«Baris Görüsmeleri», Paris Olayi ve Iran !
Mehmet Müfit
Paris’te, PKK Avrupa yöneticilerinden Sakine Cansiz’a karşi gerçekleşen suikast olayi’nin ardindan, benim nazarimda, işler daha çok açiklik kazandi. Dikkat edilirse, bütün Türk basin yayin organlari ve PKK’nin etrafindaki bil cümle zeval, yayin organlari ve yazar-çizer takimi, nerdeyse bir tek ses halinde, bu cinayetin arkasinda Iran ve Suriye’nin oldugunu beyan ettiler.
Anlasildigi kadariyla, bir takim PKK’liler ve yandaşlari bu sorunda farkli düşünmektedirler. Işin aslini en azindan tahmin eden bu kesimler, şimdilik sadece Türk devletini hedef göstermektedirler. Ilerde bir takim şeyler ifade edebilirler mi, belli degil. En azindan, Paris cinayetinin özellikle, Kandil’deki ve Avrupa’daki PKK yöneticilerine yönelik bir uyari icraati oldugunu bilmektedirler.
Yeniden baslatilan «Bariş görüşmeleri»ni, Iran ve Süriye’nin sabote etmesinin oldukça büyük nedenleri vardir. Ortadogu’da, her yerde ve çatişmada, Iran ve Türkiye’nin çikarlari yogun bir sekilde çatişmaktadir. Sadece Suriye’deki iç savaş bile Iran’in, Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmesini gerektirecek oldukça önemli nedenleri oldugunu göstergesidir. Ne var ki; Paris cinayetini işleyenlerden birisinin tutuklanmasi, bu icraatin Iran’dan ziyade Türk devletinin işi oldugunu açiga çikardi.
BDP yöneticilerinin basina verdikleri mulakatlarda, Paris olayinda NATO parmagi oldugunu beyan ederek, «NATO gladyosu bu işi yapmiş», «Türk milletiyle alakali bir şey degil bu» demişlerdir. Oysa ki, bu yönlü açiklamalarin zorlama psikolojik ruh halinden kaynaklandigi var sayilsa bile kafalari bulundirmaya hizmet etmiştir. Devletin cinayetlerine ilişkin ne kadar çaresiz olundugunun bir göstergesi olmustur bu beyanatlar.
Yurt dişindaki PKK yöneticileri, daha «cesaretli» bir tutumla söz konusu cinayetten yarim agizlada olsa devleti sorumlu tuttular. Kandil ise, NATO gladyosu ile işbirligi içinde Paris olayinin «Yesil Ergenekon» tarafindan yapilmiş olabilecegini iddia etti. (M. Karayilan’in ANF’e 22 Ocak’ta verdigi röportaj).
Bütün bu açiklamalarin, devletin ve A. Öcalan’in Paris olayindaki rolünü cesurca telafuz edememekten kaynaklandigida bilinmektedir.
Bu olay, iki vahim durumuda açiga çikardi; birincisi, Türk devletinin PKK içine her yerde ve her alanda sizdigini; ikincisi, PKK yöneticilerine karşi istedigi alanda istedigi vakit suikast düzenleyebilecegini de gösterdi. Bu hareketin yöneticileri ve Kürtler terörüze edilmislerdir. Böylesi durumlarda, terörden daha etkili bir silah olmadigini her kes bilir. A. Öcalan ise, Paris olayinin kendisini hedefledigini söyledi. Ama hepimiz biliyoruz ki o, Türk devleti tarafindan başindan beri korunmaktadir. Bu bakima, olayin kendisini hedeflediginin söylenmesi sadece kendisini gizleme ve olaydan siyirma psikolojisi oldunugu anlamanin zor olmadigida açiktir.
Olaya ilişkin bir çoklarimizin görüşü açiktir; gelişmeler, Paris cinayetini Türk devleti tarafindan işlendigini ve PKK’yi A. Öcalan araciligiyla kontrol altina almayi hedefledigini göstermektedir. Söz konusu hareketin Kandil’deki yöneticilerinin olaydan sonraki teslimiyet açiklamalari bu görüşü dogrulamaktadir. Daha önceleri, «Baris görüsmelerinin» sadece A. Öcalan’la yürütülemeyecegini söyleyenler olaydan hemen sonra, A. Öcalan’nin PKK’yi temsil ettigini, kendi adlarina görüşmesinin yeterli oldugunu basina açikladilar.
Böylece, Kandil’deki PKK yöneticileri yeniden teslim bayragini çekmiş oldular. Bu hareketle devlet nezdinde, A. Öcalan’nin teşkilat üzerindeki hakimiyeti ve kontrolü bir daha teyit edilmiş olundu.
Bütün açiklamalar ve gelişmeler, devletin, A. Öcalan’i tek muhatap olarak PKK’ye ve Kürtlere dayatmak istedigini göstermektedir. Kürdistan ulusal kurrulus hareketinin böylece kontrol altina alinmasinin devami saglanmiş olundu. Iran’in etkisine açik bir PKK Türkiye’nin işine gelmez. O bakima, Paris olayi özellikle Kandil’deki yöneticilere bir göz dagi icraati olmuştur.
Niçin «bariş görüşmeleri» yeniden başlatildi?
Ulu-orta «teoriler» yapilmadan, gereksiz beklentilere ve olasi vehametlere kapilmadan önce bu sorunun cevabi aranmalidir. Her kes barişin artik zorunlu oldugunu, gerekli ve hatta kaçinilmaz oldugunu habire tekrarliyor. Iyide, devlet neden yeniden «bariş görüşmelerini» başlatti? Bunun öncelikle anlaşilmasi için ele alinmasi gerekmez mi? Kürtler neden önlerine konan her şeyin, fazla düşünmeden ve belli sonuçlara varmadan büyük gürültüyle üzerine atliyorlar?
Bunun cevaplandirilmasi gerekiyor. Başka bir yazi ve başka arkadaşlar bu sorunun cevabini vermelidir. Kürt milletinin ve ulusal kurtuluş hareketinin içine düştügü konumda bunun cevabi aranacaktir.
Asil konuya dönersek; «Bariş Görüşmeleri», iç sebepler ve esasen bölgemizdeki sorunlarin yogunlugundan ve bunun dogrudan Türkiye’yi koşullandirmasindan kaynaklanmaktadir. Gelişmeler, Türkiye’nin belli bir angajmana girdigini göstermektedir; birincisi, Suriye’deki iç savaşta daha başindan beri Sunni Arap blogunun yaninda yer almasi ve pratik müdahalede bulunmasi; ikincisi, Bati devletlerinin ve Israil’in Iran’i muhtemelen vurma hazirliklarina Türk devletinin iştirak etmesi, (nitekim bunun sonucu olarak anti-misil «Patriot» bataryalari Türkiye’ye yerleştirilmiştir). Esasinda Iran ve Türkiye arasida deklare edilmemiş rekabeti aşan düzeylerde içten içe bir çatişma söz konusudur; üçüncüsü, Kandil’deki PKK yöneticileri üzerinde baski kurarak Iran’in etkisini boşa çikarmak. Fakat yinede diş sebeplere, iç sebeplerin başinda gelen «yeni Anayasa» oluşturmaya ilişkin sivil hükümetle Türk ordusu genel kurmayi arasindaki çelişkiyi de eklemek pekala mümkün.
Bundan dolayi söz konusu görüşmelerin, Türk devletinin yukaridaki bölgesel diş konjuktürden ve iç çelişkilerden kaynaklanan bir taktigi olarak gündeme geldigini görmek zor degildir. «Baris Görüsmeleri» bir taktiktir ve sonucu önceden belli olan bir taktik. Bu bakima, A. Öcalan’a bu sorunda misyonlar yüklemek gafleti içine girmek dogru degildir.
Nasil ki, «Arap Bahari» diye tabir edilen gelişme ve eski iktidarlari devirme sürecinin Kürdistan ulusal kurtulus hareketi üzerindeki etkilerini bosa çikarmak maksadiyla bilinen KCK tutuklanmalari başlatilmişsa, ayni sekilde Türk devlet sinirlarinin yani başinda kopacak olan «firtina öncesi»nde de «Bariş Görüşmeleri»ne girişilmiştir. Yoksa, Türk devlet politikalarini bir an gözden kaçiran ve unutan, hafizasi kit Kürtlerin ve PKK yagcilarinin bizleri ikna etmeye çaliştiklari gibi gerçekten bir bariş görüşmesi söz konusu degildir.
Önceden, muhtemel yanliş anlaşilmalari engellemek için şunu belirtmekte yarar vardir; Kürtler, en ufak milli haklari için bile olsa kendi düşmani olan Türk devletiyle muzakereler ve görüşmeler yapabilirler. Nevar ki, bunu milli politikalara sahip olarak, ulusal kurtulus mücadelesinin esaslarina dayanarak yapmak mümkündür. Hiç bir siyasi talebi olmayan görüşmelerin, sadece Kürt milletinde boş beklentilere ve hayal kirikliklarina yol açacagini söylemeyi dogrusu gereksiz buluyorum.
Her şeyden önce, içi boşaltilarak, küçültülerek, «Kürt sorunu» diye tabir edilen Kürdistan sorunu, Türk devlet sorunudur; Türklerin kendi deyimiyle bir «Millet Sorunu»dur. Bu baglamda, siyasi partileri ve hükümeti aşan bir sorun olarak Türk «milli mutabakati» gerekmektedir.
Bu olmadan, «Kürt sorunu»nun çözülebileceginden söz etmek dogru degildir. Türk devlet erki, «Imrali görüşmelerine» izin vermiştir. Dikkat edilirse, Türk ordu genel kurmayinin her hangi bir reasiyonu söz konusu olamamiştir. Cünkü, AKP sivil hükümetinin A. Öcalan’la görüşmesi konrol altindadir. Türk ordusu erkine ragmen bir görüşmenin olabilecegini düşünmek, en basit biçimiyle saflik olur. Oysa, Türk ordusu «vesayeti» olarak bilinen asil iktidar erkine ilişkin son bir-iki yilda oldukça yanliş ve yaniltici görüşler oluşmuştur. Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi saflarindada yaygin bir şekilde bu her firsatta kendisini açiga vurmaktadir. Öyleki, devlet ve hakim erk, düşman olma sitatüsünden çikarilmiştir. Sanki Kürdistan’i, iskal ve ilhak eden bu devlet degilmiş gibi davraniliyor. Insanin, «nerden nereye geldik» diyesi geliyor.
Bu bakima, AKP hükümetinin «Imrali Görüşmelerini» başlatmasi ve sürdürmesini Türk ordusunun geriletilmesi ve devlet üzerindeki hakimiyetini kaybetmesi olarak yorumlamak son derece yanlistir. Sinirlari önceden belirlenmiş MIT- A. Öcalan görüşmeleri, Türk ordusu genel kurmayinin izin verdigi bir girişimdir. Cogu zaman, Türk Milli Istihbarat Teskilati’nin esas olarak ordu kurmay subaylarindan oluşturuldugu ve yönetildigi unutuluyor. Bir çoklarimizin bildigi gibi, ipler Türk ordusu genel kurmayinin elindedir. «Imrali görüsmeleri», sadece bir AKP hükümeti insiyatifi de olmus olsa konrol ordu generallerindedir.
Bu görüşmeler amacina ulaşincaya kadar devam ettirilecek ve daha sonra bir iki provakasyonla bir tarafa atilacaktir. Kürt milletine aci çektiren boş bariş hayalleri yerine ayaklarin yere degmesini istemek bu süreçte daha dogrudur.
Bir mevzuyu daha kisacada olsa tartişmak gerekiyor; ulusal kurtuluşun esas dinamiklerini kendisinde toplamiş olan PKK, bu durumu aşabilir mi? Devletin destegiyle A. Öcalan tarafindan iradesi ipotek altina alinip kontrol edilen bir hareket ulusal birligi temsil edebilir mi? Devlet neden PKK’nin birlik halinde A. Öcalan’nin arkasinda saf tutmasini istiyor? Şayet, Kürtlerin ve vatansever PKK’lilerin bu soruya verecek cevaplari yoksa, o taktirde yerimiz Ortadogu’nun «gayya kuyusu»dur.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin içini boşaltan, ona özgürce düşünmeyi ve hareket etmeyi zehir eden, dinamikleri yillarca tirpanlayan birisinden, «Kürtler» ve «Kürt sorunu» adina Türk devletiyle görüşmeler yapabilecegini ve bir takim siyasi kazançlar elde edebilecegini söylemek ve tipki Türk devletinin sürekli yaptigi gibi, Kürtleri A. Öcalan’in etrafinda birlik olmaya çagirmak, baska bir cepheden ihanete ortak olmaya çagirmaktir. A. Öcalan’a ve PKK’ye yagcilik yapmayi adeta meslek haline getiren kafalar, devlete temennilerde bulunmaktan ve «akil» verme zavalliligindan da geri kalmiyorlar.
Düşmana temennilerde bulunmak, «fikir» vermeye kalkişmak sadece bitmişliktir, acizliktir. Esasinda, umutsuzlugun ve çaresizligin tamda kendisidir bu tavir. Türk devletini kurtarma gayreti içinde olmak, ulusal dava için topraga düsen yetmiş yedi ecdadimizin kemiklerini sizlatiyor. Esasinda, düşmandan medet ummak, içine düşülen çukurun ne kadar derin oldugunun göstergesi olsa gerek. Kürdistan vatanseverlerinin, böylelerinden ve son derece gülünç olan tavirlarindan nefret etmeye haklarinin oldugunu düşünüyorum.
Vatanseverlikle ihanet arasindaki duvarin yikilmasi halini yaşiyor Kurdistan. Millet ve ülke olma esaslarina dayali ulusal kurtuluş mücadelesinin siyasi talepleri baz alinmadan Türk devletiyle yapilacak her uzlaşma, sadece devletin siyasetinin yaşama geçirilmesinin destek diregi görevini görecektir. Başka bir siyasi seçenek olmadigindan dolayi ne yazik ki Kürtlerin eli mahkumdur. Ama bu süreci kabul edip etmeme, ona ortak olup olmama sorumlulugu ve bilinci de vardir. 10.02.2013
Mehmet Müfit
hayret bir zamanlar pkk dan korkup orgutunu yok eden insanlar