[b]Işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu
Gönderen: rizgarionline Tarih: 05.12.2008 Saat: 09:50
Katkıda Bulundu rizgarionline
Rizgarî Online/ Türk Genelkurmay`ının ve yargısının baskıları sonucu Kapatılan Nokta Dergisi'nin Yayın Yönetmeni Alper Görmüş, Aktüel Dergisi için kaleme aldığı “Bence Portreler“ köşesinde bu hafta Altan Tan'ı ele aldı.Alper Görmüş'ün yazısının ilgili bölümü: "Ramazan geldi, 1982'nin Temmuz ayı. Oruç tutmak serbest dediler. Benim ortağım ve muhasebecim Bedii Tan oruç tuttu. Bedii'nin orucunun farkına vardılar. Ne yaptılar biliyor musun? Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler. Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hâlâ hatırlarım. Koğuş kapısının önünde, buz kalıbı gibi pat diye betonun üstüne düştü. Yerde yatıyordu.
Bir er ve bir çavuş gardiyan geldi, koğuşa girdiler. Yerde yatan Bedii Bey'in karnına bastılar. Bağırsakları ve böbreği patladı Bedii Bey'in... Bedii Tan öldü, 50 yaşındaydı." (Felat Cemiloğlu, Hasan Cemal'e Diyarbakır Cezaevi'ni anlatıyor).
"Bedii Tan, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu..." (Selim Dindar'ın Radikal'den Neşe Düzel'e verdiği söyleşiden).
Babasını daha 20'li yaşlarının başında, kanının en deli olduğu bir çağda işte böyle kaybetmiş bir Kürdün Türkiye'ye, Türklere, devlete, orduya, bütün siyasetçilere düşman olma "hakkını" reddedebilir misiniz? İşte güç budur: Bu "hakkı" reddetmek ve kalbinde sevgi ve kardeşlikten başka bir şeyin yeşermesine izin vermemek!
Daha iki hafta önce izledim onu televizyondaki bir tartışmada... Beş kişilik katılımcı heyetinden biri de eski bir generaldi. Altan Tan'ın ona "paşam" derkenki hali, gözlerindeki ışıltı ve sesinin tınısı hâlâ belleğimde... Belli ki babasının ölümüne yol açan bir ordunun bu eski mensubuna hiçbir hınç duymuyordu, arzusu onunla da kardeş olmaktı.
Türk basınının gecikmiş keşfi
"Doğu ve Güneydoğu seçmeninin son siyasi tercihinden konuşacaksak, orada pankartı lütfen büyük açalım: Hepimiz uzaylıyız! Bölge insanının 22 Temmuz'da DTP yerine niçin AKP'yi seçtiğini hiç de iyi bilmiyoruz..."
Milliyet'ten Devrim Sevimay, anlamaya değil yönlendirmeye meyilli basınımızın 22 Temmuz seçimlerinden sonraki şaşkın "uzaylı" halini işte böyle resmetmişti. Peki, o şaşkınlık içinde hepimizin ayaklarını kim yere indirebilirdi?
Sevimay, bu soruya da en isabetli cevabı bulmuştu o zaman: "Hangi bilene sorsak parmaklar onu gösterdi... Herkes 'Bu analizi en iyi o yapar' dedi."
Kürşat Bumin, Altan Tan'ın Sevimay'la yaptığı söyleşiyi "dört nala giden bir metin" diye tanımlamıştı. Gerçekten o kadar zihin açıcıydı, o kadar doyurucuydu ki, sanıyorum Türk basınının Altan Tan'ı keşfetmesinin miladı işte bu söyleşidir. Devlette, PKK'da, DTP'de ve İslamcı siyasetlerde aklına yatmayan her şeyi eleştiren bu adam, kalıplarla ve ezberlerle konuşan pozisyoncu entelektüellere hiç benzemiyordu, kendi özlemlerine ve analizlerine dayanarak konuşuyordu. Söyleşideki şu cümleler ise, eski ezberlerle bölgede hala feodalizmin egemen olduğunu ilan eden büyük “sol“ partilerle dalga geçer gibiydi:
“Bu seçimlerin en önemli sonuçlarından biri de bölgedeki aşiret, ağalık, feodalite bitmiştir. Safter Gaydalı Bitlis'ten, Mehmet Tatar Şırnak'tan, Sedat Buçak Urfa'dan, İskender Ertuş Van'dan oy alamamıştır. Hiçbir aile hiçbir partiye binden fazla oy getirememiştir. Bölge artık sınıfsal ve siyasal olarka oturdu. Çünkü bölgede cidd bir yeni orta sınıf oluşuyor. Medyanın bunda rolü büyük. Her köyde internet ve çanak antenler var. O yüzden bu seçimin bölgedeki en büyük ağası kesinlikle ’internet ağ' olmuştur.“
Ona “İslamcı aydın“ diyorlar, bence “dindar aydın“ demek daha doğru. Bir “İslamcı aydın“ şöyle konuşmaz:
“İslamcı kesim Kürt sorununun çok basite indirgiyor. ’Diyarbakır belediyesi Konya belediyesi gibi olursa Kürt sorunu çözülür' diyorlar. Siz bu insanlara aş mı, iş mi diyorsunuz. Yoksa Kürtlük mü? Oysa bunların hepsi bir arada olabilir.“
İTÜ Sözlük'ten “refugee“ şöyle yazmış onun için: “Bazıları konuştuğunda bölücülük yapıyorsun diye susturulduğu konuşmaları o yapınca insan nedense paniğe kapılmıyor. Dinlemek mantıklı geliyor insana“
Ne kadar doğru bir değerlendirme... Boşuna denmemiş “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı...“ diye.
Bu değerlendirmeyi bir nazariyeyle bitirmek istiyorum: Bazıları söylediğinde derhal hamaset gibi algılanabilecek sözler, onun dilinden döküldüğünde bambaşka bir sada veriyor. Şu soru-cevapta olduğu gibi:
“Sizin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı için AK Parti'den adaylığınız konuşuluyordur. Taraf gazetesinde sitem dolu bir yazı yazdınız. Adaylık beklentiniz gerçekleşmediği için mi böyle bir yazı kaleme aldınız?“
“Adaylık beklentisi olan bir insan böyle konuşmaz ve böyle yazılar yazmaz. Adaylık beklentisi olanlar hükümetin hoşuna gidecek sözler söylerler. Ben siyaseti bilmeyen, neyi nerede konuşması gerektiğini hesaplamayan bir kişi de değilim. Bizler şu an çözüm beklentisi içinde olan, Türkiye'nin nasıl bir değişim, dönüşüm yaşayacağını, İttihat ve Terakki'den beri gelen bir geleneğin nasıl değişeceğine kafa yoran insanlarız. Önümüzdeki seçimleri değil, önümüzdeki nesilleri düşünüyoruz.“
[/b]
RO/Akt:Cemil Süphan
Işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların