Direkt zum Inhalt

[url=http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=10527&y=KursatBumin]Politik Ekoloji'ye davet (3)[/url] Pirinç fiyatının kısa sürede ikiye katlanması ve ardından hayatta kalmaları bu besin kaynağına bağlı olan bazı ülkelerde insanların sokaklara dökülmesi, epeydir geri plana itilen “politik ekoloji“ merkezli tartışmaları yeniden ateşledi. “Dünya“dan söz ediyorum haliyle; ülkemizde -maalesef- hâlâ derin bir sessizlik hâkim. Dünkü yazıyı bağlarken değinmiştim: “Türkiye'de 80'li yıllarda, kendilerini Politik Ekoloji'ye yakın hissedenler içinde önemli “İslamcı“ yazarlar da yer alıyordu. Geçen zaman içinde sanki onlar da bu işten soğumuş gibiler.“ Akif Emre'nin gazetemizin dünkü sayında yer alan “Küresel ısınma yeni oryantalizm mi?“ başlıklı yazısı bu gözlemimi haksız çıkaran bir biçimde çıka geldi... Emre'yi size tanıtmaya gerek yok; mutlaka siz de benim gibi bu değerli yazarımızın hemen her zaman özenle kaleme alınmış analizlerinin tiryakisinizdir. Yazarımız dünkü yazısında da, eskiden beri sürdürdüğü çizgisi çerçevesinde okurlarına bir kere daha “İslam'ın önerdiği insan-insan, insan-tabiat, evren ve yaratıcı ilişkisini yok sayan“ bir “uygarlık“ anlayışından uzak durmak gerektiğini hatırlatıyordu. Yani bu çerçevede bugüne kadar yayımladığı kendi yazıları da -yine kendisinin kullandığı bir kavramla- “eko-literatür“ içinde yer alıyor. Ancak buradan sonra Emre'nin önümüzdeki yazısında bayağı yadırgadığım hususlar olduğunu da belirtmeliyim. Bir kere her şeyden önce yazının başlığı: “Küresel ısınma yeni oryantalizm mi?“ Sadece yazının başlığı da değil; başlığın ifade ettiği tespitin yazının hemen tamamında karşımıza çıktığını gözlemliyoruz. Mesela şu tespit: “Hayli kabarık olan bu eko-literatür hiçbir zaman modern hayat tarzını, tüketim alışkanlıklarını sorgulamadı. İnsanlığın ortak mirasını kullanmada, doğayla kurulan ilişkide modern insanın açmazları, aydınlanmayla gelen insan-tabiat ilişkisini ve bunun üzerine inşa edilen sanayi kapitalizmini ve modern medeniyetin değerlerini sorgulamayan küçük eleştirilerden öteye gidemedi.“ Büyük haksızlık doğrusu... Hele de Emre'nin bu şaşırtıcı (kendi) tespitini boşa çıkaracak “literatür“ü tanımamasının imkansız olduğunu hatırlayacak olursak, çok büyük bir haksızlık doğrusu... Bu hususun altını çizmemin nedeni şu: Emre'nin bu şaşırtıcı tespiti niçin yaptığını -gerçekten- bilmiyorum; ama bu yanlış tespitin-gözlemin Emre'nin genç okurlarını yanıltmasını da istemem doğrusu. Bu genç okurların “ekoloji“ye ilişkin Batı çıkışlı eleştirilerin beş para etmez nitelikte olduğunu sanmalarını istemem doğrusu. Oysa (Emre'nin söyleyeceklerimi bilmemesi imkansız), benim içine “politik“ boyutu da katarak tercih ettiğim haliyle “Politik Ekoloji“ adı altında toplanan düşünce sistemi, yazarımızın söylediğinin aksine, “modern hayat tarzı“, “tüketim alışkanlıkları“, doğa-insan ilişkisinde “modern insanın açmazları“, “sanayi kapitalizmi ve modern medeniyetin değerlerinin sorgulanması“ gibi konuları deyim yerinde ise “peynir-ekmek“ gibi tüketmiştir... Bu çerçevede şunu da ekleyebiliriz: İslam dünyasında İslam'ın önerdikleri doğrultusunda modern zamanlarda bu konuda ortaya konan düşünce, Batı çıkışlı bu büyük eleştiri “literatürü“nün yanında -tabii olarak, çünkü “modern medeniyet“ten büyük ölçüde uzaktır- son derece cılızdır. Hatırlayın: -günümüzün Türkiyesi'nden bir örnek verecek olursak- İslam'ın önerdiklerine sarılan pekçok genç “modern hayat tarzı“nın ya da “teknoloji“nin “etik“ planda eleştirisi söz konusu olunca bütün “sakıncalı“ taraflarına rağmen Heidegger okumalarına sarılmıyor mu? Dolayısıyla Batı'yı yekpare bir yapıda anlayıp kimseye haksızlık yapmamak lazım. Emre'nin de belirttiği gibi bugünün “çevre sorunları“nın müsebbibi tabii ki “Batı sanayii“dir. Ama özellikle endüstri devriminden itibaren ortaya çıkan bu sorunlara çok önceden başlayarak dikkat çeken, bu sürecin arkasındaki “akıl“ı ifşa edenler de yine o aynı Batı'dan çıkmadılar mı? İnsanın doğaya hâkim olma isteğini İncil-Tekvin'den başlayarak önce onlar sorgulamadı mı? Rönesans'ı, Aydınlanma'yı yine bu çerçevede önce onlar gözden geçirmedi mi? “Tanrı'nın eseri“ olan doğayı tahrip eden kapitalizme en ağır eleştirileri (mesela John Ruskin) önce onlar dile getirmedi mi? “Doğaya dönüş“ü vazeden Tolstoy ve diğerleri değil miydi? “Tüketim toplumu“ kavramını önce onlar icat etmediler mi? 68 Mayıs'ından itibaren ekoloji ve politikayı bir araya önce onlar getirmedi mi? Kyoto Protokolü bu hareketlerin bastırmasıyla gündemde kalmadı mı? Bu alanda yazan-çizen onlarca-yüzlerce düşünür ve militan boşa mı vakit geçirdi? Mühendislerin “iktidara gelişini“, Galile'nin “İki Dünya sistemi Üzerine Diyaloglar“ına kadar giderek tartışmaya açanlar o diyardan değil miydi? Öyle idi öyle... Bütün bunları benim kadar Emre de biliyordur muhakkak...
CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.