Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 18 March 2008

Türk Askeri Bürokratik Diktatörlüğü uzun yıllardan sonra ilk kez bu kadar sarsılıyor. Devletin her üç temel organında da taşların yerinden oynaması ve çatışması söz konusu... Özgür Kürdistan'a yönelik 21 Şubat' ta startı verilen -pratikte de görüleceği üzere ’ileri karakol' söylemiyle işgal niyeti açığa çıkmış- Türk kara harekâtına karşı, Federe Kürdistan yönetiminin kararlı duruşu ve tepkisi,(*)ABD'nin, Bemerni'de Peşmerge ve sivil halkla, Türk askerinin çatışmasına ramak kaldığını görerek, bunun gibi olası çatışmaları da önlemek üzere, Türk yönetimine verdiği bir ültimatomla 8.günde sona erdirilmiş olması, Türk siyasi hayatında bazı “ilk“ lerin yaşanmasına neden oldu. Siyasi kökü, orduya dayanan, sonra onun yedeğinde ve yönlendirmesinde hareket eden Kemalist CHP ve MHP, ABD'nin tavır almasından hemen sonra kara harekatının bitirilmesini içlerine sindiremedikleri için, Türk Genelkurmayı'na açık güvensizliklerini ilan ederek, sert polemiklere girdiler. Türk Genelkurmayı ise tam bir şuursuzluk içinde bu iki partinin “hainlerden“ daha tahripkâr olduğunu söylemekte gecikmedi.

Türk siyasetindeki diğer bir “ilk“te, hükümet olduktan itibaren orduyla problem yaşayan, muhtıralara ve baskılara maruz kalmış AKP'nin, birdenbire Türk ordusunun bir numaralı hamisi kesilivermesi oldu. Aslında ordu- AKP paslaşması Tezkere süreciyle başlamıştı. Ordu özgür Kürdistan'a sefere çıkınca, bu paslaşma sonucudur ki AKP'de hazır dikkatler askeri harekâttayken, Türban'ı Üniversitelerde serbest bırakan yasayı-MHP'nin desteğiyle- meclisten geçiriverdi.

Harekatın atışma ve gerilimi düşerken, Danıştay'ın “birdenbire aklının başına gelip“ Türban'la ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermesi ve ardından da Yargıtay'ın AKP'yi kapatmak üzere dava açması, ordu-AKP balayının kısa sürmesi olarak okunabilir...

Türk yargısının her iki etkili dairesinin, Yüzde 47'lik bir oyla iktidara gelmiş bir hükümeti bir anda hiçleştirmeye kalkışmaları, hiç de olağan, hukuki bir prosedür ya da girişim olarak algılanamaz.

Fikrimce, bu olaylar, statükoyu korumaya çalışanların düğmeye bastığı bir egemenlik çatışmasıdır. Türk devletinin gerçek sahibi olduğu malum olan Türk Genelkurmayı'nın bu çatışmanın esas aktörlerinden birisi olduğu ise muhakkak gibidir.

Bir tarafta Ergenekon operasyonunun sürdüğü, diğer tarafta ilk kez olarak Türk Genelkurmayı'nın güvenirliğinin masaya yatırıldığı, daha da önemlisi “Kürd sorununun çözümü“nün tartışıldığı bir momentte, hükümet ve yönetim krizini çıkaranların kim (ler) olduğu/olabileceği kendiliğinden anlaşılabilir...

Yanlış bir anlamayı önlemek bakımından şu notu da düşme gereği duyuyorum; Kürd sorununun tartışılması ve “çözüm“ lenmesi konusunda AKP'den pozitif yönde bir beklentimin olmadığının bilinmesini isterim. Son günlerde Kürd sorununun “çözümü“ bağlamında Türkiye'nin askeri önlemlerinin dışında sivil adımlarda atması mesajları veren ABD yetkililerinin –çelişkili, muğlâk – açıklamalarını bir tarafa bırakırsak, ne AKP'nin ne de Türk devletinin Kürd ve Kürdistan ulusal sorununun çözümüyle ilgili demokratik, hakkaniyetli bir anlayışa doğru ilerlemek istediklerine dair her hangi bir işaret görülmemektedir.

Bırakalım Türk devletini ve hükümetini, kendisini Kürd ulusunun tek temsilcisi ve iradesi olarak gösteren KCK ve onun “tartışılmaz önderi“nin “Kürd sorununun çözümü“ adına ifade ettikleri talepler, AB ve ABD'nin isteklerinin bir milim ilerisinde değildir. Bu geri taleplere karşın, Türk devleti, Kürd ulusal kimliğini ve asgari kültürel haklarını kabule bile yanaşmamaktadır. Türk Başbakanı'nın değişik medya organlarında yayınlanan röportaj ve açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, devletin kontrolünde bir Kürdçe TV kanalı ve ekonomik yatırımlar dışında her hangi bir siyasal ve kültürel açılımın sözü dahi edilmemektedir. Kürdçe TV'de ABD ve AB'nin zoruyla, kabul edilmektedir.

Buna karşın, ırkçı resmi ideolojiyi saplantı haline getirenler, Kürd sorununun en alt, en sınırlı düzeyde tartışılmasından bile son derece rahatsız olmaktadırlar. “Pandora'nın kutusu“ bir kez açılırsa, bir daha kapanmayacağı kabusunu yaşıyorlar...

Değil mi ki, Irkçı CHP ve MHP'nin, Türk Genelkurmayına güvensizlik beyanlarının arkasında da ;“Kürd sorununa çözüm isteyen ABD'nin, Türk ordusunu' da bu senaryoya ortak ettiği“ safsatası yatmaktadır. Ümmetçiliği rehber edinen AKP'nin zaten Kürd ulusal sorununu kağıt üstünde bile kabul etmesi mümkün değildir.

Bu bağlamda, Kürdün inkarı ve imhası üzerine kurulu Türk devletinin zayıflaması, kurumlarının çatışması Kürdlerin yararınadır. Türk asker, bürokrat, siyasetçi kesimlerinin İç çatışmaları en azından nasıl bir yönetime, siyasi kültüre sahip olduklarını uygar dünyaya daha somut olarak gösterecektir.

DTP'nin siyasi linçine, aşağılanmasına destek olan ve alkışlayanların, AKP'ye yapılanlara öfkelenmesi, karşı çıkması, genel olarak Türk toplumunun, siyasetçilerinin ve onları temsil eden devletlerinin Kürdlere karşı uyguladığı yasakçılığı, zorbalığı, çifte standartlılığı teşhir etmeye yarayacaktır...

Kürdler, Türk egemenlerinin ve devletçi kesimlerinin çatışmalarında asla taraf olmamalıdırlar. Zira ulusumuza ve onun özgürlük taleplerine karşı, birbirlerinin daimi ittifakçısı ve yardımcısıdırlar. Özel çıkarları nedeniyle birbirleriyle kanlı bıçaklı oldukları anlarda bile, Kürdler söz konusu olunca, aralarındaki her türlü husumeti, çelişki ve çatışmayı bir yana bırakıp, Kürdlerin karşısına dikilmeyi şeref sayarlar...

Dilerim, Kürd yurtseverleri bu kez, bu durumdan halkımız yararına “vazife çıkarırlar.“

(*)Türk ordusunun saldırılarına karşı kendini savunan ve Türk ordusuna karşılık veren KCK, Türk ordusunun geri çekilmesini kendi direnişine bağlama gibi oldukça abartılı bir değerlendirme yaptı. KCK savaşçılarının direndiği elbette doğrudur. Ancak saldırının kapsamı ve Türk ordusunun ateş gücü, teknik olanakları hesaba katıldığı zaman, Türk ordusunun bütün alanlardan topyekûn geri çekilmesini ve harekâtı noktalamasını KCK'nin ZAP alanındaki direnişine bağlamanın gerçekçi olmadığı ortadadır. Varsayalım ki Türk ordusu ZAP alanında zorlandı hatta yenildi. Peki, bütün alanlardan neden çekildi? İstemesi halinde birçok noktada kendine güvenlikli alanlar seçip, tank, top ve uçakların korumasıyla askeri birliklerini mevzilendiremez miydi? Kürdistan'ın kuzeyindeki durumu ortada değil mi? Dağ, bayır, sınır kimin kontrolü ve çizmesi altında?

Yine KCK yöneticileri harekat öncesinde yaptıkları açıklamada, güneye yönelik bir saldırı beklediklerini, bu saldırıyı Türk ordusunun istememesine karşın, ABD-İsrail ve İngiltere tarafından yapılmaya zorlandığını da iddia etmişlerdi... Bu tespitin de ne kadar yanlış ve abartılı olduğu ortaya çıktı ...

Kendisini her olayın, gelişmenin merkezinde gören KCK, öyle bir zafer tablosu ve analizler yapmaktadır ki, onun söyledikleri esas alınırsa, Türk ordusuyla birlikte, ABD'yi, İsrail'i, İngiltere'yi yenilgiye uğrattığını ilan etmek gerekir... Ki, bu durumda, bu kadar güçlü bir KCK'nin Kürdistan'ın kuzeyinde neden kurtarılmış bir bölgesinin olmadığını, Türk ordusunu Kürdistan'ın bir köyünden bile neden söküp atmadığını haklı olarak sormamız gerekecek...

Son bir not: 25.02.2008 tarihli “işgalin kod adi ileri karakol“ sunumlu yazımda, ABD'nin Türk ordusunun askeri harekatına belli rezervler koyduğunu belirtmiş ve “ABD'nin halihazırda Türk ordusunun direkt ve fiilen Federe Kürdistan ordusuyla çatışmasına izin vermeyeceği kesin olsa da, tampon bölgeye vize verip vermeyeceği ise belirsizdir“ değerlendirmesinde bulunmuştum.Hayat bu tespitlerin isabetli olduğunu göstererek, “ABD'nin “tampon bölgeye izin verir mi“ sorumun cevabını da yanıtlamış oldu....ilgili yazının tümüne bakılabilir...

Sedat Günçekti

17 Mart 2008

Rızgarı Online'den Akt.

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.