Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 30 August 2008

Masalların Şahı Şahmaran (Saé Moru)

Başta mıyız, sonda mıyız? Şaé Moru masalının sorduğu en temel soru budur. Zaman için bir “başlangıç“ varsa bir “son“ da olmak zorundadır. Öyle denir. Ancak bunu doğrusal bir zaman algısını kabul eden “modern zaman“ kavramı zorunlu kılar... Oysa kadim diller ve kültürler bu konuda farklı bir bakış açısına sahiptirler... Zaman ve oluş daireseldir; devran döner ve malik halq eder. Bu durum bizi tarih-tekerrür yanlış yorumunu da mecbur kılmaz... Çünkü dönen zaman sanıldığının aksine hep aynı güzergahta dönmez; her dönüş aynı zamanda bir üste sıçramadır. Ve zamanın döngüsü hep ileri giden bir doğru değil, hep yukarı dönen bir spiraldir.

Temelde ay'ın dünya ile ve ikisinin de güneş'le olan döngüsel hareket birliğini taklit eden bu zaman algısı; bir çok dilde hala canlı şahitlerini yaşatmaktadır. Bir çok dilde gezegen adı olan ay ile zaman birimi olarak ay ya da gün güneş ortaklıkları hala canlıdır. Zazaca'da da zaman birimi ve gezegen adı olarak “ay“, “asme“dir; gün, güneş; roz, rost vb. şeklindedir. Bunun dışında zaman birimleri içinde en büyük dengesel birimi temsil eden yıl ise “sere“dir. Zazaca'da “seré ama seré seri“, “bir yıl tamamlandı“ anlamında söylenir. Ve bu ifade kelime kelime şöyle çevrilebilir; yıl yılın üstüne geldi. Burada üst kelimesi de “ser“dir. yani bir yılın tamamlanması aynı zamanda uçların üst üste gelmesi (çember) ve yukarı/üste çıkmayı (spiral) içerir. Aynı etimolojik kökten “sur“ (dönüm, çember), saré (baş), gibi sözcükleri de "sere" (yıl), "ser" (üst), "sare" (baş), "sur" (çember), "sır" (kapsayıcı töz)kelimeleri de ortak etimolojik kökten gelen sözcüklerdir.

Bu durum bizi başla-sonun birleşmesini zorunlu kılan bir döngüsellik ve sıçrama algısına mecbur eder. Şaé Moru masalında her ölüm bir doğuma, her son bir başlangıca, her gidiş bir gelişe bağlanarak sonsuz daireler sistemi kurulur. Masaldaki mükemmel kurgusallık ve yapı taşları arasındaki mükemmel düşünülmüşlük bütün birimleri birbirinden bağımsız ancak birbirine mecbur hikayeler olarak sabitler...

Şahmaran masalı başladığı yerde biter. Ancak her Şahmaran versiyonu bize bunu anlatamaz; çünkü her Şahmaran anlatıcısı/ yazıcısı da bunu bilmez.
Genel olarak yılan sembolü ölümsüzlük, sonsuzluk simgesi olarak zaman içinde binlerce yıl geriye giden bir derinlikten ve mekan olarak Hint'ten İran'a, Anadolu'dan bütün Avrupa'ya kadar çok geniş bir alanda yayılmış çok köklü bir figürdür.

Yazılı gelenek üzerinden baktığımızda daha insanlık aleminin ilk yazılı metni olarak elimizde duran Gılgames'da karşımıza çıkar. Ölümsüzlük ardında uzun ve zorlu yolculuklara çıkan Gılgames sonunda denizler ortasında uzak bir adada yaşayan ve ölümsüzlüğü bilen tek insan olan Utnapistin'i bulur. Ancak Utnapistin tanrıların kendisine bahşettiği ölümsüzlük otunu, onların iradesi dışında kimseye vermez. Ölümsüzlük tanrılara mahsustur; insan işi değildir. Ancak Utnapistin bir teselli ödülü olarak gençlik otunu Gılgames'e verir. Gılgames ise ardında bütün ömrünü harcadığı gençlik otuyla dönerken, bir deniz kıyısında verdiği molada, otu denizden gelen bir yılan kaptırır ve kaybeder.

Ayrıca tek tanrılı dinlerin kutsal kitabı olarak elimizde bulunan Tevrat'ta da yılan benzer bir ilişkiyle karşımıza çıkar. Allah'ın yarattığı bütün kır hayvanlarının en hilekarı olan yılanın kandırmasıyla Havva ve Adem bilginin meyvesi olan elmayı yerler. Tanrı “ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki ölmeyesiniz“ demiştir. Ancak yılan “katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız“ diyerek Havva ve Adem'i ikna eder. Nitekim elmayı yiyen Havva ve Adem'in ilk fark ettikleri çıplaklıkları ve cinsellikleri olur. Ve ikisi de bu yasağı çiğnedikleri için cezalandırılarak Cennet'ten atılırlar; hayat, ölüm ve zaman bu atılmayla başlar.

Ayrıca Tevrat'ta da Adem ile Havva'nın cinsel birleşmeleri her defasında “Adem Havva'yı bildi“ ifadesiyle dile getirilir. Orijinal Tevrat terminolojisinden Türkçe'ye de birebir, bu şekilde çevrilen bu ayrıntı dikkat çekicidir.

Elmanın yenilmesiyle ilk “bilinen“ çıplaklık olmuş, Havva ve Adem örtünme ihtiyacı duymuşlardır. Ve her cinsel birleşme de bilmek fiiliyle söylenmiştir. Bu ayrıntıları, bu şekilde not ederek Şahmaran'ın geniş insanlık tarihinin yazılı ve sözlü kaynaklarındaki yaygınlığına dönersek, Almanca yayınlanmış ayrı ayrı büyük mitoloji ve semboller sözlüklerinden de birkaç örnek verebiliriz. “Uroboros“ adıyla sonsuz zamanın, ölümsüzlüğün ve bütünlüğü kapsayan birliğin sembolü olarak anlatılır. Ve Mezopotamya'dan Mısır'a, İran'dan Çin'e, Anadolu'dan bütün Helen ve Avrupa dünyasına kadar yaygınlaşmış bu sembolü, kuyruğunu başıyla birleştirerek bir çember oluşturan yılanla veya altı balık üstü kuştan oluşan bir dairesellikle örnekler (Lexikon der symbole)

Dahası, sonsuz zamanın döngüsünü on iki burç ve bütün iyi-kötü tanrısallıkları sembolize eden yedi gezegeni de bir kapsayıcılıkla yine kuyruğunu ağzına alarak bir dairesellik oluşturan yılanla sembolize eder. Bütün bu içeriğiyle, yani ölümsüzlük ve sonsuzluk manasıyla, yılan aynı zamanda bir güç sembolü olarak da karşımıza çıkar. Eski Sümer ve Akad medeniyetlerinden kalan duvar resimlerine, kabartma buluntularına göre bütün zorlukları aşan Gılgames'in bir elinde yılan ve sağ kolunun altında da bir aslan resmedilir. Tevrat'ta da, Musa da kendi tanrısına inanmayan firavuna karşı elindeki asasını istediğinde yılan dönüştürerek bütün büyücüleri çaresiz bırakacak bir güçle donatılır.

Hint mitolojisinde dünyanın/evrenin kurgusunu sembolize eden “Mari Dağı“ da önemli bir sembol olarak dikkat çekicidir. Burada en altta kaplumbağa, onun üstünde filler vb. şeklinde üst üste kurulan alemler yine kuyruğunu ağzına alarak hepsini kapsayan bir yılanla mühürlenmiştir (Kültürlerde Şahmaran s.40). Böylece yılan bütün “oluş“u kapsayan ya da oluşun gerçekleşmesini sağlayan mekanı ve zamanı hem mümkün kılan hem de sonsuzluk döngüsü içerisinde sürekliliğini sağlayan bir çember olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğrusu yılanla sembolize eden bütün bu içerikleri insanlık aleminin derin ve geniş kültürler tarihi içindeki bütün örnekleriyle tespit etmek bu yazını sınırlarını çok zorlar. Ancak elimizdeki metnin içeriğini irdelememizde bu kadarı da yeter... Buraya kadar ifade edilen biçimiyle yılan ve yılan bağlı sembol ve manalar bütünü şöyle sıralanabilir:

Yılan
Kuş-Balık
Bilmek
Cinsel Birleşme
Ölümsüzlük
Sonsuz Döngü

Şahmaran Masalının, Zazaca üzerinden Dersim'de derlenen bu versiyonu ile ilgili çözümlemelerimize geçmeden önce, yukarıda kısaca değindiğimiz sembollere Dersim kültür ortamı ve Zazaca üzerinden bakmak da oldukça dikkat çekici sonuçlar açığa çıkaracaktır. Çünkü Dersim'de inanç-ibadet biçimlerinden düğünlere, cem-cemaat tarzından masallara kadar bütün sosyal-kültürel hayat ile Zazaca dilinin imkanları birbirinden ayrılmaz bir bütünlükle karşımıza çıkmaktadır.

Zazaca'da yılan mor'dur. Ölüm merdene aynı zamanda “mor“ mühür'dür. Ve mühürlemek bir şeyi daire içine almak, kapatmak manasındadır. Örneğin evli kadın “ceruya mari“dir; ve adam “mordem“dir; yani sayılı kişi mührün demini/hükmünü süren anlamındadır. Yine “mird“ doymuş demektir; yani sınıra gelmiş, dolmuş, tamamlanmış manasında. Türkçe'de de kullandığımız “murad“kelimesi de nihayete ermeyi, tamamlanmayı söyler. “Elma da bir murad“dır, ifadesi de bunu söyler.

Şah kelimesi ise Zazaca'daki telaffuzuyla “şaé“ tanrının adlarından biridir. Ve yine birliği, bütünlüğü sembolize eder. (bir çok kadın ve erkek adında da ön isim olarak karşımıza çıkar; “Sa Haydar, Sa Xanime, Sa Seneme, Sa Xidir gibi...) Aynı zamanda elma da sae'dir ve birlik bütünlük anlaşma ve karara varma gibi manalarda sosyal-kültürel hayatta başka hiçbir sembolde görülemeyecek kadar zengin ve işlevseldir.

Dersim'de düğüne ya da herhangi önemli bir toplantıya davetiye yerine de “elma“ gönderilir. Düğünün ikinci günü, gelinin damat evine getirilmesi sırasında damat tarafından gelinin başına elma atılır. Murad, tamamlanma, birleşme sembolü olarak, ayrıca “kararımdan dönmeyeceğim“ manasında elma üzerine yemin edilir ve Muhammed ile Ali'nin birliğinin sembolü olarak elmadan bahsedilir. Birliğin meyvesi olarak “elma“ Zazaca'nın etimolojik imkanlarına bakılacak olursa dil içinde de benzer fonksiyonlarla karşımıza çıkmaktadır. Zazaca'da aramak, yoklamak; “sae kerdene“dir. Sevinmek ise “sa biyene“.

Evet, Havva ile Adem yasak elmayı yiyerek aramış, yoklamış ve bulduklarına sevinmişlerdir. Düğünde gelinin başına atılan elma “artık aramayacağım, eşimi buldum“ manasında Havva'nın Adem'le yediği elmaya da işaret eder. Ayrıca bilginin meyvesi elma Türkçe'de de kullandığımız “sanmak, zannetmek, sanki“ sözcüklerinde de karşımıza çıkar. Bu sözcükler Zazaca'da da “sae ke, sayke, zanitene“ şeklindedir. Ve elma (sae), köküyle de akrabadırlar.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Tevrat'ta da elmayı yiyen Havva ve Adem'in ilk bildikleri cinsellikleridir; ve Tevrat terminolojisinde birleşme bilmek fiiliyle söylenir. Zazaca'da cinsel birleşme, doğum (tohum), çoğalmak, bilmek ve dil şaşırtıcı bir tamamlayıcılıkla aynı kökte dururlar. Zazaca'da “manga za“, “inek doğurdu“ anlamındadır. “Zewez“ evlenmek, “zama“ damat, “zeyiye“ elti, “azew“ evlenmemiş-bekar anlamındadır. Farsça'da “oğlu“ anlamında isimlerde kullanılan “zade“, Zazaca'da sadece “za“ olarak vardır; Biraza (erkek kardeşten olan yeğen), Wereza (kız kardeşten olan yeğen), Dereza (aynı deden olanlar, hısım akraba) manalarındadır. Yine “be je mi be“ ifadesi kibarca cinsel birleşme davetidir; “benim gibi ol, benimle birleş“ manasındadır. “Zede“ (Jede) çok, “jediaene“ ise çoğalmak manasındadır. Ve bütün bunların kökü ise “zu/ju“ yani bir'dir; birleşme kökünden çıkarlar. Ve çokluk (jede)nin kökü bir (zu)dur. Çünkü çoğalma, bölünme üzerinden bir'in kendi gibilerini üretmesine dayanır. Zaten yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi Zazaca'da “gibi“ ifadesi je/zu yani bir kökünden türer.

Bilmek ise zanitene'dir. ve bilmenin aracı dil'dir. Dil ise “zon“ (bazı ağızlarda daha da açık olarak zu) şeklinde telaffuz edilir. Ve herkesin üzerinde birleştiği bir bilgiyi temsil eder. “İnsan zon sero zaneno“; yani insan dil üzerinden bilir ve isimler keyfiyetle değil bir bilgi'ye dayanılarak konulmuştur. Dil de böyle oluşmuştur.

Bu durumda kavram ve sembollerimizi kısaca özetleyerek masalımıza başlayabiliriz. Evet, Şahmaran Masalında da mükemmel bir kurgusallık ve düşünülmüşlükle karşımıza çıkan kavram ve semboller şöyledir:

ŞAE ŞAH
SAE ELMA
ZU BİR
ZANİTENE BİLMEK
ZON DİL
ZA DOĞUM
ZEDİAENE ÇOĞALMAK
JE/ZE GİBİ

Burada birlik ve çokluğun aynı kökten geldiği özel bir dikkate değer.

MOR YILAN; MÜHÜR
MİR İDARECİ; YÖNETİCİ
MERDENE ÖLÜM
MIRD TOK/DOYMUŞ
MURAD TAMAMLANMIŞ; NİYETİNE ERMİŞ
MORDENE SAYMAK
MORDEM ADAM

Peki biz ne arıyoruz? Yukarıda ne kadar derin bir zaman ve geniş bir coğrafya üzerine yayıldığına işaret ettiğimiz, bugüne kadar belki yüzlerce dil ve lehçe üzerinden belki binlerce kez yazılmış, on binlerce kez anlatılmış; yeni yeni versiyonlarla dallanıp budaklanmış, belki zenginleşmiş ama bilen-bilmeyen pek çok insanın müdahaleleriyle gittikçe izleri, incelikleri kaybolmuş bir masalın ayrıntılarında, ne arıyoruz? Gılgames'ten bugünün, yani bilgi ve iletişim çağı olarak insanlığın doruğu kabul edilen post-modern çağın yazarlarına kadar bir çok esere ilham kaynağı olmuş bu masalın ayrıntılarında bilinmedik, keşfedilmedik hangi sırrı arıyoruz?

Bu dillerin ve kültürlerin beş bin yıllık Gılgames destanından ya da üç bin yıllık Tevrat'tan habersizlikleri çok makul görünmediğine göre hangi cesaretle bu kaynakların karşısına bu on sayfalık metinle çıkıyoruz? Hem de Dersim'de, bir dağ başında, belki birkaç haneden oluşan bir mezrada, birkaç saat içinde anlatılmış-kaydedilmiş üstelik bugüne kadar “yazı“ geleneğine duyarsız kalmış bir dil üzerinden aktarılan bir versiyonun ayrıntılarında... Acaba bu versiyon Tevrat'ta karanlık kalan bazı ayrıntılara ışık tutamaz mı? Gılgames'i anlamamızda yol açıcı olamaz mı? Bu yaklaşım bugünün insanına saçmalık derecesinde imkansız gelecektir. Beş bin yıllık bir yazılı belgenin karşısında tüm bu zaman boyunca kuşaktan kuşağa sözlü aktarılmış ve henüz dün kaydedilmiş/yazıya geçirilmiş bir örnekle çıkmak; üç bin yıllık Tevrat'ı bir masalla aydınlatmaya çalışmak... Akıl karı gibi görünmüyor. Ancak mümkündür... İddia şudur: Kuran, İncil, Tevrat geleneği temelde Gılgames'e kadar uzanan bir cevaplar dünyası üzerinde yükselir. Gılgames ise Şahmaran Masalını belli bir dönemde yaşamış bir kral ya da kahraman ölümsüzlüğe şahsında yeniden yazılmasıdır. Dahası ölüm ve ölümsüzlüğe cevap arayan içeriği ve bu macerayı anlatırken kullandığı sembollerle Gılgames destanı kendi devrinin kutsak kitabıdır ve kökleri Şahmaran Masalındadır. Kendi döneminde çocuklara masal niyeti ile yazılmamıştır; güzel, değerli bir edebiyat ürününü sabitlemek, korumak niyetiyle de yazılmamıştır. İnsanın kendi oluşuna ve şahit olduğu alemi algılayışına ilişkin cevabıdır.

Burada anlatılan versiyonla Şahmaran ise bize bu cevabın sembol ve kavram dünyasını anlaşılır kılan, kurgusallığında her şeyi yerli yerine oturtan, en azından bu konuda kendince bir bakış açısı ortaya koyabilen bir kök-masaldır. İddiamız budur ve şimdiye kadar kısaca değindiğimiz veriler ışığında elimizdeki metni değerlendirmek bu iddianın temellerini açığa çıkaracaktır.

Evet Şaé Moru Masalı başladığı yerde biter ve her versiyon bize bunu söyleyemez. Elimizdeki metin “Şahmaran belki de Lokman Hekim'in oğludur“ diye başlar. Ve daha başta Lokman Hekim ölür ve oğlu doğar. Ancak oğlu “Camisan“dır. Şahmaran ve bütün masal bu karmaşık durumu mümkün kılmak üzere kurgulanmıştır ve başlangıç adlında sondur.

Hayatla ilgili bilgimizin sembolü Lokman Hekim de ölüme yenilmiştir. Tam da ölüme çare bulacakken bütün bilgisini taşıyan kitabı Cebrail'in kanatlarıyla yarattığı rüzgarlara kapılıp sulara gömülmüştür. Lokman Hekim cevap ararken ırmağın kıyısına gider ve bütün bilgileri de ırmağa gider... Balık bilir... Bilmezse halik bilir, bilgi sudan gelir ve suyla gider. Ölümsüzlük insanın karı değildir; tanrının işine müdahaledir ve bu durum tanrının elçisi sıfatıyla bu dünyanın düzenini sağlayan peygambere ayandır... Hiç bir şey “peygamberin aydınlığından“ saklı tutulamaz. Çünkü Muhammed güneştir. Dersim dualarında güneşin doğuşunu ve batışını selamlayan dualarda hep Muhammed geçer; çünkü Muhammed güneş, Ali aydır. Lokman Hekim hayatla ilgili bilgilerinin doruğuna gelmiş, ölümle ilgili sırrın sınırında, son kalan üç yapraklı kitabıyla başa dönmüştür. Bu yüzden bu üç yapraklı emanetinin doğacak olan oğlu gelip isteye kadar gizlemek üzere karısına teslim eder ve ölür. Lokma Hekim ölür ve Camişan doğar. Bundan sonrası Camişan'ın hikayesidir. Odun toplayan Camişan'ın bir tesadüf sonucu bal küpünü bulması Şahmaran'ın sarayına çıkan yolculuğunun da başlangıcı ya da kapısı olur.

Burada “bal“ evrensel töze dönüşün sembolü olarak ölümü ve aynı zamanda da yeni hayatın çıkışını temsil eder. Zazaca'da “hemgen“ bal manasındadır. Kürtçesi hingiv, Almancası honig'dir. Zazaca'daki sözcüğün etimolojisi bütün bu akraba isimleri anlamamıza yol açıcı olacaktır. “Hem“ ön eki Zazaca'da dahil bütün İrani dillerde “aynılık“ anlamı verir. Türkçe'de de kullandığımız hem-cins, hem-fikir gibi sözcüklerde olduğu gibi... “Gen“ ise temel yapı taşı, birim anlamlarında batı dilleri üzerinden tanıdığımız gendir. Kelime “gon“ (kan) ve yine Türkçe'de kullandığımız can kelimeleriyle aynıdır. Etimolojik anlama can kandan gelir... “Hemgen“ taşıdığı mana itibariyle batı dillerinden tanıdığımız “homojen“; aynı genlerden kurulmuş, her tarafı aynı olan anlamındadır. Ayrıca semboller sözlüğüne göre de (bir çok kültürde bal ölüler için adak olarak kullanılır ve doğa üstü varlıkların, devlerin, canavarların yemeğidir) ruhsal arınmayı temsil eder.

Bu durumda Camişan bal küpünü bularak ölümle hayat arasındaki kapıyı açmıştır ve yerin yedi kat altındaki karanlık ölüm diyarına yolculuğu başlamıştır. Camişan Şahmaran'a aydınlık dünyaya dönüş arzusunu söyler. Ve bu noktadan sonra Şahmaran'ın ağzından Belqiya'nın hikayesine geçilerek masal içinde masal anlatılır, ayrı bir zaman durumuna geçilmiştir. Dahası birbiri içinde sürekli dairesellikler kurarak kat kat açılan masala farklı bir zaman boyutu daha eklenerek hikayedeki dairesellik başlangıç ve son döngüselliği daha da karmaşıklaşır. Camişan'ın hikayesi Belqiya'nınkiyle karışır ve kaderleri birleşir. Camişan'ın aydınlık dünya arzusu Belgiqa'nın Muhammedin yüzü arzularıyla örtüşür. Böylece masalın sonunu söyleyerek yapılan başlangıç ya da Belqiya'nın bir zamanlar olmuş hikayesini anlatmaya başlamak masal içinde sondan başa doğru yürüyen bir zaman algısı yanında anlatıcı Şahmaran ve dinleyen Camişan'ın hikayesiyle de baştan sona doğru akmaya başlar. Böylece iki ayrı ve zıt yönlerdeki zaman akışları iç içe geçer. Artık Belqiya'nın hikayesini daha uzun sabır sınavlarıyla karşılaşan Camişan aslında kendi hikayesini dinlemektedir. Belqiya'nın Muhammed'in yüzü, Muhammed'in adı arzusuyla başlayan, zorlu sınavlara dolu yolculuğu Şahmaran'ın sarayına uğramış, onun tarif etmesiyle beyaz ve kara koç çarpışmasıyla umutlanmış ancak yanlışlıkla kara koça binmesi dolayısıyla yedi kat daha yerin altına gitmiş, yıllarca bir ağaya hizmet etmiş ve ancak zümrüdü anka kuşunun yavrularını kurtarmasına karşılık aydınlık dünyaya ulaşabilmiştir. Bu noktada da Belqiya'nın masalının bitmemesi aydınlık dünya arzusunun Muhammedin yüzü arzusuyla sadece bu dünyaya ulaşmakla sınırlı olmayıp daha çok bir bilme, aydınlanma arzusu olduğu anlaşılır ve Belqiya'nın yolculuğu devam eder.

Sultan Süleyman'ın mührüne ulaşmak isteyen bir hoca vardır. Eğer Belgiya ile güçlerini, bilgilerini birleştirirlerse Belgiya Muhammed'in yüzüne hoca da Sultan Süleyman'ın mührüne ulaşacaktır. (Bir kez daha güç ve iktidar sembolü olarak “mor“ yani mühürle karşılaşıyoruz.) ancak bu teşebbüs de hüsranla sonuçlanır; çünkü yine peygambere ayan olmuş ve insan oğlunun haddini aşan bir güç sembolüne ulaşması engellenmiştir. Her şey peygambere ayandır; çünkü o güneştir.

Nihayetinde Belgiya artık yollara düşmüştür; bir derviş olmuştur. Yolu dağlara uğradığında ilk önce iki yüz yaşında bir huriye sonra da onun yol göstermesiyle ablası olan dört yüz yaşındaki huriye uğrar. İkisi de peygamberin görevlendirdiği bekçilerdir. Ancak peygamberin yerini ve adını duymamışlardır. Ama ikisi de Belqiya'yı, yıllar süren yolculuğundan sonra bu yolculuğun perişan ettiği halini çok beğenirler. “Bu ne güzel suret, bu ne güzel don. Ey insan oğlu sen şimdiye kadar nerede kaldın“ diye Belqiya'yı beklediklerini de belli etmişlerdir. Sadece ikincisinin daha uzun yollar ve yıllar sınıra ulaşılabilecek bir kapıdan haberi vardır. Sadece günahsızların önünde açılan bir kapıdır bu. O kapı Muhammed'in nuru'na da açılabilir. Belqiya'nın hikayesi“murad“ına ermekle sonuçlanınca ancak ondan sonra Camişan'ın hikayesine devam edilebilir. Camişan Şahmaran'ın anlattığı kadarıyla uzun yıllar ve zorlu yolculuklar sonucunda hedefine ulaşabilen Belqiya'nın hikayesine rağmen “aydınlık dünya“ arzusunda ısrarlıdır. Şahmaran'dan kendisini aydınlık dünyaya göndermesini ister ve Belqiya'nın hikayesine göre bütün zorlukları göze aldığını belli eder.

O zaman Şahmaran şartlarını ileri sürerek onu gönderir;

-Yerini kimseye söylemeyecektir.
-Şehri terk edecektir.
-Ve hiçbir zaman hamamda banyo yapmayacaktır.

Çünkü Şahmaran'ı her kim görürse vücuduna su değdiğinde aynı yılan gibi pul pul olur. Ve o kişinin Şahmaran'ı gördüğü yerini bildiği anlaşılır. Camişan şartları yerine getirir; gelir annesini de alarak şehri terk eder ve bir dağ başına yerleşir. Ancak padişahın sadece Şahmaran'ın kanıyla iyileşebilecek olan amansız hastalığı kaçmasına rağmen Camişan'ı yine de bulur. Ve Camişan ölüm korkusuyla kendisini Şahmaran'a götüren küpün yerini söyler. Hikayede ihanet yeniden karşımızdadır. Ve bu Şahmaran'a yapılan ikinci ihanettir. Şahmaran Camişan'ı kınar ancak yine de ona sarılır ve onun sırtında saraya kadar gelir. Bu arada neler yapması gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini Camişan'a bir bir anlatır. Camişan onu kesmemelidir. Ve kazanda su yüzüne çıkan birinci köpüğü değil ikinci köpüğü içmelidir; ve son suyla da padişahı yıkamalıdır. Çünkü birinci köpük zehir fakat ikincisi hayatla ilgili bütün bilgilerin sırrıdır; içenin gözleri önünde her şey ayan olacaktır, böylece Lokman Hekim olacaktır.

Nitekim masal bütün kahramanların hikayesini özetlemekle biter. Belqiya onca zorluğa rağmen “muhammed'in ışığını“ bulmuştur. Camişan ise sonuçta babası gibi Lokman Hekim olmuştur. Annesine gider ve Lokman Hekim'in bütün bilme/öğrenme sürecini yeniden başlatmak için babasından kalan üç yaprağı ister. Padişahı da son suyla yıkayıp iyileştirmiştir. Herkes muradına ermiştir. Masal bittiği yerde başlamıştır. “

Bu noktada sonuç olarak başta yaptığımız genel bir simgesel, etimolojik değerlendirmeyi elimizdeki masal metninin kavram, sembol ve kurgusuna da uyarlayarak bu değerlendirmeyi tamamlayabiliriz.

Bu masal ekseninde karşımıza çıkan temel semboller, kavramlar ve kurgusal yapı taşları şöyle sıralanabilir:

-Şaé Moru
-Loqman Hekim/ölüm/hayat
-Camişan
-Hemgen
-Roe mihemed/ışıklı dünya
-Cebrail
-Zümrüdü Anka
-Belqiya
-More Sultan Sülemani
-Bilmek/elma/sae
-Başlangıç ve son

Şaé Moru

Yılanla herşey mühürlenmiştir. “Eve mor herci morkerdo“ yılan sonsuzluğun ve hayatın sırrını taşır. Sürekli don değiştiren yapısıyla hep gençtir ve Şahmeran'ın kanını içen hayatın sırrına erer. Bugün tıbbın ve eczacılığın sembolü olan yılan Şahmaran'dır.

Camişan

Masalların kahramanı olan Camişan'ın adı pe çok versiyonda “Camsap“ olarak da karşımıza çıkar. Oysa “Camsap“ Camişan'ın deforme olmuş halidir ve Camişan sadece Zazaca versiyonda vardır. Kelime etimolojik olarak sadece ca ve musaene'den oluşur, yani “yeri öğrenen“. Çünkü Camişan Şahmaranı'ın yerini öğrenmiştir. Camişan caé saé moru musa, cokra namé xo biyo Camişan...

Bu durum, bugün de modern pek çok yazara esin kaynağı olan bir masal söz konusu olduğunda önemlidir. Özellikle Türkçe üzerinden bu binlerce yıllık masalı yeniden yazarken kahramanına verdiği isimden habersiz dahası konuştuğu dilden gabersiz post-modern yazıcılar enflasyonu söz konusu iken geliştirme, ilerletme, zenginleştirme, modernize etme, zamanı uyarlama adına ne kadar tahripkar davranıldığı görülürse daha da önemlidir.

Bu nokta bu araştırmanın önemli vurgularından biri olarak karşımızda duran dairesellik ve başladığı yerde bitme kurgusallıkları açısından da önemlidir. Bunu bilmeyen Şahmaran anlatıcısı/yazıcısı olmaz. Bu masalın temel motiflerinden biridir.

Cebrail diye peygamberin hizmetinde olan kanatlı varlık masalın masalın devamında da karşımıza çıkan Zümrüd-ü Anka'dır. gök ile yer ve yerin altı kat altı ile yeryüzü arasında gidip gelen aracı.

Muhammed diye karşımaıza çıkan peygamberin tarihsel Muhammed ile bir alakası yoktur; güneş'i temsil eder ve hiçbir sır güneş'ten saklanamaz manasında güneş'in vasıflarıyla donatılmıştır. Zaten Muhammed'in gerçek adı Muhammed değildir; bu isim peygamber olduktan sonra kendi kendine verdiği bir sıfattır. Bu anlamda Muhammed'in adı kendisinden eskidir. Bilindiği gibi Muhammed'in atının adı Burak'tır ve Arapça'da şimşek demektir. Ancak kelime köken olarak “bereq“ten gelir; yani Türkçe'ye de geçmiş haliyle “parıltı“, “parıldamak“ demektir.

Bu anlamda Belqiya, sonuçta Muhammed'in nurunu gördüğü için “bereqiya“ yani parıldamıştır, ışık olmuştur.
Bu araştırmanın henüz aydınlatılması gereken onlarca ayrıntıyla (Sultan Süleyman mührü, Zümrüd-ü Anka, baş-son, balık-bilmek vb.) henüz bir sır küpü olarak durduğunu belirtelim. Burada anlatıldığı şekli ve dil üzerinden anlayabileceğimiz sırlarla doludur.

Camişan Zazaca'nın imkanlarına dayanarak bu adı almakta ancak Şahmaran'ın yerini öğrenek adını haklı çıkarmaktadır. Belqiya Zazaca'nın imkanlarıyla zenginleşerek anlaşılabilen bir temelden adını almakta, ancak hikayedeki yeriyle de bu ismi haklı çıkarmaktadır. Bu durumda herkes adının hikayesini yaşar. Sonda mıyız, başta mı?

Ek.1. Bunun dışında Dersim inanç dünyasının gereklerine göre günün hangi saatinde öldürülürse öldürülsün yılanların ilk yıldızlar görünmeden can vermeyeceklerine, ölmeyeceklerine inanılır; “Xona ke asterey né-vejiye mor né-mıreno.“ Ayrıca dağ yaşamının zorunlu bir sonucu olarak zaman zaman evlerde de yılan görülür ve bu yılanlara dokunulmaz; bunların yılan donunda görülen “evin kutsal sahibi“ olduğu kabul edilir. Hatta başka süt kaplarına akmasınlar diye bunlar için ulaşabilecekleri bir yere bir tas süt de bırakılır.

Tıpkı Gılgames'de olduğu gibi Dersim'in en önemli kutsal ocaklarında Kureyşan ocağının atası Kureyş'in efsanesinde de elinde kamçı olarak kullandığı bir yılan ve başının iki yanında saç örgüsü olarak düşen yılanları vardır ve bir aslana binmiştir. Başka bir hikayede Kureyş yine Gılgames'de olduğu gibi dağda kestiği büyük ağaçları yılanlara çektirerek, aşağı indirir.

18.03.2008
>>Sanıka Saê Moru (Kırmancki/Zazaca)
>>ÇEVERE HAZARU (BİNLER KAPISI) ÇIKTI !!!
>>ÇEVERÈ HAZARU ALBÜM KİTAPÇIĞINDAN DÜZGIN BABA
>>SAYÈ MORU/ Şahmaran Masalı( Türkçe çevirisi)
>>Renklerde yaşamak için...
>>ÇOKLUKTAKİ BİRLİK: ÇEWRES

نەناسراو (not verified)

Sat, 08/30/2008 - 22:20

hocanin yorum yazma hizindan once kaynagi verelim http://www.mkkahraman.org/haber_detay.asp?ID=127

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.