Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 5 October 2009

Merhaba Mamê Ehmed!

Sen yazmasaydın bihaber olacaktı Türkiye ölümümden. Sen yazmasaydın medya baronları rahatsız etmemek için vicdanları, sorumlu göstermemek için güvenlik(siz) güçlerini, gündeme taşımayacaklardı beni. Televizyon yöneticileri, akşam yemeğini yerken aileleri ile benim parçalanan bedenimi ekranlara getirip, iştahlarını kaçırmayacaktı kimsenin. Sana spas (teşekkür) demem, benim için bir şey değiştirmese de, senin cesaretini kutsamak için söylemeliyim bunu. Uzak diyarların Star(menleri) yeşil-kırmızı forma ile haber sunarlarken, sen de samimiyetin, ince yüreğin ve yiğitliğinle Mam'lığı hak ettin, hem de fazlasıyla.

Parçalanmış bedenim, savrulurken rüzgârlarda, inan acı hissimi çoktan yitirdim. Şarapnel parçaları saplanırken yüreğime, ben artık acı ve sızının olmadığı ayrı bir dünyadaydım. O yüzden daha fazla üzülme lütfen. Biliyorum, Hiroşimada Ölen Kız şiirini okuduğunda senin de saçların tutuşuyor, Vietnamlı Kızın askerlerden kaçarken çekilen çıplak fotoğrafını her gördüğünde sen insanlığından utanıyorsun. Bir Kürt çocuğu dipçiklerle linç edilirken, bir Ermeni gazeteci serseri bir ulusalcı tarafından şehit edilirken de Anadoluluğundan sıkılıyorsun. 12 yaşında Uğur Kaymaz kurşuna dizildiğinde de, senin gözyaşların aksakalını yıkamamış mıydı?

Bizim Taraf'ın arka sayfasında yer alan 20 soruluk anketin son sorusundaki gibi; Tanrı beni karşıladığında bana; “böyle bir ölümü hak etmediğimi“ söylemesini arzularım. Ve bil ki eğer o üniformalı devletliler yine parmağını sallayarak televizyon ekranlarında boy gösterirlerse; “ya mam Ehmed, bir şey desene, bak yine aynı şeyi yapıyooo“ diycem. Ve bersıva de (yanıtın da) beni yine umutlandıracak, bu ülkede benzerim koşullarda yaşayan diğer çocuklar için.

Üzülme dedim ya, yaşasam ne olacaktı ki sanki? Değiştirebilecek miydim bu dünyanın gidişatını ya da kendi kaderimi. Keşke biz de yıllar önce göç etseydik çoğu köylümüzün yaptığı gibi İstanbul'a. Belki Kadıköy meydanında karşılaşacaktık seninle. Ben kâğıt mendil satarken, sen ise gazeteden çıkmış, evine giderken. Saçlarım yine dağınık ve kirli olacaktı. İstanbul'da oturacağımız gecekonduda da, köyümüzden farklı olarak sıcak su ve şampuanın olacağını sanmam. Köyümüzün soğuk dağ havasında çatlamış ellerim, orada beni gördüğünde de yağlı ve kirli olacaktı. Kaybettiğim çocukluk özgürlüğüm de işin cabası. Sen de kabul et ne olur, koyun güderek, çalı çırpı toplayarak geçse de çocukluğum, yine de İstanbul'da yaşamaktan daha da mutluydum. Tanır mıydın beni o halimle? Bir dağ Ceylanının kalabalıklar içindeki ürkek bakışlarından çıkarır mıydın beni? Lice'nin kayalık sarp dağlarından kalan sekerek yürüyüşümü yadırgar mıydın acaba?

“Yiğit adam zor günde belli olur“ derler. Sen zaten yiğitliğini hep gösterdin. Güçlüden değil, hak(lı)dan yanasın hep. Zalime övgü dizmez, mazlumun hakkını savunursun. Bu yüzden de mamsın. Sana yakışmaz acıların çıkmaz dar sokarları, hüznün alacakaranlığı. Sen umut ve ışık taşımalısın, geride bıraktığım arkadaşlarıma. Sen tam bir insansın, insanlığın zor zanaat olduğu bu topraklarda.

Devletin derinine, bilimin enginine, kapitalizmin çirkinine varıncaya dek, ne adamlar yetiştirmiş bizim Lice toprakları. Benim gibilerin payına da yalnızca ölüm kalmış demek ki. Bu yüzden yabancı değiliz biz ölüme, ölüm de bize. Dağlarımızda, askerde ölmek ölümlerin en doğalı ve en kutsananıdır. Doğum esnasında, hastalıktan ölmek de fire payı olsa gerek. Oysa ölüm değil, yaşam olmalı övgüye layık olan. Amele pazarlarında satılan ağabeylerimin yalnızca ucuz emekleri değil, ucuza kapatılan canları da artık satılık. Zenginlerin, onların yaptıkları evlerde yaşaması için, onların ölebilmesi de fire payları. Ölümle yaşam arasında, savaş ile barış arasında tercihte zorlanmak, sadece yetişkinlerin kârı olmalı. Canice bir ruh haliyle öldürüldüğüm gün bir vekil, “Kürt(ler) yok“ diyordu. Madem ki yokum o halde neden öldürülüyor ve ölebiliyorum? Şimdi daha çok korkuyorum ölümden. Parçalanmış organlarım karıncalara yem olurken, annemin feryatları yeri göğü inletirken, ben de ölümün ürkütücülüğünü yaşıyorum. Ve geride kalan gençler, çocuklar için “inşallah ben son olurum“ diyorum. “Zalimler için yaşasın cehennem“ diye haykırarak.

Not: 21 Eylül 2009'da Sevan Nişanyan'ın, Tanrı, kutsal kitap ve Müslümanlar hakkında yazdığı kastı aşan ve yanlış anlaşımlara neden olacak değerlendirmelerine katılmıyorum. Keşke Nişanyan yalnızca uzmanı olduğu dil konusunda yazılar yazsa.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.