Şah Abbas’ın Mukrî Kürdlere Karşı Katliamı(ek 1 Çemişgezek)
Geçenlerde Dimdim Kalesi ve Şah Abbas’ın Mukri Kürdlerine karşı yaptığı katliamlara ilişkin düştüğüm notlarda Çemişgezek Kürd liderlerinden birinden şöyle söz etmiştim: 1603 yıllarında Ali Paşa adında bir Osmanlı komutanı Safevilerin safına geçiyor yada esir alınıyor. Ali Paşa’nın Bostam’a götürülmesi gerekiyor. Burada Çemişgezekli bir Kürd liderinden şöyle söz ediliyor: “Şah Abbas, Celali isyanlarına katılan bir Kürd şefi olan Serdar Mahmud Çemişgezek ve 300 adamına Ali Paşa’ya yolda refakat etmek için gönderdi. Kendisi de ordu ileNahçivan yolunu tutu”(age sayfa 125) “
Bu pasaj bir çok arkadaşın dikkatini çekmiş ve çeşitli sorular sordular.
Aslında arkadaşların “Çemişgezek”e ilişkin sordukları sorular, bugün Kuzey Kürdistan’da “Alevi”, “Şafi”, “Raya Heq” “Kızılbaş”, “Kurmanç”, “Zaza”, “Yavuz Sultan Selim” ve “Şah İsmail” gibi konularda ve büyük oranda dışardan empoze edilen tartışmaların hassasiyetinden kaynaklanıyor.
Yoksa düştüğüm ve bir çoklarıda Kürd tarihi açısından yeni olan notlara çok daha kafa yormak gerekiyordu.
Kürdistan tarihine baktığımızda ya tümden yada kısmi olarak yer değiştirmeyen tek bir Kürd yapılanmasını görmek çok zordur. Kürdlerin trajedisi, gönülü yada zorunlu olarak var olan tarihsel göçlerden gizlidir. Kürdistan denilen çoğrafya tarih boyunca dönemlerine göre büyük güçlerin savaşlarına, talanlarına ve yıkımlarına sahne oldu. En azından insanların yaşadıkları olayları yazıya dökdükleri andan itibaren bu gerçeklerin var olduğunu biliyoruz.(diğer bilimsel çalışmaları bir kenara bırakıyorum)
Reel durum bu olunca Çemişgezeklilerinde bir çok Kürd yapılanması gibi yer değiştirmesi anlaşılır bir durumdur.
“Çemişgezek Kürdleri” kavramını kullandığım zaman Ayşe Hür gibi Kürdlere “akıl hocalığı” yapan kesimlerin pek hoşuna gitmez. Çünkü yazdıkları yazı “Dersim” ve “Kürdistan”ı iki ayrı ülke gibi lanse ediyorlar.
Şerefxan Bitlisi bundan 400 yıl önce Çemişkezek Mirlerinden söz ederken “ Ülkeleri ise genişlik ve önem bakımından uzak yakın herkesçe “Kürdistan” özel ismiyle tanındı; öyle ki, berat ve emirnameleri de ve diğer Sultanlık belgelerinde bu ad geçtiği zaman yalnız bu önemli vilayet anlaşılır; ayrıca Kürdler arasında “Kürdistan” sözcüğü geçtikçe bundan yalnız Çemişkezek Vilayeti anlaşılır”(Şerefxan, 1976, 190)
Hatta Çemişgezeklerin Xorasan’da yerleştikleri alanların “Kürdistan” diye adlandırdırıldığını da burada söylememe gerek yoktur sanıyorum.
Şerefxan Şerefname’de geniş bir şekilde “Çemişgezek Mirliği” üzerine duruyor. Esas olarak Safevi ve Osmanlılar dönemi Çemişgezeklilerin durumu ile ilgilendiğimden dolayı bu konuyu geçiyorum.(daha geniş bilgi için Şerefname’ye bakınız)
Şerefxan, Çemişgezek Miri, Hacı Rüstem Bey’in Yavuz Sultan Selim Kemah Kalesini almak isterken kaleyi teslim ettirmediğini, buna karşılık Şah İsmail Nur Ali Halife’yi bölgeye gönderdiği zaman Haci Rustem Bey hiç bir direniş göstermeksizin kalesini teslim ettiğini ve Şah İsmail’e bağlılığını bildirmek için İran’a gittiğini yazıyor. Haci Rüstem Bey, Şah İsmail tarafından hilatla taltif ediliyor, Çemişgezek yerine Irak’ta görevlendiriliyor.
Çaldıran Savaşı sonrası Hacı Rüstem Bey adamlarıyla Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildirmeye gittiği zaman 40 adamıyla birlikte yukarıdaki gerekçe ile öldürülüyor.
Hacı Rüstem olayına ilişkin eski Osmanlı tarihçilerinden başlayarak daha sonraki tarihçiler ve hatta günümüz tarihçileri de dahil hep aynı şey tekrarlanıyor.
Fakat ciddi bir soru orta da duruyor. Eğer Hacı Rüstem Bey Şah İsmail’e o kadar bağlıysa Şah İsmail’in adamı Nur Ali Halife neden Çemişgezek te katliam yapıyor?
Ayrıca Şah İsmail’e bağlı olan, bölgesinde tarihsel köklere ve etkileme gücüne sahip olan Hacı Rüstem Bey gibi bir Miri Arap diyarına gönderip etkisizleştiriyor?
Bölgede etkili bir aileden gelen ve Osmanlı Sultanları tarafından (güçlerinden dolayı olacak ) dahi saygı gösterilen bir lideri niçin etkisizleştirsinler?
Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet Trabzon Rum Kralığı ve Akkoyun lideri Uzun Hasan ile savaşmak için yolla çıktığı zaman, Uzun Hasan Fatih Sultan Mehmet ile barışmak amacıyla “ Annesi Sara’yı, Çemişgezek Şeyh’i Şeh Hüseyin’i aracı olarak gönderiyor……………. Fatih, Sara’ya sürekli olarak ‘Anne’, Şeyh Hüseyin ise ‘baba’ diyormuş. “(Hammer, age, 174-175)
Ayrıca Fatih Sultan Mehmet Uzun Hasan’ın annesi Sara ve Şeyh Hüseyin’in götürdükleri barış önerisini Uzun Hasan’ın Rum Kralı’na destek vermemesi şartıyla kabul ediyor.
Şah İsmail’in kendisi Uzun Hasan’ın torunu olmasına rağmen, Akkoyunlu devletinin başında bulunan Elvend Mirza’yı yenerek Akkoyunlu devletine son verdi ve Safevi devletini ilan etti. Akkoyunlularda uzun yıllar Şah İsmail’i öldürmek için aradılar. Eğer onu bulmuş olsaydılar onlar öldürürdü.
Nawşirwan Mustafa Emin yazdığı “Kurd û Ecem” adlı eserinde Şah İsmail’in amacını 3 noktada topluyor:
1)Kürd Mirlerinin elindeki Mirlikleri almak, bölgelerinden uzaklaştırmak ve onların yerine kızılbaş Türkmenleri getirmek,
2)Sünni Kürdleri mezhep değiştirmeye zorlamak,
3)Akkoyunlu devleti sırasında ileri gelenlere, halka ve o dönem iktidarlarını koruyan Kürd Mirlerine karşı şiddet uygulamak…
Nawşirwan Mustafa buna 3 Kürd Mirini örnek veriyor: Çemişgezek Büyüyü Hacı Rüstem Bey, Şah Rüstemi Lor ve Zahir Bey Hakkari vb…
Nawşirwan Mustafa kıtabında Yavuz Sultan Selim’in babası II.Beyazid’in Çemişgezek Miri Hacı Rüstem Bey’e ve Haci Rüstem Bey’in II. Beyazid’a Şah İsmail hakkında yazdığı mektupları yayınladı.
Yavuz Sultan Selim’in babası II. Beyazid 1 Rebihi 908(4 Eylül 1502) tarihinde Çemişgezek Mir’i Mîr Hacî Rûstem’e “Emir muhterem ve kebir” ile başlayan ve daha bir çok övgüyü de içeren mektubunda bir isteği var: Kızılbaşlarla Bayundur devleti (Akkoyunlular)arasındaki çelişki ve çatışmalar hakkında bilgi için rıca da bulunuyor.
Ne de olsa Mîr Hacî Rûstem’in denetimi altında bulunan bölgeler Safevilerle Akkoyunluların komşusu ve bundan dolayı da yaşanan gelişmelerden haberdardır.
Mîr Hacî Rûstem II. Beyazid’e gönderdiği cevabi mektubunda Şah İsmail çevresine “Tanrı lanetlerini versin” diyerek, Elwend’e zarar verdiklerini, Acem Irak’ına geçerek Murad Han’i yenilgiye uğradıklarını,………….. Mısır’daki Çerkezlerle barış yaptıklarını ve birlik kurduklarını ve şimdi de amaçları Diyarbekir ve Maraş’a saldırmaktır” diyor.(Dr. Abdal Huseyn Nwani, Şah İsmaili Safewi,Tehran 1368, s 31; Rehimzade Safewi, Zindegani Şah İsmaili Safewi, Bahmen Yusuf Pur Safewi, Tehran Kitebfroşi Xiyam 1341, s 217-218’den aktaran Nawşirwan Mustafa age, 21-22)
Mîr Hacî Rûstem mektubunun devamında “İran’ın durumu onların yaptıkları adaletsizliklerden dolayı perişandır. Bir çok ülke ve merkez onların zulüm ve zorbalıklarından dolayı viraneye döndü.” diyor. Mîr Hacî Rûstem’e “bu güruhun ortadan kaldırılması” için II. Beyazid’e çağrı yapıyor.
II. Beyazid, Mîr Hacî Rûstem’in öngörülerini dikkate almıyor ve hiç bir bir şekilde harekete geçmiyor.. Bu arada bilindiği gibi Şah İsmail Nuri Ali Halife Rumlu’nun komutasında askeri güçlerini Erzincan ve özellikle Çemişgezeklilerin üzerine sürdü, Han Muhammedhan Ustaclu’yu Diyarbekir Kürdlerine karşı harekete geçirdi.(Muhammed Han Ustaclu’nun Diyarbekir ve Cizre’ye ilişkin saldırılarını farklı yazılarda gündeme getirdiğimden dolayı geçiyorum)
Nuri Ali Halife Rumlu, bölgeyi işgal ettikten sonra, bölgede Kürdlere karşı katliamlar yaptı ve Mîr Hacî Rûstem dahîl olmak üzere Çemişgezek ileri gelenleri Ecem Irak’ına gönderdi..
Elbette Mîr Hacî Rûstem ve beraberindekiler Xoy’a giderek Şah İsmail’e eski iktidarlarına yeniden dönmek amacıyla bağlılıklarını bildiriyorlar.. Fakat, Şah İsmail Kürd Mirlerine karşı var olan siyasetine bağlı olarak Mîr Hacî Rûstem’ I de Kürdistan’a dönmemek üzere başka alana yerleştiriyor.
Çaldıran Savaşı öncesi, Şah İsmail Kürdistan Mirlerini tasfiye ediyor ve onların yerine Türkmenleri(Alevi Kürdleri değil) görevlendiriyor. Örneğin Maraş, Hasankef, Diyarbekir, Erzincan, Kemah, Kiği, Erzincan vb Kürd şehirlerinin başına Türkmen yetkilileri görevlendiriyor. Bu görevlendirmeler barışçıl bir şekilde gerçekleşmiyor, savaş ve katliamlar neticesinden gerçekleşiyor. Çaldıran Savaşı öncesi Kürdistan Beylerinden 11 bey Hesenkêf Mîri Mîr Xelil Eyyubi ile birlikte büyük hediyelerle Xoy şehrine gidip Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek istiyorlar. Bilindiği gibi Kürd Eyyubi Hanedandlığı tüm Ortadoğu’da yitirmesine rağman Hesenkêf kesintilerle de olsa Eyyubilerin son kalesi olarak varlığını sürdürdü.. Mîr Xelîl Eyyubî Şah İsmail’in eniştesiydi.(bacısıyla evliydi) Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmeye giden mirlerin bir yada ikisi hariç hepsi tutuklanıyor ve yerlerine Türkmenler atanıyor. Mîr Xelil Eyyubi’de 3 yıl Tebriz’de hapiste kalıyor ve sonra kaçıyor.
Bir dizi Kürd çevreleri Safevilerin Kürdistan’da gerçekleştirdikleri katliamları, Kürdistan’ı Kürd Mirlerinden arındırma ve yerlerine Azeri ve Türkmenleri getirme politika ve pratiklerini görmezlikten gelerek içi boş ve gerçeklerden uzak tahlilleri yapabiliyor.
Yavuz Sultan Selim’in 1512’de iktidara geçmesinden ve Îdrîsî Bedlîsî’nin Kürdleri Osmanlılarla ittifak ortamına çekmeden önce Safeviler onlarca yıl boyunca Kürdistan’daki Kürd Mirlerinin ezici çoğunluğunun iktidarlarına son vermişti.
Îdrîsî Betlîsî’den çok önce Çemîşgezek Mîrî Mîr Hacî Rûstem de dahîl bir dizi Kürd Miri Safevilerin yayılmasına ve saldırılarına karşı Osmanlıdan yardım istemiştir. Osmanlılar yerine başka bir güç olsaydı, Kürd Mirlerini onlardan yardım isteyeceklerdi. Kaldı ki Safeviler döneminde Kızılbaş Dunbuli Kürdler Safevilerin katliam’ından kaçarak Osmanlılara sığındıklarını, Sünni Kürdlerin Qazi Bey olayında görüldüğü gibi güçler dengesini Safevilerin lehine değiştirdiğini görüyoruz. (Şah Abbas’ın Mukrî Kürdlere Karşı Katliamı(3) bakınız)
Örneğin Şah Abbas dönemin yapılan Erivan kuşatmasına Safevilerin saflarında ciddi bir sünni Kürd gücü savaşa katılıyor.
Naima Tarihi’nde Erivan kuşatılmasını gündeme getirirken Şah Abbas’ın komutasında Kürd Qazi, kardeşleri Qoçi ve Seyfeddin, Mirza Paşa Oğlu Şeyh Haydar nam Kürd alayı, Alaeddin Bey halkı, Maku Hakimi Mustafa Bey alayı ve bir miktar Kürd Zeynel bey alayı, Eleşkird beyi Kılıç Bey katılmıştı.(Naima Tarihi, Cildi Evvel, 1967, İstanbul sayfa 368-369)
Naima Tarihinde Osmanlılar tarafından Şeyh Haydar’ın öldürülmesi üzerin “Emire hakimi Şeyh Haydar, namı şaki ki fazla secaati ile Rafızilerin mümtazı, Kürdlerin en cesuru idi, idam olunduğundan düşman rahnedar oldu” diyor.(Naima, age, sayfa 371)
Şeyh Haydar belgelerle açıkladığım Şah Abbas’ın Mukri Kürdlerine katliamında adı geçen Qubadxan Mukrî’nin babasıdır.
Sonuç olarak daha önce Safevilerle savaş içinde olan Kürdler, Îdrîsî Betlîsî’nin bölgeye gitmesiyle kısa bir süre içinde bir araya geldiler ve Osmanlılarla ortak hareket ettiler. İktidarlarını Safevilerin Azeri ve Türkmen liderlerine kaptıran Kürd mirlerine İdrisi Bedlisi yeniden iktidarlarına kavuşacaklarını söylüyor. Kürdlerin Osmanlılarla birlikte hareket etmelerinin sırı Safevilerin Kürdistan’daki katliamlarında gizlidir. Îdrîsî Betlîsî’yi “hain” ilan etmenin hiç bir tutarlı tarafı yoktur.
Bazen kendi kendi kendime sorduğum bir soru var, eğer İ. Bedlisi olmamış olsaydı, Kürdlerin durumu ne olurdu?
Herhalde Atropates/Aderbeygan’ın Safeviler döneminde zorla ve göç yoluyla yaşadığı demografi değişikliği Kürdistan’ın bir çok alanına nasip olacaktı. Kürdlerin Xorasan’a götürülmesi ve Kürdlerin yerine başka etnik yapıların Kürdistan’a yerleştirilmesi planlı bir etnik arındırma siyasetiydi(sonradan üzerine duracağımdan dolayı geçiyorum)
Çaldıran Savaş’ında Osmanlıların Safevileri yenmesinden sonra Tebriz’in yakınlarında Merend’e yakın Yam denilen bir yerde Çemîşgezek Mîrî Mîr Hacî Rûstem Yavuz Sultan Selîm’e gidiyor ve bağlılığını bildirmek istiyor.. Yavuz Sultan Selim orada Mîr Hacî Rûstem’i, torunu ve Çemişgezeklerin 40 ileri gelenlerini öldürtüyor..
Şah İsmail tarafından sürgün edilen ve Yavuz Sultan Selim tarafından öldürülen Mîr Hacî Rûstem’in öyküsü Kürdlerin tarih boyunca yaşadıkları trajedinin küçük bir örneğidir.
Evet Şah Abbas’ın kampında ve huzurunda 20 gün boyunca binlerce hatta on binlere varan Mukri Kürdü katledildi. Kadın ve çocuklar köle olarak satıldı ve binlerce Kürd Mukriyan bölgesinden uzak yerlere sürüldü.
Daha önce kısmen Şah İsmail döneminde yapılan Kürd katliamları üzerine durmuştum. Bugün burada bu husus üzerine durmayacağım. Fakat, şu noktanın altını çizmek istiyorum. Safevi Şahların Sünni Kürdlere karşı yaptıkları katliamların benzerleride Kızılbaş Kürdlere karşı da yapılmıştı. Örneğin Şah İsmail’in öğlu Tahmasb’ın yıllarca Safevilere yaptıkları hizmetin karşılığında Dunbuli Kürdlere karşı yaptığı katliam:
Dr. Kemal Mazhar’ın anlatımlarına göre Şah İsmail’in oğlu ve ondan sonra İran Şah’ı olan Şah Tahmasb’ın korumaları “bir günde Şah’ın sarayında Dunbuli Kürd aşiretinden 400 kişiyi öldürüyorlar. Geriye kalan Dunbuliler mecburiyet karşısında Osmanlı topraklarına geçtiler”(Dr. Firset Merhi, age, sayfa 158) Şah Tahmasb 1524-1576 yılları arasında iktidarda bulunuyor. O dönem Dunbuli Kürdleri Şii olmasa dahi onlara yakın bir dinsel yapıya sahip olduklarından dolayı sarayda çalışabiliyorlardı. Yada bugün bildiğimiz Raya haq dinsel gruba bağlıydılar.( https://www.newroz.com/tr/politics/352210/sayin-ay-e-h-r-k-rdler-konusunda-t-rk-resmi-tezlerini-tekrarl-yor )
Şu noktanın altını çizmek istiyorum. Bugün Kuzey Kürdistan’da Alevicilik ve Sünnicilik yapan kesimlerin kafalarındaki dinsel şablonlara aksine , o dönemdeki Kürd Mirleri daha çok çıkarlarını gözeterek hareket ediyorlardı. Kürd Mirleri, Safevi ve Osmanlı devletleri arasındaki dengeleri değiştiren önemli bir role sahiptiler. Hala da Kürdlerin bu rolü devam ediyor.
1603’te Tebriz Osmanlıların elindedir. Salmas Kürd Mîrî, Qazî Bey, Osmanlıların Tebriz Beylerbeyine tavır alarak kendisini Şahseven ilan ediyor ve Qarinyaraq adlı kalesine çekiliyor.(Bellan, 1932, sayfa 121)
Safevilerle Osmanlılar arasında 1590’da yapılan bir antlaşmaya göre tüm bölgeler Osmanlılara bırakılmıştı. Kürd Qazi Bey’in Osmanlılara karşı tavır alması ve kendisini Şahseven ilan etmesi Şah Abbas’ı cesaretlendirdi. Osmanlıların Tebriz Beylerbeyi Ali Paşa Erivan, Nahçivan ve Tebriz’ün tüm askeri güçleriyle Qazi Bey’e karşı savaş içindeydi. Şah Abbas bu durumu askeri konseyinde değerlendirdi , Tebriz’e saldırdı ve ele geçirdi. Bilindiği gibi bu savaşta Osmanlı komutanlar Mahmud Paşa ve Halil Paşa öldürüldü, Tebriz Beylerbeyi Ali Paşa teslim oldu.
Bölgedeki Kürdler Qazi Bey baştan olmak üzere, kardeşi Qoçi Bey, Şeyh Haydar ve Mukri Kürdlerin Şefi savaşta yer almışlardı. Şah Abbas Kürd Mirlerinin Marağ, Salmas ve Xoy’deki iktidarlarını resmen tanıdı.
Tarihçi Hammer de Qazi Bey’in Osmanlılara karşı yaptığı direnişe değiniyor. Hammer, Osmanlıların Tebriz birlikleri tüm disiplin kurallarını bir kenrara bırakarak bölgede talanlara giriştiler. Salmanlı Qazi Bey’de bundan payını alıyor. Kürd Şah Quli Bey’in oğlu Qazi Bey Şah Abbas’a sığınıyor ve Şah Abbas ona “Xan” ünvanını ve bir dizi hediye veriyor. Osmanlıların Nahçivan ve Tebriz güçleri Qazi Bey’in çekildiği Karinyariq kalesine karşı genel saldırıya geçiyorlar ve Gazi Bey’in güçlerini püskürtüyorlar. Qazi Bey yeniden Şah Abbas’a sığınıyor. Şah Abbas büyük bir güç ile gelip Tebriz’i alıyor.(Hammer, VIII. Cild, sayfa 39)
Şah Abbas hemen Tebriz’in alınmasından sonra Erivan ve Nahçivan bölgelerini ele geçirmek için harekete geçtiği zaman, Maku Kürdlerin lideri Mustafa Mahmudi, Çuğuri sad Kürdlerin tüm liderleri, ayrıca Alpawt, Şadili ve Bazukilerde kendisine destek verdiler. Hammer’in verdiği bilgilere göre 5 yada 6 Pers ve 3000 Kürd Erivan önlerine geldiler. Ayrıca Şah Abbas’ın komutasında Qazi Bey’in kardeşi, Seyfeddin, Şeyh Haydar, Makulu Mustafa Bey, Eleşgirtli Kiliç Bey, Feyruz Berkeşad ve Zeynel Bey Kürdleriyle savaşta yer aldılar. Erivan kuşatması ve alınması uzun sürüyor. Bu arada Hakkari, Mahmudi ve Dunbuli Mirleri de adamlarına destek olmak amacıyla kuşatmaya katılıyorlar ve sonradan Şah tarafından ödüllendiriyorlar.(Bellan, 1932, 131)
Fakat, Şah Abbas’ın Kürdlere karşı giriştiği ayrımcılığa ve tüm merkezi yerleşim birimlerinin başına Türkmen kabilelerinden insanların getirmesi Kürdlerin tepkilerine ve saf değiştirmelerine neden oluyor.
1604’de Cigala Paşa komutasında İran’a yönelik saldırıya Kürdler yoğun bir şekilde katılıyor. Örneğin Xoşablı Suleyman Bey’in Marand’a yönelik saldırısı var. Daha önce sözünü ettiğim Şah Abbas ile Erivan kuşatmasına katılan Maku Kürdlerin lideri Mustafa Mahmudi tavır değiştiriyor ve Osmanlılarla beraber hareket ediyor. Aslında Xoşablı ve Maku’lu Mahmudiler akrabalar. Şah Abbas Cigala Paşa ile karşı karşıya gelmeden önce Maku Kürdlerine karşı bir saldırıya geçiyor.
Şah Abbas, “Xoy’dan hareket ederken sonbahar yaklaşıyordu ve Cigalazade’den bir haber yoktu. Şah Abbas bölgedeki Kürdlere ve özellikle Mahmudili Mustafa Beye ders vermek amacıyla ordusunu Maku’ye yönlendirdi. Maku’lu Mustafa Bey yılın başında Mustafa Paşa’nın safında yer almıştı. Şah Abbas bölgeye yaklaştıkça kendisine sadık kalan Kürd aşiretlerini Irak’a gönderdi. Diğer Kürdlere karşı amansız bir talan ve yağmaya girişti. Erkekleri katliamdan geçirdi, kadın ve çocukları köleleştirdi. Yapılan talanlar neticesinden etin kilosu 200 dinardan 50 dinara düştü. Fakat, Şah Abbas Maku dağının doruğunda kalede savunmaya geçen Kürdlerle savaşmadı ve verdiği dersin yeterli olduğunu düşündü.”(Bellan, 1932, 142)
Şah Abbas ve Cigala Paşa arasında Urmiye yakınlarında yapılan savaşta Cigala Paşa büyük bir yenilgi aldı. Bu savaş Osmanlılara 20 bin ile 30 bin arasında askerin kaybına neden oldu. Bir çok Osmanlı komutanı tutsak edildi. Bunlardan Erzurum Beylerbeyi Kose Sefer Paşa, Raziye Hatun’un oğlu Mustafa Paşa, Kars Beylerbeyi Şir Ahmed Paşa, Xandan Ağa’nın bir oğlu, Kürd Qazi Bey’in kardeşi Qoçixan vardı. Ayrıca İran kaynaklarına göre 60 Paşa, Sancak Beyi ve Kürd Şefi de öldü.(Bellan, 1932, sayfa 145)
Şah Abbas Osmanlılara karşı kazandığı bu savaştan dolayı “Meclisi Behişt Ayin” adı altında bir eğlence akşamını düzenliyor.
Mukri Kürdü ve Şah Abbas’ın Ölümden Kurtulma Hikayesi
Şah Abbas’ın örgütlediği “Meclisi Behişt Ayin” devam ederken, Şah Abbas esirler içinde bulunan bir adamı çağırtıyor. Şah Abbas büyük ve dev gibi olan bu adamın ırkını ve milletini öğrenmek istiyor. Büyük dev adamı Şah’ın huzuruna getiriyorlar. Büyük dev adam sorulan soru üzerine Mukri aşiretinden olduğunu söylüyor.
Bu arada Şah Abbas’ın meclisinde bulunan Mukrilerin Şefi Rüstem Bey ayağa kalkıyor ve söylenenlerin doğru olmadığını, bunların kan davasından dolayı Mukri aşiretinden ayrıldıklarını söylüyor. Şah Abbas Mukrili Rüstem Bey’in hoşuna gidecek diye tutsağı kendisine teslim edeceğini ve böylelikle kan davasını çözeceğini söyler. Mukrili Rüstem Bey Şah’ın önerisini ‘ben benden daha dezavantajlı olan düşmanlarımı öldürmeyeceğime yemin etmişim” diyerek reddediyor.
Şah Abbas sinirleniyor ve Koruyucularından birine sözde Mukri’yi öldürmesi için talimat veriyor.
Tüm gelişmeleri takip eden Mukrili esir arkasında bağlı olan ellerini çözüyor ve üzerinde sakladığı hançeri çıkararak Şah Abbas’a saldırıyor. İyi ki Şah eşi görülmemiş bir güce sahip olduğundan dolayı, zamanında kendisine saldıracak olan kolundan tutuyor ve saldırgana sarılarak birlikte yere yuvarlanıyorlar. Kısa bir boğuşmadan sonra Şah Abbas saldırganını yeniyor ve Hulamlara başını kesmek için teslim ediyor. Bu olay o kadar hızlı gelişti ki Şah’ın çevresinde yer alan insanların hiç birinin müdahale etme imkanı olmadı. Bu olayın ardından Şah’ın Emirleri gidip tüm esirleri öldürdüler.(Bellan, 1932, sayfa 46)
Tarihçi Lamartin’de bu olay üzerine duruyor. Savaşın sonunda Safevi eskerleri tutsakları kampa götürürken Şah Abbas dev gibi bir esiri fark ediyor.
Şah Abbas büyük cüsseli esire yaklaşıyor ve “hangi milleten olduğunu?” soruyor.
Esir: “Ben Kürdüm ve Mukri aşiretindeyim” diyor .
Bu arada Şah Abbas kendi generallerinden Rustem Bey adlı şahısın Mukri olduğunu, milletine ve Mukrilere düşman olduğunu hatırlıyor. Şah Abbas esirin Rüstem’e teslim edilmesini gönlüne göre isterse köle ve isterse misafir olarak muamele etmesini ister.
Rüstem Bey de o anda Şah’ın adamlarının içinde gelişmeleri takip ediyor.
Rustem Bey Şah Abbas’a: “Şah Hazretleri bu aile düşmanından intikamımı almamı istiyorsunuz, ben hiç bir zaman tutsak, silahsız ve bahtsız bir adamı öldürerek ailemin intikamını almayacağıma yemin etmişim” diyor.
Bu arada Şah Abbas içtiği şaraptan dolayı sarhoş ve bir de Kürdlere karşı olan kininden dolayı soyluluğunu unutarak esirin başını kesme emri verdi. Demir gibi kaslara sahip Kürd kollarındaki kendirleri koparak, bir pers şefinin belinden aldığı hançer ile Şah Abbas’a saldırdı. Mukri Kürdü ölmeden önce ırkının düşmanı olan Şah’ı da öldürmek istiyordu. Tam bu boğuşma esnasında masayı ışıklandıran meşale yere düştü ve söndü. Şah Abbas’ın korumaları harekete geçtiler, fakat karanlıkta göz gözü görmüyordu. Koruyucuların eli karanlıkta el arıyordu. Hiç kimse bir şey yapamıyordu, bir düşmanı vurmak isterken bir dostu kalbinden vurabilirlerdi. Bu arada toz ve toprak içinde boğuşan Şah Abbas bağırarak : “Ben onun elinden tutuyorum, hançeri aldım ve bana değmekten korkmadan vurun” diye.. Şah Abbas’ın korumaları Kürd devine 100 hançer sapladılar ve öldürdüler.(Lamartin Histoire de la Turquie, sayfa 251-252)
40 bin Çemişgezekli ailenin Tahran’dan Xorasan’a gönderilmesi olayından söz ettiğim zaman Tahran’ın o dönemler de küçük bir yerleşim birimi olduğunu vurgulayalım. Hatta Tahran’ın ismi dahi Kürdçedir. Değerli Kürd tarihçisi M. Cemil Rojbeyani İran’da yayın yapan Kürdçe radyoda yayınladığı “Wlatekem Baştir benase” adlı programda bu meseleyi gündeme getirmişti. (M. Cemil Rojbeyani, Wlatekem Baştir benase, s. 510-548)
Aslında Şah Qulî Sultan Çemîşgezek’in asıl ismi Mîr Şah Alixan Çemîşgezekî dır. Yani Çemişgezek Miri Şah Alixandır. Daha sonra ismi Şah Qulî Sultan olarak değiştiriliyor.(Yani ismi Şah’ın kulu Sultan olarak değiştiriliyor)
Xorasan o dönemler Özbeklerin saldırıları altındaydı. Şah Qulî Sultan Çemîşgezeki ve daha önce Hamadan valisi olan ve sonrada Bestam Hakimi olarak gördüğümüz Huseyinxan Çegeni(Kurdi) ile birlikte birlikte Özbeklere karşı kanlı çatışmalara girdiklerini ve Özbekleri bölgeden kovduklarını biliyoruz. Çemişgezeklerin Miri Mir Şah Alixan’ın önderliğindeki Çemişgezekler Bojnud ve Kar savaşlarında önemli rol oynuyorlar. Mir Şah Alixan’ı Herat savşlarındada görüyoruz.(İskender Munşi, age, s. 712, 755; Kelimulay Tewehudi, age sayfa 41-42)
İşkender Munşi takip ettiğimiz zaman Şah Qulî Sultan Çemîşgezek, daha sonra “Xan” ünvanını alarak Darun Valisi oluyor(İskender Munşi, age, s. 822)
Kürdlerin Xorasan ile ilişkileri ve yerleşmeleri Safevilerin çok öncesine dayandığını daha önce yazmıştım. Konumuz Safeviler dönemi olduğu için sınırlamak zorundayım. Şah Abbas döneminde Kürdlerin göçü en üst boyutlara açıktır. Ama, bu göç İsmail ve Şah Tahmasb döneminde de yapıldı.
Mesela C. Ritter, die Erdkunde von Asien’in VIII. Cildinde yayınladığı Xorasan Kürdleri makalesinde “ 4000 Kürd ailesi Şah İsmail tarafından Xorasan’a sürgün edildi” diyor.(age, sayfa 392)
Yine Şah Tahmasb döneminde Oxlan Budaqxan Çegeni ‘nin Quçan valisi olduğu, Xalife Oçi Şadulu’nin Meşhed yöneticisi olduğu biliniyor.
Şu noktanın altını çizmek istiyorum. Bugün var olan Quçan Safeviler döneminde var olan Quçan ile aynı alanda değil. Mamoste M. Cemil Rojbeyani bu husus üzerine duruyor ve şöyle anlatıyor: “Bu bölgede bir çok defa deprem oldu. 1311-1312(h)yılında büyük bir deprem oldu ve Quçan şehri viranhaneye döndü. 10.000 den fazla insan yaşamını yitirdi. Büyük Zaferanlu aşiretinin lideri Mehemed Nasirxan Şucah eldewle şehrin halkına büyük bir arazi verdi ve şehri yeniden inşa etti. Quçan’ın şimdiki yeri eski Quçan’dan 12 km uzaklıktadır. Şehir 1313(h) yılında yeniden inşa edildi.”(M.Cemil Rojbeyani, age s.676)
Bilindiği gibi Zaferanlular Çemişgezeklerin bir kolu olarak hala Xorasan’da ciddi bir güç olarak varlar.
Şah Abbas’ın 15,000 Mukri Kürdünü, 40.000 Çemişgezekli Kürdünü, Şikkakları ve daha bir çok Kürd yapılanmasını kendi iktidarı için sorun olan Kürdistan’dan Xorasan’a sürmesi bir taş iki kuş vurmaktı. Bir yandan Safevi ve Osmanlılar arasındaki dengelere oynayarak bağımsızlığa gitmek isteyen Kürdistan Mirlerinden ve Kürdlerden kurtulmak, Kürdistan’ı Kürdlerden arındırmak; diğer yandan ise Kürdlerin “eti ve kemiğinden” Özbek, Tatar, ve Afganlara karşı Xorasan’da bir duvar oluşturmaktı.
Şah Abbas’ın yürüttüğü bu siyasetin tümden başarısız olduğunu söylemek zordur. Emîrxanê Lepzerîn´in çöplüğü Urmiye, Rewadilerin başkenti ve Kürd Qazixan’ın Osmanlılara karşı direnişinden sonra Safevilerin eline geçen Tebriz’de ve daha başka alanlarda yaşanan demografik değişim büyük oranda o dönem başladı. Çünkü, Şah Abbas Kürdlerden boşaltılan yerlere Türkmen ve başka etnik kesimleri yerleştiriyordu.
Bu tahribatlar sayesindedir, ki Akihiko Yamaguchi gibi Kürd ve Kürdistan tarihi hakkında derin bilgiye sahip olmayan kesimler yalan ve yanlış bilgileri Kürd okuyucularına empoze ediyorlar.
Kürt Tarihi dergisi 7. Sayısında kapak manşeti yaptığı Akihiko Yamaguchi’nin “Safeviler ve Kürdler” adlı makalesinde “16.yüzyılda Doğu Anadolu bölgesinde geniş bir alana serpişmiş sık bir şehir öbeği vardı ve bu bölgedeki Kürt Mirleri geçen tüccarlardan gelir toplayacakları umduyla bu şehirlerin bazılarını yönetmekteydi. Ancak muhtemelen bölge ticaret yolu olarak kullanılmadığından, bu dönem Safevi Kürdistan’ında kayda değer bir gelişme gösteren kent olmadı. 16.Yüzyıl boyunca , Safevi başkenti ülkenin kuzeyinde kaldığından ve Safevi-Osmanlı ilişkileri gergin olduğundan Bağdat’tan gelen ticaret yolu nispeten daha durgun kalmıştı. Bu dönem kentlerden yoksun olan İran Kürdistanı, Safevi devletinin geri kalanından muhtemelen izole olmuştu.”
Yazar makalesinin devamında ise 17. Yüzyılın ortalarında ise “Nitekim günümüzde İran Kürdistanı’nın en önemli şehirleri olan Kirmanşah, Senendec(Senna) ve Soğukbulak(günümüzde Mahabad) bu dönemde ortaya çıkmıştır” diyor.
Sayin Akihiko Yamaguchi’nin ciddi problemi ya Kürd coğrafyasını tanımamasından yada Fars ve Türk perspektifiyle Kürdistan’a yaklaşımından kaynaklanıyor.
Çünkü, Sayin Akihiko Yamaguchi Safeviler dönemindeki Kürdistan’dan söz ederken Osmanlıların denetimi altındaki alanlara “Doğu Anadolu”, Safevilerin denetimi altındaki şehirleri ise Kirmanşah, Sanandaj ve Mahabad ile sınırlıyor.
Bu perspektif Fars ve Türk sömürgecilerinin Kürdlere empoze ettikleri bir perspektiftir. Doğru Kürd Mirleri tarafından Kirmanşah, Sanandaj ve Mahabad yeniden inşa edildiler. Fakat, yazarın görmek istemediği Tebriz, Urmiye ve Xoy gibi şehirler Kürdistan şehirleriydi. Bu şehirler o dönem Aderbeygan olarak olarak adlandırılıyordu. Bu adlandırmanın tarihçesi Medlere gider. Yani Türk kabilelerinin Orta Asya’dan gelişlerinden 1700 yüzyıl önce bu şehirler ve daha bir çok şehiride kapsayan bu bölge böyle adlandırılıyordu.. Kaldık, ki Safevilerle Kürdlerin tüm kavgaları, savaşları ve Kürd kırımı bu bölgede yaşandı. Kürdler bu bölgeden sürüldüler. Buralar Kürdlerin tarihi yerleşim yerleridir. Safeviler ve daha sonra gelen İran yönetimleri bu bölgelerin demografik yapılanmasını değiştirmek amacıyla Kürdlere karşı savaştılar. Kürdler sürekli olarak dışardan getirelen yabancıların yerleşimine tavır aldılar.
Şêx Ubeydullah Nehrî 1880’de Bağımsız Kürdistan için harekete geçtiği zaman ilk iş olarak Urmiye ve Tebriz’I ele geçirmek olarak olarak tespit etmişti.(daha detaylar için Şeyh Ubeydullah Hareketi hakkında yazdığım yazı serisine bakınız)
Tüm bu realiteden sonra “Kürd şehri yoktu” gibi tespitlerlerle o dönemi kavramak zor.
Yazar makalesinde Osmanlıların Kürd Mirlerine karşı “yumuşak “ ve Safevilerin “sert” olduğu yolundaki kanıyı eleştirirken bir uçtan diğer uça savruluyor.
Bir kere Kürd Mirlerine karşı ne Osmanlı Sultanların ve ne de Safevi Şahların sabit bir politikaları vardı. Yavuz Sultan Selim Kürd Mirlerine karşı “pragmatik”, Şah İsmail “sert”ti… Şah Tahmasb babasına göre Kürdlere karşı daha pragmatikti… Şah Abbas’ın bir başka politikası oldu. Keza aynı şeyler Osmanlılar için de geçerlidir.
Bir örnekle daha fazla detaya girmeksizin açıklamaya çalışayım.(aslında bu meseleye ilişkin uzun bir yazı serisi gerekiyor)
İdris-i Bedlisi’nin Yavuz Sultan Selimle girdiği ilişkiler ve Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrası konumu biliniyor. Bu konu hakkında çok yazıldı. Ayrıca İdrisi Bedlisi “Selim Şahname”sinde detaylara kadar bu ilişki üzerine ve pratikleri konusu üzerine duruyor.
Şah Abbas’ın Mukrî Kürdlere Karşı Katliamı(ek 5 Çemişgezek)
Aso Zagrosi
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar Bedlis Kürd Hanedanlığının başında bulunan Mîr Şeref’i görevinden alarak başka bir alana daha Malatya’ya atamak istiyorlar. Mîr Şeref, Malatya’ya değil, Tebriz’e giderek Şah Tahmasp’a bağlılığını bildiriyor. Şah Tahmasp ordusunu Xelat(Ahlat) ve Adilcevaz’a doğru harekete geçiriyor. Mîr Şeref Xelat’ta Şah Tahmasp için dillere destan bir eğlence düzenliyor.(Şerefxan, Şerefname, s. 491) Şah Tahmasp Mîr Şeref’e “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını veriyor.
Şerefxan Bedlisi Şah Tahmasp’ın “Emirnamesi”ni yayınlamıştır.(age, 492-494). Şah Tahmasp bu Emirnamesinde Bedlis’in yanında Ahlat, Muş ve Xınıs gibi alanları da Mîr Şerefxan’a veriyor. Daha sonra Mîr Şerefxan ile Osmanlılar arasında bir dizi çatışma yaşanıyor.(daha detaylar için Şerefnameye bakınız)
Aynı şey Mîr Şemseddîn’in başına (Mîr Şerefxan’ın oğlu ve aynı zamanda tarihçi Şerefxan Bedlisi’nin babası)
Osmanlı yetkilileri her ne olursa olsun Bedlisli Kürd Mirlerinden kurtulmak istiyorlardı. Bu sefer Mîr Şemseddîn’e giderek Bedlis’in yerine kendisine Malatya ve Maraşı verdiklerine dair Kanuni Sultan Suleyman’ın talimatını götürüyor. Mîr Şemseddîn’in adamları ve Rozeki/Rojki aşiretinin ileri gelenlerinden bazıları toplantıda Mîr Şemseddîn’e izin ver bunların hepsini yok edelim anlamında bir şeyler söylüyorlar. Fakat, başka Kürd Mirleri Mîr Şemseddîn’e böyle bir şeye girişmemesini tavsiye ediyorlar. Mîr Şemseddîn Osmanlı yetkililerin önerisini Kabul ediyor. Bedlis Kalesini Osmanlılara bırakmak amacıyla boşaltıyor ve adamlarıyla Sason üzerine Malatya için yola çıkıyor.
Şerefxan’ın anlatımlarına göre “O sırada Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beydi. Kendisi Şemseddin Bey’I ilgi ve sevgi ile karşıladı ve kendisine Malatya’ya gitmemeyi tavsiye etti. Hatta ihtar ederek şöyle dedi ‘Köklü ve eski ailenizde bu büyük mirası üzerine alacak senden başka kimse kalmadı. Rum topluluğuna hiç güvenilmez. Her hangi bir şekilde seni ortadan kaldırmaya muvaffak oldukları takdirde , Bedlis hükümdarları ailesinin zinciri, maazallah kesilmiş olur” diyor.(age, sayfa 508)
Mîr Şemseddîn, Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beyin tavsiyesine uyarak Malatya’ya gitmiyor ve Şah Tahmasb’a sığınıyor. Şah Tahmasp kendisine “Xan” ünvanı veriyor ve bir çok üst görevlere getiriyor. Şerefname’nın yazarı Şerefxan İran’da dünyaya geliyor, Şah Tahmasb’ın çocuklarıyla beraber Saray’da okuyor ve daha sonra İran’da bir dizi üst görevlere getiriliyor ve savaşlara katılıyor. Mîr Şemseddîn vatan hasretiyle çok kötü şartlar altında yaşama veda ediyor. Şerefxan en son Naxçivan’ın yöneticisi olduğu zaman Kürd Beylerinin istemi üzerine Sultan III Murad, Şerefxan Bedlisi’ye haber gönderek atalarının yurdu olan Bedlis’I kendisine verdiğini ve geri dönmesini istiyor. Şerefxan yanında bulunan adamlarıyla Van’a ve oradan Bedlis’e geliyor. Bedlis’te Kürd Hanedanlığını yeniden canlandırıyor. Şerefxan Bedlisi eserinde Şah Tahmasb’a bir dizi övgü yağdırıyor.( Daha detaylar için Şerefname’ye bakınız)
Bu örneği seçmenin nedeni İdrisi Bedlisi ve Mir Şeref Bedlisi’nin Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’e karşı girdikleri ilişkiler, Çaldıran savaşında oynadıkları roller biliniyor ve hatta bir dizi çevrelerince de eleştiriliyor. Ama aynı Mir Şeref Kanuni Sultan Suleyman döneminde Şah Tahmasb’a bağlılığını bildirebiliyor. Mir Şeref’in oğlu Mir Şemseddin ömrünü İran’da sürgünde geçiriyor.. Sultan III. Murad döneminde Mir Şeref’in torunu, Mir Şemseddin’in oğlu Şerefxan Bedlisi Bedlis’e dönebiliyor.
Kürd Mirleri atalarından kalan iktidarlarını korumak amacıyla ilişkilere yaklaşım göstermişlerdir. Şah İsmail Kürd Mirlerinin iktidarına son verip yerlerine Türkmen liderlerini getirdiği zaman Kürdler Yavuz Sultan Selim’I destekleyerek Şah İsmail’in Kürdistan’daki iktidarına son vermişlerdir. Kanuni Sultan Suleyman Kürd Mirlerinin iktidarına yöneldiği zaman Kürd Mirleri Şah Tahmasb’a yakınlık göstermişlerdir. Şah Abbas Kürdlerin iktidarına son vermek ve Kürdlerin yerlerine Türkmen kabilelerin yerleştirmeye çalıştığı zaman Dimdim Kalesi ve Mukri Kürdlerinin direnişi ortaya çıkıyor.
Kızıl Irmak’tan Hemrin Dağlarına, Kafkasya’dan Safevi devletinin iç kısımlarına kadar hakim olan Kürdler ve Kürd Mirlerini herkes hesaba katmak zorundaydı. Kürdler hangi tarafı desteklemiş ise güç balansı o tarafa kaymıştır.
Eğer Kürdlerin gücü olmamış olsaydı, niçin Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail tarafından gasp edilen Kürd Mirlerinin iktidarını yeniden Kürd Mirlerine verme sözü versin? Yavuz Sultan Selim bu pragmatik yaklaşımıyla Şah İsmail’e karşı Kürdlerin desteğini kazanmıştır. Kürd Mirleride Osmanlının desteği ile iktidarlarına kavuştuklarından dolayı kazanmışlardır. Bu tarihsel bir gerçeklik ve tarihsel bir anın değerlendirilmesidir. Şah Tahmasb’ın babası Şah İsmail’e karşı savaşan Mir Şeref’i niçin Şah Tahmasb “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını versin? Şah Tahmasb’da babasının hatalarından ders alarak Kürdlere karşı pragmatik bir yaklaşım içine giriyor.
Yine konumuzla bağlantı sağlamak amacıyla Çemişgezek Kürd Mirliğine burada vurgu yapmak istiyorum. Şah İsmail güçleri bölgeyi işgal ettikten sonra Çemişgezek Mir’i Rüstem Bey’in iktidarına son veriyorlar ve onun yerine bir Türkmeni getiriyorlar. Mir Hacı Rüstem iktidarını yeniden elde etmek amacıyla Şah’a gidiyor. Fakat, Şah ona atalarından kalan iktidarı vermiyor ve başka bir alana gönderiyor. Kanuni Sultan Suleyman’ın Mir Şerefi ve Mir Şemseddin’ı Bedlis’ten Malatya ataması gibi….
Çaldıran Savaşından sonra Yavuz Sultan Selim Haci Rüstem’i, torunu ve 40 Çemişgezek ileri geleniyle birlikte öldürtüyor.
Mir Hacı Rüstem’ın oğlu Pîr Hûseyîn o dönem Irak’ta sürgünde bulunuyor. Babasının ölümünü duyar duymaz Mısırlılarla ilişki aramak için yola çıkıyor.
Pîr Hûseyîn’in Şah İsmail’in denetimi altındaki alanları bırakarak Mısırlılarla ilişki aramasının bir mantıkı olmalıdır. Demeki Pîr Hûseyîn, babasının iktidarına son veren Şah İsmail’e güvenmiyordu. Bundan dolayı o alanı terk ediyor. Daha sonra aracılar vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim ile anlaşıyor ve atalarının iktidarının iktidarını yeniden elde ediyor. Şerefxan’ın verdiği bilgilere göre Pîr Hûseyîn Osmanlı ordusunu beklemeksızın Çemişgezek güçleriyle Şah İsmail’ın yandaşlarına saldırıyor ve iktidarını yeniden kuruyor. Safevi tarihçisi Hasan Rumlu ise “Şah İsmail Tarihi” adlı eserinde bu çatışmayı daha başka anlatıyor. Sözü Hasan Rumlu’ya bırakalım: “Sultan Selim tarafından atanan ve Trabzon egemeni olan Mustafa Paşa , kalabalık ordusu(ve kan içici Rumlar) ile Erzincan’a yöneldi. Bunu öğrenen Rumlu Nur Ali Halife, Aykutoğlu Muhammed ile birlikte , hareket bayrağını o yöne doğru dalgalandırdı. Öncü askerler Çemişgezek ‘e vardığında, coşkulu askerleriyle görünen Bıyıklı çavuş, gaziler karşısında saflarını düzenlemeye başladı. Nur Ali Halife sekiz yüz düzenli atlısıyla sayıları onbinden fazla olan dev gibi Rumların merkezine saldırdı ve mızrak ucuyla bir bölümün yaşam resmini varlık sayfasından sildi. Sonun da Rumlar üstün oldular. Ve Nur Ali Halife’yi öldürdüler”(Hasan Rumlu, age, sayfa 190)
Sonuçta Pîr Hûseyîn Çemişgezek’deki iktidarına kavuşuyor.
Pîr Hûseyîn sadece iktidarıyla yetinmiyor. Aynı zaman da Şah İsmail adamlarını Kürdistan’dan kovmak için diğer savaşlara aktif bir şekilde katılıyor.
İdrisi Bedlisi Pîr Hûseyîn’in diğer Kürd Mirleriyle birlikte Şah İsmail’in bölgedeki yöneticisi Karahan’a karşı olan savaşını şöyle anlatıyor:
“Sağ yanda Hisnkeyf hakimi, Melik Halil Eyyubi, Sason Hakimi Muhammed bey, Şirvanat beyleri ile Eğil Hakimi Kasım Bey; her biri sancak ve tuğları kabile ve aşiret mensupları ile birlikte hazır bulunmuşlar, sol yanda da Bitlis Hakimi Melik Şeref, Nemran Hakimi Davud Bey, Atak Hakimi Zorakki Ahmed Bey, Şah Welet Bey, Suleymani ve Hacuki beyleri kabile ve aşiretleriyle birlikte hazırlanmışlardı. Sol kanatta Çemişgezek Hakimi Pir Hüseyin Bey ile Arapgir hakimlerinden Orhan, kendi halkı ve Dulkadir Bey ve askerlerinin de ittifakıyle yerini almıştı”
Bu arada Îdrîsî Bedlîsî Kürdlerle Osmanlı ordusu arasında koordinasyon görevini yerine getiriyor.
Çatışmaların başlamasını Îdrîsî Bedlîsî bir film sahnesi gibi anlatıyor. Sözü yine Îdrîsî Bedlîsî’ye bırakalım:
“O saatte ilahi tevfikle başlarında Kürd beylerinden Çemişgezekli Pir Hüseyin’in bulunduğu sol kanattaki mücahidler tarafından mülhit topluluğunun üzerine yüründü. Uzun bir süre devam karşılıklı çatışmada yiğit Kürd gençlerinden bir çoğu yere yıkıldı. Dulkadir ordusundan bir grupla onlara destek veren ulufeci Türkler, direniş gösteremeyip yüz çevirdiler. O sırada bu hakir fakir, Kürdistan ileri gelen beyleriyle, özellikle sol kanattan Şeref Bey, sağ kanattan Melik Halil ve diğer beyler ile ‘Şu an durmak mümkün değildir, Pir Hüseyin Bey’e ve sol kanattaki askerlere yardıma yetişmek gereklidir’ diye karara vardık. Bir anda adı geçen beyler sol kanatta yönelip intikam kılıcını çektiler ve bir anda alçak düşman topluluğuna yetiştiler. İki taraf arasında üzün bir savaş oldu. Kürdistan yiğit gençleri gayret edip düşmanı oradan kaldırdılar…………….. düşman Mardin’e doğru kaçtı…”(İdrisi Bedlisi, Selim Şahname, s.279-280)
Hasan Rumlu’da bu çatışmadan söz ediyor ve Karahan Ustaclu’nun bu savaşta öldürülmesinden sonra Kızılbaş Ordusunun yenilgi aldığını ve Diyabakır’ın Osmanlıların eline geçtiğini yazıyor.(Hasan Rumlu, age, sayfa 185)