Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 16 September 2011

Ahmet Altan olmasaydi... kim kurdlere ve pkk lilere su çagriyi yapabilirdi?

"PKK yönetimi, eğer bu gelişmeleri doğru okur, önümüzdeki yeni gerçeği görürse, Apo’nun müzakerelerde önünü tıkamak yerine bu müzakerelerin yolunu açarsa, barış için büyük bir imkân var ."

hey dunya hey!!!
hem bir insana paraysa para, kadinsa kadin, her turlu imkan sunarak parti kurdur
17 bin tane kurdistan çocugunu kemalizmin ajanlari ithamiyla oldurttur ve yok ettir !! (veya baska ithamlarla...yer ve zamanina gore.. onderligin ongurulerini kavramamis alçak diye de itham edilebilirsin bu bile senin YOK EDILMEN için yeterliden de fazla gerekçe idi-dir-ve-dir!)
5000den fazla koyu haritadan sil-sildir...
ondan sonra da demokrasi insanlik ahlak seref yoksunu AHMET ALTAN gibi soysuz oglu soysuzlara da " gelismeleri dogru okur ve abdullah ocalanin onunu tikamazsaniz...."
dedirttir!!!
iste size turk açilimi ve muzakereleri!
tanri konseptim yok!
tanriya inanmam ama hani ne olur ne olur misali varya...
eger varsa,,
varsa "allah" "god" vs'ler onlarla ilk karsilastigimda soracagim soru su olacaktir: why? çima? bo çi? neden?
neden bu soysuz oglu soysuzlari basimiza insanlik ahlak ogretmenleri diye diktirdin!
once sen bana hesap ver ondan sonra ben varsa bir hesabim veririm..veremeszem de istedigin yere gondermekte ozgursun!
kahrolsun somurgecilik!!

Ahmet ALTAN

PKK’nın zaferi ve Ağar
16.09.2011

Daha önce de birkaç kez yazmaya çalışmıştım, PKK aslında devleti yendi, sadece yenmedi bozguna uğrattı.

Devlet, PKK karşısında başarılı olabilmek için bütün varlığından, hukukundan, saygınlığından,

resim

onurundan, güvenilirliğinden, kısacası devlet olmaktan vazgeçti.

PKK’nın en büyük zaferi, bir devleti “devlet olmaktan vazgeçmek” zorunda bırakmasıdır.

Ve, emin olun bu büyük bir zaferdir.

Bu büyük bozgun döneminde devlet kendi içinde “illegal” örgütler kurdu, mafyayla işbirliğine gitti, binlerce cinayet işleyerek insanları sokaklarda öldürdü, uyuşturucu ticareti yaptı, haraç aldı, çeteleşti, devasa bir suç örgütüne dönüştü.

Subaylarını sıradan katiller haline getirdi.

Polisleri haraç kavgalarına karıştı.

Zaten pek disiplini olmayan ordu tümüyle disiplinden ve hiyerarşik yapıdan koptu.

Cuntacılık, darbecilik ordunun içinde yaygınlaştı.

Yargıçlar, devletin suçlularını korumak için yasaları gözardı etti.

MİT’in bazı üyeleri mafyanın emrine girerek kendi devletlerine ve hükümetlerine karşı mücadele etti.

Devletin “bozgun” yılları ülke tarihinin de en kanlı dönemlerinden biri oldu.

Kürtleri, solcuları, Atatürkçüleri öldürdüler.

Subaylardan, polislerden, MİT’çilerden, mafyacılardan oluşan çeteler türedi devletin içinde, üstelik birbirlerine “para” kavgasında rakip haline gelen çetelerin sayısı birden fazlaydı.

Bu disiplinsiz yapının içinde, “sahipsiz duran” iktidarı ele geçirmek isteyen generallerin kurduğu cuntalar da çoğaldı.

Darbe planlarından geçilmez oldu.

Devlet, özellikle son beş yıldır AKP iktidarının kararlı duruşu sayesinde bu
“bozgundan” çıkmak ve toparlanıp yeniden bir devlet haline gelebilmek için uğraşıyor.

Hapishanelerin devlet görevlileriyle dolu olması, o bozgun yıllarında “devletin suç işlemesinin serbest” olduğuna inanıp pervasızca yasaları çiğneyenlerden hesap sorulmaya başlamasından.

O hesap sorulmadan, devletin yeniden bir devlet olmasına imkân yoktu.

Herkesin “devletin” yasalara uymak zorunda olduğunu anlaması için yasaları çiğneyen devlet görevlilerinin yasaların karşısında hesap vermesi gerekiyordu.

O dönemde iki büyük çete çıktı ortaya.

Susurluk ve Ergenekon.

Soruşturma bugünden geriye doğru gidiyor.

Önce Ergenekon’dan başladı şimdi Ergenekon’u doğuran Susurluk’a doğru ilerleniyor.

Bu hesaplaşma döneminde “orgenerallere” bile dokunulmasına rağmen Susurluk döneminin en önemli isimlerinden Mehmet Ağar’a hiç dokunulmadı.

Ağar’ın garip bir “dokunulmazlığı” ve şaşırtıcı bir kendine güveni vardı.

Susurluk’taki o ünlü kazada bir emniyet müdürü, o sırada kaçak olan Abdullah Çatlı’yla birlikte öldüğünde, Ağar bugün bile hatırladığım alaycı bir tavırla, “Herhalde Çatlı’yı yakalamış getiriyordu” diyebilmişti.

O günlerde işlenen cinayetlerin ayrıntılarını şimdi Ayhan Çarkın’ın itiraflarından öğreniyoruz, adam öldürmenin “devlet görevlilerine” ne kadar kolay gözüktüğünü dehşetle anlıyoruz.

Susurluk sürecinin en büyük sorumlularından olan Mehmet Ağar dün ilk kez mahkûm oldu.

Uğur Mumcu cinayetini neden “çözemeyeceğini” Mumcu’nun eşine anlatırken “Bir tuğla çeksem bütün duvar çöker” diyen Ağar’a dokunulması, aslında bir “başka duvarı” yıkacak tuğlanın çekilmesi anlamına geliyor.

Ağar, Susurluk’un kilit taşlarından biri konumunda, yaptıklarını “devlet emriyle” yaptığını sürekli söylüyor ama bu, yaptıklarını “suç kapsamından” çıkarmıyor.

Sadece “devlet içinde” Ağar’dan daha yüksek mevkilerde suç ortakları olduğunu gösteriyor.

Devletin toparlanması bu ülkedeki herkes için önemli bir gelişme.

Bozguna uğrayarak devlet olmaktan vazgeçip çeteleşen o “devletin” ne savaşması, ne barışması mümkündü, zaten o yüzden otuz yıldır bitmeyen, bitirilmeyen bir savaş yaşıyoruz.

Şimdi devlet savaşma kabiliyetini yeniden kazanıyor ama daha önemlisi devlet barışma kabiliyetini de geliştiriyor.

Apo’yla ve Kandil’le yapılan müzakereler, çözüm için en radikal adımların gündeme gelmesi, devletin barışma kabiliyetini gösteriyor.

PKK yönetimi, eğer bu gelişmeleri doğru okur, önümüzdeki yeni gerçeği görürse, Apo’nun müzakerelerde önünü tıkamak yerine bu müzakerelerin yolunu açarsa, barış için büyük bir imkân var.

Devletin devlet olması, bu şansı kullanacak yeteneği olan herkese büyük bir şans veriyor, umarım şartların değiştiğini, bunu görmesi gereken herkes vakit varken görür.


[email protected]

Ahmet Altan olmasaydi... kim kurdlere ve pkk lilere su çagriyi yapabilirdi? "PKK yönetimi, eğer bu gelişmeleri doğru okur, önümüzdeki yeni gerçeği görürse, Apo’nun müzakerelerde önünü tıkamak yerine bu müzakerelerin yolunu açarsa, barış için büyük bir imkân var ." hey dunya hey!!! hem bir insana paraysa para, kadinsa kadin, her turlu imkan sunarak parti kurdur 17 bin tane kurdistan çocugunu kemalizmin ajanlari ithamiyla oldurttur ve yok ettir !! (veya baska ithamlarla...yer ve zamanina gore.. onderligin ongurulerini kavramamis alçak diye de itham edilebilirsin bu bile senin YOK EDILMEN için yeterliden de fazla gerekçe idi-dir-ve-dir!) 5000den fazla koyu haritadan sil-sildir... ondan sonra da demokrasi insanlik ahlak seref yoksunu AHMET ALTAN gibi soysuz oglu soysuzlara da "gelismeleri dogru okur ve abdullah ocalanin onunu tikamazsaniz...." dedirttir!!! iste size turk açilimi ve muzakereleri! tanri konseptim yok! tanriya inanmam ama hani ne olur ne olur misali varya... eger varsa,, varsa "allah" "god" vs'ler onlarla ilk karsilastigimda soracagim soru su olacaktir: çima? bo çi? why? neden? neden bu soysuz oglu soysuzlari basimiza insanlik ahlak ogretmenleri diye diktirdin! once sen bana hesap ver ondan sonra ben varsa bir hesabim veririm..veremezsem istedigin yere gondermekte ozgursun! kahrolsun somurgecilik!! ( Uzman_Aktarmaci) ********************************************************************************************************************************** ********************************************************************************************************************************** PKK’nın zaferi ve Ağar   16.09.2011 Daha önce de birkaç kez yazmaya çalışmıştım, PKK aslında devleti yendi, sadece yenmedi bozguna uğrattı. Devlet, PKK karşısında başarılı olabilmek için bütün varlığından, hukukundan, saygınlığından,   onurundan, güvenilirliğinden, kısacası devlet olmaktan vazgeçti. PKK’nın en büyük zaferi, bir devleti “devlet olmaktan vazgeçmek” zorunda bırakmasıdır. Ve, emin olun bu büyük bir zaferdir. Bu büyük bozgun döneminde devlet kendi içinde “illegal” örgütler kurdu, mafyayla işbirliğine gitti, binlerce cinayet işleyerek insanları sokaklarda öldürdü, uyuşturucu ticareti yaptı, haraç aldı, çeteleşti, devasa bir suç örgütüne dönüştü. Subaylarını sıradan katiller haline getirdi. Polisleri haraç kavgalarına karıştı. Zaten pek disiplini olmayan ordu tümüyle disiplinden ve hiyerarşik yapıdan koptu. Cuntacılık, darbecilik ordunun içinde yaygınlaştı. Yargıçlar, devletin suçlularını korumak için yasaları gözardı etti. MİT’in bazı üyeleri mafyanın emrine girerek kendi devletlerine ve hükümetlerine karşı mücadele etti. Devletin “bozgun” yılları ülke tarihinin de en kanlı dönemlerinden biri oldu. Kürtleri, solcuları, Atatürkçüleri öldürdüler. Subaylardan, polislerden, MİT’çilerden, mafyacılardan oluşan çeteler türedi devletin içinde, üstelik birbirlerine “para” kavgasında rakip haline gelen çetelerin sayısı birden fazlaydı. Bu disiplinsiz yapının içinde, “sahipsiz duran” iktidarı ele geçirmek isteyen generallerin kurduğu cuntalar da çoğaldı. Darbe planlarından geçilmez oldu. Devlet, özellikle son beş yıldır AKP iktidarının kararlı duruşu sayesinde bu “bozgundan” çıkmak ve toparlanıp yeniden bir devlet haline gelebilmek için uğraşıyor. Hapishanelerin devlet görevlileriyle dolu olması, o bozgun yıllarında “devletin suç işlemesinin serbest” olduğuna inanıp pervasızca yasaları çiğneyenlerden hesap sorulmaya başlamasından. O hesap sorulmadan, devletin yeniden bir devlet olmasına imkân yoktu. Herkesin “devletin” yasalara uymak zorunda olduğunu anlaması için yasaları çiğneyen devlet görevlilerinin yasaların karşısında hesap vermesi gerekiyordu. O dönemde iki büyük çete çıktı ortaya. Susurluk ve Ergenekon. Soruşturma bugünden geriye doğru gidiyor. Önce Ergenekon’dan başladı şimdi Ergenekon’u doğuran Susurluk’a doğru ilerleniyor. Bu hesaplaşma döneminde “orgenerallere” bile dokunulmasına rağmen Susurluk döneminin en önemli isimlerinden Mehmet Ağar’a hiç dokunulmadı. Ağar’ın garip bir “dokunulmazlığı” ve şaşırtıcı bir kendine güveni vardı. Susurluk’taki o ünlü kazada bir emniyet müdürü, o sırada kaçak olan Abdullah Çatlı’yla birlikte öldüğünde, Ağar bugün bile hatırladığım alaycı bir tavırla, “Herhalde Çatlı’yı yakalamış getiriyordu” diyebilmişti. O günlerde işlenen cinayetlerin ayrıntılarını şimdi Ayhan Çarkın’ın itiraflarından öğreniyoruz, adam öldürmenin “devlet görevlilerine” ne kadar kolay gözüktüğünü dehşetle anlıyoruz. Susurluk sürecinin en büyük sorumlularından olan Mehmet Ağar dün ilk kez mahkûm oldu. Uğur Mumcu cinayetini neden “çözemeyeceğini” Mumcu’nun eşine anlatırken “Bir tuğla çeksem bütün duvar çöker” diyen Ağar’a dokunulması, aslında bir “başka duvarı” yıkacak tuğlanın çekilmesi anlamına geliyor. Ağar, Susurluk’un kilit taşlarından biri konumunda, yaptıklarını “devlet emriyle” yaptığını sürekli söylüyor ama bu, yaptıklarını “suç kapsamından” çıkarmıyor. Sadece “devlet içinde” Ağar’dan daha yüksek mevkilerde suç ortakları olduğunu gösteriyor. Devletin toparlanması bu ülkedeki herkes için önemli bir gelişme. Bozguna uğrayarak devlet olmaktan vazgeçip çeteleşen o “devletin” ne savaşması, ne barışması mümkündü, zaten o yüzden otuz yıldır bitmeyen, bitirilmeyen bir savaş yaşıyoruz. Şimdi devlet savaşma kabiliyetini yeniden kazanıyor ama daha önemlisi devlet barışma kabiliyetini de geliştiriyor. Apo’yla ve Kandil’le yapılan müzakereler, çözüm için en radikal adımların gündeme gelmesi, devletin barışma kabiliyetini gösteriyor. PKK yönetimi, eğer bu gelişmeleri doğru okur, önümüzdeki yeni gerçeği görürse, Apo’nun müzakerelerde önünü tıkamak yerine bu müzakerelerin yolunu açarsa, barış için büyük bir imkân var. Devletin devlet olması, bu şansı kullanacak yeteneği olan herkese büyük bir şans veriyor, umarım şartların değiştiğini, bunu görmesi gereken herkes vakit varken görür. [email protected]

anlami nedir bu metaforun? bilmeyenlere ben soyleyeyim: BIR GUN GELIRSE EMIN ÇOLASAN gibi insan kilikli canli varliklarin TUKURDUKLERINI ahmet altan gibilerine yalattirmanin adidir anlamidir!! anlayana sivrisinek-saz anlamayana davul zurna-az! think_anonymously

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.