Direkt zum Inhalt
Submitted by Aso Zagrosi on 11 March 2013

Aso Zagrosi

Şeyh Ubeydullah’ın Kürdistan’a döndüğü zaman zaten kuraklık ve beraberinde büyük bir kıtlık söz konusuydu. Osmanlı devleti ise insanların açlıktan ve bulaşıcı hastalıklardan ölmelerinin yanında halkın elinde ne varsa zorla alıyordu. Rusya’ya ödeyeceği savaş tazminatları, orduyu besleme ve memurların maaşlarını ödeme adı altında haraç üzerine haraç koyuyordu.. Hatta Hıristiyan misyonerlerin verdikleri bilgilere göre “bir Kürd kadını küçük çocuğunu kızartarak yediği” derecesine varmıştı. Aynı yıl içinde katlanan haraçlar gibi Osmanlı devleti sonraki yılların vergilerini de toplama başlamıştı.. Bu durum ister istemez Kürdlerin direnişleriyle karşılaşıyor ve çatışmalar oluyordu.

İşte tam böyle bir ortamda Kürdlerin büyük saygı gösterdikleri ve “BAVÊ KURDAN” dedikleri Şeyh Ubeydullah Hacdan “Navçîya“ya dönüyor.(O dönemler bölgede bulunan yabancı misyonerlerde Şeyh Ubeydullah ve Nehri’den söz ederken bölge için Navçîya tabirini kullanıyorlar. Kürdçesi Dağlar arası)

Şair Wefayi’nin bir şiirinde ifade ettiği gibi Osmanlı devletinin Kürdlere karşı vahşetinin had safhaya vardığı zifiri karanlık bir ortamda Şeyh Ubeydullah „Zamanın Çırası“ olarak ortaya çıkıyor ve Kürdler onun çevresinde „Kelebekler“ gibi toplanıyorlar.
Halfin’in anlatımlarına göre „ Osmanlı mülkiye amirlerinin haklarını kullanma biçimleri ile, askeri ve sivil vazifelilerin vahşice davranışları Şeyh Ubeydullah’ı kendi ulusunun haklarını korumak durumuyla karşı karşıya bırakmıştı.

Ubeydullah bu amaçla, öncelikle İstanbul’la elçi gönderip eğer hükümet tarafından süratli ve kesin tedbirler alınmaz ve halkın ızdırapları dindirilmezse, kendisi ile birlikte olanlarla İran’a sığınacağını bildirdi“(Halfin, age, sayfa 83)

Şeyh Ubeydullah hakkında sürekli olarak olumsuz yazan Ahmet Muhtar Paşa’da bu „İran’a sığınma meselesini“ gündeme getiriyor. Ahmet Muhtar Paşa „Şeyh Abdullah“ dediği Şeyh Ubeydullah Nehri için „İran devleti tarafından kendisine arpalık olarak bir çok nahiye ve köyün geliri verilerek ikram olunacağı teklif edildiğinden , kendisinin o tarafa geçmek niyetinde olduğunu ve şayet bu fikirden vazgeçirilmesi istenirse, kendisine müraacat edilmesini Van vilayetine yazmaz mı? Koca Şeyh.........“ (Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 142)

Tabi burada Ahmet Muhtar Paşa’nın sözünü ettiği İran tarafından Şeyh Ubeydullah’a arpalık bazı nahiye ve köy gelirlerinin teklif edildiği meselesi yalandır. Çünkü, Şeyh Ubeydullah’ın babası Seyyid Taha Hakkari döneminde İran Şahı Muhamed kendisine bazı yerleşim birimlerini vermişti.. Şeyh Ubeydullah’ın 1877-78 savaşı sırasında Osmanlıların saflarında savaşa girmesiyle birlikte İran ile ilişkileri kopmuştu. Seyyid Taha Hakkari döneminden kalan arazilere de Qaçariler el koymuştu.(Daha sonra bu meseleye geleceğimden geçiyorum)

Bu arada Osmanlı devleti Van Müftüsünü görüşmek amacıyla Şeyh Ubeydullah’a gönderdi. Müftü ile Şeyh Ubeydullah arasında yapılan görüşmede Müftü Şeyh Ubeydullah’ı dinledikten sonra „isteklerinin yerine getireceğine dair kendisine söz verdi“(Halfin, age, sayfa 83) Osmanlıların ve Türklerin Kürdlere tarih boyunca verdikleri tüm sözlerin yalandan ibaret olduğu biliniyor. Müftü’nün verdiği sözlerde bir anlam ifade etmiyordu. Daha sonra Semih Paşa hükümet tarafından Şeyh Ubeydullah’a gönderildi ve bir kaç görüşme yapıldı.. Sonuç olarak bu görüşmelerde fazla bir şey çıkmadı ve yer yer çatışmalar başaldı.

Halfin’in verdiği bilgilere göre „vergi almak için jandarmalarla gelen tahsildarlara halkın itiraz etmesi üzerine çıkan çatışmada 40 Osmanlı askeri öldürüldü“(Halfin, age, s.83)

Şeyh Ubeydullah bu esnada boş durmuyor ve dış güçlerden yardım almak amıcıyla elçilerini gönderiyor.
Bu devletlerden biri Rusyadır. Rusya Eylül 1879’da Van’da Konsolosluk açıyor ve başına Ermeni asılı Kamşarkan/Kamsarakan’ı getiriyor. Kamsarakan Şeyh Ubeydullah’ın kendisine gönderdiği elçiye ilişkin şöyle yazıyor: „Van konsolosluğu görevini aldığım zaman, hemen Ubeydullah iki defa güvendiği elçisi Yusuf Ağa’yı önerilerle bana gönderdi“ diyor.(M. Heme Baqi, age, sayfa 128)

Şeyh Ubeydullah Ekim 1789 tarihinde 3. Defa temsilcisi Halife Mehemed Said’i Kamsarakan’a gönderiyor ve kendine Kamsarakan’a şu mesajı vermesini istiyor: „Şeyh o kanıya varmıştır ki, Osmanlı devletinin denetimi altında bulunan halkın asayışını koruma gücü kalmamıştır. Bu ise halkın malı ve mülkü üzerine büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bundan dolayı Şeyh milletin iyiliği ve yararına bu işi ve görevi boynun borcu olarak biliyor. Halk ise Şeyh’i gerçek koruyucusu olarak görüyor. Tüm kötülüklerin şah damarı var olan devlet kurumlarından başlıyor, en alt sıradan memurdan başlıyor en üst kurumlarda görevlilere kadar uzanıyor. Onlar halkın son damla kanına kadar emiyorlar. Baskı gören ve ezilen halkın takatı kalmamıştır. Yalnızca Hıristiyanların değil Kürdlerinde kanını emiyorlar. Yönetici organların haksızlıkları ve rewa olmayan tavırları yüzünden, Kürdler mecburiyet karşılığında soygun ve çetecilik yapıyorlar. Şeyh bu mücadeleyi Osmanlı devletine karşı başlatmıştır. ............................Eğer Rusya Türkiye ve Britanya’ya karşı savaşa girerse Kürdler savaşta kader değiştirici bir rol alabilirler. Çünkü, Van ve Diyarbakır gibi tüm stratejik dağ yolları Kürdlerin elindedir“ (M. Heme Baqi, age sayfa 129)

Şeyh Ubeydullah’ın Rusya ile olan ilişkileri üzerine daha sonra duracağımdan dolayı geçiyorum. Rusya’nın Van konsolosu Kamsarakan’a Eylül ve Ekim 1789 tarihlerinde üç defa Yusuf Ağa ve Halife Mehemed Said’i göndermesi Osmanlı devletine karşı başlattığı dürenişe dikkat çekmek içindi.

Rusya’nın Van Konsolosu Kamsarakan pek temiz bir tip değildi. Ermeni asılı olan Binbaşı Kamsarakan Erzurum’dada Rus Konsolosluğu yapmış ve Erzurum işgal edildiği zaman da Erzurum Rus Polis Müdürü olmuştu. Kamsarakan Erzurum’da göreve geldikten sonra yerli Ermenilerden yoğun bir kesimi polis teşkilatına alıyor.. Kamsarakan sürecini rapor eden İngiliz Konsolosu Trotter şöyle yazıyor: „Hiç kuşku yok ki, Rus işgali sırasında yerel polis örgütüne alınan bir çok Ermeni , fırsattan yararlanarak müslümanlara eziyet etmişlerdir. Rus viskonsolos vekili de bunu doğruladı“( Bilal N. Şimşir, age 151)

Aktüel durumda Güney Kürdistan’da „Gorran Hareketi“ne önderlik eden Kürd politikacısı Nawşirwan Mustafa Emin Raperin öncesi kaleme aldığı „Kurd û Ecem adlı eserinde Rus Konsolosların yukarı verdikleri raporları şöyle özetliyor:

“ 1)Kürdlerin taleplerini desteklemeyin ve isteklerini red edin!!
2) Merkezi hükümetleri destekleyin!

3)Kürdlerin yerine Hıristiyanlara dayanın, daha ileri, daha çalışkan, çabuk öğreniyorlar ve zenginler”(Nawşirwan Mustafa Amin, Kurd û Ecem, Senteri Lekolinewey Strateji Kurdistan, Silêmanî 2005, sayfa 221)

Devam edecek

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.