Küresel Krizin olası sonuçları 1
Küreselleşme 1914’te Birinci Dünya savaşı ile sonuçlanmış ve 1914-1945 döneminde 2 Dünya savaşı, milyonlarca ölüm ve 1929 krizi ile geçmiş ve 2. Dünya savaşından sonra ABD hegomonyasını dünyaya kabul ettirmiştir. Buna karşı, 1. Dünya savaşı esnasında kapitalist sistemden kopan Rusya’da kurulan SSCB 2. Dünya savaşından sonra Doğu ve Orta Avrupa’da bir çok ülkeyi etkisi altına alarak Varşova paktını kurarak iki kutuplu bir dünya sisteminin oluşmasıyla sonuçlanmıştır. 1949’da Çin Halk Cumhuriyetinin kurulmasıyla Dünya nüfusunun 1/3’ü kapitalist sistemin dışına çıkmıştır. Kapitalist sistem daha fazla ülkenin kontrol dışına çıkmaması için, krizden müdahaleci Keynezyen politikalarla çıkarken, sistemin hegomonik gücü olan ABD etkisi altına aldığı 3 Dünya ülkelerine ithal ikameci ekonomi politikalarını empoze etmiştir. Savaşın neden olduğu yıkımın onarılmasının sağladığı ortamda Dünya ekonomisi istikrarlı bir büyüme sürecine girmiş ve bu büyüme dönemi 1973 yılına kadar sürmüştü. 1973’te OPEC’in kararıyla artan petrol fiyatları ve petrol ambargosu ekonomik büyümede duraklamaya neden olduğundan ithal ikameci politikaların sorgulanmasına neden olmuştu. Bu dönemde Şili ve Güney Kore’de uygulanan ihracata yönelik sanayileşme politikaları 1980 sonrası dönemde uygulanacak neo liberal politikalara örnek teşkil edecekti. 1980 öncesinde bazı ülkelerde uygulama olanağı bulan neo liberal politikaları Dünya çapında yaygınlaştıracak olan 2. Küreselleşme süreci ABD’de Reegan’ın seçilmesiyle başlamıştı. 2. Dünya savaşı sonrasında başlayan uzun vadeli büyüme dönemi 1970’lerin başlarında sonuna gelmiş ve 2008’de başlayan ekonomik krizi hazırlayan sürece girilmiştir. Bu sürecin en ayırt edici özelliği neo liberal politikaların hegomonik güç haline gelerek finans sektörünün diğer sektörleri domine eder hale gelmesidir. 1970’li yıllarda ABD’deki firmaların karlarının % 10’u finans sektörü tarafından sağlanırken, 2005’te bu oran % 40’a çıkmıştır. Yani liberalleştirilen finans piyasalarına akan para hızla artarken, finans sektöründe karlılık oranı % 15’e çıkarak yatırımlarda aranan minimum oran haline geldiğinden, üretken sektöre yapılan yatırımlar azalmıştır. Bu süreçte Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) üretim birimlerini zengin ülkelerden kalkınmakta olan bazı (Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Kore vb.) ülkelere aktarmışlardır. Küreselleşme döneminde zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki işbölümü ve uzmanlaşma da değişime uğramıştır. Böylece, zengin ülkeler yüksek teknoloji ürünleri, yatırım malları, hizmetler gibi alanlarda üretim ve yönetimi ellerinde tutmaya devam ederken, gelişmekte olan ülkeler kalifiye olmayan işgücü gerektiren tüketim mallarının üretiminde uzmanlaşmışlardır. Bu değişim sonucu zengin ülkelerde işsizlik artarken yoksul bir çalışanlar kesimi oluşmuş ve bu kesimin ihtiyaçları esas olarak gelişmekte olan ülkelerde üretilen ucuz ürünlerle karşılanmaya başlanmıştır. Aynı zamanda finans sektörü ve ÇUŞ’lerin idareci kesimi giderek zenginleşerek, küreselleşme sürecinde karlı çıkan kesimlerin başında olmuşlardır. Genel anlamda dünya çapında orta kesim denilen kesimde büyük bir erezyon yaşanırken, küçük azınlıklar tüm ülkelerde daha da zenginleşmiş ve başta kırlardan şehirlere göç edenler olmak üzere geniş halk kesimlerinde yoksulluk artmıştır. Gelişmekte olan ülkelerdeki ucuz işgücü sayesinde üretilen ürünlerle karşılanan yoksulların talepleri sosyal patlamaları sınırlayarak kontrol altında tutulmasına olanak sağlamıştır. Buna rağmen, finans sektöründe yapılan spekülasyonlar nedeniyle artan gıda ürünleri fiyatları 2008 yılı içinde 30’dan fazla ülkede isyanlara neden olunca zengin ülkeler acil olarak Roma’da FAO bünyesinde toplanarak bu konu üzerinde görüşmeler yaparak bazı acil önlemler almak üzere anlaşmışlardır. 2. küreselleşme dönemininde uygulanan ekonomi politikaları gelir dağılımını yoksullar aleyhine bozarken, kıt enerji kaynaklarının da fütürsüzca tüketilmesine neden olmuş ve doğanın tahribatını derinleştirmiştir. 2008 yazında patlayan krizin etkilerini azaltmak ve zenginlerin zararlarını halklara ödetmek için hükümetler 4 trilyon dolarlık önlemler paketlerini uygulamaya sokmuşlardır. Yani dünyada üretilen GSMH’nın yaklaşık % 7,5 finans sektöründe başlayan ekonomik krize neden olan banka ve diğer finans kuruluşlarının iflaslarına engel olmak için seferber edilmiştir. Ama en yoksul ülkelere yardım amacıyla BM tarafından başlatılan kampanya ya yapılan yardım miktarı ise 15 milyar dolarda kalmıştır. Kriz koşullarında hükümetler ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlamışlar ve neo liberal politikalar yerine korumacı ekonomi politikaları uygulamaya başlamışlardır. Bu politikaların derinlaştirilmasi durumunda çatışmalı bir sürece girilecek ve dünya üzerinde çok yıkıcı etkilere neden olacaktır. Krizin diğer bir boyutu ise sermayenin yeniden üretiminde lokomotif rolü oynayacak bir sektörün halen başat olamamasıdır. Daha önceki dönemde ekonomik büyümede lokomotif olan otomobil sektörü yerine sermayeyi spekülasyon alnında üretime çekecek derecede karlı bir sektör oluşmadığından finans alanındaki sağlıksız büyümenin neden olduğu kriz sistemi tehdit eder boyutlara tırmanma eğilimine sahiptir. Bu tehditlere rağmen, metamorfoz halindeki sistemi etkileme gücü halen ulus devletlerde bulunmaktadır. Krizin sonucunda mevcut yapıdan nasıl çıkalacağını şimdiden tahmin etmek güç olmasına rağmen, örgütsüz olan yoksulların bu süreçten zararlı çıkacaklarını tahmin edilmektedir. Yani karar alma mekanizmalarını etkileyemeyen atomize edilmiş örgütlü olmayan çalışan yoksul kesimlere ödetilecek olan zenginlerin krizi sistemi dahada adaletsiz hale getirerek gelecekte yoğun ve derin mücadelelere sahne olacak bir dönemi doğurması olasıdır. Ahmet ALİM France, 30 kasım 2008