Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 19 October 2009

Devlet İstedi, Öcalan Çağırdı

Xalis Açar

[email protected]

Açılım tartışmaları TC Başbakanının Irak ziyareti, Suriye ile sınırların açılması Ermeni protokolünün imzalanması ve Öcalan'ın son basın açıklaması ile yeni bir tartışma ve gelişmeye evirilmiş durumda. ABD ve Avrupa'nın bölgedeki enerji kaynaklarının kontrolü. ABD`nin Irak'tan askeri gücünün çekilmesi ve yerine güçlü bir ileri karakol olarak Türkiye'nin ve Türkiye ile bağlaşık bir şekilde Güney Kürdistan yönetiminin konumlandırılması çabaları somut sonuçlarını vermeye başladı. TC özellikle ABD`nin bölgedeki ileri karakolu olma yolunda ona biçilen rolünü iyi kavramış gözüküyor. TC başbakanının komşularla sıfır çözüm vurgulaması her ne kadar bir değişim olarak gözükse de bu iktidarın demokratikleşme hevesi ya da isteğinden ziyade, bölgede sorunsuz bir ileri karakol isteyen başta ABD olmak üzere AB`nin dayatmasıdır.

Süreç tasarlandığından da hızlı yürüyor. ABD`nin uzun süre önce planladığı bölge politikaları Türkiye tarafından harfiyen yerine getiriliyor. Bütün bunlar olurken İktidar partisi başkanı Erdoğan Wan minut shovuyla bölgedeki Arap ülkeleri nezdinde kazandığı popülaritesini korumak amaçlı özellikle İsrail'e karşı bir iki popülist çıkış yapmadan da duramıyor. Son günlerde TRT`de yayınlanan bir dizi ve Konya'daki tatbikatta İsrail'e yer verilmemesi, göreceli olarak Türk İsrail ilişkilerinde yapay bir gerginlik yaratmış gibi gözükse de özünde TC`nın Arap ülkelerine dağıttığı bir mavi boncuk olarak yorumlanabilir.

Kuşku yok ki niyet ne olursa olsun, bölgede yaşanan bu gelişmelere olumlu bakıyoruz. Özellikle Suriye sınırının açılması ve Kürdistan'ın iki yakası arasındaki sınırların fiili olarak ortadan kalkması önemli bir olgudur. Süreç benzer bir olgunun Kuzey ve Güney Kürdistan sınırının da bu temelde açılmasını dayatacaktır.

Bölgede güçlü ve sorunsuz bir ileri karakolun konumlanması sürecinde elbette en önemli ve dinamik güç Kürdlerdir. Sorunlu bir Türkiye ileri karakol işlevini rahatlıkla hayata geçiremeyeceği gibi, bölgede enerji kaynaklarının kontrolü de Kürdlere rağmen sağlanamaz. Bu noktada Kürd Açılımı olarak adlandırılan süreç özünde PKK`nın tasfiyesi ve silahlı gücün kontrol dışı faaliyetlerinin sınırlandırılmasıdır.

PKK`nın tasfiyesi noktasında Devlet Öcalan kozunu iyi oynuyor. Tamamen devletin güdümünde olan Öcalan, ona dikte ettirilen politikaları sürece yayarak uyumlu bir şekilde hayata geçiriyor.

Bağımsızlık çizgisinden Osmanlıcılık noktasına getirdiği son yüzyılın en büyük bağımsızlıkçı gerilla hareketini gelinen noktada devlete tamamen biat eden ve af dileyen güç konumuna düşüren Öcalan; PKK ve onunla eşgüdüm içinde hareket eden legal uzantıları içindeki göreceli olarak sürece muhalefet edebilecek kesimleri susturmak noktasında dönem dönem tehditler ve malum uyarılarını da yapmadan duramıyor. PKK içinde Devletin İmralı'ya verdiği rolün uygulanmasına muhalif olan sesler bir bir susturuluyor. KCK tutuklanmaları. DTP kapatma davasının yeniden gündeme oturtulması bu susturmanın ayrıntıları olarak görülebilir.

Yine Öcalan'ın “açılım“ sürecinde çizdiği zikzaklar; “muhatabım, muhatap değilim, DTP ile görüşsünler, Kandil ile görüşsünler, akil adamlar, aydınlar muhatap olsun, savaş tırmanır, gerilla konumlanmasını güçlendirmeli ve katılım artırılmalı “ vs gibi açıklamalar, İmralı'dan atış serbest misali her hafta yapılırken, satır aralarında DTP'liler akıllı olsun, çok konuşmasın. PKK'liden çok PKK'li olmasınlar. Desteğimi çekerim gibi mesajlarla etkisizleştirmeler ortadadır. Öyle ki son DTP kongresinde ve sonrasında görüleceği gibi DTP büyük oranda “açılım“ sürecinin dışında tutulmuştur.

Öcalan'ın devlet ve tabii derin devlet ile ilişkileri açıktır ki, bu satırların yazarı ve daha bir çok değerli Kürd aydını bu ilişkileri defalarca ileri sürmüş ve kanıtlamıştır. Bu ilişkiler açığa çıkarıldıkça, Öcalan bunları kabul etmek zorunda kalmıştır. Şam'daki komşusu Albay Hasan Atilla Uğur ile ilişkilerini tam 14 yıl sonra kabul etmek zorunda kalmıştır. Hatırlanacağı gibi, o ilişkiyi biz bu sütunda deşifre etmiştik ve akabinde Öcalan bunu kabul etmişti.

Yine Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in Eski MİT müsteşar yardımcısı Cevat Öneş'le yaptığı söyleşide Öneş`in evet Mit ve devlet sürekli Öcalan ile ilişkide olmuştur yönlü açıklamasının ardından Öcalan evet 1992'den beri devletle görüştüm diyor. Ki bizce bu ilişki ta Ankara Tuzlucayır'a, hatta öncesi Öcalan-Perinçek dostluğuna dayanır. ancak 1992 olarak ta kabul edilse bile, bu süreç PKK 3. kongresine tekabül eder ki bu kongre sonrası PKK içinde muhaliflerin katledildiği, tasfiye edildiği ve Öcalan diktatoryasının kurumlaştığı dönemdir. Yine aynı dönem PKK`nin Türkiyelileşme ve bağımsızlıkçı çizgiden vazgeçme(!) sürecidir. 1992-2009 Öcalan eliyle teslimiyet ve Kürdkıran'lık sürecidir.

Devlet şunu net olarak görüyor ve uyguluyor. Öcalan eliyle Kürd hareketini iğdiş edebileceğini ve bu temelde Öcalan'ı sonuna kadar kullanmak iştahını sürdürüyor ve Öcalan`da ona biçilmiş rolü harfiyen yerine getiriyor. Devletin elini güçlü kılmak adına elinden geleni yapıyor ki, bu O'nun zaten görevi.

Son olarak grupların gelip teslim olması çağrısı verilen role uygun bir varyasyondur. Açıktır ki bu çağrıda önceden planlanmış ve hazırlıkları yapılmış bir çağrıdır. Her ne kadar PKK kaynakları buna “barış grubu“ gibi Kürd kitlelerini manipüle etmek amaçlı bir ad taksalar bile devletin vurguladığı gibi bu pişmanlık yasasından yararlanma ve bu temelde dağdan inmenin provasıdır.

Öcalan`in iyi niyet olarak nitelediği ve teslim olmasını önerdiği gruplar ki bizce de iyi niyet grubudur. Ancak bu barış gibi önemli bir kavramın içini dolduracak iyi niyet grubu değil. Planlanan teslimiyet sürecinin işlenmesi noktasında bir iyi niyettir. Bu süreç ve çağrı yeni değildir dedik. Taraf gazetesinde Yasemin Çongar 8 Eylül tarihli yazısında TSK, Mit ve PKK'nin içinde olduğu örtülü bir süreçten ve bu sürecin işletildiğinden söz ediyor ve Ekimde dönüşler olacağını yazıyor. http://www.taraf.com.tr/makale/7297.htm

Yine devlet yetkileri Ekim ayının önemli gelişmelere yol açacağını ısrarla belirtiyorlardı. Erdoğan'ın yaptığı dağdan insin yolunu açacağız, dağa çıkışın yolunu kapatacağız yönlü açıklaması yine aynı dönemi ve çağrıyı işaret ediyor.

Öcalan`in çağrısının hemen akabinde son iki haftada sık sık savaşın tırmanacağından söz eden Kandil kurmayları anında refleks gösterip grupları göndermeye başlıyorlar. Görüleceği gibi çağrı kararı aslında Öcalan'ın değildir. Öcalan burada yaptığı şey, devletin kararını dillendirmektir. Kandil'e düşen de uygulamak. Bu çağrı ve gelecek gurupları; teslimiyet sürecinin bir ön ödemesi olarak isimlendirebiliriz.

Gelen grupların akıbeti ne mi olur.? Son pişmanlık yasasına uygun hatta biraz daha iyileştirilerek bir kısmı bir süre tutuklanır ve sürecin devamı sağlanır.

Sonuç olarak, elbette biz bu Açılım Süreci'ni önemsiyoruz. Kürd halkının demokratik sivil mücadele sahasında tıkanmış bütün nefes borularının açılması, olabildiğince haklarına kavuşması, uluslararsı konjonktürde gün geçtikçe önemli bir aktör haline gelen halkımızın özgürleşme ve birlik mücadelesinin yeni bir sürece evirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bin yıllık özgürleşme mücadelesi gelinen noktada yeni çıkışlara ve örgütlülüklere ihtiyaç duyuyor. Belirtmek gerekir ki bu süreç bire bir Kürdlerin iradesi dâhilinde gelişmemiştir. Dolayısıyla Kürde düşen iradesi dışında gelişmezse de bu sürecin dışında değil, tam odağında olmak ve süreci olabildiğince kendi lehine evirmektir.

Biz bazı yazar ve yurtseverlerin dillendirdiği gibi, PKK silah bırakmamalıdır. PKK ve gerilla Kuzey Kürdünün sigortasıdır vs gibi argümanlara katılmıyoruz. PKK ve elindeki silah politik duruş ve güdümlü konumu gereği son 10-15 yıllık pratiğiyle Kürd halkına yarardan çok zarar vermiştir. PKK silahlı gücüyle Kürd halkının değil A. Öcalan'ın fedaileri olmuştur. Dolayısıyla gelinen noktada uluslarası dengeler Kürdlerin dünya ve bölge konjonktüründeki konumu Öcalan fedai ordusuna neden ihtiyaç duysun. Yeni binkevirler, Kürd aydınlarını tehdit etmeler ve TSK`nın her elinin zayıfladığında bölgede bir kaç davetkar eylem için mi..?

Kabul etmeliyiz ki süreç bize rağmen işliyor. Gerçek anlamda Kürd`ün içinde olmadığı bir Kürd açılımı süreci söz konusudur ve bu noktada bölük pörçük ses çıkartan Kürd kanaat önderleri, örgüt ve aydınları elbette sürece müdahil olmak durumundadır. Müdahil olmaktan kastımız; AKP açılım yapıyor hadi valizlerimizi hazırlayalım ya da TC başbakanına rica minnet mektupları yazmak değildir elbette. Biz biliyoruz ki, içimizdeki ülkeye dönüş özlemi ancak halkımızın kendi kaderini tayin hakkını kullanması ve kaderi üzerindeki son sözü kendi söyleyerek özgürleştiğinde son bulacaktır.

Not:

Bundan yaklaşık sekiz ay önce bu sütunda sizlere kısa bir veda yazısı yazarak veda etmiştim. Veda yazımda kısaca söyle yazmıştım.

“Her veda, doğası gereği hüzün vericidir; “Veda yazısı“ yazmak da.. Esasen, her an “asıl veda“ kıyısında gezinen bizler için, yaşanan bu ve benzeri ölçekteki her “vedalar“, bu mücadelenin bir sayfasından çıkıp, bir diğer sayfasında yer almaktır.

Nasname`den ayrıldığım için herhangi bir hüzün veya buna sebep olabilecek bir burukluk, bir kırgınlık taşımıyorum. Ben biliyorum ki, Kürd kamuoyuyla ülkemin siz güzel insanlarıyla başka bir mavilikte yeniden bir arada olacağız.“

Gördüm ki gerçek Mavilik Kürdistan ülkesidir ve Kürdistanlı olmak özgürleşmenin mücadelesini vermektir. Dolayısıyla veda yazımı geri alıyorum...

Benim için uzun bir ayrılık oldu. Nasname'den uzak olmak; sekiz ay gibi kısa bir süreç te olsa benim için yaşamımın en zorlu ve uzun dönemi oldu, sıkıntılı ve zorlu günler yaşadım. Politik duruşumdan kaynaklı ve şahsıma yönelik olumsuzluklara birde sağlık problemlerim eklendi, deyim yerindeyse; yaşama karşı mat olmak durumundan kurtulup, kaldığımız yerden devam demeye geldim.

Nasname`de yazan biri olarak uzak durduğum süre gördüm ki yol arkadaşlarım Nasname'nin üstlendiği misyonu daha da geliştirmiş ve geçmişte birlikte yaşadığımız bir yığın sıkıntı arkadaşlarımın yoğun ve ustaca emeğiyle ya ortadan kalkmış, ya da etkisiz hale getirilmiş. Hiç kuşku yok ki, yaşamın her alanında olduğu gibi farklıların bir arada olduğu yerde sorunlar, tartışmalar, eksik anlaşılmalar ve dolayısıyla tıkanmalarda olur. Önemli olan bu tür sorunları ortak akıl ve özveriyle aşabilecek yeteneği gösterebilmektir.

Zorlu bir süreci paylaştığım ve paylaşacağım Nasname`de; geçmiş eksiklerin karşılıklı anlayış ve birbirini geliştiriciliğiyle aşılacağına olan inancım özellikle arkadaşlarımın ben yokken hayata geçirdikleri yenilenme ve nitelikli yöntemleri sonucu ben öncelikle emeği geçen arkadaşlarımın ve tabii siz Özgür Bireyler Topluluğu okurlarının izni ve hoşgörüsüyle, Nasname`ye yeniden merhaba diyorum.

Nasname'den ayrı kaldığım dönem çok sık olmazsa da bir kaç yurtsever Kürd sitesine yazmaya çalıştım ve başta Newroz.com olmak üzere Serwext.com ve Kurdinfo çalışanlarına gösterdikleri saygın ilgilerinden dolayı teşekkür ederim.

18 Ekim 2009

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.