“Başbakan çok güçlüdür. Kürd sorununu ancak güçlü bir başbakan çözer…” şeklindeki bir değerlendirme, sağlıklı bir değerlendirme değildir. “Güçlü Başbakan”ın, bugüne kadar, bu soruna neden sağlıklı bir yaklaşım göstermediği üzerinde durmak daha önemlidir. Çünkü, hükümet, Başbakan, bu gücü yeni sağlamış değil ki. On yıldan beri böyle bir gücü var. 2002, 2007, 2011 genel seçimlerinde, daha önceki bir seçime göre oylarını arttırarak bugünlere gelmiş bir hükümet ve Başbakan var.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Filistinli Araplar için, Filistin Özerk Bölgesi için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için, Bosnalı Müslümanlar için, geliştirdiği söylemi dikkatle incelemek gerekir. Başbakan, bu konularla ilgili duygularını, düşüncelerini belirtirken çok sıcaktır, coşkuludur, gözlerinde ışıklar saçılmaktadır. Çağın everensel değerlerini yoğun bir şekilde savunmaktadır. Filistin Özerk Bölgesi için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için bağımsızlık dahil her türlü hakkı savunmaktadır. Başbakan, bu konulardaki düşüncelerini, duygularını sık sık dile getirmektedir. Kürdler gündeme geldiğindeyse, Türkiye’de yaşanan Kürd sorunu gündeme geldiğindeyse, çok gergindir, öfkelidir, özgürlüklerin sınırlandırılması için çaba sarfedilmektedir. Bu farklı, birbirine zıt tutumların zengin olgusal dayanaklarıyla irdelenmesi önemli olmalıdır.
Filistin’de bir Filistinlinin burnu kanasa, Başbakan hemen tepki göstermekte, İsrail hükümetini suçlamaktadır. Ama, Roboski’de yaşanan acıyı, bilmezlikten, duymazlıktan, görmezlikten gelmektedir. Bu, Kürdlere, Kürd sorununa olumlu bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşımlar barış getirmez.
2005 yılı yaz aylarında, Başbakan, Kürdler için, Kürd sorunu için güzel bir söz söylemişti. “Kürd sorunu benim sorunumdur. Bu konuda devletin de yanlışları vardır. Bunları demokrasiyi geliştirerek, yaygınlaştırarak aşacağız.” Ama, bu tutumdan hemen vazgeçildiği gibi, bir daha, böyle olumlu bir tutum, sergilenmemiştir.
Hükümetin, TRT-6 gibi, Mardin, Hakkari gibi bazı üniversitelerde Kürdçe bülümleri gibi bazı reformlar da elbette, dikkatlerden uzak değildir. Ama, 20 milyondan fazla Kürd’ün toplumsal ve siyasal sorunlarının, “seçmeli dersler”le çözülmeye çalışılması Kürdlerin doğal hakları konusunda ne kadar kısıtlayıcı, olumsuz bir tutum içinde olunduğu açıkça görülmektedir.
Beş milyon nufusu olan Makedonya’da 80 bin kadar Türk yaşadığı vurgulanmaktadır. Türkiye, Makedonya hükümetinden, Makedonca ve Arnavutça’yla birlikte, Türkçe’nin de resmi dil olarak kullanılmasını istemektedir. Bu, Türkiye’nin Balkanlarda yürüttüğü dış politikanın önemli bir konusudur. Ama Türkiye’de 20 milyonu aşkın Kürdün sorunları, “seçmeli dersler” le dile getirilmektedir. Türk yönetimindeki bu çifte standart üzerinde durmak önemlidir.
Bütün bunlar neden yaşanmaktadır? Çifte standartlı tutumlar, neden, Türk siyasetinin vazgeçemediği tutumlar olmaktadır? Bu gibi konular üzerinde düşünmek, kanımca daha önemlidir. Türk siyasetinde, neden, böylesine yaygın bir çifte standart egemen olmaktadır? Kürdlere, Kürd sorununa böylesine mesafeli, olumsuz bir yaklaşım, barış ortamının oluşmamasının çok önemli bir nedenidir. Başbakan, devletin görüşünü, isteklerini, Kürdlere, BDP’ye, PKK’ye dayatmaya çalışmaktadır. Barış böyle bir dayatmayla gelmez. Halbuki, barış, Kürdlerin, DDP’nin, PKK’nin isteklerini de müzakere edilmesiyle, belirli bir alanda uzlaşma sağlanmasıyla oluşur.
“Silahla bu sorun çözülmez”, “silahla istediğiniz sonucu elde edemezsiniz” görüşünün, düşüncesinin, PKK’den önce devlet ve hükümete söylenmesi gerekiyor. Silahı öne çıkararak, yasakları yaygınlaştırarak, devlet terörünü tırmandırarak…olumlu bir sonuç elde edilemez. Kürdler bu yolla dize getirilemez. Hükümetin, Başbakan’ın bunu anlaması gerekir. Devlet, terörü, yasak, baskı, şiddet, Kürdleri mağdur edebilir. Ama bu, devleti de devlet kurumlarını da zaman içinde çürütecek bir sonuç yaratır. Bu baskıdan, devlet ve hükümet, giderek Türk toplumu da zarar görür.
PKK’nin nasıl ortaya çıktığını, nasıl kitleselleştiğini hiç unutmamak, dikkate almak gerekiyor. Kürd sorunu nedir? Kürd sorunu, Kürdlerin Kürd toplumu olmaktan doğan, Kürd milleti olmaktan doğan haklarının gaspedilmesiyle ilgili bir sorundur. PKK bu sorunun ortaya çıkardığı bir direniştir. Gasbedilen haklar iade edilmiş mi? O zaman aydınların, her şeyden önce devleti ve hükümeti eleştirmeleri gerekir. Noam Ckomsky’i değerli kılan, en önce kendi hükümetini eleştirmesidir. Chomsky, baskıcı rejimlere verdiği destekten dolayı, ABD’yi yoğun bir şekilde eleştirmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu tarafa sistematik bir şekilde uygulanan anti-Kürd politika öce Türk aydınları tarafından eleştirilmelidir. Kaldı ki, devlet, Kürdlerin doğal haklarını tanımamayı sürdürmektedir. Üniversite, yargı gibi, devletin temel kurumları bu anti-Kürd politikaya yoğun destek vermektedir.
1950’lerde, 1960’larda, 70’lerde, 80’lerde… Türk yargısı, Kürdlerden, Kürdçe’den, Kürdistan’dan söz edenlere ağır cezalar veriyordu. Bugün mücadelenin getirdiği fiili kazanımlardan dolayı artık bu inkar yapılamıyor. Bugünse, örneğin, köylerini yakan-yıkan, evlerini yakan-yıkan panzerlere taş atan çocuklar tutuklanıp cezaevlerine konuluyor, 15-20 yıl ceza istemleriyle yargılanıyor, çoğu de mahkum oluyor. Çoğu da yerel yönetimlerde görevli yani halk tarafından seçilerek o göreve gelmiş kişiler, binlerce kişi cezaevlerine konuluyor…Sözü edilen yıllarda, Kürdlerden, Kürdçe’den, Kürdistan’dan söz edenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşıyordu. Bugünse, analarını, abalarını saçlarından sürükleyerek götüren özel timlere, kendilerini duvar diplerine dizip, babalarına ağabeylerine amcalarına işkence yapan özel timlere taş atan çocuklar, “barış olsun” pankartı taşıyan kadınlar, tutuklanıp cezaevlerine konuluyor. Yargının bu konuda hiçbir özeleştiri yapmadığı dikkate değer değil mi?
Üniversitedeyse, ifade özgürlüğü hâlâ aranan bir değer değildir. İfade özgürlüğü olmadan bilim, özellikle sosyal bilimler olabilir mi? İfade özgürlüğü sadece insan hakları kurumlarının, insan hakları savunucularının, basının bir sorunu mudur? Üniversitenin böyle bir sorunu yok mudur? Özgür eleştiri özür tartışma olmadan, ifade özgürlüğü kurumlaşmadan bilim ortamı oluşur mu? Bu konuda, “Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslar arası Çalışma Grubu’nun (GİT) hazırladığı “Akademide Hak İhlalleri Dosyası” (İstanbul, Haziran 2012) önemli bir çalışmadır.
Barış ortamını oluşturacak olan, devletin, hükümetin Kürdlerle yapacağı görüşmelerdir. Barış ve Demokrasi Partisi şüphesiz önemli bir aktördür. Hükümet, Filistinlilere, Bosna Müslümanlarına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gösterdiği sıcak ilginin en azından küçük bir bölümünü Kürdlere de göstermeden barış ortamı oluşabilir mi?
Kürdlerin istihbaratla, MİT’le görüşmesi yanlıştır. Görüşmeler hükümetle yapılmalıdır.
Temel sorun, Cumhuriyet’le birlikte, Kürdlerin inkârıyla, reddiyle, doğal haklarının gasbedilmesiyle ilgilidir. Bu doğal haklar, temel haklar pazarlık konusu yapılamaz. Devlet-hükümet, Kürdlerin bu doğal haklarını iade etmek durumundadır. Sorun PKK ile PKK’nin silahlı olma durumuyla ilgilidir. Bu da Barış ve Demokrasi Partisi ile, Qandil ile, İmralı’da Abdullah Ö calan’la yapılacak görüşmelerle çözüm yoluna konabilir. BDP bu görüşmelerde daha önde, daha etkin olmalıdır.
BDP, devlete-hükümete karşı söylemini yumuşatmalıdır. Devlet-hükümet kibiri bırakmalıdır.