durumunda Güney Kürdistan bölgesel halkların umudu ve ışığı olmaya aday olmakla kalmayacak, Kürdistan'ın gökte parlayan yıldızı olacaktır. Ayrıca halkları zehirleyen despot ve faşist sistemlerin tasfiyesinde de önemli rol oynayacaktır.
Re:"guneyi savunmak moda oldu" diyene bir kac soru!