Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 18 Mai 2008

Toplumun yönlendirilip yönetilmesinde ve dolayısıyla da politikada, toplumun herhangi bir konudaki algısı, bazen ilgili olgunun kendisinden de önemli hale gelebiliyor. Kaldı ki ben, aslında konumuzun olgusu olan PKK'nin gerçekten tasfiye edilmek istendiği, istense de askeri yöntemlerle tasfiye edilebileceği kanaatinde değilim. Nitekim, Abdullah Öcalan da, son “Avukat Görüşmesi“ inde “PKK için her zaman bir yol vardır“ diyor. Belli amaçları ve prensipleri olan bir politik hareketin her koşul ve zamanda bir çıkış yolu olduğunu kabul etmek oldukça zordur. Ancak, ulusal politik amaçlarından vazgeçerek, kendi varlığını ve gücünü korumayı amaç edinip kendisini her türlü kullanıma açık bir araç haline getiren ve dolayısıyla da prensipsizleşen PKK için, dünya ve özellikle Ortadoğu'nun mevcut koşullarında ve piyasasında, “Her zaman bir yol vardır“. Bu “yol“ , ulusal talep olarak bir amacı kalmadığı için, aslında politik olarak da gereksizleşen ve fakat onun bunun aleti olarak sürdürülen savaştır. Mevcut koşullarda bu “yol“, sadece ve sadece Kürt hareketinde PKK'ye, PKK'de Apo'ya ve Türkiye'de de Türk egemenlik sistemini vesayetinde bulunduran Ordu'ya yaramaktadır. Bu nedenle “PKK'nin tasfiyesi“ adı altında hızlandırılan savaşla esasen askeri, psikolojik ve politik saldırılarla Kürtlerin ulusal dinamiklerinin tahrip edilmesi amaçlanıyor, parçalar arası çelişkiler derinleştiriliyor, Kürtlerin parçalar arasında biribirleriyle ilgili algıları saptırılıp çarpıtılarak, uluslaşma sürecindeki etkileşimleri tersine çevirilmeye çalışılıyor.

Bu yazımda özellikle, başlıktaki olayımızın şahsında, Kürtlerin kendi yanlışlarının kaynaklık ettiği parçalar-arası olumsuz algılamaların nedenlerine ve ulusal mücadele üzerindeki muhtemel etkilerine değinmeye çalışacağım.

*****

Son haftalarda, yaklaşık 6-7 aydır, ABD'nin organizatörlüğünde Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Güney Kürdistan Federal Yönetimi arasında dolaysız veya dolaylı olarak süren ve geçen süre içindeki gelişmelerle hayli yol almış bulunan “PKK'nin Tasfiyesi“ konulu gündem, Kuzey Kürdistan'da PKK'nin denetiminde bulunan Demokratik Toplum Partisi'ni (DPT) de sürece katıp ve artık alenileşerek hayli yoğun bir “heyetler“ trafiğine sahne olmaktadır. Anılan yoğunluk, “heyetler“ in trafiği ile de sınırlı değildir: Başta Kandil'deki PKK üsleri olmak üzere, Kürdistan'ın dört parçasında da Kürt halkına karşı politik amaçlı askeri ve psikolojik saldırılar düzenlenmektedir. Bilinçli ve kasıtlı bir biçimde Diyarbakır'ın meskûn alanı üzerinden yeri ve göğü sarsan seslerle sıkça kaldırıp indirilen Türk savaş jetlerinin amacı, sadece Kandil'deki PKK'lileri, Kürtleri ve Kürdistan'ı bombalamak değil; işçisi, köylüsü, esnafı, burjuvası, yurtseveri, korucusu, işbirlikçisi ve itirafçısıyla, istisnasız, her Kürdü psikolojik olarak baskı altına almak ve korkutmaktır.

Bu bakımdan hızlandırılan savaş, aslında “PKK'nin tasfiyesi“ adı altında, Kürtlerin ulusal kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin kendisine karşı sürdürülmekte ve Apo'nun PKK'si buna bahane ve alet edilmektedir. “PKK'nin Tasfiyesi“ kavramını tırnak içinde kullanmamın nedeni budur. Zira sözde PKK'yi tasfiye etmek isteyen aktörlerin, bu tasfiyeye yükledikleri anlamlar ve bununla gerçekleştirmek istedikleri amaçlar çok farklıdır. Bizzat Abdullah Öcalan'ın kendisi, daha bugün yayınlanan son “Avukat Görüşmesi“ inde de artık PKK'nin yekpare bir örgüt olmadığını, başta kendisinin olmak üzere, Türkiye'nin, ABD'nin, Irak'ın, İran'ın, Suriye'nin, ve Güney Kürtleri'nin ve daha başkalarının da farklı “PKK“ leri olduğunu/olacağını tekrarlanmaktadır. Oysa PKK'nin bu hale gelmesinin temel nedeni, Türk egemenlik sisteminin yönlendiriciliğindeki Abdullah Öcalan'ın kendisidir. Zira Abdullah Öcalan, özellikle tesliminden sonraki politikasıyla PKK'yi, ulusal politik amaçlarından büyük çapta saptırıp TC lehine tamamen ehlileştirmiş bulunmaktadır. Böylece Kürt ulusal taleplerinden arındırılıp amaçsızlaştırılan PKK, örgütsel varlığını ve gücünü korumayı biricik amaç haline getirmek; yani aracı amaca dönüştürmek suretiyle başta Kürdistan'ı parçalayan sömürgeciler olmak üzere, ilgili tüm aktörlere adeta birer “PKK“ sunmuş bulunmaktadır. Tüm bunlara karşın, anti-demokratik, aşırı merkeziyetçi ve otoriter örgütsel yapısı nedeniyle PKK'nin politikasının oluşup saptanmasında fazlaca da bir role sahip bulunmayan PKK tabanı, büyük çapta Kürt ve Kürdistan hayalleriyle yüklüdür ve bu nedenle de PKK yöneticilerinin uluslaşma ve devletleşme karşıtı amaçlarına rağmen, Kuzey'de Kürt uluslaşmasının temel dinamiklerinden kitle olarak en genişini ve önemlisini oluşturmaktadır. Ancak başta Abdullah Öcalan'ınkisi olmak üzere PKK'nin farklı bazı kanatları, bu dinamizmin yarattığı enerjiyi, başta TC olmak üzere, diğer sömürgeci devletlerin ve ilgililerin yararına berhava etmektedirler.

İşte “tasfiye“ adı altında Kürt ve Kürdistan'ın temel çıkarlarına karşı açılan savaşa bahane ve alet edilen PKK, böylesi bir örgüttür. Eğer özellikle Kuzey Kürdistan'da oldukça geniş olan PKK tabanının konuya ilişkin algısı olmazsa, böylesi bir örgütün tasfiyesine üzülmek, aklıselim hiçbir Kürde düşmez. Ancak Güneyli Kürtlerin dünkü ve bugünkü yanlışlarıyla daha da beslenip çarpıtılan PKK tabanının “tasfiye“ konusuna ilişkin algısı, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan'da da uluslaşma ve devletleşme mücadelesini büyük çapta olumsuz etkiliyeceğe benzemektedir. Bunu görmek için de özellikle bugünlerde Diyarbakır'da bulunmak ve Güneyli yönetime duyulan öfkeyi duymak ve yaşamak gerekiyor. (Herhalde Abdullah Öcalan'ın son “Avukat Görüşmesi“ nde “PKK her defasında kendisini yeniden üretiyor“ belirlemesinde bu ve benzeri yanlışlarımızın önemli payı olsa gerektir.) Halbuki daha geçen birkaç yılda, PKK, I-KDP ve YNK arasında yaşanan “bahar havası“ dan ötürü, tam tersi bir durum ve algı sözkonusuydu. Ve bu durum/algı, tüm yurtsever Kürtleri sevindiriyor, ulusal mücadelelerine güç veriyor, geleceklerine güven duymalarını sağlıyordu.

Bazı Türk generallerinin de hatıra, yazı veya demeçlerinde itiraf ettikleri gibi, son yirmi yıldaTürkiye'nin teşvik hatta organizesiyle anılan Kürt güçlerden (PKK,I-KDP, YNK) ikisinin birleşerek üçüncüsüne saldırmakla yaşanan ve sıkça ittifak değiştirilerek tekrarlanan o kahredici “brakûji“ döneminin artık geride kaldığı; anılan çatışmalarla çarpıtılıp bozulan parçalar arasındaki uluslaşma algılarının ve dolayısıyla politik süreçlerimizin doğrultulup, uyumlulaştırılıp kurtuluşa kadar böylesine süreceği arzulanıyor, düşünülüyordu. Ancak yaklaşık altı aydır mayalanan ( Konuyla ilgili ilgili daha geniş bilgi için, aşağıda, ilki altı ay önce yayınlanan “PKK'nin Tasfiye Planları ve Kürt Ulusal Hareketi'nin Çıkarı“ ile “PKK'nin Güney Kürdistan'daki Varlığı'nın Misyonu ve Kürt Ulusal Çıkarlar“ başlıklı yazılarıma bakılabilir.) ve son günlerde hızlanan gelişmeler, bu olguyu ve buna ilişkin iyimserliği ortadan kaldıracağa benziyor. Olayların, henüz anılan üç Kürt gücünün kendi aralarında sıcak bir çatışmaya varmamış olması ve taraflarca buna varmıyacağının ifade edilmesi sevindiricidir. Ancak, son zamanlardaki “heyetler tarfiği“ nde, Güneyli Kürtlerin görünen pozisyonu ile Türkiye ve Güney'in en üst düzeydeki yetkililerinin karşılıklı “olumlu“ tutumlarından dolayı biribirlerini aleni demeçlerle kutlamaları ve üstüne üstlük, Türkiye ve İran tarafından Güney Kürdistan'ın topraklarına yönelik olarak gerçekleştirilen kara ve hava operasyonlarının Güneyli yetkililer tarafından kınamaya bile değer görülmemesinin mayalanmaları, Kürt “ulusal hamuru“ nu tekrar ekşitmeye başlamıştır bile... Başta herkesten çok daha geniş olan PKK tabanında olmak üzere, Kuzeyli Kürtler arasında, Güneylilerin zaten bozuk sicilli olan ulusal çıkar anlayış ve perspektifleri çok ciddi bir zan ve sorgu altındadır.

Onyılı aşkındır fiilen ve Saddam Rejim'nin yıkılışı sonrasında da resmen devletleşmiş bulunan Güneyli Kürtler'in, PKK'nin hem genel hem de Güney'deki bu günkü varlığında ve misyonunda günahları çok büyüktür. Ancak bu yazıda, anılan hususun sadece son iki yıllık bölümü üzerinde durulacaktır.

Güney'de Kürdistan Federe Yönetimi'nin egemenliğinde olması gereken ve fakat PKK tarafından “Medya Savunma Alanları“ olarak adlandırıp kendi egemenliğine aldığı bir bölge olduğu biliniyor. PK'nin, Türkiye ve İran'ın resmi devlet sınırlarıyla komşu olan Zap ve Kandil'i kapsayan bu bölgeden, Türkiye ve İran'a karşı porvakatif ve şaibeli oldukları tartışılmaz olan eylemler düzenlediği ve bu eylemlerin anılan devletlerce Kürdistan'ın tüm parçalarına saldırı, zulüm ve baskı dalgasının yükseltilmesinin gerekçesi yapıldığı da biliniyor. Bu dönemin bir kesimi, Güneyliler ile PKK arasındaki “bahar“ dönemiyle örtüşmektedir. Örtüşen sözkonusu dönemde, özellikle I-KDP içinde, PKK'ye ilişkin eleştiriler yasaklanmış, neredeyse dünyaca “terörist“ ilan edilen PKK'nin, terörist olmadığının adeta avukatlığı üstlenilmişti. Anılan dönemde PKK, Güney Kürdistan Hükümeti'nin otoritesini tanımadan, Güney'in dört bir yanında cirit atıyor; örgütleniyor, değişik kılıflarla bürolar açıyor, Kani Yılmaz (Faysal Dumlayıcı) cinayetinde olduğu gibi, muhaliflerine karşı profesyonelce suikastlar düzenleyebiliyordu. Diğer taraftan da PKK, “Medya savunma Alanları“ ndan bugünlerde içinde bulunduğumuz koşulların gerekçesi yapılan provakatif ve şaibeli eylemlerini hızlandırıyordu. Oysa ilişkilerdeki sözde bu bahar dönemi, Güneyli Güçler ile PKK arasında varolan sorunların giderilmesi için diğer ulusal güçlere ve kamuoyuna da açık belli bir eleştiriyel tartışma ve müzakere dönemi olarak değerlendirilebilinirdi. Böyle yapılsaydı eğer, ya sorunlar çözülüp bugünkü durum yaşanmazdı; ya da Kürt hareketi ve kamuoyu nezdinde Güneyli güçlerin pozizyonu daha bir anlayışla karşılanır ve dolayısıyla mevcut durumun algısı da ulusal mücadeleden yana daha bir olumlu olurdu. Ancak izlenen yöntemle taraflar, “bahar“ süresince sanki dostluk ve dayanışmalarını değil, “koz“ larını büyüttüler gibi.

Şu çok iyi bilinmelidir: Türk egemenlik sistemi tarafından red ve inkar edilip ilhak edilmek istenen Kuzey Kürdistan'daki ulusal demokratik mücadele adil, onurlu ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmadıkça, başta devletleştiği için uluslaşma rüzgarları saçan Güney olmak üzere tüm Kürdistan, bölge üzerinde emperyal ve sömürgeci emelleri bulunan Türkiye tarafından rahat bırakılmayacak, tehdit ve saldırılar devam edecektir. Bu nedenle Kürdistan'ın parçaları olarak, biribirimizi “koz“ olarak kullanıp biribirimize ilişkin algılarımızı bozmak, çelişkilerimizi derinleştirmek yerine, belli bir ulusal perspektif çerçevesinde dayanışmak zorundayız. Aksine politikaların ulusal bedeli büyük oldu ve vebali de büyük olacaktır.

Sait Aydoğmuş
17 Mayıs 2008/Diyarbakır

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.