Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri
Daha önce Newroz.Com’da okuyucularla paylaştığım
“Şeyh Ubeydullah’ın Komünist Torunu: Dr. Aziz Şemzînî” ile ilgili yazı serisini hazırlarken ister istemez Nakşibendi Tarikatı ve Nehri Şeyhleri üzerine çıkan yazıları ve kaynaklarıda taramak zorunda kaldım. Ne yazık ki hala o yazı serisini bazı önemli belgelere ulaşmada yaşadığım sorunlardan dolayı kısa bir sure için durdurdum.
Bu araştırma sürecinde ister istemez Şeyh Ubeydullah Nehri ile ilgili bir dizi belge ve eserleri de inceledim. Fakat, dikkatimi çeken husus Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de Şeyh Ubeydullah’ın düşünceleri ve ulusalcılığı konusunda çok az belge ve dokumentin mevcut olduğudur. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin “Kürd Milliyetçisi” olduğu ve “Ulusal bilince sahip olduğunu” ileri süren tüm kaynaklar Şeyh Ubeydullah’ın Amerikalı misyoner Dr. Cochran’a yazdığı 5 Ekim 1880 tarihli mektubunu kendilerine kaynak olarak gösteriyorlar.
Şeyh Ubeydullah Nehri Amerikalı Misyoner Dr. Cochran üzerine İngiliz yetkililerine gönderdiği mektup’ta şöyle diyor:
“Buradaki durumu size sözlü ve şeffaf bir şekilde aktarmak için Mela İsmail’i size gizli olarak gönderiyorum. Özellikle sizden rıca ediyorum Kürdistan Meselesini ve oğlumun Sablaxa(Mehabad) gitmesini İngiltere Hükümetine bildirin ve açıklayınız. Kürt halkı 500 binden fazla aileden oluşuyor, ayrı bir milletir, dinleri diğerlerinden farklıdır, yasaları, gelenek ve görenekleri ayrıdır
Bütün milletler arasında Kürtler zararlı, sert ve asi olarak tasvir ediliyor.Böyle Kürdistan’dan söz ediliyor. İçlerinden biri kötü bir bir iş yapsa binlerce iyi insanın adı kötüye çıkıyor. Sizi temin ederim ki bunların hepsi Türk ve İran yönetiminden kaynaklanıyor; onlar tarafından Kürdler için uydurulmuştur.Çünkü Kürdistan bu iki ülke arasında yer almakta ve bu iki hükmet de iyi ile kötüyü ayırt edememektedirler. Bu şekilde kötü insanlar kalıyor , iyi insanlar ise lekeleniyor ve arada gidiyor. Kuşkusuz siz Şikakli Ali Ağa’nın ismini duymuşsunuz. Pratikte kötülük ve haksız şeyler yapanlar ve yabancı vadandaşlara eziyet edenler olarak isimleri çıkmış. Aynı zamanda müslümanlara ve diğer halklara da eziyet ediyorlar. İki devlette yapılan kötülüklerden haberdarlar. Fakat buna gözyumuyor ve iktidarlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu halk uygarlıktan uzak tutuluyor, geri kalmış ve ilkel kalıyor. Türkiye vatandaşı olan Herki aşiretinin kötüleri açık bir şekilde bilinmektedir. Osmanlı hükümeti de İran hükümeti gibi bu halkın ilerlemesi için bir şey yapmıyor ve bu halkı küçük görüyor. Kürdistan’dan her zaman kötü söz ediliyor ve düşük görülüyor. İyi ve kötü insanlar arasında ayırım yapılmıyor.
Kürdistan lider ve önderleri ister Osmanlı ve ister İran vatandaşı olan ve Kürdistan’ın tüm vatandaşları kendilerini tanzim ederek artık bu iki devletin denetimi altında yaşamaya tahamülleri kalmadığı kararına varmışlardır. Avrupa devletleri Kürd meselesini görmeli, anlamalı ve sorşturmalıdır.Biz parçalanmış bir milletiz ve kendi kendi işlerimizi kendimiz yönetmek istiyoruz, böylelikle suçlularımızı cezalandırırken güçlü ve bağımsız oluruz ve diğer milletlerin sahip oldukları haklara sahip olmak istiyoruz; suçlularımız konusunda, diğer uluslara hiçbir zarar gelmeyeceği sözünü üstlenmeye hazırız. Amacımız bu dur. Oğlumun Mehabad’a gitmesinin nedeni Kürdistan’ın durumunu daha yakından görmek ve soruşturmaktır. Hiç bir kötülük olmaz Kürdistan’da baştan başa meseleleri ele aldığımızda. Çünkü milletin artık bu iki devletin kötülüklerine ve insafsızca baskılarına tahamülleri kalmamıştır”. .(Le Tarikewe bo ronaki, sayfa 84-85)
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Dr. Cochran aracılığı ile İngiltere elçisine gönderdiği bu mektup Kürdler ve Kürd Milliyetçiliği üzerine çalışma yapan yerli ve yabancı araştırmacılarının büyük bir kesimi tarafından “Bağımsız Kürdistan deklerasyonu”, “İlk Kürd milliyetçi girişimi”, “Ulusal içeriği olan bir mektup” ve “Ulusalcı ve milliyetçi” bir girişim olarak değerlendiriliyor.
Şeyh Ubeydullah’ın bu mektubu “Bağımsız ve Birleşik Bir Kürdistan’ın Manifestosu” olarak almak doğrudur. Şeyh Ubeydullah bu mektubunda hem Kürd olmanın tanımını, hem Kürdlerin Farslar ve Türklerle olan farklılıklarına, hem de Kürdlerin Türk ve Fars devletlerinin denetimi altında yaşayamacaklarını , dünyanın diğer milletlerinin sahip oldukları hakları istediklerini ve kendi kendilerini yönetme iradesini ortaya koyuyor. Ayrıca Şeyh Ubeydullah Kürdlerin içinde bulunduğu geri konumunun sorumluluğunu Türk ve Fars devletlerinin politikalarına bağlıyor ve iktidara geldikleri zaman Kürdistan’da asayiş ve güvenliği sağlayacaklarına dair güvence veriyor. Şeyh Ubeydullah’ın Avrupa devletlerinin yardımına başvurması Fars ve Osmanlı din kardeşlerinden tam kopmadır. Şeyh Ubeydullah’ın Bağımsız ve Birleşik Kürdistan için gerçekleştirdiği bu kopuş, 21. Yüzyılda dahi Kürd hareketleri tarafından açık bir şekilde formüle edilemiyor. 21.yüzyılda en çok ileri sürelen savlar “ulusal devletlerin zamanı geçmiştir” , “şairleri rüyası” yada “Kürdlerin hakkıdır, fakat………” diye açıklamalardır. Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde gerçekleşen 1880 Devrimi hakkında yapılan “ İlk bağımsızlık deklerasyonu”, “ilk ulusal ve milliyetçi” girişim gibi tespitlerden kaçınmak lazım. Çünkü, Kürdlere ilişkin “İlkleri” tespit etmek için Kürdlere ilişkin var olan tüm bilgi ve belgelere sahip olmak lazım. Kürd düşmanı çevreler sürekli olarak kendi işlerine gelen ve Kürdlere ilişkin araştırmaları çıkmaza sokan belgeleri sunuyorlar. Kürdlerin millet olarak taleplerini seslendirdikleri belge ve bilgileri ise gizliyorlar. Çünkü, Kürdlerin ulusal haklarını ve Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen her hangi bir belge yada bilgi Kürd milletinin “Ulusal Kollektif Hafızasının” inşasına katkıda bulunuyor ve sömürgeci güçlerden kopuş sürecini hızlandırıyor.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bu mektubu “ Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Manifestosu” olarak almak doğrudur. Fakat, “ilk” olduğunu ve “Kürd Milliyetçiliğinin ilk ve açık girişimi” olarak ileri sürmek sakıncalıdır.
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(2)
Aso Zagrosi
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin düşüncelerini ve 1880 Devrimi’ni anlatmadan önce kısaca da olsa Şeyh Ubeydullah Nehri’yi ve ailesini tanıtmak istiyorum.
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ailesi
Şeyh Ubeydullah Nehri, Mewlana Xalid Şarezori’nin en önemli halifelerinden biri olan Seyyid Taha Hakkari’nin oğludur. Şeyh Ubeydullah 1831 yılında Nehri’de dünyaya gözlerini açıyor. Nehri şeyhleri kendilerini secere olarak Kadiri Tarikatı’nın kurucusu olan Doğu Kürdistanlı büyük din alimi olan Seyyid Abdulkadir Geylani’ye bağlıyorlar. Soz konusu olan secere Seyyid Abdulkadir Geylani’den başlarsak, Seyyid Abdulaziz, Seyyid Muhammed, Seyyid Hac, Seyyid Abdullah, Seyyid İbrahim, Seyyid Muhammed, Seyyid Hac II, Seyyid İbrahim II, Seyyid Salih, Seyyid Ahmed , Seyyid Taha Hakkari ve Şeyh Ubeydullah Nehri diye devam ediyor.( Dr. Saleh Ebrahimi, Raperini, Melik Qazi Hazreti Şêx Ubeydullah Nehri Şahi Şemzin, sayfa 187)
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası Seyyid Taha Hakkari, ataları gibi Kadiri Tarikatına bağlıydılar. Fakat, Mewlana Xalid Şarezori(1779-1827), Delhi’ye giderek Xulam Ali Şah’dan Halifelik alarak Nakşibendi tarikatını bölgede yaymaya başladığı zaman Seyyid Taha Hakkari Bağdat’ta giderek belli bir dönem ve bazı kaynaklara göre 6 ay yanında kalarak Hilafetnameyi yazılı olarak kendisinden alıyor ve Nehri’ye dönüyor. Nakşibendi Tarikatının şeyhleri Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden önemli bir aldıklarından dolayı Mewlana Xalid Şarezori’den başlayarak ciddi bir irdeleme tabi tutulması gerekir. Bu konuda değerli Kürd din alimi Şeyh Mehemede Xal „Yadi Merdan“ adlı eseriyle bize ciddi bir miras bırakmıştır. Bugün „Türkiye“ denilen coğrafya’da nakşibendilerin yüzde yüzü olmasa dahi yüzde doksan dan fazlası Mewlana Xalid Şarezori’ye bağlıdır. Fakat, ne yazık ki Türk ırkçı çevreleri Nakşibenciliğin Kürd tarafını sürekli olarak unuturmaya çalıştılar.
Şeyh Mehemede Xal belgelere dayanarak Mewlana Xalid Şarezori’nin 67 Halifesini yani kendisinden doğrudan hilafetname alanları tespit ediyor. Bunlardan 34 halife Kürd asılıdır.
Mewlana Xalid’ın Kürd halifelerinin isimlerini veriyorum:
1)Seyh Osman Sireceddin,
2) Mela Celal Xurmali’nin oğlu Mela Mustafa,
3)Seyyid Ahmed Sergelu,
4)Şeyh Abdulkadir Berzenci Sergelu,
5) Şeyh Mahmud Sahibi,
6)Şeyh İsmail Berzenci Konekotri,
7)Şeyh İsmail Henarani,
8)Haci Mela Abdullah Celi,
9)Şeyh Mela Abassi Koyi,
10) Şeyh Mela Muhammedi Qizleri,
11)Mela Abdulqafur Kerkuki,
12)Şeyh Mela Hidayetullah Hewleri,
13)Şeyh Mela Xebibi Hewleri,
14)Şeyh Mela Bekri Kurdi Gellali,
15)Şeyh Abdulfetah Aqreyi,
16)Şeyh İsmail Şirwani,
17)Şeyh Muhammed Hafizli Orfeli,
18)Şeyh Mela Abdulrehman Kurdi,
19)Şeyh Mela Muhammed Meczun,
20)Seyyid Taha Nehri,
21)Şeyh Abdulkadir Şemzini,
22)Şeyh Xalid Heriri,
23)Şeyh Muhammed Firaqi,
24)Mela Ahmed Kolesarayi,
25)Seyyid Abdullah Heyderi,
26)Şeyh Tahir Aqreyi,
27)Mela Resul Sablaxi,
28)Şeyh Omer Qeredaxi,
29)Şeyh Mesud Amêdi,
30)Mela Ahmed Hakkari,
31) Omer Susi’nin oğlu Şeyh Mahmud,
32)Şeyh Muhammed Qerkeşli,
33)Şeyh Xalid Kurdi,(Şeyh Mehemede Xal, Yadi Merdan, sayfa 66-68)
Mewlana Xalid ile birlikte Nakşiciliğin Kürd dönemi başlıyor ve hala günümüze kadar bu lekol devam ediyor. Mewlana Xalid’ın sağlığında etkili olan ve ölümünden sonra Nakşiciliğe damgalarını vuran Biyare şeyhlerinden Şeyh Osman Siraceddin ve Nehri şeylerinden Şeyh Taha Hakkaridir.(Burada Nehri şeyhlerine ilişkin bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Nehri şeyhleri, farklı yazarlar tarafında Hakkari, Şemzini, Geylani gibi lakaplarla anılıyorlar. Aslında hepsi aynı aile)
Şeyh Taha Hakkari, Mewlana Xalid Şarezori’den Hilafetnamesini alıp döndükten sonra bölge ciddi bir irşad faaliyetine girişiyor. Bazı kaynaklar Seyyid Taha Hakkari’nin Botan Miri Mir Bedirxan hizmetinden olduğunu Mir Bedirxan’ın Osmanlı devletine karşı yenilgisinden sonra Seyyid Taha’nın Nehri’ye kaçtığını yazıyor.(Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh ve Devlet, Öz-Ge Yayınları, sayfa 275)
Seyyid Taha Hakkari yaşadığı dönemde Osmanlı devleti tarafından varlıklarına son verilen Kürd Mirliklerinden doğan boşluğu dolduruyor ve alan da en etkili şahsiyet durumuna geliyor. Seyyid Taha oğlu Şeyh Ubeydullah Nehri’ye göre daha çok dinsel faaliyet içindeydi. Bilindiği gibi Şeyh Ubeydullah hem dinsel ve hemde dünyevi görevleri üstlendi. Buna rağmen Seyyid Taha Nehri’nin bölgede sahip olduğu dinsel otorite hem Osmanlı ve hemde İran Şahı Şah Muhammed’i kendisiyle antlaşmaya zorluyordu. Kürdistan’ı işgal eden iki tarafta Seyyid Taha’nın gücünü bildiklerinden dolayı kendisiyle iyi geçiniyor ve hediyeler gönderiyorlardı. Seyyid Taha’nın o dönem Fars devletinin denetimi altında bulunan Doğu Kürdistan bölgesinde de halifeleri ve ciddi bir mürid kitlesi vardı. Rus tarihçisi Xalfin o dönemler için Seyyid Taha’yı “Osmanlı ve İran Kürdlerinin en büyük ve en etkili din adamı olduğunu” yazıyor.(Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 60)
Şah Muhammed Qaçari, Seyyid Taha’ya yakın durmaya ve ilişkilerini sıcak tutmaya çalışıyordu. Şah Muhammed Qaçari’nin oğlu Şahzade Abbas Mirza Melik Ara anılarında babasıyla Seyyid Taha’nın ilişkileri konusunda şöyle yazıyor: “Rahmetli Şah Muhammed, Nakşibendilerin büyük şahsiyeti Taha’ya çok saygılıydı. Bir kaç köyü kendisine vermiş ve tekkesinin masraflarını ödüyordu. Her yıl kendisine bazı hediyeler gönderiyordu. Kürdlerin içinde onun sözü bire birdi. Sıkca beni yanına çağırır, onun için benim sağlığım ve güvenliğim önemliydi. Benim annem tarikatta onun müridiydi” (Mucteba Burzuyi, age sayfa 60)
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(3)
Aso Zagrosi
Şahzade Abbas Mirza Melik Ara anılarında babası ve annesiyle Seyyid Taha ilişkilerine dair söyledikleri doğruların bir kısmını içeriyor. Bir de Abbas Mirza’nın açıklamadığı bazı gerçekler vardır. Şah Muhammed Qaçari’nin eşi ve Prens Abbas Mirza’nın annesi Hatice Hanım Kürd asılı bir bayandı. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekiyorsa Yahya Xan Çariq’ın bacısıydı. Abbas Mirza’nın da söylediği gibi annesi Hatice Hanım Seyyid Taha Hakkari’nin müridiydi. Sadece annesi Hatice Hanım değil, Prens Abbas Mirza ve hatta babası Şah Muhammed Qaçari’de Seyyid Taha’nın müridleri içinde olduğu söyleniyor.
Dr. Saleh Ebrahim Seyyid Taha Hakkari ile Şah Muhammed Qaçari ilişkileri konusunda şöyle yazıyor: “Hazreti Seyyid Taha Şemzini’nin Şah Muhammed Qaçari üzerinde etkisi çok büyüktü. Şah Muhammed Seyyid Taha eliyle tövbekar ve müridi olmuştu. Şah Muhammed Seyyid Taha’nın Xaniqasının masraflarını ödemek ve misafirlerinin masraflarını karşılaması için aylık olarak kendisine 500 tümen/tomen ödüyordu. Şah Muhammed Mergewer’ın 10 köyünü de Seyyid Taha Şemzini’ye bağışlamıştı.
Şah Muhammed’in eşlerinden Abbas Mirza’nın annesi Hz. Seyyid Taha Nehri’nin müridi ve tövbekarıydı, Seyyid Taha’ya ve ailesine çok saygı duyuyor ve hizmet etmek için çırpınıyordu.
Abbas Mirza’nın annesi Xatice Xanım, Yahya Xan Çariqi’nin bacısıydı………….
Şah Muhammed ömrünün son günlerinde Nasreddin Şah’ı veliahttan indirim yerine veliahtı Abbas Mirza’yı bırakmak istiyordu. Abbas Mirza’da Hz. Seyyid Taha Nehri’nin müridiydi. Fakat ölüm Şah Muhammed’e bu imkanı vermedi. Nasreddin bir dizi hile ve entrika ile iktidara geldi. Nasreddin’in annesi Abbas Mirza’yı öldürmek istemişti. Abbas Mirza Hz. Seyyid Taha Nehri’yi çok seviyordu ve müridiydi. Hz. Seyyid Taha 1272 (H) yılında öldükten sonra Hz. Şeyh Ubeydullah Nehri Qazi Şemzinan Şahı onun yerine geçti. Çariqi Kürdlerden olan annesi tarafından Kürd olan Abbas Mirza Şeyh Ubeydullah’ın müridi oldu ve onun yolunda gitti. Abbas Mirza, Hz. Şeyh Ubeydullah ile yakın ilişkiler içinde girdi.(Dr. Saleh Ebrahimi, age sayfa 79)
Bir çok kaynak Nehri şeyhleriyle Qaçari hanedanlığı arasındaki ilişkiler üzerine duruyor. Burada bu kaynakların hepsine baş vurma imkanı yok. Ama, yine de bazılarına baş vurmak istiyorum. Nawşirwan Mustafa Emin “Kurd û Ecem” adlı çalışmasında “Şah Muhammed Qaçari ölümünden sonra bir kaç erkek ve kız çocuğu arkasında bırakmıştı. Şah’ın oğulları içinde iki tanesi ön plandaydılar. Bunlardan biri Nasreddin ve diğeri ise Abbas Mirza’ydı. Abbas Mirza’nın annesi Xatice Hanım Yahya Xan Çariq’ın kızıydı. Xatice Hanım’ın ailesi Çariq Kürd mirlerindendi. Xatice Hanım’ın ailesi Şeyh Ubeydullah’ın babasının müridleriydi. Xatice Hanım ile oğlu Abbas Mirza Şah’a çok yakındılar. Söylendiğine göre Şah Muhammed ölmeden önce Nasreddin’i veliahttan alarak onun yerine hala küçük olan Abbas Mirza’yı veliahtı olarak bırakmak niyetindeydi. Onun ölümünden sonra Abbas Mirza şah olacaktı. Şah Muhammed öldükten sonra Nasreddin Şah oldu. Fakat baba tarafından kardeşi Abbas Mirza’nın yerine göz koyduğundan korkuyordu. Şah Nasreddin, Abbas Mirza’nın ve annesi Xatice’nin tüm mal ve mülklerine el koydu. Nasreddin’in annesi Mehd Eliya Abbas Mirza’nın gözlerini kör etmek istiyordu. Şah Nasreddin ise onu öldürmek istedi. Fakat Rus ve İngiltere vezirlerinin baskısı neticesinden Abbas Mirza hayatta kalabildi ve o dönem Osmanlıların denetimi altında bulunan Arap Irak’ındaki Etbati Alyat’ta sürüldü ve 25 yıl sürgün de kaldı.”(Nawşirwan Mustafa Emin, “Kurd û Ecem”, Senteri lêkolinewey Strateji Kurdistan, Silêmani-2005, sayfa 194-195)
Sadece Şeyh Ubeydullah ve Nehri Şeyhlerine sıcak bakan kaynaklar değil, düşman kaynaklarıda iki taraf arasındaki ilişkiler üzerine duruyorlar.
Bilindiği gibi Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde gelişen 1880 Devrimi sürecini yaşıyan ve yaşanan gelişmeleri düşman gözüyle irdeleyen iki kaynak elimizde bulunuyor. Bunlardan biri Ermeni asılı İskender Xuryanis’in “Qiyam Şêx Ubeydullah Şemzini der Kurdistan, Dunya Daniş Tehran-2537, diğeri ise Azeri asılı Ali Avşar, Şoreşi Şêx Ubeydullah Zimime, Tebriz, 1347 dir. İskender Xuryanis 1880 Devrimi sırasında Urmiye mıntıkasındadır. Ali Avşar ise Mehabad mıntıkasındadır. Her ikisi de yaşanan gelişmeleri çokça düşmanca aktarıyorlar. Ama buna rağmen bu kitaplarda Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen hareket hakkında yararlanacak bilgiler de vardır.(Nawşirwan Mustafa Emin, age, sayfa 237)
Ali Avşar, Şah Muhammed’in Seyyid Taha Şemzini’ye verdiği önem hakkında şöyle yazıyor: “Seyyid Taha ara sıra Tahran ve Tebriz’e geliyor ve kendisini saray ve Şahin Şah devletinin yöneticilerine yakınlaştırıyordu. Uşaklığı vasıtasıyla Şah’ın kapısında büyümüş, 500 tümen maaşı, Mergewer bölgesinde 5 köyü vardı ve İran devletinin mirasından geçiniyordu. Fakat, hiç bir zaman bahtsızlık yapmadı. İran devletinin ekmeği ve nimetini her zaman göz önünde bulunduruyordu. Bundan dolayı devlet yöneticileri her zaman onu tutuyor ve durumundan haberdardılar.”( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 62)
Nehri şeyhleriyle Qaçari Şahları arasındaki ilişkilere bu yazı serisi içinde daha sonra da geleceğiz. Şah Nasreddin Nehri Şeyhlerinin Mergewer’deki arazilerine el koyuşlarını ve buna karşı Şeyh Ubeydullah’ın tepkisini Şeyh Ubeydullah’ın farklı çevrelere gönderdiği mektuplarda da ortaya koymaya çalışacağız.
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(4)
Aso Zagrosi
Aslında Mewlana Xalid Şarezori’nin yaşadığı dönem Qaçari Şahları ve Osmanlı Sultanlarıyla ilişkiler meselesi gündeme geliyor ve tartışılıyor. Bu gerçekliği Mewlana Xalid’ın Seyyid Taha Hakkari’ye gönderdiği mektuplarda öğreniyoruz. Mewlana Xalid Seyyid Taha’ya gönderdiği bir mektupta “eğer Şah’da görüşmek isterse uzak durmak lazım” ve kendilerine “ biz derweşiz dünya işleriyle ilgilenmiyoruz” yolunda cevaplar verin, diyor. Bu mektubu bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman öyle anlaşılıyor ki, Seyyid Taha Mewlana Xalid’a bir mektup yazarak Qaçarilerin görüşme teklifini gündeme getirmiş.
Mewlana Xalid, Seyyid Taha’ya gönderdiği ikinci mekupta “devlet yetkilileriyle görüşmeleri doğru bulmuyorum. İster Şii ve ister Sünni olsunlar, eğer niyetleri temiz ve kalpleri pak ise tanrı onları doğru yolla getirsin. Eğer iktidar sahipleri hayırlı ve iyilerse bunu yoksulların ve ezilenlerin mutlu olup olmadıklarından görebilirsiniz” diyor.(Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 50-51)
Mewlana Xalid Şarezori yaşadığı dönemde Halifelerinden biri olan Abdulwahab Susiyi Osmanlı Sultan’ıyla ilişkiye geçiyor. Sultan Abdulwahab’ı yanına çekmeye çalışıyor. Nakşibendi Tarikatı içinde bir dizi tartışmalardan sonra Mewlana Xalid Halife ve müritlerine yazdığı bir mektupta Abdulwahab’ı tarikata bir daha geri dönmemek üzere çıkartıklarını bildiriyor.(Şêx Mehemedi Xal, Yadi Merdan, sayfa 361-362)
Mewlana Xalid’ın o dönemler iktidar sahiplerine karşı mesafeli davranması ve daha sonraki süreçte halifeleri Nehri Şeyhleri, Barzan ve Palu Şeyhleri ve Kafkasya’da Şeyh Şamil’in(1798-1871) hareketlerinde de görüldüğü gibi ezilenlerden yana kendilerini bir bütün olarak siyasal ortamın içinde buluyorlar.
Şeyh Şamil ile Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası Seyyid Taha Hakkari arasındaki ilişkiler o dönemde biliniyordu. Seyyid Taha ve Şeyh Şamil, Şeyh Şamil ve Kürd aşiret liderleri arasındaki ilişkiler o dönem Rus devlet yetkililerini korkutuyor. 1850’de Tebriz Rus Konsolosu Khanikov Şeyh Şamil ile Seyyid Taha Hakkari ve Dağıstan Kürdlerinin yakınlaşmasına dikkat çekiyor. Khanikov, Chirnkov’a(Dışişler Bakanı) yazdığı bir mektupta “Şeyh Şamil 1846’dan beri Dağıstan Sünni Kürdlerine ve Seyyid Taha Nehri’ye yakınlaşmaya çalışıyor. Seyyid Taha’nın 10.000 Müridi var ve Şeyh Şamil ile uzun zamandan beri dostlukları var.” Chirinkov’un kendisi de “Şeyh Şamil’in Seyyid Taha Hakkari’ye ve ağalarına(Kerimxan Rewandizi) hediye ve mektuplar gönderdiğini Hasan isminde bir adamını Haci Murteza lakabıyla Hakkariye ve Şino köylerine göndediğinden haberi vardı” (Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 52)
Qaçari, Osmanlı ve Rus devletleri Seyyid Taha Hakkari’nin Kürdistan gibi stratejik bir bölgede sahip olduğu prestij ve gücü gördüklerinden dolayı ona yakınlaşmaya ve hakkında gereken bilgileri toplamaya çalışıyorlardı. Çarlık Rusyası Kırım Savaşı gündemde olduğu bir dönemde Şeyh Şamil ile Seyyid Taha’nın ilişkilerini merak ediyor. Şeyh Şamil’in Azerbeycan’da, Seyyid Taha’nın Kafkas Kürdleri arasında ciddi etkileri ve geniş bir mürit çevreleri vardı. Ayrıca Şeyh Şamil ile Seyyid Taha arasında yakın ilişkiler vardı.
Halfin Rus konsolosluklarının belge ve bilgilerine dayanarak “ Şeyh Şamil ile Seyyid Taha Efendinin etkileri ve sahip oldukları güçlerin durumu özellikle Kırım Savaşı ortamında Rus yetkililerini kaygılandırıyordu. Bundan dolayı Rusya Seyyid Taha ve Müridleri hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak istiyordu.( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 61)
Şêx Ubeydullah Nehrî’nin Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen mücadelesini anlatmadan önce kısaca da olsa ailesi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Şêx Ubeydullah Nehrî’nin bilebildiğimiz kadarıyla iki oğlu vardı. Bunlardan biri 1911 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Sıdıq ve diğeri ise 1925 Devriminin yenilgisinden sonra Şeyh Said ve arkadaşlarıyla ile birlikte idam edilen Seyyid Abdulkadir Geylanidir.
Şehid Seyyid Abdulkadir Geylani’nin bildiğim kadarıyla iki oğlu vardı. Bunlardan biri 1925 yılında Amed’te babası Seyyid Abdulkadir ile birlikte idam edilen Seyyid Muhammed, diğeri ise 1925 Devrimi sırasında Şemzinan ayaklanmasını gerçekleştiren Seyyid Abdullahdır. Seyyid Abdullah ayaklanmanın yenilgisinden sonra Güney Kürdistan’a geçti. Orada Kürd hareketine katıldı. Daha sonra ikinci Dünya savaşı sırasında Doğu Kürdleri Kürdistan Demokratik Cumhuriyetini (Mehabad) örgütlemeye çalıştıkları bir dönemde Seyyid Abdullah Doğu Kürdistan’a geçti ve Kürdistan Cumhuriyetini destekledi.
Seyyid Abdulkadir ile birlikte idam edilen oğlu Muhammed’in bazı çocukları Türkiye’de kaldı.. Bunlardan biri bir dönemler Sümerbank Genel Müdürlüğünü yapan Seyyid Ahmet Hızır Geylandır. Seyyid Muhammed’in bir diğer oğlu Musa ise amcası Seyyid Abdullah ile birlikte Şemzinan olayından sonra Güney Kürdistan’a geçti.
Seyyid Abdullah’ın ailesi
Seyyid Abdullah’ın iki oğlu vardı:
1)Dr. Seyyid Aziz Geylani/Şemzini( daha fazla bilgi için daha önce üzerine yazdığım Şeyh Ubeydullah’ın Komünist Torunu: Dr. Aziz Şemzînî(1) adlı yazı serisine bakınız)
2)Seyyid Abdulkadir Sani (ikinci)
Seyyid Abdulkadir Sani’nin erkek çocukları:
1)Seyyid Faruk Geylanizade,
2)Seyyid Taha(Muhendis)
3)Seyyid İbrahim,
4) Seyyid Salih,
5)Seyyid Mahmud,
6)Seyyid Ubeydullah,
Şêx Ubeydullah Nehrî’nin büyük oğlu
Seyyid Muhammed Sıdık’ın oğulları:
1)Seyyid Taha Sani(İkinci)
2)Seyyid Reşid,
3)Seyyid Şemseddin,
4)Seyyid Musehaldin,
Seyyid Taha Sani(ikinci)nin erkek çocukları:
1)Seyyid Muhammed Sıdık Sani-ikinci-(Puşo)
2)Seyyid Ubeydullah Sani(Tero)
3)Seyyid Salih Darucan,
4)Seyyid İzzedin(Çeto)
5)Seyyid Ahmed,
6)Seyyid Haci Sani,
7)Seyyid Mazhar(Kerkes)
Seyyid Muhammed Sıdık Sani’nin erkek çocukları:
1)Seyyid Kamuran,
2)Seyyid Xusrew,
3)Seyyid Perawez Teroş
4)Seyyid Faruqi
Seyyid Darucan’ın erkek çocukları:
1)Seyyid İmadedin
2)Seyyid Sami,
3)Seyyid Egid,
Seyyid İzzeddin (Çeto)in erkek çocukları:
1)Seyyid Birzo,
2)Seyyid Feramerz,
3)Seyyid Aras,
Seyyid Ahmed’in çocukları:
1)Seyyid Taha(Çeko)
2)Seyyid Hoşeng,
3)Seyyid Ferheng,
4)Seyyid Said
Seyyid Haci Sani’nin erkek çocukları:
1)Seyyid İsmail,
2)Seyyid Abdulnasır,
3)Seyyid Suleyman(Muhendis)
Seyyid Mazhar(Kerkes)ın erkek çocukları:
1)Seyyid Nureddin,
2)Seyyid Gazi,
3)Seyyid Geylani,
4)Seyyid Abdullah
Seyyid Şemseddin’in ise erkek çocuğu:
1)Seyyid Reşid,
Seyyid Muslehddin’in ise çocukları:
1)Seyyid Kazım Jajabadi,
2)Seyyid Enwer,
3)Seyyid Wahdeddin,
4)Seyyid Reşid (Dr. Saleh Ebrahimi, age sayfa 81-82)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(5)
Aso Zagrosi
Bazı kaynaklar Seyyid Taha Hakkari’nin Mehemed Sıddıq ve Seyyid Abdulkadir Şemzini dışında 2 yada 3 oğlu daha olduğunu yazıyorlar. Fakat, Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde gelişen 1880 Devrimi sırasında ve daha sonra Nakşibendi Tarikatı ve Kürd Ulusal Hareketi içinde önemli rol oynayan Seyyid Mehemmed Sıddıq ve Seyyid Abdulkadirdir. Bu iki Kürd şahsiyetinin aileleri hakkında kısmi bilgileri arşiv olsun diye vermeye çalıştım.
Seyyid Taha Şemzini, 1853 yılında vefat ettikten sonra yerine kardeşi Seyyid Muhammed Salih Nakşibendi tarikatının başına geçti ve postnişi oldu. Bazı kaynaklar Şeyh Ubeydullah Nehri’nin “babasının ölümünden sonra yerine geçtiğini” söylüyor. Fakat bu bilgi doğru değil. Şeyh Mehemmed Salih Şeyh Ubeydullah Nehri’nin dinsel eğitimi konusunda önemli rol alan bir Kürd şahsiyettidir. 1853 ve 1856 yılları arasında Osmanlı devleti ile Rusya arasında baş gösteren Kırım Savaşı olarak bilinen savaşta Cihat çağrısını yapan Şeyh Mehemmed Salihtir. Şeyh Mehemmed Salih’in 1865 yılında vefat etmesiyle birlikte yeğeni Şeyh Ubeydullah Nehri tarikatın başına geçiyor.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babasında kalan çok güçlü bir mirası vardı. Daha önce Rus belgelerinden aktardığımız bilgiye göre Seyyid Taha Hakkari’nin “10.000 Müridi” vardı. Şeyh Ubeydullah’ın Nakşibendi Tarikatının postnişinini devralmasından sonra bu ilişki ağı ve müridleri daha da çoğalmaya başladı.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bölgedeki etkisi o dönemler hem bölgesel güçlerin ve hem de uluslararası büyük Batılı güçlerin dikkatinden kaçmıyor. Bundan dolayı Şeyh Ubeydullah ve ilişkileri sürekli olarak mercek altına alınıyor. O dönemler Şeyh Ubeydullah Nehri’nin katibi olan büyük Kürd şairi Vefayi anılarında, yine aynı dönemde İngiltere’nin Tebriz Konsolosu William G Abbott , Lord Curzon ve yine aynı Times gazetesinin muhabirinin anlatımlarına göre “her gün Şeyh Ubeydullah’ın 500 ile 1000 arasında misafiri” vardı.(Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 45) Kürdistan’ın tüm bölgelerinden ve bölgenin diğer ülkelerinden farklı etnik yapılanmalar ve sınıflardan insanlar Nehri’ye giderek Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret ediyorlardı. İngiliz belgelerine baktığımız zaman Binbaşı Trotter’ın gönderiği raporda “Doğu Kürdistan’da tartışma götürmez en etkili şahsiyet Şeyh Ubeydullahdır. Şeyh Ubeydullah’ın kendisi ve gücü sınırdaki Kürdler için Sultandan daha kutsaldır. Kuşku yok ki bu adamın amacı ülkesini Sultan’ın adamlarından kurtarmaktır.”(Le tarikewe bo Ronaki, sayfa 29)
Amir Nizam Gerusi: “ Bu Şeyh’in öyle müridleri var ki bir iki demeden emirlerini yerine getiriyorlar. Şeyh’in müridleri Beyazid’tan Musul’a Suleymaniye, Kerkük ve Diyarbekir’a kadar geniş bir alana yayınmışlardır.(Mehemed Heme Baqi, age, sayfa 55)
Osmanlı yetkililerinin de Şeyh Ubeydullah’ın gücü konusunda benzer düşünceleri vardır. Mesela o dönemler Osmanlı devletinin büyük elçisi Fahri Bey “ Şeyh Ubeydulah’ın Beyazid’tan Bağdat’a kadar yayılan büyük bir gücü var. “ Lord Curzon “Şeyh Ubeydullah’ın alimliği, ünü ve kutsallığı her tarafa yayılmıştı. Kürdler ona Ulusal Önder gözü ile bakıyordu”( Mehemed Heme Baqi, age sayfa 55)
Şeyh Ubeydullah Nehri Kürdler tarafından “Hazreti Şeyh” ve “Bavê Kurdan” diye anılıyor ve hitap ediliyordu. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Kürdler içindeki etkisi ve ünü Osmanlı devleti ile Rusya arasında baş gösteren “93 savaşı” olarak bilinen 1877-78 savaşından sonra daha da artmaya başladı. Bilindiği gibi Şeyh Ubeydullah Nehri, bu savaş için Rusya’ya karşı cihat çağrısı yaparak
ve kendisi doğrudan Kürd birliklerinin komutanlığını üstlendi. Bu savaş esnasında Şeyh Ubeydullah ile Osmanlı devleti arasındaki ilişkiler bozuldu. Biraz bu şavaşı açmak gerekiyor.
1877-78 Savaşı ve Şeyh Ubeydullah Nehri
Türk kaynakları Osmanlı devletinin Rusya’ya karşı bu savaştan aldığı yenilginin faturasını Kürdlere ve özellikle Şeyh Ubeydullah’a çıkarmaya çalışıyorlar. Bu konuda da en yaygın şekliyle Bilal N. Şimşir’in İngiltere belgelerinde “Kürtçülük -1787-1923” adlı eserindeki tespitleri ve belgeleri kullanıyorlar.
Bilal N. Şimşir şöyle yazıyor:
“Türk hükümeti savaş öncesinde ABD’den 250.000 piyade tüfeği aldı. Bunların çoğu “Henry Martini”nin, bir bölümü de “Winchester” marka olan tüfekler dönemine göre modern silahlardı.
“Türk Hükümeti Şeyh Ubeydullah’a güvendi ve bu yepyeni tüfeklerden 20.000 kadarını ona verdi. Şeyh’in (Ubeydullah) askerleri bu tüfeklerle Ruslara karşı “cihad”a gidecek, canla başla savaşacak ve savaş sonunda silahları hükümete geri verecekleri umuluyordu. Bu umutlar büyük ölçüde boşa çıktı. Biraz başarı da gösterdiler. Ama savaşa giderken de dönerken de disiplinli asker gibi davranmadılar, başıbozuk silahlı çeteler gibi hareket ettiler. Bu silahlı atlılar savaşa giderken Ermeni köylerini de vurdular; bazıları Ermeni köylerine dalınca Ruslarla savaşmayı hepten unuttular, yağma ve talan yoluna saptılar. Yepyeni “Martini” silahları Ruslardan önce yerli sivil halka çevrildiler.”( Bilal N. Şimşir, age sayfa 179-180)
Bilal N. Şimşir, bu tezini, 29 Haziran 1877 tarihli İran Azerbeycan Vali yardımcısının İran Dışişler Bakanlığına, 30 Haziran 1877 tarihli İran Dışişleri Bakanından İngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Taylor Thomson’a, 4 Temmuz 1877 tarihli İngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Taylor Thomson’dan Dışişler Bakanı Lord Derby’ye, 11 Temmuz 1877 tarihli Bitlis’de Amerikan misyonerlerinden Erzurum İngiliz Konoslosu Zohrab’a , 31 Temmuz 1877’de Layard’ın Lord Derby’ye ve yine Temmuz 1877 tarihli Van’daki bir Ermeniden Bitlis Ermeni Papazına gönderilen mektuba dayandırıyor.
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(6)
Aso Zagrosi
Rusya Osmanlı devletine karşı savaş ilan etmeden önce 93 savaşı olarak bilenen savaş yıllar önce hazırlanmış bir savaştı. Hem Rusya ve hem de Osmanlı devleti savaşa hazırlanıyordu. Bu hazırlıklar esnasında Osmanlılar ve Rusya çeşitli Kürd ileri gelenleriyle ilişkiye geçerek Kürdlerin desteğini kazanmaya çalışmışlardır. Sonuçta savaşın bir cephesi Kürdlerin üzerinde yaşadığı topraklarda olacaktı. Osmanlı ve Rus savaş uzmanları Kürdlerin bu savaşta oynayabilecekleri rolün bilincinde hareket ediyorlardı. Rusya gelişen bir güç olarak büyük hesaplarla Osmanlı devletine karşı 24 Nisan 1877 tarihinde savaş ilan etti. Osmanlı Sultanı ise Rusya’ya karşı savaş için tüm Müslümanlara savaşa katılmaları için cihad çağrısını yaptı.
Böyle bir ortamda Nakşibendi gibi çok güçlü ve yaygın olan bir tarikatın başında bulunan Şeyh Ubeydullah Nehri tarafsız kalamazdı. Sonuçta savaş Kürdlerin yaşadığı topraklar üzerinde olacak ve Kürdler kendilerini savaş ortamında bulacaklardı. Osmanlı Sultanı cihad ilan ettiği zaman Şeyh Ubeydullah Nehri Osmanlıların safında savaşa katılacağına dair söz veriyor. Şeyh Ubeydullah Nehri Osmanlı devletine karşı daha öncede bir dizi çelişkisi vardı. Ona bağlı bazı çevrelerin cihata katılacağını da bildiğinden dolayı bu sözü veriyor. Ama, Kürdlerin safında savaşa katılıp katılmama konusunda farklı tavırlar vardı. Kürdler daha önce yaşanan savaşlarda kendi pratik tecrübeleriyle büyük felaketlerle karşı karşıya kalmışlardı. Kırım Savaşı sırasında Kürdler hem Rusya ve hem de Osmanlı devletinin saflarında savaşa katılmış ve büyük kayıplar vermişlerdi. Bundan dolayı bir dizi Kürd çevresi savaşa katılmak istemiyordu. Bilindiği gibi bu savaş yaklaşık olarak 11 ay sürüyor. O dönemler var olan savaşlar içinde en kısa süren savaşlardan biriydi. Şeyh Ubeydullah Nehri savaşın başlamasından bir kaç ay sonra savaş alanına gitti. Savaşın başlamasından sonra Faik Paşa 2 Mayis 1877 tarihinde Ahmed Muhtar Paşa’ya yazdığı bir mektupta “Şeyh Ubeydullah’a bağlı güçlerden tek bir kişinin savaş alanına gelmediğini” yazıyor.(Halfin’den aktaran Mehemmed Heme, age sayfa 61) Nawşirwan Mustafa “Kürd ve Acem” adlı eserinde Şeyh Ubeydullah önderliğinde savaşa katılan Kürdlerin 5000 kişi olduğunu yazıyor.
Ali Ekber Feyiz anılarında “Şeyh Ubeydullah önderliğinde Beyazid savaşına Bilbas ve diğer Kürd aşiretlerinden oluşan 5000 kişi katılmıştı.” diye yazıyor.( Mehemmed Hemebaqi, Raperini Hemzaaxa Mengur, Aras Yayınları, Hewler, 2003, sayfa 51)
1877-1878 Osmanlı Rus savaşına katılan Kürdlerin sayısını tespit etmek kendi başına başına özel bir araştırma konusu olması gerekir. Aynı durum Şeyh Ubeydullah önderliğinde savaşa katılan Kürdler içinde geçirlidir. 1293 savaşı denilen bu savaş da dahil olmak üzerine Kürdleri katıldığı tüm savaşlar ve tarihi olaylarda Kürdlerin rolü ve sayısı sürekli olarak çarpıtılmış ve Kürdler sürekli olarak negatif gösterilmiştir. Mesela bir Fransız kaynağı 1877-78 savaşını ve Beyazid olaylarını irdelerken “ Faik Paşa’nın 8000 Haydaranlı Kürdü savaş cephesinden uzaklaştırdığını” yazıyor.(Les Russes et Les Turcs, Manceaux Editeur 1877 Paris, sayfa 323)
Yine Kürdlerin çok yoğun bir şekilde Türklerle sorunlar yaşadığı ve savaş cephesini terk ettikleri bir ortamda 12 Temmuz 1877 tarihinde Faik Paşa, Ahmed Muhtar Paşa’ya yazdığı bir telgrafta 3000 Kürd askerinin kaldığını, bunlardan 1443 kişi Şeyh Ubeydullah’a bağlı, 700 kişi Celâlettin Efendiye bağlı(Kamuran İnan’ın atalarından ve aynı zamanda Seyyid Taha Hakkari’nin halifelerindendir) ve 450 kişi Hamza Ağa’ya bağlıdır.(Halfin’den aktaran Hemebaqi, age sayfa 62)
Ayrıca 1877-1878 savaşı sırasında geçmişte Rusya’nın devlet sınırları içinde yer alan Kürdlerde saf değiştirerek Osmanlı devletinin safında Ruslara karşı savaşmışlardır. Örneğin Zilanlı Cafer Bey’in ailesi…. Bilindiği gibi Zilan aşireti lideri Cafer Bey Rus ordusunda generalliğe kadar yükselmiş bir Kürdtür. 1877-78 savaşı sırasında kendisi de Rus ordusunda subay olan oğlu Eyüb 300 hane halkıyla Osmanlıların bölgesine geçiyor. Bu konuda bir hayli belge var. Bunlardan biri İsmail Hakkı’nın 5 Kanunievvel 1293 tarihinde Ahmed Muhtar Paşa’ya şöyle yazıyor: Rusya’nın Zilanlı aşiret Reisi, müteveffa Rusya generali Cafer’in oğlu Eyüb Ağa üç yüz hane halkıyla Osmanlı Salsanatının mübarek mülküne iltica ettiğinden, kendisi İsmail Paşa nezdinde istihdam oldundu”( Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Anadolu’da Rus Muharebesi, 1876-1877, Cilt 1, Petek Yayınları İstanbul, 1985, sayfa 267)
Türklerin burada sözünü ettiği Rus Generali Cafer Ağa 1877 yılında vefat ediyor. Kürdler tarafından Guli Cafer Ağa diye biliniyor. Ünlü Kürd dengbêjnin bir stranında da Guli Cafer Ağa şöyle geçiyor.immet buyurulması bilhasa idare emirlerine dahi layıkıyla itiî Evdalê Zeynikê’nin bir stranında da Guli Cafer Ağa şöyle geçiyor.
Lo Mîro
…
Hayde bavo…
Axayo de siyar be
Mîrê min siyar be
Ji siyara siyarekî rindî karîbar be.
Di ser dilbijûyê Erebî hûr de xar be
Di wêrana Deveboynê de xar be
Şayol li milê teyî rastê ye, nêzîk e
Lêxe, di Sînega Êzdiya re
Di Çemçê re, di warê Huseyîn Axa de xar be
Li ber derê Gulî Cewar Axa
Axayê Torina Kose û Huseyîn Axayê Çok-Deve peya be
Fîncanek qawe vexwe
Bira can û bedena te belav be
Bira ji bona kekê min zewk û şîfa be…[87]
Sayın Rohat Alakom, Kars Kürdleri adlı çalışmasında Guli Cafer Ağa’nın Ali Eşref Bey babası gibi Rusya’nın saflarında kalıp generalliğe kadar yükseliyor. Oğlu Eyüp ise Osmanlıların saflarına geçiyor.(Rohat Alakom, Rengên Kurdên Qersê, http://www.netkurd.com/?mod=news&option=view&id=885 )
Farklı bölgelerden bir dizi Kürd aşiretinin dışında bir Osmanlı ordusunda görevli olan Kürdler bu savaşa katıldılar. Konumuz Şeyh Ubeydullah olduğundan dolayı gelişmeleri onunla sınırlamak istiyorum.
Osmanlı devletinin Şeyh Ubeydullah Nehri’den büyük bir beklentisi vardı. Osmanlı Ordularının Başkomutanı Mustafa’nın 12 Teşrinisani 1293 tarihinde Gazi Ahmed Muhtar Paşa’ya gönderdiği mektupta bu beklenti hakkında geniş bir bilgi vermektedir. Mektubun tümünü aktarıyorum: “Anadolu ordusunun her taraftan takviye edilerek düşman taaruzununun önlenmesi mecburidir. Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak Aso)nin ta Süleymaniye havalisinden Bayezid’e kadar manevi nüfuzu tesirlidir. Az bir müddet zarfında en az altı bin kadar yardımcı süvari askeri tertipleyerek, sizinle kararlaştırılacak mahalle sevkine gayret etmesi için kendisine telgraf çekildi. Sizin tarafınızdan dahi Şeyh Abdullah Efendi’ye münasip bir şekilde tebliğat yapılmasını ve kendisinin taltif edilmesini istiyoruz. Toplayacağı yardımcı askerlerin celp edilmesine, gerek sair cihetlerden gelecek yardımcı askerlerin haklarında devamlı muamele yapılmasına ve nizami asker gibi idare emirlerine dahi layıkıyla itina gösterilerek istihdamlarına ve istifade edilmesine himmet buyurulması bilhassa temenni ve tavsiye olunur efendim”( Gazi Ahmed Muhtar Paşa, age, cilt 2, sayfa 140-141)
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(7)
Aso Zagrosi
Osmanlı Ordularının Başkomutanı Mustafa’nın göndermiş olduğu bu mektupta Osmanlı devletinin Şeyh Ubeydullah Nehri’den büyük beklentileri var. Şeyh Ubeydullah Nehri, savaş cephesine vardığı zaman Osmanlı devleti hem Balkan cephesinde ve hem de Kürdistan cephesinde büyük kayıplar vererek geri çekiliyordu. Yukarıda da belirtiğim gibi savaşa katılan Kürdlerin sayısını tespit etmek çok zor. Fakat, Ermenilerle Kürdler arasında yapılan çatışmalarda Şeyh Celaleddin ile birlikte “Ermeni köylülerin canına ve malına zarar veren Kürtlerin diğer elebaşlıları da sayılmaktadır: Alihan, Fahim Efendi, Haci Hasan Paşa, Musa Bey, Osman, Şeyh Peykar ve Şeyh Ubeydullah’ın” isimleri verilmektedir.( Arsen Yarman, Palu-Harput, Cilt 1 Derlem Yayınları, Nisan 2010, İstanbul sayfa 146)
Ahmet Muhtar Paşa anılarında “Bekir bey refakatinde dördüncü alayın bir kaç bölük süvarisiyle Hesananlı, Sepki ve Mirza Bey ve takımları dünkü gün o cihete doğru sevkolunmuştu.(Ahmet Muhtar Paşa age, sayfa 255) deniliyor.
Osmanlı-Rus savaşı sırasında daha öne Diyarbekir valiliğini yapan Türklerin “Kurt İsmail Paşa” yada “Kurt İsmail Hakkı Paşa” dedikleri “Kürd İsmail Hakkı Paşa” Kars’ın Şüregel Hatunoğulları Kürdlerindendi.(Rohat Alakom, Kars Kürdleri, Avesta Yayınları, 2009, sayfa 140) Kürd İsmail Paşa’nın Kürdlüğü üzerine hem Ermeni ve hem de yabancı basın ve yayın organlarında bir hayli yazı var. İsmail Paşa’da bu savaşa aktif katılıyor. Zaten kendisi Erzurum gibi büyük bir vilayetin ve aynı zamanda savaş cephesi olan bir alanda valilik yapıyordu. Tüm bu Kürdlerin yanında Kafkasya’da kırımlara uğramış ciddi bir Kürd kitlesi Osmanlılara sığınmıştı.. Ayrıca Kars ve Ardahan’ın düşmesiyle yoğun bir Kürd kitlesi iç taraflara geçti ve savaşta yer aldılar.
Çeşitli kaynakların Şeyh Celaleddin dedikleri şaysiyet Bitlis Şeyhlerinden Seyyid Sıbgatullah’ın oğullarından biridir. Bugün bu aile Avrasi Şeyhleri diye biliniyor. Seyyid Sibgatullah Seyyid Taha Hakkari’nin halifelerinden biriydi. 1913 yılında Bitlis’te Mela Selim önderliğinde başlıyan hareketin örgütlenmesine bu aile aktif bir şekilde katıldı. Şeyh Celaleddin öğlu Seyyid Ali bu hareketin en aktif önderlerinden biriydi. Mela Selim, Şeyh Şehabeddin ve Mehemed Şirin ile birlikte Bitlis idam edildiler. Ermeni kaynakları Şeyh Celaleddin’in Ermenilere karşı giriştiği saldırılara bir hayli yer veriyorlar. Arsen Yarman Ermeni roman yazarlarının babası olan Raffi’nin 1884 yılında Moskova’da yayınladığı “ Jalaleddin” adlı romanının Şeyh Celaleddin’in Ermenilere karşı “yaptığı saldırı ve talanları konu aldığını” yazıyor.(Arsen Yarman, age sayfa 222)
Musa bey denilen de yıllar sonra Ermeni bir bayan olan Gulizar Meselesinde dünya basının gündemine oturmuş ve kitaplara konu olmuş Mutki aşiretinin reisiydi. Alixan denilen şahısta o dönemler hem Doğu ve hemde Kuzey Kürdistan’da bulunan Şikak aşiret reisiydi. Bu küçük tabloya gözönüne getirdiğimiz zaman savaşa katılan Kürdlerin sayısı pekte az değildir. Savaş Kürdistan toprakları üzerinde oluyor ve Kürdler kendilerini savaş ortasında buluyorlar.
Yukarıda da vurguladığım gibi Şeyh Ubeydullah Nehri Beyazid’e yani savaş alanıne vardığı zaman Osmanlı ordusu Beyazidi Ruslara bırakmıştı.
Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasından yapılan 1877-78 savaşından sonra yapılan Ayastenfanos ve Berlin antlaşmalarının hayatta geçirmesi meselesinde İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan 3 Ermeni rahibini, Bağos Natanyan, Vahan Minasyan( Bardizaktsi) ve Karekin Sirvandsyants’ı bölgeye gönderiyor. Bu 3 Ermeni rahibi bölgedeki gözlemlerini kaleme alıyorlar.
Bu 3 rahip pek tarafsız değiller. Zaten o dönemlerde savaşların din savaşına dönüştüğü bir ortamda iki taraftada tarafsızlığı beklemek saflık olur.
Bilinidiği gibi Beyazid savaşı sırasında Kürdlerin esirlere ve bölgedeki Ermenilere karşı yaptıkları katliamlar meselesi bir çok yabancı konsolosun Türk, Rus ve Ermeni çevrelerinin raporlarına konu olmuştur.
Ermeni din adamı Vahan Minasyan( Bardizaktsi) sınır boylarında bulunan Kürdlerle Ermeniler arasında yaşanan antlaşmalara ilişkin dikkat çekici bilgiler veriyor. Sınır boylarında yaşıyan arkadaşlar kendi büyüklerinden buna benzer şeyler duymuşlardır.
Vahan Minasyan( Bardizaktsi) şöyle yazıyor: “İşte sadece Eçmiyadzin’in duyarsızlığından meydana gelmiş bulunan ikinci dalgası da bu şekilde son buldu. Göçün sebebi Kürdlerin Ermenileri keseceği yolundaki deli saçması bir korku ile Rusya’nın göç edenlere toprak ve para vereceği yolundaki yalan söylentiydi. İlk göçün sebebi ise şuydu: Osmanlı Rus harbinin başlangıcında Rahip Hovhannes Üç Kilise Manastırı’nın korunmasını Kürdlere teslim etmiş. Karşılıklı söz vermişler. Ruslar geldiğinde Ermeniler Kürdleri koruyacak, Türkler geldiğinde Kürdler Manastırın talan edilmesine engel olacaklarmış. Bu esnada Der Ğugasof(Ermeni asılı Rus Subayı- Aso)un akıncı bölüğü manastıra vardığında burasını Türk karargahı zannederek saldırmış. Manastırı bombalayarak kilise hariç her şeyi yakıp yıkmış, Kürdlerde de koyun misali tek tek kurban olmuşlar. Rahip ise Türk taraftarı ve Rus karşıtı olduğu için haç ve künlükle karşılama yapmadığı için Der Ğugasof tarafından azarlanmış. Kürdlerin Ermeni manastırında öldürülmesi de doğal olarak cıvar Kürdlere Ermenilerin sadakati ve samimiyeti konusunda kötü etki yapmış. Kısa süre sonra Rus Ordusu Osmanlı Ordusu önünden geri çekilmek zorunda kalınca Ermeniler, Kürdlerin Van tarafından gelip intikam için Ermenileri keseceğinden korkarak öküz arabalarına doluşup göç etmeye kalkmışlar. Bu kalabalık göçmen grup, geri çekilmekten olan Rus ordusuna engel olduğundan Der Ğugasof top atışlarıyla yol açılmasını emretmiş…. Göç yazın en sıcak günlerinde gerçekleştiğinden, halk Yerevan Ovası ve Eçmiyadzin yakınlarında korkunç bir kırım yaşadı. Acaba Kürdlerin Ermenileri kıracağı doğrumuydu? Hayır. Zira göçetmemekle direnen bazı Ermeniler özellikle Katolikler böyle bir kırıma uğramadılar. Sadece bazı köylerde Kürd ve Türk kaçaklar tarafından bir kaç Ermeni öldürülmüştür. Aynı şekilde İsmail Hakkı Paşa(Kürd-Aso) kuvvetleri Bayezid’I kuşattığında Ruslar içerden, Osmanlılar dışardan 22 gün boyunca karşılıklı top atışında bulundukları esnada, Der Ğugasof gelene kadar, 90’dan fazla Ermeni ölmüştür. Türkler tarafından soyulan Bayezidli Ermeniler korku içinde İran Ermenilerine Maku şehrine sığınmışlar”( Arsen Yarman, age Cilt II, sayfa 70-71))
Arsen Yarman, Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın ve diğer rahiplerin Kürdlere ilişkin bir dizi ipe sapa gelmez söylemlerine karşı hiç bir kuşkusu yok. Sanki hepsi tarihsel gerçeklermiş gibi sunuyor. Fakat yukarıda aktardığım Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın alıntısına kuşkuyla yaklaşıyor.
Kürdlerle Ermenilerin, Türkler ve Rusların gelmeleri durumunda birbirlerini koruma girişimleri Kürdler arasındada yaygın bir şekilde anlatılır.
Ermenilerde Kürdler gibi İran, Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında parçalanmışlardı. Fakat bu parçalanmalara rağmen Ermeniler arasında hem dinsel ve hemde etniksel dayanışma vardı. 1877-1878 yılında Rusya ve Osmanlılar arasında yapılan savaşta Rus ordusunun Kars ve Beyazid cephe komutanları Loris Melikov, Lazarev ve Der Ğugasov gibi Ermeni asılı subaylardı. Her ne kadar bazı Ermeni çevreleri zorlama tezler geliştirselerde Rus ordusunun ilerlemesi Osmanlı Ermenilerin saflarında sempatiyle karşılanıyordu. Rusya’nın denetimi altında ve işgal ettikleri bölgelerde katliamlara maruz kalan, mal ve mülklerine el konulan ve göç eden Kürdlerin tavrıda tam tersiydi.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(8)
Aso Zagrosi
Arsen Yarman, Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın ve diğer rahiplerin Kürdlere ilişkin bir dizi ipe sapa gelmez söylemlerine karşı hiç bir kuşkusu yok. Sanki hepsi tarihsel gerçeklermiş gibi sunuyor. Fakat yukarıda aktardığım Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın alıntısına kuşkuyla yaklaşıyor.
Kürdlerle Ermenilerin, Türkler ve Rusların gelmeleri durumunda birbirlerini koruma girişimleri Kürdler arasındada yaygın bir şekilde anlatılır.
Ermenilerde Kürdler gibi İran, Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında parçalanmışlardı. Fakat bu parçalanmalara rağmen Ermeniler arasında hem dinsel ve hemde etniksel dayanışma vardı. 1877-1878 yılında Rusya ve Osmanlılar arasında yapılan savaşta Rus ordusunun Kars ve Beyazid cephe komutanları Loris Melikov, Lazarev ve Der Ğugasov gibi Ermeni asılı subaylardı. Her ne kadar bazı Ermeni çevreleri zorlama tezler geliştirselerde Rus ordusunun ilerlemesi Osmanlı Ermenilerin saflarında sempatiyle karşılanıyordu. Rusya’nın denetimi altında ve işgal ettikleri bölgelerde katliamlara maruz kalan, mal ve mülklerine el konulan ve göç eden Kürdlerin tavrıda tam tersiydi. Fakat ne yazık ki bugüne kadar Osmanlı ve Rus savaşları sırasında Kürdlere karşı yapılan katliamlar, mal ve mülklerine el koyma ve zorunlu göçleri hakkında hiç bir araştırma yok.
Son yıllarda ve özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra Ermeni kökenli “yazar” ve “araştırmacılar” dan Kürdlere ilişkin olumlu bir şey bulmak çok zordur. Hatta Kürdlere ilişkin klasik ve vicdanlı Ermeni yazarlarının yazdıklarını dahi sorgulama ve inkar etme girişimleri bir hayli ilerlemiş durumdadır. Bir dizi Ermeni çevresi Kürdlerden farklı milletler ortaya çıkarma çabaları içindeler. Aslında önce Kürdlere “asimile olmuş Ermeniler” tezi dayatılır. Bu tez tutmayınca “siz Kürd değil farklı milletsiniz” tezi ortaya atılır. Yani anlayacağınız hepsi başımıza “dil ve Kürd uzmanları” kesilmiş durumdalar!!! Son Karabağ savaşında binlerce Kürd öldürüldü, yerinde ve yurdundan edildi, evlerine, mal ve mülklerine Ermeniler tarafından el konuldu. Fakat ne yazık ki bir kaç Kürd çevresi dışında kimse 20.yüzyılın son günlerinde Ermeniler tarafından yapılan kıyıma ses çıkarmadı. Ermenilerde ise tek bir kişi Kürdlere karşı yapılan insanlık dışı teröre ses çıkarmadı. Kürdlerde ulusal bilinç ve kollektif hafıza olmayınca tuzaklara düşmeleri de daha kolay oluyor.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrası bölgeye giden 3 Ermeni rahibi de taraflı bir gözle gelişmeleri okumuşlar. Osmanlı ve Rus savaşının dinsel bir savaşa dönüştüğü bir ortamda bu din adamlarından farklı bir şey beklemek doğru değil. O savaş esnasında Müslüman Kürd din adamlarıda durum değerlendirmesi yapsaydılar, pek farklı bir sonuç çıkmazdı.
İşte tam burada farklılık arz eden Kürdistani bir perspektifle ortaya çıkan Kürd, Ermeni ve Asurileri tek bir bayrak altında İran ve Osmanlı devletlerine karşı bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için harekete geçirmeye çalışan Şeyh Ubeydullah Nehri olayı vardır.
Şeyh Ubeydulah savaş alanına vardığında Osmanlılar Kars, Ardahan ve Beyazid gibi şehirlerde yenilgi almış ve geri çekilmeye başlamışlardı.
Daha önce de vurguladığım gibi Şeyh Ubeydullah Osmanlı Rus savaşına katılmaya pek gönülü değildi. Fakat, bir çok alanda Kürdler kendilerini savaşın ortasında buldular. Sonuçta savaş Kürdlerin kapısına gelmişti. Şeyh Ubeydullah’a bağlı, yani Nakşibendi tarikatına bağlı bir çok Kürd farklı amaçlarla da olsa savaşa gitmeye başladılar. Şeyh Ubeydullah savaşın başlamasından aylar sonra savaş alanına gitti.
Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde savaşa katılan Kürdler bağımsız bir güç olarak katıldılar. Yani savaşa katılan Kürdler teorik olarak cephe komutanlığına bağlı olmalarına rağmen emir ve direktiflerini Şeyh Ubeydullah ve diğer Kürd liderlerinden alıyorlardı. Kürd birliklerine Kürdler komuta ediyordu.. Osmanlı Kürd ilişkilerinde bu gelişme yeniydi.
Rus araştırmacısı Aviryanov’da Kürdlerin “kutsal Şeyhlerinin” komutasında savaşa katılmalarını bir ilk olarak görüyor. Kürd Şeyhlerinin başlarına bir Türk ‘ü getirmelerini Kabul etmediklerini, Osmanlı devletinin de Kürdlerin katılımı sağlamak için onlara insiyafı bıraktığını söylüyor. (Aviryanov, Kurd, Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 233- 236)
Kürdlerin savaştığı Beyazid cephesinde Ruslar yenilgi alıyor.
Halfin’in anlatımlarına göre Beyazid kuşatmasında 7 bin cıvarında Kürd yer aldı: “Ayrıca , Rus işgali altından bulunan Beyazid, yönetiminde on bin asker bulunan ve bunların ortalama olarak yedi bini düzensiz Kürd askerlerinden oluşan oluşan Faik Paşa kuvvetleri tarafından kuşatıldı. 22 gün Beyazid kalesinde mahsur kalan Rus askerleri, sonuçta burayı terketmek zorunda kaldılar.”(Halfin, XIX. Yüzyılda Kürdistan Üzerinde Mücadeleler, Komal Yayınları, İstanbul 1992, sayfa 74-75)
Garo Sasuni ise “bundan önceki her iki Rus-Osmanlı savaşında Kürdler açık olarak Rus taraftar idiler ve Rus ilerlemesiyle Kürdistan’ın bağımsızlığı umudu içindeydiler. Halbuki 1877 savaşı esnasında Kürdlerin siyasetleri tamamen değişmiş olduğundan büyük bir ordu ile Ruslara karşı Osmanlıların yanında savaşa katıldılar. Kürd ordusunun kumandanları Şeyh Ubeydullah, Şeyh Celalettin ve Ubeydullah’ın küçük oğlu Şeyh Abdulkadirdi. Bunların emrindeki 50.000 Kürd, Beyazid kesiminde savaşa girmelerine rağmen kesin olarak perişan oldular. Dağılan Kürdlerle birlikte Şeyh Ubeydullah ve Cemaleddin Van’a vardıklarında Van’ın yeni valise Şeyh Celaleddin’I zehirleterek öldürttü.”( Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. YY’dan Günümüze Ermeni Kürd İlişkileri, Med Yayınları, İstanbul, 1992, sayfa 100)
Hatta Garo Sasuni, Şeyh Celaleddin’nin “Sultan Abdulhamid’in talimatı öldürüldüğüne dair söylentilerden” söz ediyor.
Osmanlıların safında savaşa katılan Kars, Ardahan, Beyazid ve Erzurum cephelerinde savaşa katılan Kürdlerin sayılarını tespit etmek çok zordur..Bir dizi farklı rakamlar verilmektedir. Ayrıca Balkan Cephesinde savaşa katılan Kürdler var. Türkler ise yüzyıl boyunca Kürdlerin ulusal varlığını inkarı temelinde belgelerle oynayarak yada bir dizi belgeyi yok ederek uyduruk bir tarih ortaya çıkardılar. Ahmed Muhtar Paşa’nın anıları Kürdlerin inkarı temelinde kaleme alınmıştır. Bir de 1877-78 savaşı sırasında Osmanlı subaylarıyla Şeyh Ubeydullah ve Şeyh Celaleddin arasında yaşanan sorunlar, çatışmaya varan ortam ve 1880 tarihinde Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen hareketle birlikte bir dizi tarihi gerçekler alt üst edildi. Bundan dolayı savaşa katılan Kürdlerin sayısı ve savaşta oynadıkları gerçek rollerini Türk kaynaklarında tespit etmek zor.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin önderliğinde gelişen 1880 Kürdistan Devrimi döneminde yaşamış Qaçar Şahı Nasreddin’in yanlısı İskender Xuryanis’in Farsça yazdığı “Nasreddin Şah Döneminde Şeyh Ubeydullah Şemzini Devrimi” adlı eserinde “Osmanlı Rus savaşı sırasında Şeyh Ubeydullah bir avcı gibi sisli/dumanlı bir ortamda bir dizi av elde etti. Şeyh Ubeydullah oğlu Şeyh Sıddık ve diğer Şeyhlerle Beyazid’ta savaşa girerek başarı elde ettiler ve Osmanlıların sempatisini kazandılar” .( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 66)
Yine İskender Xuryanis sözünü ettiğimiz eserinde Şeyh Ubeydullah ve yandaşlarını düşman olarak görmesine rağmen Osmanlı Sultanına bağlılık göstermediklerini şöyle ifade ediyor: “ Şeyh Ubeydullah ve müridleri hiç bir zaman Osmanlı devletinin taraftarı olmadılar ve Osmanlı devletine bağlılık göstermediler”( .( Mucteba Burzuyi, age, sayfa 66)
Aviryanov’da “Şeyh Ubeydullah’ın 1877-78 savaşında Kürd savaşçılarının örgütlenmesinde Türk devletine az hizmet yapmadı” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 239)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(9)
Aso Zagrosi
Ahmet Muhtar Paşa’da Anılarında Beyazid savaşını gündeme getiriyor ve Kürdleri suçluyor. Bilindiği gibi Osmanlı orduları savaşın başından itibaren Kars, Ardahan ve Beyazid gibi alanlarda yenilgi almış ve yoğun bir şekilde Ruslara teslim olmuşlardı. “Doğu Cephesi”nin başında ise Ahmet Muhtar vardı. Balkan bölgesinde de yoğun bir şekilde yenilgi alıyor ve savaş cephesini terkediyorlardı.. Ruslar ise İstanbul’u almayı hesap ediyordu. Ahmed Muhtar Paşa kendi beceriksizliğini gizlemek için savaş sırasında kendisiyle çelişkiye düşen, savaş alanını terkeden ve Osmanlı devletine karşı bağımsız Kürdistan için direnişi örgütleyen Şeyh Ubeydullah Nehri ve arkadaşlarını suçlamayı tercih ediyor. Yani anlayacağınız kendine göre bir tarih yazmaya çalışıyor. Ahmet Muhtar’ın anlatımlarına göre Erzurum Valisi aracılığı ile bazı şeyhler İstanbul’a savaşa katılacaklarına dair söz vermişlerdi. Fakat, kendisi bu işe rıza göstermediğini iddia ediyor.
Ahmet Muhtar Paşa’nın verdiği bilgilere göre “Şeyhlerden halife Fehmi efendi ise 550 başı bozuk asker ile 14 Mayıs’da Bargiri’ye geldi…………….. Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin 3800, Şeyh Hamza Efendi’nin 800 kadar getirdiği askeri silahlandırmış…………….. 30 Mayıs 1293 günü Şeyh Celaleddin namında bir zatın müridlerinden tertip ettiği ve iki tabur şekline koyduğu 1440 kişilik bir kuvvetin Şeyhleriyle beraber Bargiri’ye geldikleri öğrenildi.”(Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)
Daha öncede aktardığım bazı alıntılarda Kürdler, işgal altında bulunan Beyazid’ı dört bir yandan kuşatıyor. Rus askerleri uzun bir süre Beyazid Kalesini savunmaya çalışıyor. Bu esnada “teslim olmaya çalışan askerler” Kürdler tarafından öldürülüyor.
Ahmet Muhtar Paşa öldürülen esirler meselesini şöyle anlatıyor: “ Harbin ilk başlangıcında Beyazid’de mahzur kalan düşman askerleri teslim olmaya kalkıştılar. Fakat, sağ cenahım olan Van fırkası refakatındaki başı bozuklar ilk çıkıp esareti kabul edenleri kesmek rezaletini gösterdiler. Buna karşı dahilde olup henüz çıkmayan mahzurlular içerde kapanıp yeniden ateşe başladılar. Otuz kadar askeri katletmeleri mucizatı kafiyye addedilerek, ancak etrafa yeniden günlük emirler verilmekle iktifa edildi………………………… Özellikle Beyazid Kolordusu refakatinde olan Hemawend Kürd atlılarının gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında reva gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep anonim kaldığından şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak mümkün olmazdı”(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 213)
Ahmet Muhtar Paşa’nın “Hemawend Kürdleri” dedikleri Güney Kürdistan’da Şarezor ve Suleymaniye bölgesinde yaşıyan yıllarca Osmanlı ve Fars sömürgecilerine karşı mücadele eden ünlü bir Kürd aşiretidir. Büyük sürgünlere maruz kaldılar. Osmanlı devleti tarafından tutsak edilen Hemawend aşiret mensupları Afrika, Filistin, Balkan ve Anadolu’nun bir çok bölgelerine sürüldüler. Bugün Ankara Kürdlerin bir kesimi ve Bedrettin Dalan gibi şahsiyetler sürgün edilen Hemawendlilerdir. (Kısmen Hemawendleri merak eden arkadaşlar için ekte Prof. Dr. Kemal Mazhar ile Baron Nolke’nin Hemawendlere ilişkin yazdıklarının linklerini yayınlıyorum. Yıllar önce bu iki yazıyı çevirerek Newroz.Com okuyucularına sunmuştum. https://newroz.com/tr/politics/344600/baron-nolke-ve-hemawendler
https://newroz.com/tr/forum/339624/ajan-hain-edebiyat-ve-mu-r-heme-suleyman-hemawend-olay )
Bilindiği gibi Hemawend Kürdleri Kadiri Tarikatına Berzenci Şeyhlerine bağlılar. Beyazid savaşına “Kürdistan Kralı” Şeyh Mahmud Berzenci’nin babası, İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından Musul’da alçakça katledilen Şeyh Said’de katılmıştı.
Ahmet Muhtar Paşa suçların “anonim” oluşundan dolayı “cezalandırma mümkün olmadı” diyor. Tabi ki bu söyledikleri doğru değildir. Ahmet Muhtar Paşa ve diğer Osmanlı generallerinin Kürdleri cezalandıracak güçleri yoktu. Kürdleri cezalandırma girişimleri oldu karşılarında Şeyh Ubeydullah gibi Kürdlerin “Bavê Kurdan” dedikleri bir lider vardı.. Çünkü, Kürdler kendi Kürd komutanlarının dışında başka bir komutanlık tanımıyorlardı. Eski de Osmanlılar Kürdleri savaşın ön cephelerine gönderip kırdırtıyorlar ve Kürdlerin sırtında savaşların nimetleri üzerine oturuyorlardı. Bu savaşta onlara karşı çıkan, bağımsız hareket eden, Kürd askerlerin haklarını savunan ve gerektiğinde savaş alanını terkeden Şeyh Ubeydullah gibi bir lider vardı.
Ahmet Muhtar Paşa gibi Osmanlı komutanların bu savaşta hazmetmedikleri Şeyh Ubeydullah’ın bu tutumuydu.
Beyazid kuşatması olayı Kürdler olmadan gerçekleşmezdi. Bazı kaynaklar sadece bölgede 20.000 Kürdün savaşa katıldığını yazıyor. Mesela “Les Russes et Les Turcs, Manceaux Editeur 1877 Paris” adlı eserde “ Faik Paşa Şeyh Celaleddin’den kendisine gönülü asker göndermesini rıca ediyor. Şeyh Celaleddin kendisine Haydaranlıların içinde olduğu 20.000 kişi gönderiyor.(age, sayfa 322)
Yine aynı eserde Beyazid şehrinin Rus birlikleri tarafından işgal edilmesinden sonra Rus Albayı Kovalewski şehrin savunmasını üstleniyor. Şehir kaşatma içine alınınca Albay Kovalewski düzenli birlikleriyle kalenin içine çekiliyor ve şehrin savunmasını Kazak askerlerine bırakıyor. Kale içinde Ruslar erzak ve susuzluktan dolayı teslim olmak istiyorlar. Teslim olmak istiyen askerlerin bir kesimi Kürdler tarafından öldürülüyor. Kürdlerin ilk saldırısında Albay Kovalewski’de ölüyor. Albay Kovalewski eşi de kale de bulunuyormuş. Albay’ın ölümünden sonra eşi askerleri savunmaya teşvik ediyor.
Ahmet Muhtar Paşa bu olaydan sonra Faik Paşa’ya talimat ile suçluların tahliye edilmesini istiyor. Deniliyor ki Faik Paşa 8000 Haydaranlı Kürdleri tahliye ediyor. Ruslar yeniden Beyazid’e saldırdıkları zaman bu Kürdlerin bazılarını idam ediyor- İdam edilen Kürdlerin gravürünü yayınlamıştım-
( “Les Russes et Les Turcs, Manceaux Editeur 1877 Paris, sayfa 323)
- De Martens’in 1901 yılında Arthur Rousseau Editeur tarafından basılan “Paix et la Guerre” adlı eserinde “Beyazid olayı” üzerine duruyor. F. De Martens’in anlatımına göre “ Norman’ın verdiği bilgilere göre 13 Haziran 1877 tarihinde Faik Paşa Beyazid’e yaklaştığı zaman iki tabur ve 1200 Kazaktan oluşan bir Rus Müfrezesiyle karşılaştı. Faik Paşa’nın ise komutasında altı tabur, iki batarya ve 8000 Kürd vardı. Bu güç dengesizliğinden dolayı Rus müfrezesinin komutanı cephe savaşına girmeksizin 1200 Kazak askerini şehirde bırakarak kale içine çekildi. Dört bir yandan kuşatıldıklarından dolayı direnmenin anlamsız olduğunu düşünerek teslim olmaya karar verdiler…………….. Şeyhleri tarafından kumanda edilen Kürdler silahsızlandırılan Kazaklara ve şehir Hıristiyanlarına saldırarak katliam yaptılar. …………… Kurbanların sayısı 2400 kişiden fazlaydı.”( F. De Martens’in, age, sayfa 362)
- De Martens yazısının devamında Ahmet Muhtar Paşa bu olayı duyduğu zaman “Kürd müfrezesini dağıtma ve şeflerini kurşuna dizme emrini verdi. Türk komutanı tarafından verilen bu emir İngiliz generali Kambell tarafından uygulamaya konulmadı. Kürdler Türk kampında kaldılar”( F. De Martens’in, age, sayfa 362)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(10)
Aso Zagrosi
Ahmet Muhtar Paşa “Özellikle Beyazid Kolordusu refakatinde olan Hemawend Kürd atlılarının gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında reva gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep anonim kaldığından şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak mümkün olmazdı” diyor.(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 213)
Bilindiği gibi o dönem Kürdistan Kadiri tarikatının en önemli şahsiyeti Suleymaniyeli Kak Ahmedê Şêx tir. Savaş başlamadan önce Sultan Abdülhamid savaşta desteğini almak için onu İstanbul’a davet ediyor. Kak Ahmedê Şêx kendisi değil, Seyyid Muhammed Mufti’yi temsilcisi olarak İstanbul’a gönderiyor. Seyyid Muhammed Mufti, Kak Ahmedê Şêx adına savaşa katılacaklarına dair söz veriyor. Savaş başladığı zaman Kak Ahmedê Şêx, Hemawend aşiretinin mensuplarının da içinde yer aldığı Kürd savaşçılarını Şeyh Said(Şeyh Mahmud’un babası) önderliğinde Beyazid’e savaş cephesine gönderiyor.(M. Emin Zeki, Tarikhi Suleymaniye, sayfa 224)
Ahmet Muhtar Paşa „Hemawendlerin“ olumsuzluklarından ve cezalandırılmaları gerekiyordu dediği zaman doğru söylemiyor. Tam tersi yaşanıyor. Savaştan sonra Hemawendlerin savaşta gösterdikleri başarılardan dolayı Sultan Abdulhamit tarafından kendilerine Bazyan mıntıkasını hediye ediliyor: „Hemawend aşireti Osmanlılarla omuz omuza savaştı……….. Savaşta eşsiz başarılar elde ettiler. Bundan dolayı Sultan Abdulhamit Bazyan mıntıkasını kendilerine hediye etti.(Dr. Abdullah, Alyaweyi, Kurdistan le Serdemi Dewleti Osmani da, Silêmanî-2004, sayfa 92)
Bir çok yabancı kaynağın “Beyazid’te Hıristiyanlar katliamdan geçirildi” şeklindeki iddialar doğru değildir. Beyazid’te Hıristiyan olarak Ermeniler yaşıyorlardı. Daha önce Vahan Minasyan( Bardizaktsi)den aktardığım gibi “Kürdlerle Ermeniler Rus ve Osmanlılara karşı birbirlerini koruyacaklarına dair anlaşıyor”.
Fakat, Ermeni generali Der Ğugasof önderliğinde Rus orduları Beyazid’e girdikleri zaman Kürdlere karşı katliamlar yapıyorlar. Ermeniler antlaşma bozuldu Kürdler gelirlerse intikam alırlar mantığıyla Maku’ya taşınıyorlar. Vahan Minasyan 22 gün süren Beyazid savunması sırasında ölen Ermenilerin sayısını 90 cıvarında olduğunu yazıyor. Zaten Vahan Minasyan hemen savaşın ardında bölgeye gidiyor.
Aslında Şeyh Ubeydullah Nehri ve diğer Kürd ileri gelenleriyle Osmanlı generalleri arasında yaşanan sorunların kaynağında Kürdlere karşı düşmanca davranmalarında, Kürd savaşçılarına erzak ve elbise verilmeyişi ve Şeyh Ubeydullah’a karşı saygısızlıklar yatıyor.
Ahmet Muhtar Anılarında Şeyh Ubeydulah’ın savaş alanıne terketmesi şöyle değerlendiriyor: “Bu zat hakkında evvelce dahi çeşitli telgraflar alınmış ve her birine lüzumlu cevap yazılmıştı. Hatta birinde : ‘Şeyh efendiyi müritleri hanesinde otururken daha fazla seviyorlar’ denilmişti. Şeyh meselenin başlangıcında elli bin atlıyla harbe geleceğini vilayet kanalıyla İstabul’a vadetmiş, gerçi binbeşyüz kadar atlı ile Beyazid Kolordusuna gelip hizmete de yeltenmemiş değilse de faydasından fazla zararı olduğu görenlerin malumuydu. Sonraları güya hakkında yapılması lazım gelen hürmette ve askerlerine bakmada kusur gösterildiğini ve müzaçsızlığı vesile ederek çekilip gittiği dahi malumdur.(Ahmet Muhtar Paşa, age Cilt II, sayfa 142)
Ahmet Muhtar Paşa’dan yaptığım alıntıda altını çizdiğim paragrafta Şeyh Ubeydullah’ın gitmesinin gerekçelerinin bazıları mevcuttur.
Ahmet Muhtar Paşa Şeyh Ubeydullah’ın “1500 atlı ile geldiğini” yazarken doğruyu söylemiyor. Çünkü kendisi aynı kitabın bir başka yerinde ise “Şeyhlerden halife Fehmi efendi 550, Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin 3800, Şeyh Hamza Efendi’nin 800, Şeyh Celaleddin 1440 kişi” geldiğini yazıyor. (Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)
Ahmet Muhtar Paşa bir yer de 1500 atlı ile geldi ve diğer bir yerde 3800 atlı ile geldi demekle ne yazdığını dahi göremiyor. Yalanlara dayalı tarih yazımı budur. Aslında Ahmet Muhtar’ın burada saydıkları Halife Fehmi, Şeyh Celaleddin ve Şeyh Hamza gibi Kürd şahsiyetlerin hepsi Nakşibendi tarikatına ve Nehri Şeyhlerine bağlıydılar. Ayrıca sık sık isimleri geçen Haydaranlarda öyle…. Zaten hepsi savaş alanını birlikte terkediyorlar.
Aslında Kürdlerin toprakları savaşı alanı olduğundan dolayı Kürdler büyük bir felaketle karşı karşıya kalmışlardı. O ortamı en iyi özetleyen Kars’ın Köprü köyünde bir Rus gazetecisiyle konuşan bir Kürd’ün anlatımlarıdır. Kürd şöyle diyor: “Ah!! Yaman geldi Osmanlı, yaman. Hamza’mı aldı götürdü, bütün mallarımı götürdü. Atlarımı götürdü. Rus geldi, buğdayımı, arpamı alıp götürdü. Evet Rus aldığının parasını ödedi. Fakat, ben şimdi parayı ne yapayım? Bana ve çocuklarıma ekmek için buğday ve üç-beş davarıma arpa lazım. Bunu şimdi parayla bulmak mümkün değil.(Halfin, age, sayfa 75)
Savaş cephesinde olan Kürdlere gelince “Kürd askerler , köylerdeki ailelerinin perişan durumları yetmezmiş gibi orduda çeşitli olanaksızlıklarla karşı karşıyaydılar. Osmanlı , onların yiyeceklerini bile vermek istemiyor ve onları , ihtiyaçlarını temin için kendi olanaklarıyla başbaşa bırakıyordu. Bu durum ise Osmanlı subaylarıyla Kürd Kumandanları arasında tartışmalara neden oluyordu. 12 Temmuz 1877’de Kürd Kumandanlarından askerlerin hırsızlık ve talan gibi hareketlerine engel olmasını istiyen Ferid Paşa’ya Şeyh Ubeydullah şöyle diyordu:
‘Ben iddia edilen nahoş olaylar üzerine duracağım ve gereken tedbirleri alacağım. Fakat, tarafımdan delillerle sabit olunmuştur ki, bazı Osmanlı subayları 7-8 gündür askerlerimizi bütün yiyeceklerden yoksun bırakmışlardır. Umut ediyorum ki, siz bu durumda gereken müdahaleyi yapar ve bu hususlara son veririrsiniz”(Halfin, age, sayfa 76)
Açıkca görülüyor ki, ve Şeyh Ubeydullah’ın da “sabit bir şekilde tespit ettiği” gibi Kürdlere karşı ayırım yapılıyor 7-8 gün erzak dahi verilmiyor. İşte burada Şeyh Ubeydullah Kürdlerin kumandanı olarak yaşanan sorunları gündeme getiriyor.
Yıllarca Şeyh Ubeydullah’a katiplik yapan ve yaşanan olayların canlı tanıklarından biri olan Güney Kürdistanlı şair Wefayi( Anılarını Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdulkadir’in istemi üzerine yazmış) anılarında Kürdlerin savaştan çekilmesine bir başka neden daha ekliyor. Wefayi şöyle yazıyor: “ Osmanlı bazı yönetici ve komutanlarının iki yüzlülüğü, altan alta dünya malı için Ruslarla ilişkiye geçip ihanet etmeleri neticesinden Ardahan, Beyazid ve başka yerler Rusya’ya bırakıldı, yenilgi alınıp geri çekildi. Bunun neticesinden Şeyh Ubeydullah mecbur kaldı, askerlerine izin verdi ve Van yoluyla Nehri’ye döndü.(M. Hame Baqi, age, sayfa 64)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(11)
Aso Zagrosi
Dr. Elî Nerweyî “Çend Vekolînek Li Dor Mêjûya Kurd û Kurdistanê” adlı eserinde “Şeyh Ubeydullah’ın 50 bin Kürd savaşçısıyla Beyazid’e gittiğini” yazıyor. Hatta Şeyh Ubeydullah’ın katibi olan şair Wefayi bu sayıyı “100.000 savaşçıya” çıkarıyor.( Dr. Elî Nerweyî , Çend Vekolînek Li Dor Mêjûya Kurd û Kurdistanê, Dukok, 2012, sayfa 41)
Sonuçta Türklerin verdiği rakamların doğru olmadığını daha önce yazmıştım. Kürd çevrelerinin verdiği rakamlarda abartılmıştır. Gerçek o ki o savaşa ciddi bir Kürd savaşçı gücü katılmıştır.
Aslında daha fazla Beyazid savaşı üzerine durmaya da gerek yok. Ama, bu savaşta Şeyh Ubeydullah Osmanlıların Kürdlere karşı ayrımcı tutumlarını doğrudan yaşıyor ve bunlarla birlikte yaşama imkanı olmadığını görüyor. Bu savaş Şeyh Ubeydullah’ın ulusal bilinci üzerine ciddi bir etki yapıyor.
Bu tespitimi nereye ve hangi kaynaklara dayandırdığımı soracak okuyucular olacak.
Bu konuda esas kaynağım Şeyh Ubeydullah Nehri’nin kendisidir.
Hepimiz Şeyh Ubeydullah’ın din alimi ve politik yanını biliyoruz.
Bugüne kadar Şeyh Ubeydullah’ın bilinmeyen bir tarafı da şairliğidir. Şeyh Ubeydullah’ın Diwanı ulusal, siyasal ve dinsel düşüncelerini öğrenmemiz için bulunmaz bir kaynaktır. Aslında şair Wefayi daha önce Şeyh Ubeydullah’ın bu yanına dikkat çekmiş şiir dünyasıyla yakınlığına parmak basmıştı.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Diwanı “ Şêx Ubeydullah Nehri, Mesnewi Şêx Ubeydullah Nehri, Tuhwehu Ehbab, Bekoşiş Seyyid Eselam Duhegu Antişarad Huseni, Urmiye 1378” adı altında Farsça yayınladı. Zaten Şeyh Ubeydullah şiirlerini Farsça yazmıştı.
Şeyh Ubeydullah Diwanında Kürd savaşçılarının yiğitliği, direnişçiliği, Türk ve Rusların korkaklığından söz ediyor.
Sözü Şeyh Ubeydullah’a bırakalım:
Farçası:
“Kord cengi hemçinan ba Rus kerd,
ke nekerde Rustem we hem Tus Kerd”
Kurmanci:
“Kurdan şerekî wisa li gel Rusan kir,
ku ne Rustem û ne Tusî pehlivan kir”
Türkçe:
“Kürdler Ruslara karşı öyle bir savaş yaptılar,
Ki ne Rustem ne Tus yaptı”
“Nehrêye rehd Kord, leşkere abir gehşt,
xwîn baran rêxt, der wadî we deşt”
“Nerîyên leşkerê Kurdan bû awrek,
barana xwînê rişte din av gelî û deştê de”
“Kürd askeri birlikleri bulut oldu,
kanlı yağmur dere ve ovalara doldu “(Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 42)
Dr. Elî Nerweyî’nin anlatımlarına göre Şeyh Ubeydullah Nehri Diwan’ın bir çok yerinde Kürd savaşçılarının mertliğine ve cesaretlerine methiyeler diziyor.
Şeyh Ubeydullah Kürd savaşçılarının başında bir komutan olarak kendi askerlerinin yiğitliklerini, mertliklerini ve gözü kapalı olarak ölüme gittiklerininden söz ederken, Türklere karşı o ölçüde negatif bakıyor.
Türkler ilişkin değerlendirmeleri için sözü yine Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakıyorum:
„Ander an ceng o wexa az Romîyan,
yek nefer named mîyan xazîyan“
Ango „ di nav wî şerî û cengê de,
ji Tirkan yek kes jî nehat di nav xezakeran de“
Yani “bu savaş ve cenk te,
Bir Türk dahi gazaya katılmadı”
Şeyh Ubeydullah’ın anlatımına göre bir Türk askeri Kürdlerle beraber Ruslara karşı savaşa katılıyor. Bu asker Osmanlı komutanı Faik Paşa tarafından cezalandırılıyor. Şeyh Ubeydullah Faik Paşa’dan askerin af edilmesini istiyor:
“Ez tufeng yek ez an qome çûbûn,
hiç named sewt ya dude bîrun“
ango „ ji çi yek ji tufengên wî gelê tirsonek,
ne dengek hat, ne dûkel jê derket“
„Bu korkak miletin bir tüfeğinden ne bir ses çıktı, ne duman”
Şeyh Ubeydullah şiirlerinde 1877-78 savaşı sırasında Türklerin Kürdlere karşı yaptıkları haksızlıklara ve ayrımcılığa dikkat çekerek şöyle yazıyor:
“Zabitan o hem qumandan nizam,
der înad ceş ma kerde qîyam,
qeth cira Kord ez Kordan çînan,
der du rozi namedî yek huqe nan“
ango: „ Efser û fermandeyên arteşa Tirk,
li dujmindarîya leşkerê me wisa rabûne serxwe
û wisa azûqe ji Kurdan birî bûn, ku di mawê du rojan de heta yek sewka nanî jî bo nehat“
„Türk subay ve komutanları Kürd askerlerine karşı düşmanlığı o dereceye vardırmışlardı, ki erzak kestiler ve iki gün bir parça ekmek dahi gelmedi”
“Tohmete çendan nehad ez keder,
pak damenha zede rahe mufer”
Ango “ Hinde tohmet û gunehên ne rast dane pal Kurdan, ku paktirîn û bê gunehtirîn kes in Kurd………“
“ Bazı töhmet ve doğru olmayan suçları Kürdlere yüklüyorlar,
Kürdler en temiz ve en günahsız kimselerdir.”
Şeyh Ubeydullah Kürdlerin savaştan çekilmeleri meselesi üzerine de duruyor. Şeyh Ubeydullah Kürdlerin savaş alanından çekilmelerini Türklerin Kürdlere karşı yaptıkları ayrımcılığa ve Kürdlere karşı yapılan haksızlıklara bağlıyor.
Ayrıca Şeyh Ubeydullah Kürdlerin savaşta acı çektiklerini, kurban verdiklerini ve zarar gördüklerini, buna karşılık ise Türklerin Kürdlerin sırtından nimetlerden yararlandıklarını söylüyor.
Sözü ilk defa bu kadar açık ve net bir şekilde Kürd-Türk ilişkisini dile getiren Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakıyorum:
“Kordeha der ceng miberend renc,
Romîyan ez nefh mî xwrend genc“
Ango „ Cengewarên Kurd di cengan de azar û êşan dibînin û qurbanîyan didin, lê Tirk jê mifa werdigirin û xezîna wê dixwin“
“Kürd savaşçıları savaşta, savaşın ceremesini, acısını çekiyor ve kurban veriyorlar,
fakat, Türkler ise bunun nimetlerinden yararlanıyor ve hazinesinden yiyorlar”
Şeyh Ubeydullah Nehri daha da ileri giderek “Türkler Kürdler için hiç bir şey yapmazlar. Onların verdiği sözler ve yaptıkları antlaşmalar hepsi yalandır” diyor.( Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 44)
Yine sözü Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakalım:
„Zulm îşan ra çû arem derbeyan,
her çe guyem andekî başed az an”
“eger ez behsa sîtem û zordarîya Tirkan bikim,
hindi ez bibêjim her min kêm gotîye“
“Eğer ben Türklerin sitem ve zorbalıklarından söz edersem,
ne söylesem azdır”
Devam edecek
Ahmet Muhtar Paşa “Özellikle Beyazid Kolordusu refakatinde olan Hemawend Kürd atlılarının gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında reva gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep anonim kaldığından şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak mümkün olmazdı” diyor.(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 213)
Bilindiği gibi o dönem Kürdistan Kadiri tarikatının en önemli şahsiyeti Suleymaniyeli Kak Ahmedê Şêx tir. Savaş başlamadan önce Sultan Abdülhamid savaşta desteğini almak için onu İstanbul’a davet ediyor. Kak Ahmedê Şêx kendisi değil, Seyyid Muhammed Mufti’yi temsilcisi olarak İstanbul’a gönderiyor. Seyyid Muhammed Mufti, Kak Ahmedê Şêx adına savaşa katılacaklarına dair söz veriyor. Savaş başladığı zaman Kak Ahmedê Şêx, Hemawend aşiretinin mensuplarının da içinde yer aldığı Kürd savaşçılarını Şeyh Said(Şeyh Mahmud’un babası) önderliğinde Beyazid’e savaş cephesine gönderiyor.(M. Emin Zeki, Tarikhi Suleymaniye, sayfa 224)
Ahmet Muhtar Paşa „Hemawendlerin“ olumsuzluklarından ve cezalandırılmaları gerekiyordu dediği zaman doğru söylemiyor. Tam tersi yaşanıyor. Savaştan sonra Hemawendlerin savaşta gösterdikleri başarılardan dolayı Sultan Abdulhamit tarafından kendilerine Bazyan mıntıkasını hediye ediliyor: „Hemawend aşireti Osmanlılarla omuz omuza savaştı……….. Savaşta eşsiz başarılar elde ettiler. Bundan dolayı Sultan Abdulhamit Bazyan mıntıkasını kendilerine hediye etti.(Dr. Abdullah, Alyaweyi, Kurdistan le Serdemi Dewleti Osmani da, Silêmanî-2004, sayfa 92)
Bir çok yabancı kaynağın “Beyazid’te Hıristiyanlar katliamdan geçirildi” şeklindeki iddialar doğru değildir. Beyazid’te Hıristiyan olarak Ermeniler yaşıyorlardı. Daha önce Vahan Minasyan( Bardizaktsi)den aktardığım gibi “Kürdlerle Ermeniler Rus ve Osmanlılara karşı birbirlerini koruyacaklarına dair anlaşıyor”.
Fakat, Ermeni generali Der Ğugasof önderliğinde Rus orduları Beyazid’e girdikleri zaman Kürdlere karşı katliamlar yapıyorlar. Ermeniler antlaşma bozuldu Kürdler gelirlerse intikam alırlar mantığıyla Maku’ya taşınıyorlar. Vahan Minasyan 22 gün süren Beyazid savunması sırasında ölen Ermenilerin sayısını 90 cıvarında olduğunu yazıyor. Zaten Vahan Minasyan hemen savaşın ardında bölgeye gidiyor.
Aslında Şeyh Ubeydullah Nehri ve diğer Kürd ileri gelenleriyle Osmanlı generalleri arasında yaşanan sorunların kaynağında Kürdlere karşı düşmanca davranmalarında, Kürd savaşçılarına erzak ve elbise verilmeyişi ve Şeyh Ubeydullah’a karşı saygısızlıklar yatıyor.
Ahmet Muhtar Anılarında Şeyh Ubeydulah’ın savaş alanıne terketmesi şöyle değerlendiriyor: “Bu zat hakkında evvelce dahi çeşitli telgraflar alınmış ve her birine lüzumlu cevap yazılmıştı. Hatta birinde : ‘Şeyh efendiyi müritleri hanesinde otururken daha fazla seviyorlar’ denilmişti. Şeyh meselenin başlangıcında elli bin atlıyla harbe geleceğini vilayet kanalıyla İstabul’a vadetmiş, gerçi binbeşyüz kadar atlı ile Beyazid Kolordusuna gelip hizmete de yeltenmemiş değilse de faydasından fazla zararı olduğu görenlerin malumuydu. Sonraları güya hakkında yapılması lazım gelen hürmette ve askerlerine bakmada kusur gösterildiğini ve müzaçsızlığı vesile ederek çekilip gittiği dahi malumdur.(Ahmet Muhtar Paşa, age Cilt II, sayfa 142)
Ahmet Muhtar Paşa’dan yaptığım alıntıda altını çizdiğim paragrafta Şeyh Ubeydullah’ın gitmesinin gerekçelerinin bazıları mevcuttur.
Ahmet Muhtar Paşa Şeyh Ubeydullah’ın “1500 atlı ile geldiğini” yazarken doğruyu söylemiyor. Çünkü kendisi aynı kitabın bir başka yerinde ise “Şeyhlerden halife Fehmi efendi 550, Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin 3800, Şeyh Hamza Efendi’nin 800, Şeyh Celaleddin 1440 kişi” geldiğini yazıyor. (Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)
Ahmet Muhtar Paşa bir yer de 1500 atlı ile geldi ve diğer bir yerde 3800 atlı ile geldi demekle ne yazdığını dahi göremiyor. Yalanlara dayalı tarih yazımı budur. Aslında Ahmet Muhtar’ın burada saydıkları Halife Fehmi, Şeyh Celaleddin ve Şeyh Hamza gibi Kürd şahsiyetlerin hepsi Nakşibendi tarikatına ve Nehri Şeyhlerine bağlıydılar. Ayrıca sık sık isimleri geçen Haydaranlarda öyle…. Zaten hepsi savaş alanını birlikte terkediyorlar.
Aslında Kürdlerin toprakları savaşı alanı olduğundan dolayı Kürdler büyük bir felaketle karşı karşıya kalmışlardı. O ortamı en iyi özetleyen Kars’ın Köprü köyünde bir Rus gazetecisiyle konuşan bir Kürd’ün anlatımlarıdır. Kürd şöyle diyor: “Ah!! Yaman geldi Osmanlı, yaman. Hamza’mı aldı götürdü, bütün mallarımı götürdü. Atlarımı götürdü. Rus geldi, buğdayımı, arpamı alıp götürdü. Evet Rus aldığının parasını ödedi. Fakat, ben şimdi parayı ne yapayım? Bana ve çocuklarıma ekmek için buğday ve üç-beş davarıma arpa lazım. Bunu şimdi parayla bulmak mümkün değil.(Halfin, age, sayfa 75)
Savaş cephesinde olan Kürdlere gelince “Kürd askerler , köylerdeki ailelerinin perişan durumları yetmezmiş gibi orduda çeşitli olanaksızlıklarla karşı karşıyaydılar. Osmanlı , onların yiyeceklerini bile vermek istemiyor ve onları , ihtiyaçlarını temin için kendi olanaklarıyla başbaşa bırakıyordu. Bu durum ise Osmanlı subaylarıyla Kürd Kumandanları arasında tartışmalara neden oluyordu. 12 Temmuz 1877’de Kürd Kumandanlarından askerlerin hırsızlık ve talan gibi hareketlerine engel olmasını istiyen Ferid Paşa’ya Şeyh Ubeydullah şöyle diyordu:
‘Ben iddia edilen nahoş olaylar üzerine duracağım ve gereken tedbirleri alacağım. Fakat, tarafımdan delillerle sabit olunmuştur ki, bazı Osmanlı subayları 7-8 gündür askerlerimizi bütün yiyeceklerden yoksun bırakmışlardır. Umut ediyorum ki, siz bu durumda gereken müdahaleyi yapar ve bu hususlara son veririrsiniz”(Halfin, age, sayfa 76)
Açıkca görülüyor ki, ve Şeyh Ubeydullah’ın da “sabit bir şekilde tespit ettiği” gibi Kürdlere karşı ayırım yapılıyor 7-8 gün erzak dahi verilmiyor. İşte burada Şeyh Ubeydullah Kürdlerin kumandanı olarak yaşanan sorunları gündeme getiriyor.
Yıllarca Şeyh Ubeydullah’a katiplik yapan ve yaşanan olayların canlı tanıklarından biri olan Güney Kürdistanlı şair Wefayi( Anılarını Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdulkadir’in istemi üzerine yazmış) anılarında Kürdlerin savaştan çekilmesine bir başka neden daha ekliyor. Wefayi şöyle yazıyor: “ Osmanlı bazı yönetici ve komutanlarının iki yüzlülüğü, altan alta dünya malı için Ruslarla ilişkiye geçip ihanet etmeleri neticesinden Ardahan, Beyazid ve başka yerler Rusya’ya bırakıldı, yenilgi alınıp geri çekildi. Bunun neticesinden Şeyh Ubeydullah mecbur kaldı, askerlerine izin verdi ve Van yoluyla Nehri’ye döndü.(M. Hame Baqi, age, sayfa 64)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(12)
Aso Zagrosi
Şeyh Ubeydullah Nehri, Kürdlerin savaş cephesinde Türklerin ayrımcılığına ve haksızlıklarına maruz kaldığını söyledikten sonra savaş cephesinden niçin çekildiklerini açıklıyor.
Şeyh Ubeydullah’ın verdiği bilgilere göre eğer Türklerle olan sorunlar devam etseydi, Kürdlerle Türk arasında savaş cephesinde çatışmalar çıkardı. İki Müslüman halk arasında çatışmalara meydan vermemek için savaş cephesinden çekildiklerini yazıyor. Ayrıca Şeyh Ubeydullah divanında bir başka enteresan bilgi veriyor. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin komutası altında savaşa katılan Kürd savaşçılarından “900 kişi savaş “ cephesinde yaşamını yitiriyor. (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 44)
Osmanlı devleti hem Balkanlarda hem de „Doğu Cephesinde“ yenilgi almış ve çok geniş toprakları yitirmişti. Ruslar İstanbul’un kapısına kadar dayanmışlardı.
Zaten Osmanlı devleti Rusya ile giriştiği bir çok savaşı daha önce kaybetmişti. 93 savaşıda büyük kayıblarla sonuçlandı. Osmanlı devleti ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın 16. Maddesi ve daha sonra İngiltere’nin dayatması neticesinden Berlin Antlaşmasının 61. Madddesi Ermenilere ilişkin reformları Osmanlı devletinin önüne koydu. Ayrıca bu iki maddede Ermenileri “Kürd ve Çerkezlere karşı koruma “ görevini getiriyor. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından Osmanlı devleti ile Rusya arasında 2 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi şöyledir: “Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder.”
Osmanlı Devleti ile Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan, İngiltere ve Fransa arasında 13 Temmuz 1878’de Berlin’de imzalanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir: “Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir“.
Aslında sadece Rusya İngiltere ve diğer batılı devletler Ermenileri “Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma” görevini gündeme getirmiyorlar. Osmanlı delegasyonuda bu koruma meselesini gündeme getiriyor ve savunuyor.
Yani anlayacağınız herkes Ermenileri Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma görevini üstleniyor. Ama, bu güçlerin kışkırtıclığı olmadan önce böyle bir sorun yoktu.. Rusya kendi işgali altında bulanan Çerkezlere ve Kürdlere karşı katliamlar yapmamış olsaydı ve bu insanları sürmeseydi Çerkezlerinde bu topraklarda bir fiziki varlığı dahi olmazdı. Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın yerine Berlin Antlaşmasının gündeme gelmesinin nedeni İngiltere ve diğer batılı ülkelerin Rusya’ya karşı tutumundan kaynaklanıyordu. Bu güçler Rusya’nın güçlenmesini istemiyorlardı ve bir dizi alanda çıkarları tehliye düşüyordu. Bilindiği gibi 1877-78 savaşı sırasında Balkanlarda ve Kürdistan cephesinde bir dizi İngiliz subayı Osmanlı ordusunun saflarında önemli roller oynadılar. Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşmasıyla Kars, Ardahan, Batum ve Beyazid Ruslara bırakılmıştı. Berlin Antlaşmasıyla Beyazid Osmanlılara geri verildi.
Ayastefanos ve Berlin Antlaşmasıyla ilk defa “Ermeni Sorunu” bir uluslararası antlaşma da yer almaya başladı.. Yine ilk defa negatif bir şekilde olsa da “Kürd” ismi açık bir şekilde uluslararası bir antlaşmada yer alıyordu.
Irkçı Türk çevreleri “Ermeni Sorunu”nun bu iki antlaşmada gündeme gelmesinin sorumluluğunu Kürdlerin savaş sırasında giriştikleri “taşkınlıklara” bağlıyarak faturayı Kürdlere çıkarmaya çalışıyorlar.
Mesela 1877-78 savaşı sonrası imzalanan iki antlaşmanın maddelerine bakıldığı zaman Türklerin yalanları açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Ayastefanos Antlaşması:
- Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
- Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna‚dan Ege’ye, Trakya‚dan Arnavutluk’a uzanacak.
- Bosna-Hersek‚e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
- Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt Rusya‚ya verilecek.
- Teselya Yunanistan’a bırakılacak.
- Girit ve Ermenistan‚da ıslahat yapılacak.
7)Osmanlı Devleti Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.( http://tr.wikipedia.org/wiki/Ayastefanos_Antlaşması )
Berlin Antlaşması:
Antlaşmanın başlıca sonuçları şöyle gruplandırılabilir;
Toprak Kayıpları Osmanlı Devleti kendisine tabi olan Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ’ın kendi başlarına birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş ve Osmanlı Devleti’ne bağlı ancak çeşitli imtiyazlara sahip olmuşlardır. Toprak paylaşımı ise aşağıdaki gibidir; Bosna-Hersek vilayeti Avusturya-Macaristan’a bırakıldı. Kıbrıs Sancağı tamamen İngiltere’ye bırakıldı. Niş Sancağı Sırbistan’a bırakıldı. Teselya Sancağı Yunanistan’a bırakıldı. Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya bırakıldı. Dobruca Sancağı Romanya’ya bırakıldı. Kotur kazası İran’a bırakıldı. Bunların dışında birkaç kaza Karadağ’a bırakıldı. Ayrıca kongre döneminde Fransa’nın yaptığı kulis çalışmaları sonucunda, antlaşma maddelerinde olmadığı halde 3 yıl sonra Tunus Prensliği Fransızlarca işgal edilmiş ve gerekçe olarak Berlin Antlaşması gösterilmiştir. (http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/berlin-antlasmasi-nedir+berlin-antlasmasi-hakkinda-bilgi )
Özet olarak aktardığım bu iki antlaşmanın maddelerine bakıldığı zaman açık bir şekilde görülen gerçek Balkan halkları Osmanlı işgalcilerine karşı bağımsızlık mücadelesini veriyorlar. Onların bağımsızlık ve özgürlük talepleri o dönemin sömürgeci güçlerine çıkarlarıyla uyuştuğundan dolayı Osmanlılar Balkanlardan kovulmuştur. Osmanlı işgalcilerinin Balkanlarda kovulmasının sorumlusu Kürdler mi? Ayastefanos ve Berlin Antlaşmasında bir dizi halkın haklarını gündeme getirilmesinin sorumlusu Kürdler mi?
Ayrıca Ermenilerde Rusya’nın denetimi altında kendi haklarına kavuşmak istiyorlar. Hatta bugün Kuzey Kürdistan dediğimiz toprakları Rusya’ya katarak “Büyük Ermenistan”ın hayalini kuruyorlar. Ermenilerin Rusya ile olan ilişkilerine bakıldığı zaman 1800’lerin başından Erivan ve çevresinin Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra bölge büyük oranda Kürdlerden arındırıldı ve hıristiyanlaştırıldı. 1877-1878 savaşında ise Kürdistan Cephesinin esas komutanlarının Ermeni kökenli generallerinden oluşmasının siyasal amaçları vardı.
Fakat bu amacın önündeki en büyük engel bölgede ciddi bir sayısal gücü olan, homojen bir yapı arz eden ve bölgeyi kendi vatanı olarak gören, Rusların işgaline karşı koyan ve Ermenilerin “Büyük Ermenistan”ı kurma girişimleri önünde duran Kürdler vardı. Eğer Kürdler Ruslarla anlaşabilseydiler Osmanlı işgalcileri Balkanlarda aldığı yenilgiden daha beterini Kürdistan’da alırdı. Bırakın 1877-78 savaşı Birinci Dünya Savaşı sonrası Türk devletinin kurulması daha tehlikeye düşerdi. Türk işgalcileri Kürdleri “kendi malı” olarak gördüklerinden dolayı kendilerinin gösterdikleri refleksleri Kürdlerden de bekliyorlar.
Kürdler 1877-78 savaşı ve daha sonraki süreçlerde de ciddi bir açmazla karşı karşıya bulunuyorlardı. Kürdler bir yandan Osmanlı devletinin Kürdistan’daki işgalci yapılanmasına son vererek bağımsız bir Kürdistan devletini kurma çabaları içindeydi. Diğer yandan kendi vatanları olarak gördükleri toprakların Rusların eline geçmesini istemiyorlardı. Rusya kendi dindaşları olan Ermenileri destekliyor ve Kürdlerin bağımsız Kürdistan girişimlerine karşıydı. Kürdler defalarca bağımsız Kürdistan talebiyle Ruslarla ilişkiye geçtiler, fakat Ruslar her zaman Kürdlerin bu istemlerini reddettiler.
Kürd milliyetçiliğinin babalarından Haci Qadri Koyi 19.yy’ın sonlarına doğru Kürdistan’ı Ermenistanlaştırma girişimlerine dikkat çekiyor ve şöyle yazıyor:
“Xakî Cizîrî û Botan, yanî welatî Kurdan
Sed heyf û sed mixabin deyken be Ermenîstan
Hîç xîretek nemawe sed car qesem be Quran
Peyda be Ermenîstan namênî yek le Kurdan(57).”( https://newroz.com/tr/politics/339821/hac-qadir-koy )
Haci Qadri Koyi açık bir şekilde Kürdlerin toprakları olan Cizre Botan’dan Ermenistan yaptıklarını Kuran üzerine yemin ederek eğer Ermenistan kurulsa bir tek Kürd kalmayacağını yazabiliyordu.
Haci Qadri Koyi bu şiirini 1877-78 savaşı sonrası ve Berlin Antlaşmasının gündeme geldiği dönemde yazıyordu. Yani yaklaşık olarak 150 yıl önce kaleme almıştı..
Haci Qadri Koyi’nin 150 yıl önce kaleme aldığı bu dörtlük Ermenistan yönetimi tarafından doğrulandı. Eskide Sovyetler Birliği döneminde Ermenistan’da bir “Kürd azınlığı” vardı. Ve bu azınlık resmi olarak tanınıyordu. Fakat, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Ermenistan Kürd azınlığından farklı milletler çıkarmaya başladı. Êzidî Kürdleri farklı bir millet olarak lanse ettiler, Sünni Kürdler Laçin’de katliamlara uğradılar ve toprakları Ermeniler tarafından işgal edildi. Resmiyette Ermenistan’da Kürd azınlığı kalmadı.. Bu da yetmiyor gibi Kürdistan’daki Kürdlerden farklı milletler çıkarmaya başladılar.
Sadece kendisini Ahmedê Xanî’nin devamcısı olarak gören Kürd milliyetcilerin babası olan Haci Qadri Koyi bu antlaşmalara tepki duymuyor, Şeyh Ubeydullah Nehri’de tepki gösteriyor.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(13)
Aso Zagrosi
Bu antlaşmalara karşı o dönem İstanbul’da bulunan Haci Qadri Koyi’nin tepkisini yukarıda aktarmıştım. Şeyh Ubeydullah’ın tepkisine dair İngiltere Van Konsolosu Yüzbaşı Clayton’un Erzurum Konsolosu Binbaşı Trotter’e 11 Temmuz 1880’de Başkale’den gönderdiği mektupta şöyle ifade ediliyor:
“Buraya geldiğim zaman buranın Mutasarrıfı Tosun Paşa’nın bana anlattıklarına göre kısa bir süre önce bir subayı emirle Şeyh Ubeydullah’ın yanına gönderiyor. Şeyh Ubeydullah konuşmasında ‘ Bu nedir? Duyuyorum ki Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nesturiler İngiliz bayrağını yükselteceklermiş ve kendilerini İngiliz tebaası ilan edeceklermiş. Buna hiç bir zaman izin vermeyeceğim. Gerekirse kadınları da silahlandıracağım.’ Aynı zaman süreci içinde Şeyh Ubeydullah Türk hükümetine karşı savaşmak amacıyla Mar Şimon’a ve buradaki Ermenilerin Başpapazına haber göndermiş ve kendilerini koruyacağını da söylemiş.”(Le Tarikewe bo Ronaki, sayfa 13)
Sadece Kürdlerden bu tepkiler gelmiyor. 1878’de bölgeyi gezen İngiliz Generali Baker, Ermenilerin 6 Vilayette ilişkin hayallerini “aptalca” ve “tehlikeli” buluyor. Ona göre “Ermeniler her yerde azınlıktadır. Genel olarak nüfusun üçte biriyle beşte birini oluşturuyorlar”(Bilal N. Şimşir, age sayfa 158-159)
Ermeni istemleri öyle yabana atılacak ve tepkilere neden olmayacak istemler değildi.
Ermeniler adına Ermeni Patriki Nerses açık bir şekilde “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekiri Ermeni Vilayetleri” olarak görüyor ve bölgelerde Berlin Antlaşmasının 61. Maddesinin tatbik edilmesini talep ediyordu.
Bir örnek olarak “Ermeni Reform Projesi”nin Erzurum Vilayetine ilişkin önerdiği reformları aktarmak istiyorum. 12 Nisan 1879 tarihinde İstanbul’da İngiliz İşgüderi Malet’in Lord Salisbury’ye gönderdiği Ermeni isteklerini içeren mektup bir dizi şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyor. Malet, Ermeni Patriği Nerses’in Erzurum vilayetine ilişkin istemlerini şöyle aktarıyor:
“Erzurum Vilayeti dört sancaktan kurulmuştur. Merkez sancağı, Erzincan, Beyazid ve Bayburt sancakları.
Vali atanmasında ve görevden alınmasında patriğin görüşü alınmalıdır.
Mutasarırıflarda patriğin görüşü alınarak atanmalıdır.
Erzincan ve Beyazid mutasarrıfları Ermeni olmalıdır.
Şu kazalara Ermeni kaymakamlar atanmalıdır:
Merkez sancağından Pasin, Hınıs, Kığı ve Tercan;
Erzincan sancağından Kemah, Kurucay, Kuzucan, Ovacık ve Mazgirt;
Beyazid sancağından Diyadin, Karakilise ve Eleşgirt;
Bayburt sancağından İspir, Guisguim, Kilkit ve Seyran.
Kaymakamlar ise valinin onayı alınarak Vilayet İdare Meclislerince atanmalıdır.
Vilayet İdare Meclisinin 3 Türk-Müslüman ve 3 Ermeni üyesi olmalıdı.(Kürd üye yok)
Sancak Meclisinin 2 Türk-Müslüman ve 2 Ermeni üyesi olmalı(Kürd yok)
Halk tarafından seçilecek Vilayet Genel Meclisi üyelerinin yarısı Türk-Müslüman, yarısı Ermeni olmalı(Kürt yok)
Vali muavinine bağlı Vilayet İstinaf Mahkemesi: Bir Müslüman başkan ile 6 üyeden oluşmalı: 3 Türk-Müslüman, 3 Ermeni üye(Kürd üye yok)
Vilayet Bidayet Mahkemesi: Bir Ermeni başkan ile 6 üyeden oluşmalı: 3 Müslüman-Türk, 3 Ermeni üye (Kürt yok)
Sancaklarda da birer bidayet mahkemesi olalı, bunlarda yukarıdaki gibi oluşturulmalıdır.
Kaza bidayet mahkemeleri 4’er üyeden kurulacak: 2 Türk, 2 Ermeni. Kazanın Kaymakamı Ermeni ise bu mahkemenin başkanı Türk, değilse tersi olacak.
Vilayette, Vali yardımcısına bağlı bir ticaret mahkemesi olacak; başkanı Babıali tarafından atanacak, 4 üyeden ikisi Müslüman Türk, diğer ikisi Ermeni olacak.
Vilayette, güvenliği sağlayacak ölçüde güvenilir kişilerden bir jandarma teşkilatı kurulacak. Bu teşkilatın yarısı Müslüman Türk, diğer yarısı Ermeni olacak. Kürd ve Çerkez gibi barbarlar bu teşkilata alınmamalıdır.. Halen(1879’da) polis ve jandarmada hizmet edenler de yeni teşkilatta bulunmamalıdır. Yetenekli jandarma subaylar yetiştirilinceye kadar bu teşkilatta . çalıaşacak albay, yarbay ve binbaşıların Avrupalı olmaları, yüzbaşı ve daha aşağıdaki subayların yarısı Müslüman-Türk, yarısı Ermeni olmalıdır”
Ve “Kürdlerin Patronluğu Mutlaka Kırılmlıdır” (Bilal N. Şimşir, age sayfa 168-169)
Ermeni Patriği hızını almayarak daha da ileri giderek “Birer zalim kral olan Kürdleri ve özellikle bey ve ağa denilen bu kimseleri hükümet buralardan sökmelidir…………………… Uzak memleketlere sürülmeli ve bunların bir daha geri dönmelerine asla izin verilmemelidir”(age, sayfa 169)
“Ermeni Reform Projesi” Kürdistan’ı Kürdsüzleştirme projesidir. Kürd ileri gelenlerini hepsini devlet kurumlarından ve vatanlarından uzaklaştırma projesidir. Kürdler yok edildikten sonra “Büyük Ermenistan”ın yolu açılabilirdi. Düşünün tüm tarihi boyunca Osmanlı devletinin giremediği Dersim’e Merkez Kaza olan Erzincan’a Ermeni mutasarrıfları, Erzincan sancağından Kemah, Kurucay, Kuzucan, Ovacık ve Mazgirt’te Ermeni Kaymakamlar atanacak!!!!!! Dersim’de bir dizi Kürdistan bölgesi gibi Osmanlı Kaymakamlarından nefret ediyordu. Bir de Ermeni kaymakamlar eksikti… Zaten bu zihniyet 1908-1914 yılları arasındaki Ermeni ve İttihat ve Terakki Kutsal Paktına götürdü ve felaketle sonuçlandı.
Daha önce çevirisini yaptığım ve Newroz.Com’da yayınladığım “Dersimli Kürd Beyi Şah Hüseyin Vakası(5)” yazısında görüldüğü gibi bölgeden Kürd ileri gelenleri kovmak ve yerlerine Ermenileri görevlendirme projesinin bir parçasıydı. https://www.newroz.com/tr/forum/352320/dersimli-k-rd-beyi-ah-h-seyin-vakas-5
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(14)
Aso Zagrosi
Eşmizde bulunan belge ve dokümantlere göre İstanbul Ermeni Patrikliğinin 1800’lerin sonundan 1900’ün başlarına kadar Batılı devletlere sunduğu raporların esası Kürdlere ve Kürdlerin Ermenilere yaptıkları haksızları konu alıyor.
Ermeni Reform Projesine daha yakından bakıldığı zaman esas olarak Kürdlere karşı bir dizi suçlamalardan sonra görev bölümü ve yerel alanda reformlara gelince Kürdleri dıştalayarak Türklerle kardeş kardeş iktidarı paylaşmayı önderiyor. Böyle bir mantık ve girişim elbette Kürdlerin tepkisini çeker. Kürdlerin Abdulhamit yönetimi ile girdiği ilişkileri irdelerken Ermenilerin planları ve Rusların Kürdlere karşı tutumunu asla bir kenara bırakmamak lazım. Zaten bugüne kadar bu hususta yapılan bir dizi tahlilin boşa çıkmasının nedeni de buydu. Berlin Antlaşmasının Ermenileri “Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma” ve “Ermenilere ilişkin reform”u içeren 61. Maddesi Ermeniler tarafından 6 “Ermeni vilayeti” yani “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır” olarak yorumlanıyordu. Bir de Kürdler gibi bölgenin en eski halkı ve kendisini o toprakların efendisi olarak gören bir millet tümden dıştalanıyordu. Sadece batılı devletler ve Rusya değil Osmanlı devleti de Ermenileri Kürdlere karşı koruma görevini üstlenmişti!!!
Garo Sasoni bu konuya ilişkin “Osmanlı delegasyonu Kürd ve Çerkez isimlerinin anılması konusunda özellikle direnmiştir.”(Garo Sasoni, age sayfa 102)
Yani Rusya, Batılı devletler ve Osmanlı devleti’nin üçü de “Ermenileri koruma” görevini üstleniyorlar. Osmanlı devleti bir yandan “Ermenileri Kürdlere karşı koruma” teklifiyle antlaşmaya varırken, diğer yandan Kürdlere “Batılılar, Ruslar ve Ermeniler sizlere düşmanlık yapıyor” teziyle Kürdlerin karşısına çıkabiliyordu.
Yüzyıllar boyunca bir dizi işgalcinin, Osmanlı ve Türk Cumhuriyetinin bölgede zorla yok edemediği Kürdleri dışlayan bir reformun hayat bulamayacağı açıktı.
Berlin Antlaşmasından sonra Antlaşmanın uygulanmasını daha yakından takip etmek amacıyla İngiltere bölgeye bir dizi konsolos, misyoner ve ajanlarını gönderiyor. İngiltere “Kürdistan Konsolosu” adı altında konsolosluk girişimi var. Hemde Ermeni vilayetleri denilen “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır” a Kürdistan Konsolosu….
Bu konuda ilk girişim İngiltere Erzurum Konsolosu Binbaşı Trotter’in , 21 Aralık 1878 günü İngiltere İstanbul Büyükelçisi Layard’a görderdiği mektupta gündeme geliyor. O dönem Trotter Erzurum’dan Amed’e gelmişti ve şöyle yazıyor:
“Burada sürekli bir konsolosluk bulunması yerli Hıristiyanların genel arzusudur. Gerçekten burada sürekli bir konsolosun varlığı, Erzurum’daki kadar gereklidir. Bu konuda Majesteleri Hükümetinin düşüncelerini bilmiyorsam da Kürdistan’a bir Baş Konsolos atanmasını önermeye cesaret ediyorum. Başkonsolos , yazları Erzurum’da , kışları da Diyarbekir’de ikamet eder ve bütün Kürdistan’da dolaşır diye düşünüyorum. Harput(Elazığ), Van, Bitlis ve Muş’ta da birer viskonsolosluk bulunur. Ama, Başkonsolosluk bütün Kürdistan’da dolaşacaksa, Muş’ta ayrıca bir Viskonsolosluk açmaya gerek olmayabilir. Erzurum, Van, Bitlis, Harput ve Mardin’de oturan Amerikan misyönerleri arasından güvenilir ajanlar bulabiliriz”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 171)
Bu mektupta açık bir şekilde görülüyor, ki İngiltere Erzurum Konsolosu Erzurum, Diyarbakır, Van, Harput, Muş ve Bitlis gibi vilayetleri Kürdistan olarak görüyor ve “yazın Erzurum’da kışın Diyarbakır’da ikamet edecek Kürdistan Başkonsolosunu” atanmasını istiyor.
İngiltere İstanbul Büyükelçisi Layard, Konsolos Trotter’in önerisini destekliyor ve 21 Ocak’ta Londra’ya bir mektup gönderiyor. Layard mektubunda “Binbaşı Trotter’den aldığım ilginç raporun örneğini ilişikte sunuyorum. Anadolu’ya iyi İngiliz konsolosları atanmasına ilişkin önerisinin ciddiyetle dikkate alınmasını arz ederim.”
Mayıs 1879’da İngiltere Kürdistan’a bir konsolos atadı. Bu konsolos İngiltere’nin Van’da görev yapacak “ Kürdistan Viskonsolosu” Yüzbaşı Claytondu. Clayton Erzurum Konsolosu Binbaşı Trotter’e bağlı çalışıyordu.
Binbaşı Trotter, Clayton’a yazdığı bir mektupta: “Kürdistan’a Viskonsolos olarak atandığınız Marki Salisbury’nin 17 Mayıs 1879 tarihli yazısıyla bana bildirildi. Babıali bütün Kürdistan’da görevlendirilmenizi uygun görmedi………..” (Bilal N. Şimşir, age, sayfa 173)
Binbaşı Trotter, sadece Van’a bir Kürdistan Viskonsolosun atanmasını istemiyordu.. Kürdistan geneline bir “Kürdistan Konsolosu” ve diğer şehirlere “Kürdistan Viskonsolosları”nı atanmasını istiyordu..
Fakat, kısa bir süre sonra basında İngiltere’nin bölgeye “Kürdistan Konsolosu” adı altında Konsolos atadığına dair haberler çıkmaya başlıyor. Bu haberlerin ardından Ermeniler “Kürdistan Konsolosu” tanımına karşı çıkıyor ve o bölgenin “Ermenistan” olduğunu ileri sürerek İngiltere üzerine baskı kurmaya başlıyorlar.
Bu sefer baskı altında kalan Erzurum İngiliz Konsolosu Trotter Lord Salisbury’e bir yazarak: “Tercüman-i Efkar gazetesinin 24 Haziran 1879 tarihli ve 583 sayılı nüshasında benim tayinim Kürdistan Konsolosu diye çıkmış; görev bölgemin de Erzurum, Diyarbakır, Muş ve Van vilayetleri olduğu belirtilmiştir. İstanbul’da çıkan Ermeni gazeteleri buna büyük tepki gösteriyor. Kanımca unvanım Türk Ermenistan’ı ve Kürdistan Konsolosu olmalıydı. Eğer buna izin verilmese Asya Türkiye’si Doğu Vilayetleri Konsolosu yada Yarbay Wilson’un görev alanını bölerek Doğu Anadolu ve Batı Anadolu konsolosluğu
diye ikiye ayrılabilirdi. Ermeniler bu konuda çok duyarlılık gösteriyorlar. Ermenilere böyle bir ayrıcalık vermek iyi olurdu” ”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 174-175)
Bu arada 18 Mart tarihinde İstanbul Ermeni Patrik’i Nerses İngiltere İstanbul Büyükelçesi Layard ile “Kürdistan ve Ermenistan” meselesini görüşüyor. Layard, Patrik Nerses’e Ermenistan derken nereleri kastediyorsunuz diye bir soru soruyor. Patrik Nerses “Ermenistan ile Sivas, Van, Diyarbakır ve Kilikya’yı……………. Ve Ermenilerin ikamet ettikleri yani “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır gibi Ermeni vilayetleri” diye bir cevap veriyor.
Bu arada İstanbul İngiliz Başkonsolosu ile İngiltere Dışişler Bakanı Lord Sarisbury’i arasında haberleşme trafiği yoğunlaşıyor.
Partik Nerses 1 Temmuz 1879 tarihinde İngiltere İstanbul Büyükelçisi Layard’a yazdığı mektupta bir çok şeyin yanı sıra “Ermenistan’ın Kürdistan olarak adlandırılmasının kabul edilemez olduğunu” yazıyor.( Bilal N. Şimşir, age, sayfa 177)
Devam edecek.
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(15)
Aso Zagrosi
İngiltere Kürdistan Konsolosluğunu atadıktan sonra İngiliz yetkilileriyle Ermeniler arasında bir tartışma başını alıp gidiyor. Fakat, enteresan olan şey İngiliz yetkilileri o dönem bugün Türklerin uydurdukları “Doğu Anadolu Bölgesi” için “Kuzey Kürdistan” tabirini kullanıyorlar.. Türklerin “Güney Anadolu” dedikleri bölgelerin bazı kesimleri içinde “Güney Kürdistan” tabirini kullanıyorlar.
Örneğin Binbaşı Trotter 4 Aralık 1878 tarihinde İngiltere Dışişler Bakanı Lord Salisbury’e yazdığı raporda “ Güney Kürdistan’da isyan çıkmıştır. Bütün Cizre Kürdlerinin ayaklandığı bildiriyor” diyor. Burada sözü edilen savaş 1877-1878 savaşından hemen sonra Mir Bedirxan’ın oğullarından Osman Paşa ve Hüseyin Kenan Paşa önderliğinde gelişen harekettir. Trotter, Diyarbakir’ı da “Güney Kürdistan” olarak görüyor.(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 169-174)
Ermenilerle İngiliz yetkilileri arasındaki tartışmalardan sonra Trotter Kürdistan Konsolosunu, “Türk Ermenistan’ı ve Kürdistan Konsolosu” olarak değiştirilmesini istiyor ve bu önerisini “Ermenilere böyle bir ayrıcalık vermek iyi olurdu” diyerek açıklıyor. ”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 174-175)
Yani Kürdistan’ın yanına “Türk Ermenistan”ın geçirilmesi olayı “Ermenilere bir ayrıcalık” olarak düşünülüyor.
Aslında “Kuzey Kürdistan” ve “Güney Kürdistan” tabirleri geçmişte farklı coğrafyalara hitap ediyordu.
Mesela Dr. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı eserinde Hamidiye Alaylarından söz ederken “ Güney Kürdistan Kürtlerinden oluṣturmuṣ oldukları Hamidiye Alayları” diyor(age, 81)
Dr. Nuri Dersimi’nin burada sözünü ettiği “Güney Kürdistan”, Diyarbakir, Urfa, Mardin ve Botan bölgesidir. Yoksa bugün “Güney Kürdistan” olarak tabir edilen geçmişte Irak’ın işgalı altında olan bölgelerle sınırlı değildi. Demek sömürgecilerin çizdiği sunni sınırlar bizim kendi ülkemizin yönlerini ve coğrafi durumunu tespit etmemiz üzerine de bir hayli etkili olmuş.
O dönem kürdlerin gözünde “Kuzey Kürdistan”ın sınırlarıda çok daha geniş bir alana yayılıyordu. Mustafa Paşa Yamulki, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Bağdat ve Suleymaniye’ye gidiyor.. O dönem Yunanların genel bir saldırısı vardı. Mustafa Paşa Yamulki Doğu Kürdistan’a geçiyor ve Simko ile görüşüyor. Mustafa Paşa Simko’dan İran’a karşı savaşı durdurmasını Kürdlerin esas düşmanlarının Türk devleti olduğunu, onlara yönelmesi gerektiğini anlatıyor. Bu ikili konuşmada Mustafa Paşa Yamulki Simko’ya Yunanlar karşıdan geliyorlar ve bizde Ankara’ya kadar gideriz diyor.(İhsan Nuri Paşa ve Mustafa Paşa Yamulki üzerine Newroz. Com’da yayınladığım yazı serilerine bakabilirsiniz)
Yüzbaşı C.L. Woolley bölgedeki izlenimleri ve halkın anlatımlarına dayanarak Kürdistan sınırlarını şöyle çiziyor: „Kürdistan, Kars ve Tiflis’ten Adana’ya, Trabzon ve Malatya’dan Revanduz’a kadar uzanır. Dolayısıyla bir kısmı Rusya’da bir kısmı İran’da olan 6 sözde Ermeni vilayetini de içerir. Bu alan içinde -iyimser bir tahminle- 13 milyonluk bir Kürd nüfusunun var olduğu iddia etmektedirler. ‚Ermeni vilayetleri‘ bir yanlış adlandırmadır. Bu 6 vilayette nüfusun yüzde 90-95’i Kürttür. Türkler, çoğu hükümet görevlisi olmak üzere ancak yüzde biri oluştururlar. Kalanlar ise Mardin yakınındaki bir kaç Yakubi dışında Ermenidir. Büyük güçler bu rakamları kabuletmek zorunda değillerdir. Ancak kendileri uygun bir araştırma yaparlarsa bu rakamların yaklaşık olarak doğru olduklarını göreceklerdir.“(Ahmet Mesud, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Doz Yayınları, 1992 İstanbul, sayfa 52)
Yusuf Ziya Bey Azadi Partisi adına Bolşeviklerle görüştüğü ve gelecekte kurmak istedikleri Kürdistan’a ilişkin düşündüklerini anlatığı zaman Trabzon’u da katıyor ve bu konuda Lazlarla yapılan bir antlaşmadan söz ediyor.(Geniş bilgi için Aris Arda’nın çevirisini yaptığı Rus ve Sovyet Arşiv Belgelerine bakınız)
Kürdlerin Kürdistan sınırlarına ilişkin söylemleri ayrı bir konu olduğundan geçiyorum. Fakat, “Kuzey ve Güney Kürdistan” termolojilerinin süreç içinde geçirdiği değişimi görmek gerekiyor.
1894 yılının 10 Aralık günü Paris’te çıkan “Les Nouvelles D’Orient, Organe des İnterets Français en Turquie” adlı dergide Berlin Antlaşmasının 61. Maddesine ilişkin bir yazı serisi var.. Bu yazı serisini kaleme alan “ Siyasal Bilimlerde Filosof olan bir dostum bana bırakın Kürdler yaptıklarını yapsınlar. 2 yıl önce Kürdler, Türkleri Küçük Asya’dan kovmaya çalıştılar. Bu söylediklerinden doğruluk payı var. Zira Müslüman Kürdler aşağılamak amacıyla ‘Rumların Sultanı” dedikleri İstanbuldaki Padişah’ın otoritesini Kabul etmekten uzaklar. Kürdler kendilerine verilen silah ve malzemeyi Kabul ediyorlar. Yarın Kürdler bunları efendilerine karşı kullanacaklar. Fakat, şunu da görmek lazım, Kürdlerin Türkleri Küçük Asya’dan kovduğu gün gelince bölgede fazla Hıristiyan’da kalmaz” diye yazıyor.
Buradaki tespitler Hamidiye Alayların silahlandırma girişimleri neticesinden gündeme geliyor.
Yeniden konumuza dönersek 1877-78 savaşından sonra Kürdlerin savaş alanine terk ettiklerini daha önce yazmıştım.. Garo Sasoni’nin anlattıklarına göre “Şeyh Celaleddin Van valisı tarafından zehirlenerek öldürülüyor(bunları Sultan Abdulhamid tarafından verilen emirle yapmış olduğu söyleniyor). Şeyh Ubeydullah ise Sultan’ın emriyle Hacca gönderdi”(Garo Sasuni, age, sayfa 100)
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(16)
Aso Zagrosi
Osman Paşa ve Hüseyin Kenan Paşa Bedirxan Hareketi
Savaşın bitmesinden ve Berlin Antlaşmasının imzalanmasından sonra(bazı kaynaklar savaş esnasında hareketin başladığını söylüyorlar) Kürdistan’da Bedirxanilerin önderliğinde yeni bir hareket başlıyor. Bu harekete önderlik eden Bedirxanilerden Osman ve Hüseyin Kenan(Cemal Kutay’ın dedesi) Paşaydı. Osman ve Kenan Paşa Osmanlı ordusunda/ İstanbul’da merkezi karargah da görevliydiler. İki kardeş denetimleri altında bulunan Kürd askerleriyle beraber Kürdistan’a geçiyorlar ve bölgedeki Kürd aşiret ileri gelenleriyle ilişkiye geçip hareketi başlatıyorlar.
Bazı Kürd kaynakları Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bilinçli bir şekilde Bedirxan’ın oğullarına destek vermediğini yazıyorlar. Örneğin Mucteba Burzuyi şöyle yazıyor:“Şeyh Ubeydullah o dönem 50 yaşındaydı, Bedirxan’ın oğullarına hiç bir yardımda bulunmadı ve kimsenin peşine düşmek istemiyordu”( Mucteba Burzuyi
Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 69)
Böyle bir sonuca varmak için ö dönemdeki kaynakları ciddi bir şekilde incelemek gerekiyor. Daha da açık bir şekilde ifade etmek gerekiyorsa Şeyh Ubeydullah’ın Hacca gidiş ve geri dönüş tarihleri tespit edildiği taktirde bir dizi gelişme daha da netleşir.. Garo Sasuni, sözünü ettiğimiz eserinde savaş cephesinden dönen Şeyh Celaleddin zehirlenerek öldürüldü ve “Şeyh Ubeydullah Sultan’ın emriyle Hacca gönderildi” diyor.(G. Sasuni, age, sayfa 100). Yine Sasuni “1880’de Şeyh Ubeydullah Mekke’den dönüp Şemzinan’a gelerek bütün Kürdleri kendi ruhani reisliği etrafında toplamaya başladı” diyor.(age, sayfa 103)
Eğer Garo Sasuni’nin verdiği bilgileri temel alırsak Bedirxanilerin geliştirdiği hareket sırasında Şeyh Ubeydullah’ın Mekke’de olması gerekir. Fakat, Sasuni’nin Mekke’den dönüş tarihi olarak 1880’ı vermesi sorunludur. Çünkü, bir dizi belgeye göre 1879 yılında Şeyh Ubeydullah’ın önderliğinde Nehri’de toplantılar yapılıyor ve bir dizi bölgeye halifeler/kuryeler gönderiliyor.
Eğer Garo Sasuni’nin savaş sonrası Şeyh Ubeydullah’ın Hacca gönderildiğini kabul edersek, Bedirxanilerin önderliğinde gelişen hareket sırasında Şeyh Ubeydullah’ın Mekke’de olması gerekir.
İngiltere’nin Erzurum Konsolosu Trotter, 4 Aralık 1878 günü İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’e gönderdiği mektupta: “son bir kaç günde alınan bilgilere göre Güney Kürdistan’da isyan çıkmıştır. Bütün Cizre Kürdlerinin ayaklandığı bildiriliyor. Başlarında ünlü Bedirhan Bey’in oğulları Hüseyin Bey ile İsmail Bey var. Ayaklanmanın arkasında Rus entrikalarının bulunması kuvvetle muhtemeldir. Asilerin sayısı 5000 ile 20000 arasında tahmin ediliyor. İyi silahlanmış imişler, ellerinde son savaş sırasında ve savaşın ardında elde ettikleri Winchester ve Henry-Martini tüfekleri varmış. Bölgedeki Türk kuvvetleri zayıftır. Diyarbakır valisinden gelen bir telgrafta, Cizire’de güvenlik güçleriyle asiler arasında çarpışmalar olduğu ve Kürdlere büyük kayıplar verdirildiği bildiriliyor”( Bilal N. Şimşir, age sayfa 169-70)
Burada Hüseyin Bedirxan’ın yanında “İsmail Bey”den söz ediliyor.. Bir dizi belgeden biliyoruz ki Osman Paşa Bedirxan bu harekete önderlik ediyor.. Trotter’in yazdığı 4 Aralık 1878 tarihli mektubunu temel aldığımız zaman hareket, 1878 Kasım’ın sonu yada Aralık’ın ilk günlerinde başlamıştır.
Rus yazarı Aviryanov’da Bedirxan kardeşlerin hareketi üzerine duruyor ve bu hareketin 1878 yılının sonlarına doğu başladığını söylüyor.
Aviryanov’un verdiği bilgilere göre : “Ekim 1878’de Kürdlerin başkaldırı hareketi Mutakanli ve Rackotanli aşiretleri içinde başladı. Fazla sürmeden hareket diğer aşiretleri de içine alarak geniş bir Kürd bölgesinde Van’ın güneyi Muş ve Bitlis’ten başlayarak Mezopotamya’ya Hakkari, Botan ve Bedinan’a da yayıldı. Türkiye’ye karşı bu harekete önderlik eden meşhur Bedirxan ailesinden Hüseyin Bey ve Osman Beydi. Hüseyin Bey o dönem Osmanlı Ordusunun Erkani Harbte Albay olarak görevliydi. Hüseyin Bey Eylül 1878’de izinli olarak İstanbul’dan Haleb’e geliyor ve oradan Dicle nehrini aşarak Cizre’ye gidiyor.” (Aviryanov, Kurd, Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 236)
Aviryanov’un anlatımlarına göre Hüseyin Bey orada kardeşi ile birleşerek harekete önderlik ediyor ve bazı karakolları basarak silahlanıyorlar.
Aviryanov o dönem Rusya’nın Erzurum Konsolosu olan general Obmillere dayanak “ Bu hareketin amacı Kürdlerin Bedirxan önderliğinde ve Sultan Mahmud döneminde sahip oldukları bağımsızlığı geri getirilmesiydi” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 239)
Hareketin başlamasından sonra “Osman Paşa Mir ilan ediliyor, Cuma hutbeleri Sultan’ın yanında onun adına okunuyordu” (Mucteba Burzuyi, age, sayfa 69)
Bliç Şerko, M. Emin Zeki ve Kawus Kaftan gibi Kürd yazarları da Cuma Hutbesinin Sultan adına değil “Mir Osman adına okunduğunu” yazıyorlar.(Dr. Abdullah Elyaweyi, age, sayfa 98)
Konumuz olmadığından dolayı hareketin örgütlenmesi, gelişmesi ve bastırması sürecine ilişkin daha detaylara girmek istemiyorum. Sonuçta hareket, Osmanlı devletinin hile, entrika ve yalanları neticesinden ve Bedirxani ailesine mensup bazı şahsiyetlerin araya girmesiyle son buluyor. Osman ve Hüseyin Kenan kardeşler belli bir dönem İstanbul’da hapsediliyorlar ve sonra serbest kalıyorlar.
30 Aralık 1878’de İngiltere Trabzon Viskonsolusu Biliotti, İngiliz Dışişler Bakanı Lord Salisbury’e yazdığı mektupta “Kürdistan’daki ayaklanma bastırılmıştır” diyor. (Bilal N. Şimşir, age sayfa 170)
Görülen o ki Bedirxani kardeşler önderliğinde gelişen hareket ilk etapta çok geniş bir alana yayılmasına rağmen kısa bir süre içinde bastırılıyor. Hareketin lider kadrosunun yakalanması 1879 yılının ilk ayına/aylarına sarkabilir.
Sayın Sait Çetinoğlu “Emir Bedirhan’ın Cizre-Bohtan Direnişini Doğru Okumak” adlı yazı serisinde Bedirxan Hareketi, 1878’de Osman ve Hüseyin Kenan Paşa önderliğinde gelişen hareketi ve Şeyh Ubeydullah hareketini irdeliyor. Yazar Bedirxanilerde ulusal niteliğinde bir girişim bulmuyor ve “Bağımsız Kürdistan’ı, Kürtlerin birliğini ve ulusal talepleri dillendirmek Şeyh Ubeydullah’a nasip olacaktır” diyor.
Sait Çetinoğlu Bedirxanilerle ilgili yazdıklarını toparlayarak:
“Şimdiye kadar Bedirhan Bey Hareketi ile ilgili söylediklerimizi kısaca özetlersek:
Bedirhan Bey’in direnişine bir Kürt isyanı denebilir ama ulusal uyanışın eseri değildir.Bir halk hareketi olduğu da kuşkuludur. Bölgedeki iktidar boşluğunu Bedirhan Bey doldurmayı denemiş ve başarılı olamamıştır. Bedirhan Bey’in Bağımsız Kürdistan emeli olduğuna dair bir konuşması ve yazışmasına rastlayamadık. Bu konudaki söylenceleri de doğası gereği kuşkulu bulup itibar etmedik.[15] Bize göre O kendisi için ya da bir başka deyişle Hanedanı için bir iktidar peşindedir”.( http://www.armenieninfo.net/sait-cetinoglu/2652-emir-bedirhan-ve-cizre-botan-direnisi-4.html )
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin önderiğinde gelişen “1880 Kürdistan Devrimi” sırasında Kürd ulusal talepleri açık bir şekilde ortaya çıktığı bir dizi yabancı belgelerde sabittir. Eğer biz, Rus, Fransız, İngiliz, Avusturya ve Qaçari belgelerinin ışığında değilde sadece Osmanlı belgelerinin ışığında Şeyh Ubeydullah’ın önderlik ettiği hareketi irdelersek bu hareketinde pek ulusal bir niteliği kalmaz. Türklerin Kürd tarihi konusunda “Kürd Ulusal Bilinci” ve “Bağımsız Kürdistan” konusunda belgelerle oynadıklarını düşünüyorum. Türkler Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketinin eline miras olabilecek belgeleri sunmuyor ve bu konu da tersi yönünde yönlendirici oluyor.
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin sahip olduğu yüksel ulusal bilincin bir tarihsel süreci olmalı. Bu bilinç öyle kısa bir sürede oluşmadı.
Mesela Osman ve Hüseyin Kenan Bedirxan önderliğinde gelişen harekete baktığımız zaman hareket kısa sürüyor ve Bedirxan kardeşlerin yabancılarla yaptıkları görüşmeler elimizde yok. Osmanlı belgeleri de Türk ırkçılarının süzgecinden geçtiklerinden dolayı “Kürd”, “Kürd Ulusal Bilinci” ve “Bağımsız Kürdistan” konusunda yönlendirici olduklarından dolayı sağlıklı bir değerlendirmenin önünü tıkıyorlar.
Böyle bir ortamda bu hareketlerde “ulusal uyanışın eseri değildir” demek makul ve mantıklı değildir.
Mesela Osman Bedirxan’ın sonraki sürecini ve yabancı basına yansıyan demeçlerine bakalım karşımıza çok farklı bir kişilik olarak çıkıyor.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(17)
Aso Zagrosi
Fransa’nın Le Matin gazetesinin Londra muhabiri 1890 yılının sonlarına doğru Osman Paşa Bedirxan ile bir söyleşi yapıyor. Bu söyleşinin bazı bölümleri o dönem Paris’te redaksiyonun da G. Clemenceau, Anatole France ve Jean Jaures’in bulunduğu „Pro Armenie“ adlı dergide yayınlamıştır.(aslında Osman Paşa Bedirxan’ın İngiliz ve Fransız gazetelerine verdiği demeç ve yaptığı tüm söyleşileri derlemek iyi olur)
Pro Armenie „Kürdler ve Sultan“ anabaşlığı altında yayınladığı yazıda Osman Paşa’yı Bedirxan’ın 40 erkek çocuğundan biri olduğunu ve Osmanlı Sultanı tarafından gıyabından ömür boyu sürgün cezasına mahküm olan Abdulrahman Bedirxan’ın kardeşi olduğunu söyledikten sonra söyleşiye geçiyor.
Osman Paşa Bedirxan „Ben geçici olarak burada bulunuyorum. Mevsim şartları elverdiğinde bildiğim yoldan yalnızca Avrupa’da değil, Mısır’daki taraftarlarımla Kürdistan’a döneceğiz. Benim halkım Ermenilerle beraber el ele vererek beni bekliyor. Şu anda Kürdler ve Ermeniler gizli bir şekilde silahlanmış ve tek bir vucut gibi ayaklanmak ve Türkiye’ye karşı ölüm kalım savaşına girmek için beni bekliyor ve belki de Osmanlı imparatorluğuna karşı en görkemli mücadele yi destekleyecekler.
Beni ne bir deli ve ne de rüya gören biri olarak görün!! Benim rüyasını gördüğüm Kürdistan ile Ermenistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerini kırmak değil, benim isteğim Kürdistan’ı anarşi ortamından ve sosyal aşağılıktan çıkarmaktır. Buna neden olan Türkiye’nin şeref kırıcı sultasıdır, ki uygar milletlerin saflarından uzaklaştırarak savaşçı bir halkı zorba bir rejimin ve yıkıcı ve Türk mutlakiyetçiliğinin aleti haline getirmesidir.
Benim arzum Kürd ulusu üzerinde var olan tartışmasız etkimi kullanarak düzeni, güvenliği ve ulusal onuru yeniden yerleştirmektir. Van, Bitlis, Diyarbakır, Erzurum ve diğer tüm şehirler ve kırsal kesimin tüm halkı benim geri dönüşümümü bekliyor.
Kürdistan’a vardığım zaman farklı alanlarda depoladığımız silahları aldığımızda 100.000 silahlı kişi beni takip edecektir.
Benim Kürdistan topraklarına ayak basmamı engellemeye hiç bir iktidarın gücü yetmez. Benim Kürdistan topraklarına ayak bastığım gün hiç bir iktidarın gücü planlarımı tatbik etmeyi engellemeyemez. Kararlı olduğumu açık bir şekilde ifade ediyorum. Halkım beni bekliyor ve kendisine gideceğimi bilmesini istiyorum.
Güçlü bir halkın görevine layık olacak, kanunlara riayet ettirecek ve elde edilen özgürlükleri koruyacak enerji dolu bir lidere ihtiyacı var.
Halkım benim babama layik olabileceğimi biliyor. Bana gelince biliyorum ki halkım başında her şeyini fedaya hazır sahip olduğu doğal haklar için adaleti yerine getirecek birine layiktir.“( Pro Armenia, 3. Sayı, 25 Aralık 1900 )
Pro Armenia, Osman Paşa’nın projesinin Ermenilere ne getirip getiremeyeceğini şimdiden söylemek zordur diyor. Fakat, eğer bu başkaldırı sözden çıkıp pratiğe aktarılsa sempatimiz Sultan için değil, Osman Paşa için olacak diye yazıyor.
Osman Paşa Bedirxan İngiliz “Daily Mail” gazetesine verdiği demeçte “ Eğer İngiltere Kürdistan’ın stratejik önemini hesaba katarsa , Rusya’nın dominasyonuna giren Türklerden bizi kurtaracaktır. Biz İngiltere’nin yardımını hesaba katıyorum. Zira her halükarda biz Kürdistan’da Rusları değil İngilizleri görmek istiyoruz”(L’Orient, 3.sayı 19 Ocak 1901)
O dönem Paris’te çıkan “Le Matin” Gazetesi’nin Londra muhabiri Stephane Lauzanne Osman Paşa ile ilgili haber ve röportajları geniş bir şekilde gazeteye ulaştırıyor.
Stephane Lauzanne’nın yazıları 1888 yılından beri Osmanlıların çıkarlarını korumayı görev olarak alan “L’Orient” haftalık gazetesinin hedefi haline geliyor.
L’Orient Gazetesi 1901 yılının Ocak ayında çıkan 3 sayısında Nicolaides imzasıyla “Fransız Basını ve Osmanlı İlticacıları” başlığı altında Osman Paşa’yı Osman Paşa’nın babası Bedirxan’ı küçümseyen yazılar yayınladı
Sadece Osman Paşa Bedirxan’ı öven/yeren haberler/söyleşiler Fransız, İngiliz, Ermeni ve Osmanlı basınında çıkmıyordu.. Alman basını da Osman Paşa’ya ilgi duymaya başlamıştı.. Mesela o dönem Münih’te çıkan “ Allgemeine Zeitung” da kervana katılıyor, Sultanı destekleyen Osman Paşa Bedirxan’ın girişimlerini bir İngiliz oyunu Osmanlı devletine Balkan ve Anadolu sorun çıkarmak için olduğunu ileri sürüyordu. ( L’Orient, 3.sayı 19 Ocak 1901)
Osman Paşa Bedirxan’a ilişkin o dönem Avrupa basınında çıkan haber ve röportajları toplayarak yayınlamak özel bir çalışmayı gerektiriyor.. Zaten ana konumuz olan Şeyh Ubeydullah Hareketinden kısa bir süre önce Osman Paşa bir başka Kürd direnişine önderlik ettiği için gündeme getirdim.. Ayrıca Said Çetinoğlu’nun ulusal bilinç ilgili iddiasının sorunlu olduğunu vurgulamak amacıyla Osman Paşa Bedirxan’ın basında çıkan söyleşilerinden bazı alıntılar yaptım. Bu söyleşilerde o “Ulusal bilince” sahip bir Kürd şahsiyetidir. Onun talep ve istemleri tartışılıbilinir.. Ama “ulusal bilince” ve “Kürdistan perspektifine” yabancı olduklarını söylemek pek makul değildir.
Osman Paşa Bedirxan’da bir dizi Kürd lideri ve kadrosu gibi sömürgeci Osmanlı devletinin kurduğu bir tuzağa düşüyor..
Yıllarca Mısır’da yaşıyan ve üst görevlerde bulunan Lord Cromer 1915 yılında yayınladığı “Abbas II” adlı eserinde Osman Paşa Bedirxan’ın trajik yakalama öyküsünü de anlatıyor. Lord Cromer’in verdiği bilgilere göre Osman Paşa Sultan’ın sarayında görevli favorilerindendi… O dönem Osman Paşa’nın Jön Türklere sempatiyle bakmasından dolayı Sultan tarafından azlediliyor. Osman Paşa Mısır’a sığınıyor. Lord Cromer o dönem Kahire’de İngiliz Konsolosudur. Cromer Osman Paşa’ya politik entrikalardan uzak durduğu takdirde güvenliği ve yaşamı için tüm garantileri veriyor. Mısır Hitiv’i Abbas Sultan anlaşarak Osman Paşa’nın Türk polisinin eline düşmesini sağlıyor. Abbas Kürd Prensiyle dostluk ilişkilerini geliştiriyor. Sürekli olarak Abbas Kürd Prensi Osman Paşa’ya Sultan ile görüştüğünü, Sultan’ın hatasını kabul ettiğini el konulan mal, mülk ve servetinin geri iade edeceğini söylüyor.
Hatta bir gün Abbas Osman Paşa’ya Sultan Abdulhamid ile Osman Paşa’ya ilişkin yaptıkları bu yazışmalara dair sözde bir belgeyi de gösteriyor.
Bu arada Abbas II, Osman Paşa’ya daha fazla güven vermek amacılayla o dönemin parasıyla 15.000 Franklık bir çeki kendi eliyle imzalayıp veriyor. Abbas, Kürd Prensine İstanbul’da Sultan mal ve mülklerini iade edene kadar bu parayla geçinirsin diyor. Kürd Prensi cebinde değerli bir çek, Hitiv Abbas’ın kendisine verdiği biz dizi mektupla Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Kürd Prensi İstanbul’a gemi ile vardığında hemen Mısır’dan gittiği gemi içinde tutuklandı ve Tripoli’de bir kaleye kapatıldı. Daha sonra Osman Paşa kurtulmayı başarınca Abbas II imzalı çeki bozmak için İstanbul’daki Osmanlı Bankasına gidiyor. Abbas II, Osman Paşa’ya çeki verdikten bir gün sonra Osmanlı Bankası müdürüne yazdığı bir mektupta Osman Paşa’ya verdiği çeki iptal ettiğini bildiriyor.(Revue de Deux Mondes, 1. Mayis 1915)
Sonuç olarak Kürd prensi Osman Paşa’dan bu yana 100 yıldan fazla zaman geçti, onun yaşadığı trajedi dest çıkarılmadığından komedileşerek devam ediyor..
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(18)
Aso Zagrosi
1877-78 savaşından sonra Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Hacca gitmesi olayı kendisinin mi yoksa Sultan’ın isteği üzerine olup olmadığı meselesinde Garo Sasuni Sultan’ın, Kürd Şairi Wefayi ise kendi isteği üzerine gittiğini söylüyor.
Burada şunun altını çizmek istiyorum.. Şeyh Ubeydullah’ın günlük yaşamını Anılarında geniş bir şekilde yer veren elimizdeki tek Kürd kaynağı Şair Wefayi’nın anılarıdır.
Klasik Kürd şairlerini incelediğimiz zaman , bugüne kadar elimize geçen belgelere göre Anılarını yazan ilk Kürd şairi olarak Wefayi karşımıza çıkıyor. Wefayi’den önce başka Kürd şairlerinin “Anılar” adı altında dönemlerini anlatıp anlatmadıklarını bilmiyoruz.. Sadece elimizdeki belge ve verilere göre Wefayi bir “ilk”tir.
Wefayi “Anılarını” Şeyh Ubeydullah Nehri’nin küçük oğlu şehid Seyyid Abdulkadir(1925)in istemi üzerine kaleme aldığını yazıyor.
Mahabadlı şair Wefayi 14 yıl boyunca Nehri’de Şeyh Ubeydullah’a katiplik yapıyor.. Şeyh Ubeydullah Wefayi’ye sürekli olarak “Mirza” diye hitap ediyor.
Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın Nehri sarayında “kendisine bir oda verdiğini, hücrede gece ve gündüz yazı görevlerini yerine getirmekle meşgul olduğunu, Şeyh hazretlerinin emri ile değerli aziz ve büyük kıbleler olan Şeyhzadelerden Şeyh Muhamedi Sıddıq ve Şeyh Abdulkadir(ruhum kendisine kurban olsun) Farsça ve güzel yazı yazma konusunda ders verdiğini” yazıyor.(Wefayi, Birewerikani Wefayi, Malbendi Kurdoloji, Silêmanii sayfa 40-41 Wefayi biralbendi Kurdoji, Siline kurban olsun)düz me aldığınıi belge ve verilere göre Wefayi bir sayfa 40-41 )
Yani Şair Wefayi 14 yıl boyunca Şeyh Ubeydullah Nehri ailesiyle aynı çatı altında yaşıyor ve Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına hocalık yapıyor. Ayrıca 1880 Devrimi sırasında Şeyh Ubeydullah’ın farklı çevrelere gönderdiği yüzlerce mektubun hiç olmasa büyük çoğunluğu Şair Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.
Mahabadlı şair Wefayi Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına, Koyi’li Haci Qadri Koyi Bedirxan’ın çocuklarına ve torunlarına hocalık ediyor.(Celadet Bedirxani’nında hocasıdır, kendisi yazıyor) O dönemler var olan ilişkilerle sonraki ilişkileri insan düşündüğü zaman hayret ediyor.
Şair Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın Hac seferi üzerine de duruyor ve şöyle yazıyor: “Belli bir dönem sonra Hacca gitmeye karar verdi.. Büyük Şeyhzadelerin dışında alim, has insanlar, hanedan, halife ve müritlerden oluşan yüz kişiye yakın bir grupla Van üzeri yolla düştüler. Bende Van bölgesine kadar hizmetindeydim. Bu arada köylerden ve şehirlerden o kadar insan onu karşılamaya geldiler ki, saymakla bitmez. Bir kaç gün Van’da kaldı. Her taraftan insanlar yıldızlar gibi yayan ve atlı onun ziyaretine gelip gidiyorlardı.”(Wefayi, age, sayfa 63-64)
Şair Wefayi tüm anıları boyunca Şeyh Ubeydullah’tan söz ettiği zaman mutlaka ona ilişkin şiirlerinden bir dörtlük yada gazel koyuyor.
Burada da :
“Pepule asa, dewri çiray em zemane,
Le hemû lawe, lawan, pîran apûreyan da
Her wek Wefayî, bexoşewe bo tewaf kirdin,
Aw bû bo tînû, yaxud mirdûyek gîyan peyda bika“
Wefayi, Şeyh Ubeydullah’ı karanlık bir ortamda “Zamanın çırasına” , insanları “Çıranın çevresinde dönen kelebeklere” ve “susamışlara su” diye sunuyor.
Wefayi’de Şeyh Ubeydullah’a refakat etmek istiyor. Fakat, Şeyh Ubeydullah bu öneriyi kabul etmiyor, “Wefayi ve Ali Ağa Hayderi’ye Hac’dan dönüşüne kadar evde kalmalarını ve Osmanlı topraklarında tüm aşiretlerin reisliği görevini veriyor” (Wefayi, age, sayfa 64)
Wefayi’nin anlatımlarına göre Şeyh Ubeydullah’ın başında bulunduğu Kürd Hacılar kafilesi Van’dan sonra Erzurum için yola düştüler ve yine her taraftan insanlar Şeyh Ubeydullah’ı görmek için kendisini ziyaret ediyorlardı. Erzurum’da sadece Kürdler değil, bir tabur Osmanlı askeride Şeyh Ubeydullah’ı karşılamaya çıktı.
Yine Wefayi’nin anlatımlarına göre Sultan Abdulhamid, “Piyale Gemisini bir kaç paşa ve devlet yetkilisiyle özel olarak Şeyh Ubeydullah’a gönderdi ve bir başka gemiyi de Hacca gitmeleri için hazırladı”(Wefayi, age, sayfa 65)
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Haci Kafilesi Sultan Abdulhamid’in özel olarak gönderdiği Piyale Gemisiyle Karadeniz üzerine İstanbul’a varıyorlar.. Gemi İstanbul’a vardığı zaman “İstanbul din alimleri , yaşlı ve çocuklar deniz kenarına akın etmeye başladılar ve Şeyh Hazretlerini görmeye gittiler”(Wefayi, age, sayfa 64)
Wefayi’nin anlatımına göre Sultan’ın emri ile ve binlerce hürmetle Sultan’ın evleri arasında Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki kafileye konaklanmak için yer hazırlandı, 30 altın Osmanlı lirası günlük masrafları için verildi. Sabah, öğle ve akşam yemekleri Sultan’ın mutfağında ve özel aşçı tarafından hazırlanıyordu. Yine Wefayi’nin verdiği bilgilere göre Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı kafilesi 20 gün İstanbul’da kaldı. Şeyh Ubeydullah Sultan ile görüştükten sonra kafile özel gemi ile Hac seferine devam etti.
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı Kafilesi bir kaç gün Mısır ve İskenderiye de kalıyorlar , oradan gemi ile Yenbuh şehrine ve daha sonra Medine şehrine geçiyorlar. Medine ziyaretinden sonra Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Hacı kafilesi Mekke’ye geçiyorlar.
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Hacılar, Hac görevlerini tamamladıktan sonra Cedde ve Halep üzeri geri dönüyorlar.
Şeyh Ubeydullah geri döndükten sonra 2 gün Van’da kalıyor. Yine bu seferde her taraftan Mirler, din alimleri, halkın farklı kesimlerinde insanlar Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için akın ediyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın Hac dönüşü vesilesiyle her taraftan kafileler halinde insanlar Nehri’ye akın ediyorlar… Bu arada Kürdistan’ın dört bir yanından olduğu gibi Mahabad’tan Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için gelenlerde varmış. Şair Wefayi Şeyh Ubeydullah’tan kısa bir süre için izin alarak onlarla birlikte Mahabad’a ailesini görmeye gidiyor.(Wefayi, age sayfa 67)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(19)
Aso Zagrosi
Ne yazık ki Şair Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın Hacca gidiş ve dönüş tarihleri hakkında bir bilgi vermiyor. Şeyh Ubeydullah’ın başında bulunduğu Kürd Haccı kafilesinin Hacca giderken Mısır ve dönerken Şam yolunu kullandıklarını Wefayi’nın anılarından öğreniyoruz. Bilindiği gibi bu iki yol o dönem en önemli ve devletin doğrudan koruması altında bulunan yollardı.
Garo Sasuni, „ 1880 de Şeyh Ubeydullah Mekke’den dönüp Şemdinan’a (Şemdinan-Hakkari) gelerek bütün Kürdleri kendi Ruhani reisliği etrafında toplamaya başladı“ diyor.(Garo, Sasuni, age sayfa 103)
Garo Sasuni yazısının devamınde Şeyh Ubeydullah
“Mekke dönüşü 1880’de İstanbul’da Sultan Hamid tarafından büyük bir ihtişamla kabul edilir. Sultan ona birçok hediyelerle birlikte talimatlar verir. Tahta çıktıktan sonra Sultan Hamid bir Panislamizm siyaseti benimsemişti ve Halifeliği de kullanarak gücünü o ideolojiye yöneltmişti. Bu görüş açısından Şeyh Ubeydullah hunhar Sultan’ın elinde, aynı zamanda üç amacını gerçekleştirebilmesi bakımından önemli bir vesile idi.
1 – Sultan, Kürtler’i ayaklandırarak Ermeni vilayetlerini harabeye çevirmek suretiyle öncelikle Kürtler’e karşı yönelik olan reformları suya düşürmek amacındaydı. Bu reformlara karşıydı, çünkü, başı boş Kürtler’in önüne geçilecek ve böylece ülkenin içinde Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlar hakim duruma geleceklerdi. Sultan Şeyh’e geniş bir Kürt birliğinin teşkil edilmesini önerir, Ermenistan’ın Kürdistan olarak adlandırılmasına karar verir ve Ubeydullah’a Kürt kuvvetleriyle Ermeni bölgelerine sefer ederek, Ermeni ve Süryaniler’i kılıçtan geçirme hakkını tanır ve bu konuda ona emir verir.
2 – Sultan’ın amaçlarından ikincisi de aynı derecede önemliydi. Çünkü, Sultan Kürt beyleri hesabına şeyhleri güçlendirerek bir dini İslam devleti yaratmak istiyordu ve bu gayretkeşliğinde İslam dini sayesinde bütün Kürtler Halife Sultan’a bağlanacaklardı. Ab-dulhamid’in bu gerici amaçlarını gerçekleştirmesinde Kürt düzensiz birlikleri kaçınılmaz bir güçtü. Eski Sultanların elinde olan ve sonradan kaldırılan Yeniçeriler’in yerine Abdulhamid, Kürt düzensiz kuvvetlerini kullanmak istiyordu. Böylelikle Şeyhlik, bir taraftan bağımsızlıkları için mücadele eden Hıristiyan ulusları, özellikle Ermeniler’i ezmek için ve öte yandan da devlet hayatında despot Halifeye dini bir destek olma yönünde bir vasıta haline geliyordu.
3 – Üçüncü amaç ise kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, özellikle bir Şeyhlik düzeni önderliğinde olacak bir hareketle dini ideolojik fanatizmi canlandırmak ve halklar arası çarpışmalar yaratmaktı. Sultan, bu isteği altında çok gizli ve uzak mesafeli bir amacı güdüyordu. Şöyle ki, Kürtler’i ulusal bilinçlilikten yoksun bırakıp, onları ulusal bağımsızlık savaşından uzaklaştırmak ve onları yalnız bir dini toplum haline getirerek yavaş yavaş Türkleştirmekti.”( Garo Sasuni, age, sayfa 106-107)
Sayin Sait Çetinoğlu’da „ Emir Bedirhan’ın Cizre-Bohtan Direnişini Doğru Okumak -4” adlı yazı serisinde Garo Sasuni’nin bu alıntısını olduğu gibi veriyor.(http://www.armenieninfo.net/sait-cetinoglu/2652-emir-bedirhan-ve-cizre-botan-direnisi-4.html?start=1 )
Daha öncede vurduladığım gibi Garo Sasuni’nin 1880 yılını Şeyh Ubeydullah’ın Hac’tan dönüş yılı olarak vermesi doğru değildir.. Çünkü, Şeyh Ubeydullah’ın 30 Ağustos 1879 tarihinde Osmanlı devletine karşı açık direnişe geçtiğini biliyoruz.
İngiltere Van Konsolosu Clayton, Trotter’e yazdığı 30 Ağustos 1879 tarihli mektupta şöyle yazıyor: „“Vali(Van Valisi) Hakkari tarafında karışıklık çıktığını haberi verdi. Şeyh Abdullah(Ubeydullah)da Musul’un göçebe Kürd aşiretleri de buna katılmış. Paşa’dan kuvvet istenmiştir. Ama henuz kesin bilgi yoktur. Şu ana kadar alınan bilgiler mutasarrafın kendisinden değil de Başkale’deki büyük bir görevliden gelmektedir. Bu durumda şimdilik Nesturileri ziyarete gidemiyeceğim.“( Bilal N. Şimşir, age, sayfa 187)
Ayrıca Sultan Abdulhamid’in bir planı olarak „Ermenistan’ı Kürdistan“ olarak adlandırılması meselesi de doğru değildir. Çünkü, Van, Muş, Ahlat, Diyarbakir vb yerleşim alanlarının resmi olarak „Kürdistan Eyaleti“ olarak adlandırılması Botan Mirliği’nin yıkılmasından sonra 14 Aralık 1847 tarihinde gerçekleşmiştir. (http://kurd-tarihi.blogspot.de/2009/10/osmanl-imparatorlugunda-kurdistan.html )
İkinci madde de sorunludur. Çünkü Kürd Mirlerinin dönemi çoktan kapatılmıştı. Kürdistan’da Şeyhlerin dönemi çoktan başlamıştı.
Şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Sultan Abdulhamid’in çeşitli planları olabilir. Olmaması da düşünülemez. Fakat bu ileri sürülen iddialar belgelere dayalı değildir. Kaldı ki Şeyh Ubeydullah’ın kendi planı var. Şeyh Ubeydullah’ın „Bağımsız ve birleşik Kürdistan“ planı 1880 yılının öncesine dayanıyor.
Halfin „Rus Dış Politika Arşivi Genel Kosolosun Mektupları“ na dayanarak „1878 yılının sonlarında Tahran’daki Rus diplomatlarının kulağına Şeyh Ubeydullah’ın bağımsızlık için harekete geçeceği ve merkezi Musul olmak üzere bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak niyetinde olduğu söylentileri gelmeye başlamıştı“(Halfin, age, sayfa 82)
Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen 1880 Kürdistan Devrimine ilişkin yazan bir çok kaynak Şeyh Ubeydullah’ın „Mısır Hidivi ve Mekke Şerifi’den yardım için söz aldığını“ yazıyorlar.(Halfin, age, sayfa 82)
Şeyh Ubeydullah’ın Mısır Hidivi ve Mekke Şerifinden „yardım alma sözü“ Şeyh Ubeydullah’ın Hacca giderken Mısır’a uğraması ve ardından Mekke’ye gitmesi sürecine rastalayabilir. Bu konuda elimizde gereken belgeler yok, fakat Şeyh Ubeydullah Hac’dan geri döndükten sonra Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı harekete geçtiğini biliyoruz.
1877-78 savaşından sonra Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Hacca gitmesi olayı kendisinin mi yoksa Sultan’ın isteği üzerine olup olmadığı meselesinde Garo Sasuni Sultan’ın, Kürd Şairi Wefayi ise kendi isteği üzerine gittiğini söylüyor.
Burada şunun altını çizmek istiyorum.. Şeyh Ubeydullah’ın günlük yaşamını Anılarında geniş bir şekilde yer veren elimizdeki tek Kürd kaynağı Şair Wefayi’nın anılarıdır.
Klasik Kürd şairlerini incelediğimiz zaman , bugüne kadar elimize geçen belgelere göre Anılarını yazan ilk Kürd şairi olarak Wefayi karşımıza çıkıyor. Wefayi’den önce başka Kürd şairlerinin “Anılar” adı altında dönemlerini anlatıp anlatmadıklarını bilmiyoruz.. Sadece elimizdeki belge ve verilere göre Wefayi bir “ilk”tir.
Wefayi “Anılarını” Şeyh Ubeydullah Nehri’nin küçük oğlu şehid Seyyid Abdulkadir(1925)in istemi üzerine kaleme aldığını yazıyor.
Mahabadlı şair Wefayi 14 yıl boyunca Nehri’de Şeyh Ubeydullah’a katiplik yapıyor.. Şeyh Ubeydullah Wefayi’ye sürekli olarak “Mirza” diye hitap ediyor.
Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın Nehri sarayında “kendisine bir oda verdiğini, hücrede gece ve gündüz yazı görevlerini yerine getirmekle meşgul olduğunu, Şeyh hazretlerinin emri ile değerli aziz ve büyük kıbleler olan Şeyhzadelerden Şeyh Muhamedi Sıddıq ve Şeyh Abdulkadir(ruhum kendisine kurban olsun) Farsça ve güzel yazı yazma konusunda ders verdiğini” yazıyor.(Wefayi, Birewerikani Wefayi, Malbendi Kurdoloji, Silêmanii sayfa 40-41 Wefayi biralbendi Kurdoji, Siline kurban olsun)düz me aldığınıi belge ve verilere göre Wefayi bir sayfa 40-41 )
Yani Şair Wefayi 14 yıl boyunca Şeyh Ubeydullah Nehri ailesiyle aynı çatı altında yaşıyor ve Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına hocalık yapıyor. Ayrıca 1880 Devrimi sırasında Şeyh Ubeydullah’ın farklı çevrelere gönderdiği yüzlerce mektubun hiç olmasa büyük çoğunluğu Şair Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.
Mahabadlı şair Wefayi Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına, Koyi’li Haci Qadri Koyi Bedirxan’ın çocuklarına ve torunlarına hocalık ediyor.(Celadet Bedirxani’nında hocasıdır, kendisi yazıyor) O dönemler var olan ilişkilerle sonraki ilişkileri insan düşündüğü zaman hayret ediyor.
Şair Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın Hac seferi üzerine de duruyor ve şöyle yazıyor: “Belli bir dönem sonra Hacca gitmeye karar verdi.. Büyük Şeyhzadelerin dışında alim, has insanlar, hanedan, halife ve müritlerden oluşan yüz kişiye yakın bir grupla Van üzeri yolla düştüler. Bende Van bölgesine kadar hizmetindeydim. Bu arada köylerden ve şehirlerden o kadar insan onu karşılamaya geldiler ki, saymakla bitmez. Bir kaç gün Van’da kaldı. Her taraftan insanlar yıldızlar gibi yayan ve atlı onun ziyaretine gelip gidiyorlardı.”(Wefayi, age, sayfa 63-64)
Şair Wefayi tüm anıları boyunca Şeyh Ubeydullah’tan söz ettiği zaman mutlaka ona ilişkin şiirlerinden bir dörtlük yada gazel koyuyor.
Burada da :
“Pepule asa, dewri çiray em zemane,
Le hemû lawe, lawan, pîran apûreyan da
Her wek Wefayî, bexoşewe bo tewaf kirdin,
Aw bû bo tînû, yaxud mirdûyek gîyan peyda bika“
Wefayi, Şeyh Ubeydullah’ı karanlık bir ortamda “Zamanın çırasına” , insanları “Çıranın çevresinde dönen kelebeklere” ve “susamışlara su” diye sunuyor.
Wefayi’de Şeyh Ubeydullah’a refakat etmek istiyor. Fakat, Şeyh Ubeydullah bu öneriyi kabul etmiyor, “Wefayi ve Ali Ağa Hayderi’ye Hac’dan dönüşüne kadar evde kalmalarını ve Osmanlı topraklarında tüm aşiretlerin reisliği görevini veriyor” (Wefayi, age, sayfa 64)
Wefayi’nin anlatımlarına göre Şeyh Ubeydullah’ın başında bulunduğu Kürd Hacılar kafilesi Van’dan sonra Erzurum için yola düştüler ve yine her taraftan insanlar Şeyh Ubeydullah’ı görmek için kendisini ziyaret ediyorlardı. Erzurum’da sadece Kürdler değil, bir tabur Osmanlı askeride Şeyh Ubeydullah’ı karşılamaya çıktı.
Yine Wefayi’nin anlatımlarına göre Sultan Abdulhamid, “Piyale Gemisini bir kaç paşa ve devlet yetkilisiyle özel olarak Şeyh Ubeydullah’a gönderdi ve bir başka gemiyi de Hacca gitmeleri için hazırladı”(Wefayi, age, sayfa 65)
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Haci Kafilesi Sultan Abdulhamid’in özel olarak gönderdiği Piyale Gemisiyle Karadeniz üzerine İstanbul’a varıyorlar.. Gemi İstanbul’a vardığı zaman “İstanbul din alimleri , yaşlı ve çocuklar deniz kenarına akın etmeye başladılar ve Şeyh Hazretlerini görmeye gittiler”(Wefayi, age, sayfa 64)
Wefayi’nin anlatımına göre Sultan’ın emri ile ve binlerce hürmetle Sultan’ın evleri arasında Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki kafileye konaklanmak için yer hazırlandı, 30 altın Osmanlı lirası günlük masrafları için verildi. Sabah, öğle ve akşam yemekleri Sultan’ın mutfağında ve özel aşçı tarafından hazırlanıyordu. Yine Wefayi’nin verdiği bilgilere göre Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı kafilesi 20 gün İstanbul’da kaldı. Şeyh Ubeydullah Sultan ile görüştükten sonra kafile özel gemi ile Hac seferine devam etti.
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı Kafilesi bir kaç gün Mısır ve İskenderiye de kalıyorlar , oradan gemi ile Yenbuh şehrine ve daha sonra Medine şehrine geçiyorlar. Medine ziyaretinden sonra Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Hacı kafilesi Mekke’ye geçiyorlar.
Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Hacılar, Hac görevlerini tamamladıktan sonra Cedde ve Halep üzeri geri dönüyorlar.
Şeyh Ubeydullah geri döndükten sonra 2 gün Van’da kalıyor. Yine bu seferde her taraftan Mirler, din alimleri, halkın farklı kesimlerinde insanlar Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için akın ediyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın Hac dönüşü vesilesiyle her taraftan kafileler halinde insanlar Nehri’ye akın ediyorlar… Bu arada Kürdistan’ın dört bir yanından olduğu gibi Mahabad’tan Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için gelenlerde varmış. Şair Wefayi Şeyh Ubeydullah’tan kısa bir süre için izin alarak onlarla birlikte Mahabad’a ailesini görmeye gidiyor.(Wefayi, age sayfa 67)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(20)
Aso Zagrosi
Şeyh Ubeydullah’ın Kürdistan’a döndüğü zaman zaten kuraklık ve beraberinde büyük bir kıtlık söz konusuydu. Osmanlı devleti ise insanların açlıktan ve bulaşıcı hastalıklardan ölmelerinin yanında halkın elinde ne varsa zorla alıyordu. Rusya’ya ödeyeceği savaş tazminatları, orduyu besleme ve memurların maaşlarını ödeme adı altında haraç üzerine haraç koyuyordu.. Hatta Hıristiyan misyonerlerin verdikleri bilgilere göre “bir Kürd kadını küçük çocuğunu kızartarak yediği” derecesine varmıştı. Aynı yıl içinde katlanan haraçlar gibi Osmanlı devleti sonraki yılların vergilerini de toplama başlamıştı.. Bu durum ister istemez Kürdlerin direnişleriyle karşılaşıyor ve çatışmalar oluyordu.
İşte tam böyle bir ortamda Kürdlerin büyük saygı gösterdikleri ve “BAVÊ KURDAN” dedikleri Şeyh Ubeydullah Hacdan “Navçîya“ya dönüyor.(O dönemler bölgede bulunan yabancı misyonerlerde Şeyh Ubeydullah ve Nehri’den söz ederken bölge için Navçîya tabirini kullanıyorlar. Kürdçesi Dağlar arası)
Şair Wefayi’nin bir şiirinde ifade ettiği gibi Osmanlı devletinin Kürdlere karşı vahşetinin had safhaya vardığı zifiri karanlık bir ortamda Şeyh Ubeydullah „Zamanın Çırası“ olarak ortaya çıkıyor ve Kürdler onun çevresinde „Kelebekler“ gibi toplanıyorlar.
Halfin’in anlatımlarına göre „ Osmanlı mülkiye amirlerinin haklarını kullanma biçimleri ile, askeri ve sivil vazifelilerin vahşice davranışları Şeyh Ubeydullah’ı kendi ulusunun haklarını korumak durumuyla karşı karşıya bırakmıştı.
Ubeydullah bu amaçla, öncelikle İstanbul’la elçi gönderip eğer hükümet tarafından süratli ve kesin tedbirler alınmaz ve halkın ızdırapları dindirilmezse, kendisi ile birlikte olanlarla İran’a sığınacağını bildirdi“(Halfin, age, sayfa 83)
Şeyh Ubeydullah hakkında sürekli olarak olumsuz yazan Ahmet Muhtar Paşa’da bu „İran’a sığınma meselesini“ gündeme getiriyor. Ahmet Muhtar Paşa „Şeyh Abdullah“ dediği Şeyh Ubeydullah Nehri için „İran devleti tarafından kendisine arpalık olarak bir çok nahiye ve köyün geliri verilerek ikram olunacağı teklif edildiğinden , kendisinin o tarafa geçmek niyetinde olduğunu ve şayet bu fikirden vazgeçirilmesi istenirse, kendisine müraacat edilmesini Van vilayetine yazmaz mı? Koca Şeyh………“ (Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 142)
Tabi burada Ahmet Muhtar Paşa’nın sözünü ettiği İran tarafından Şeyh Ubeydullah’a arpalık bazı nahiye ve köy gelirlerinin teklif edildiği meselesi yalandır. Çünkü, Şeyh Ubeydullah’ın babası Seyyid Taha Hakkari döneminde İran Şahı Muhamed kendisine bazı yerleşim birimlerini vermişti.. Şeyh Ubeydullah’ın 1877-78 savaşı sırasında Osmanlıların saflarında savaşa girmesiyle birlikte İran ile ilişkileri kopmuştu. Seyyid Taha Hakkari döneminden kalan arazilere de Qaçariler el koymuştu.(Daha sonra bu meseleye geleceğimden geçiyorum)
Bu arada Osmanlı devleti Van Müftüsünü görüşmek amacıyla Şeyh Ubeydullah’a gönderdi. Müftü ile Şeyh Ubeydullah arasında yapılan görüşmede Müftü Şeyh Ubeydullah’ı dinledikten sonra „isteklerinin yerine getireceğine dair kendisine söz verdi“(Halfin, age, sayfa 83) Osmanlıların ve Türklerin Kürdlere tarih boyunca verdikleri tüm sözlerin yalandan ibaret olduğu biliniyor. Müftü’nün verdiği sözlerde bir anlam ifade etmiyordu. Daha sonra Semih Paşa hükümet tarafından Şeyh Ubeydullah’a gönderildi ve bir kaç görüşme yapıldı.. Sonuç olarak bu görüşmelerde fazla bir şey çıkmadı ve yer yer çatışmalar başaldı.
Halfin’in verdiği bilgilere göre „vergi almak için jandarmalarla gelen tahsildarlara halkın itiraz etmesi üzerine çıkan çatışmada 40 Osmanlı askeri öldürüldü“(Halfin, age, s.83)
Şeyh Ubeydullah bu esnada boş durmuyor ve dış güçlerden yardım almak amıcıyla elçilerini gönderiyor.
Bu devletlerden biri Rusyadır. Rusya Eylül 1879’da Van’da Konsolosluk açıyor ve başına Ermeni asılı Kamşarkan/Kamsarakan’ı getiriyor. Kamsarakan Şeyh Ubeydullah’ın kendisine gönderdiği elçiye ilişkin şöyle yazıyor: „Van konsolosluğu görevini aldığım zaman, hemen Ubeydullah iki defa güvendiği elçisi Yusuf Ağa’yı önerilerle bana gönderdi“ diyor.(M. Heme Baqi, age, sayfa 128)
Şeyh Ubeydullah Ekim 1789 tarihinde 3. Defa temsilcisi Halife Mehemed Said’i Kamsarakan’a gönderiyor ve kendine Kamsarakan’a şu mesajı vermesini istiyor: „Şeyh o kanıya varmıştır ki, Osmanlı devletinin denetimi altında bulunan halkın asayışını koruma gücü kalmamıştır. Bu ise halkın malı ve mülkü üzerine büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bundan dolayı Şeyh milletin iyiliği ve yararına bu işi ve görevi boynun borcu olarak biliyor. Halk ise Şeyh’i gerçek koruyucusu olarak görüyor. Tüm kötülüklerin şah damarı var olan devlet kurumlarından başlıyor, en alt sıradan memurdan başlıyor en üst kurumlarda görevlilere kadar uzanıyor. Onlar halkın son damla kanına kadar emiyorlar. Baskı gören ve ezilen halkın takatı kalmamıştır. Yalnızca Hıristiyanların değil Kürdlerinde kanını emiyorlar. Yönetici organların haksızlıkları ve rewa olmayan tavırları yüzünden, Kürdler mecburiyet karşılığında soygun ve çetecilik yapıyorlar. Şeyh bu mücadeleyi Osmanlı devletine karşı başlatmıştır. ……………………….Eğer Rusya Türkiye ve Britanya’ya karşı savaşa girerse Kürdler savaşta kader değiştirici bir rol alabilirler. Çünkü, Van ve Diyarbakır gibi tüm stratejik dağ yolları Kürdlerin elindedir“ (M. Heme Baqi, age sayfa 129)
Şeyh Ubeydullah’ın Rusya ile olan ilişkileri üzerine daha sonra duracağımdan dolayı geçiyorum. Rusya’nın Van konsolosu Kamsarakan’a Eylül ve Ekim 1789 tarihlerinde üç defa Yusuf Ağa ve Halife Mehemed Said’i göndermesi Osmanlı devletine karşı başlattığı dürenişe dikkat çekmek içindi.
Rusya’nın Van Konsolosu Kamsarakan pek temiz bir tip değildi. Ermeni asılı olan Binbaşı Kamsarakan Erzurum’dada Rus Konsolosluğu yapmış ve Erzurum işgal edildiği zaman da Erzurum Rus Polis Müdürü olmuştu. Kamsarakan Erzurum’da göreve geldikten sonra yerli Ermenilerden yoğun bir kesimi polis teşkilatına alıyor.. Kamsarakan sürecini rapor eden İngiliz Konsolosu Trotter şöyle yazıyor: „Hiç kuşku yok ki, Rus işgali sırasında yerel polis örgütüne alınan bir çok Ermeni , fırsattan yararlanarak müslümanlara eziyet etmişlerdir. Rus viskonsolos vekili de bunu doğruladı“( Bilal N. Şimşir, age 151)
Aktüel durumda Güney Kürdistan’da „Gorran Hareketi“ne önderlik eden Kürd politikacısı Nawşirwan Mustafa Emin Raperin öncesi kaleme aldığı „Kurd û Ecem” adlı eserinde Rus Konsolosların yukarı verdikleri raporları şöyle özetliyor:
“ 1)Kürdlerin taleplerini desteklemeyin ve isteklerini red edin!!
2) Merkezi hükümetleri destekleyin!
3)Kürdlerin yerine Hıristiyanlara dayanın, daha ileri, daha çalışkan, çabuk öğreniyorlar ve zenginler”(Nawşirwan Mustafa Amin, Kurd û Ecem, Senteri Lekolinewey Strateji Kurdistan, Silêmanî 2005, sayfa 221)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(21)
Aso Zagrosi
Rusya’nın Van Konsolosu Gamsarakan’ın Kürdlere karşı bir kişi olduğunu biliyoruz. Şeyh Ubeydullah Hareketinin belli bir aşamasında ve özellikle Doğu Kürdistan sürecinde ön plana çıkan ve hatta bazı çevrelerin Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“ olarak lanse ettikleri Simon Çilingiryan adlı bir Ermeni tucar var.. Yazı serisinin daha sonraki bölümlerinde sık sık ismine rastlayacağımız Şeyh Ubeydullah’ın „Simon Ağa“ dediği Kütükçü Simon Çilingiryan hakkında Garo Sasuni’nin ciddi iddiaları vardır. Garo Sasuni’i Kamsaragan ile S. Çilingiryan arasındaki ilişkilere parmak basarak şöyle yazıyor:
„Rus Konsolosu Gamsaragan bu haberin(Hakkari’de Kürdlerin isyan haberi-Aso) doğruluğununun araştırılması ve rapor hazırlanması için Kütükçü Siman Çilingiryan’ı yola düşürmekle yetinir……“ Garo Sasuni, S. Çilingiryan için düştüğü dipnotta ise „ Kütükçü Simon Çilingiryan sık sık Hakkari’ye ceviz ağacı kütükleri satın almaya giderdi. Anlaşıldığına göre aynı zamanda hem Rus Konsolosu ile ilişki içinde ve hemde Şeyh Ubeydullah’ı tanımaktadır“(Garo Sasuni, age sayfa 103, 257)
Bu arada İngiliz Konsolosu’da yanına bir başka Ermeni Tucarı alarak Hakkari’ye gidiyor. Garo Sasuni’nin verdiği bilgilere göre Kamsaragan Şeyh Ubeydullah hakkında rapor hazırlamak için Hakkari’ye gönderdiği Simon Çilingiryan İngiliz Konsolosundan önce Van’a geri dönüyor.
Burada yeniden sözü Garo Sasuni’ye bırakalım. Garo Sasuni şöyle yazıyor: „ Şeyh Ubeydullah’ın niyetini öğrenen Çilingiryan aynı mecliste bu hareketi başarısızlığa uğratmak gerekli ‚köpeği köpekle boğdurmalıdır’ demiş ve ertesi günde Van’dan kabolmuştur“( Garo Sasuni, age sayfa 103, 257)
Garo Sasuni kitabının bir başka yerinde ise „Çilingiryan her ne kadar ticari nedenlerle sık sık Şemdinan’a gidiyor ise de, onun Rus Konsolosu Gamsaragan’ın itimadına layık bir kişi olduğu inkan edilemez ve dolayısıyla bu Ermeninin siyasi faaliyetleri de Rus Konsolosunun ve Rusya’nın telkinleriyle yapılmış olmalıdır.“( Garo Sasuni, age sayfa 103, 257)
Garo Sasuni’nin Çilingiryan ve Kamsarakan ilişkileri ve Çilingiryan’ın Kürdlere ilişkin „köpeği köpekle boğdurmalıdır“ gibi sözlerine ilişkin iddiaları başka kaynaklar ışığında yeniden değerlendirme ihtiyacı var. Fakat, şu noktanın altınıda çizmek lazım. Eğer Çilingiryan Kamsarakan’ın adamı ise ve açık bir şekilde Şeyh Ubeydullah Hareketine düşmanlık yapan ve İran’ı destekleyen Rusya’nın ajanı ise hareketin gelişim süreci içinde bir dizi tahribata neden olması gerekir.
Bazı çevrelerin Simon Çilingiryan’ı Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“, „Diplomatik yazılarını kaleme alan“ ve Şeyh Ubeydullah’ın „Hıristiyanlara karşı düşünce yapısını etkiyen“ kişi olarak lanse etmelerinin belgelere dayalı bir temeli yok. Yani anlayacağınız ayakları hava da iddialar!!
Aslında bu iddiaların altında Kürdleri küçümseyen bir zihniyet var. Çünkü, Şeyh Ubeydullah, Kürdistan’da din, dil, mezhep ve ulus ayrımı yapmaksızın tüm Kürdistanlıları tek bir çatı altında toplayarak sömürgecilere karşı harekete geçirmek istiyor. İşte bu yaklaşım Şeyh Ubeydullah gibi bir lidere değilde dışardan birine mal etme yaklaşımı var.
Bugün elimizde bulunan belgelere göre Şeyh Ubeydullah’ın çeşitli devlet temsilcilerine ve yabancı organizasyonlara gönderdiği onlarca „Dışişler Bakanı“ yani temsilcisi var. Bundan sonraki yazılarda da görüleceği gibi Şeyh Ubeydullah’ın görüşmelere giden bazı temsilcileri de öldürüyorlar. Simon Çilingiryan da bu onlarca temsilciden sadece biridir. Bundan dolayı Simon Çilingiryan’ı Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“ ilan etmek hayal ürünüdür.
Simon Çilingiryan, Şeyh Ubeydullah’ın „diplomatik yazılarını yürüten“ biri de değildir. Sayin Sait Çetinoğlu „diplomatik yazıları yürüten“ olarak Çilingiryan’ı ileri sürüyor. Bu „yürütme“ tabiri diplomatik yazıları kaleme alanmı? Yoksa diplomatik mektupların sahibini mi kastediyor belli değildir.
Hangisi söylenirse söylensin ikisi de doğru değildir.
Bir kere 1866’dan Şeyh Ubeydullah sürgüne gönderildiği tarihe kadar meşhür Mahabadlı Kürd şairi Wefayi Nehri’de kalıyor. Şeyh Ubeydullah’ın katibi ve çocuklarının Mirzasıdır. Bu yazı serisinde yer yer gündeme getirdiğim gibi Şeyh Ubeydullah’a ilişkin anılarını yazan bir Kürd şahsiyetidir. Şair Wefayi sadece bir şair değildi, aynı zaman da meşhur bir Hattat yani güzel yazı yazan bir Kürd şahsiyetiydi.. Bedirxan’ın çocuklarına ve torunlarına hocalık yapan yurtsever Kürd şairi Haci Qadri Koyi’de bir şiirinde Şair Wefayi’nın Hattatlığına vurgu yapıyor. Wefayi’nin kendiside Anılarında Hattatlığından söz ediyor. Seyyid Abdulkadir ve Seyyid Sıdıq’a da güzel yazı sanatını öğreten odur. Bugün elimizde bulunan verilere göre Şeyh Ubeydullah’ın mektupları büyük oranda Farsça yazılmış ve bu mektuplar büyük oranda Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.
Mektupların içeriğine gelince Şeyh Ubeydullah’ın „Mesnewi“sini okuyan her hangi biri bu mektupların doğrudan ona ait olduğunu görür. Ayrıca sıranın Çilingiryan gelmesi için Nehri Medreselerinde eğitim gören yüzlerce Kürd din alimi var. Şeyh Abdulkadir ve Hamza Ağa Menguri gibi hareketin askeri ve siyasi önderliğini yürüten kadrolar var. Şeyh Abdulkadir’in o dönem kaleme aldığı bazı mektuplar var. Onlarca yıl İran dışında Osmanlı topraklarında sürgünde yaşıyan ve büyük tecrübelere sahip olan Hamza Menguri’nin mektupları var. Bu mektuplar incelendiği zaman, Çilingiryan ile ileri sürülen bilgiler doğru değildir.. Çilingiryan Farsça bilip bilmediğini dahi bilmiyoruz.
Şeyh Ubeydullah’ın „Hıristiyanlara karşı yaklaşımına“ ilişkin Çilingiryan’a pay biçmek de doğru değildir. Çünkü, Şeyh Ubeydullah Rus-Osmanlı savaşı sırasında cepheyi terk ettiğ an Osmanlıdan ilk kopuşu gerçekleştirmiş ve arayış içine girmiştir.. Şeyh Ubeydullah „Mesnewi“ sini de o süreçte yazıyor.. Mesnewi Kürd ve Kürdistan aşkıyla dolu ve bugüne kadar hiç bir Kürd siyasal liderinin şiirlerle bu kadar Kürdlerin ulusal duygularına hitap ettiğine raslamadım. Böyle bir perspektife sahip olan biri, elbette bölge ve uluslararası konjüktürü okuyacak, dış destek arayacak, Kürdlerin tarihsel yanlışlıklarından ders alacaktı.. Farklı din ve etnik yapılardan gelen Kürdistan ileri gelenlerinin Nehri Kongresi bu gerçekliğin ifadesidir.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(22)
Aso Zagrosi
Daha öncede vurguladığım gibi Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen ve 1880 Devrimi olarak bilinen Kürdistan Devrimi ilk etapta 1879 yılının sonralarına Osmanlı devletine karşı başlıyor.
Yüzbaşı Clayton 2 Eylül 1979 tarihinde hazırladığı raporda „ Paşa aralarından Şeyh Abdullah’ın (Ubeydullah) da bulunduğu bazı Kürt şeflerinin isyan halinde olduklarını bana haber verdi. Onlara karşı saldırıya geçmesi için İstanbulda telgrafla emir aldığını söylüyor“( Bilal N. Şimşir, age sayfa 186)
Yine Clayton 6 Eylül 1879 tarihinde verdiği raporda Herki aşiretine bağlı Kürdlerin Ağustos ayında Gever’deki bir köye saldırılarını gündeme getiriyor ve 6 Ağustos’da 400 askerin bölgeye gönderildiğini bir çok Kürdün öldürüldüğünü haberini veriyor.
Binbaşı Clayton raporunun devamında „ iki yıldan beri isyan hazırlığı içinde olan Nara’daki(Nehri olacak) Şeyh Abdullah(Ubeydullah) bu haberleri alınca Beridçen’deki Şeyh Mahmud’a ve diğer reislere haber göndererek onları ayaklandırmaya çağırdı. Çağırırken artık bir Türk hükümetinin olmadığını, bir haftada Amadia üzerine yürüyeceğini söyledi. Şeyh Mahmud hemen Musul vilayetine haber verdi ve beş gün sonra vergi toplamak üzere Diyarbakır’dan 200 asker geldi. Şeyh Abdullah(Ubeydullah) 900 Kürt topladı ve bunları oğlu Abdulkadir komutasında Türk askerlerinin üzerine saldırttı. Türk komutan tedbirli davrandığı ve önceden tertibat aldığı için 15 Ağustos günü saldıran Kürdleri yenilgiye uğrattı. Abdulkadir durumu babasına haber verdi ve takviye istedi. Olup bitenden haberi olmayan Başkale Mutasarrıfı, vergi toplamak için Şeyh Abdullah’a(Ubeydullah) resmi bir yazı göndermiştir. Şeyh Mutasarrıfı tutuklamış, fakat bir kaç gün sonra, Gevvar’da tutuklu bulunan Herekli(Herki olmalı Aso) Kürtlerinin serbest bırakılması koşuluyla onu serbest bırakmıştır. Mutasarrıf, tutuklu Kürdleri serbest bırakmaya yetkilileri ikna edemeyince, halktan bir çok kişiyle birlikte Başkale’ye kaçmıştır.“(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 188)
Binbaşı Clayton raporlarının devamında Şeyh Ubeydullah’ın 5000 adamı Başkale ve Gever’de 3000 Türk askerin olduğu , askerlerin „Şeyh’i kutsal bir kişi“ olarak gördüklerini yazıyor. Ayrıca yine aynı dönemde İngiltere Tebriz Konsolosu W. Abbott’a çeşitli raporları hazırlıyor ve İngiltere yetkililerine gönderiyor.
- Abbott 25 Eylül 1879 tarihinde yazdığı raporda „Şeyh Obeidoollah’ın(Ubeydullah) oğlu Amadiya’dadır(Musul Vilayetinde) ve bu adı taşıyan kale asilerin eline geçmişsede Türkler tarafından geri alınmıştır. Türklerin Kürd müttefikleriyle asi Kürdler arasında bir çok çatışma olmuş ve asiler yenilgiye uğratılmıştır.“(Bilal N. Şimşir, age sayfa 193)
Görüldüğü Şeyh Ubeydullah önderliğinde Kürdler hem bugün Kuzey Kürdistan ve hemde Güney Kürdistan’da çok geniş bir alanda Osmanlı devletinin askeri güçleriyle çatışma halindeler. Bu arada Osmanlı devleti farklı kanallarla Şeyh Ubeydullah ile görüşmeler yapıyor. Mesela İngiltere’nin Erzurum Konsolosu Binbaşı Trotter 27 Eylül 1879 tarihli raporunda „ Ekselans Semih Paşa 23 Eylül’de buraya(Erzurum) gelmiş ve bugün Van’a hareket etmektedir. Paşa Kürd ayaklanmasını bastırmak üzere Babiali tarafından alelacele buraya gönderilmiştir. Bu işin kolayca halledileceğini düşünmektedir. Semih Paşa Şeyh Ubeydullah’a haber salarak görüşmek için Van’a çağırdı…………. Paşa Haydaran aşireti reisi Musa Ağa’yı da Van’a çağırdı“(B.N. Şimşir, age sayfa 194)
Daha önce de vurguladığım gibi Osmanlı devleti Van Müftüsünü aracı olarak Şeyh Ubeydullah’a gönderiyor. Yanılmıyorsam o dönem Van Müftüsü Seyyid Fehimi Arvasi’nin oğlu Muhammed Emindir. Seyyid Fehimi Arvasi, Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası Seyyid Taha’nın Halifesiydi. Seyyid Fehimi Arvasi, Şeyh Ubeydullah’ın Hacc seferi sırasında kendisine refakatlı eden Kürd şahsiyetlerinden biriydi. Osmanlı devleti bu ilişkileri kullanarak Şeyh Ubeydullah’ı „ikna“ etmeye çalıştı. Şeyh Ubeydullah Van valisine 22 Ramazan 1879’da gönderdiği mektubunda eleştirileriyle beraber Sultan’a bağlılığını bildiriyor:
“Mektubunuzu aldım. Çok Müteşekkirim. Oğlum Abdulkadir’i aşiretlere gönderdim. İmparatorluk kuvvetlerinin Amadia’da(Musul Vilayeti) köyleri yakıp yıktıklarını, birçok köylüyü öldürdüklerini ve kadınlara tecavüz ettiklerini söyledi. Oğluma, oraya varınca karşıt tarafları barıştırması için talimat verdim. Ama imparatorluk askerleri onu dinlemediler, aşiretler ise çarpışmaları bırakıp çekildiler. Kürtler tarafından tutuklanan askerlerden bazılarını oğlum serbest bıraktırdı. Hükümet o askerleri sorgularsa oğlum Abdulkadir’in davranışı doğru olarak anlaşılır. Kötü niyetli kimseler durumu Hükümet-i Şahane’ye başka türlü anlatmışlar. Bu uydurmaları dinlememenizi rica ederim. Tam tersine, gerçek durumu Babıâli’ye anlattıktan sonra, o kötü niyetli kişileri tutuklatıp hapse atacaksınız. Her zamankinden daha fazla sadık olduğumu Hükümet’e arz ederim. Benim bu beyanımın Zatıâliniz tarafından ciddi olarak dikkate alınacağına inanıyorum. Huzur ve sükunetin sağlanması için kendimi feda etmeye ve Hükümet’in emrini yerini getirmeye hazırım. Teslim olduğumu ve tam olarak boyun eğdiğimi ispat için oğlum Seyit Muhammed Sıddıq’ı size gönderiyorum. Entrikacıların hakkımdaki asılsız iftiralarına kulak verilmeyeceğini umuyorum. Sizin gönderdiğiniz elçi Abdulkadir Efendi size söylediklerimin hepsini doğrulayacaktır. Sizin emirleriniz uyarınca, karşıt tarafları barıştırmak için gönderilmiş olan oğlum Abdulkadir’i geri çağırmak üzere bir haberci gönderdim. Bundan böyle benzer olayların tekrar çıkmayacağını ve huzurunuzun kaçırılmayacağını umuyorum.”(B.N. Şimşir, age, sayfa 191)
Semih Paşa ile Şeyh Ubeydullah’ın arasında yapılan görüşme var. Bu görüşmede Osmanlılar Şeyh Ubeydullah’a ne gibi sözler verdiler? Van Müftüsü Şeyh Ubeydullah’a giderken beraberinden götürdüğü Sadrazam’ın mektubu var. Bu mektupta Osmanlılar Şeyh Ubeydullah’a hangı vaadlerde bulundular? Ayrıca Van Müftüsü sözlü olarak Osmanlı devleti adına Şeyh Ubeydullah’a hangi sözleri verdi? Bedirxanilerin Şeyh Ubeydullah ile görüşmeleri var. Doğrudan Sultan tarafından göndiriliyorlar. Ne konuşuldu?
Tüm bu soruların cevapları olmalıdır.
Bu tarihi dönemece ilişkin İngiliz belgelerine bakıldığı zaman, büyük oranda Osmanlı yetkilileri ve gelişmeleri takip eden üçüncü yada dörtüncü kaynaklardan alınıyor. Fakat, görüşmelere katılan tarafların doğrudan verdikleri bilgi ve belge yoktur.
Şeyh Ubeydullah gibi Kürdlerin “Ulusal Avukatı” konumunda olan bir şahıs nasıl oluyorda hiç bir güvence almadan çatışmalara son veriyor.
Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine ve hatta günümüze kadar Türkiye devleti Kürdlerle yapılan görüşmeleri ve verdikleri sözleri tek taraflı ve çıkarları doğrultusunda çarpıtarak sunuyor. Kürdlerin lehine olabilecek tüm belgeleri ya yok ediyor yada gizliyor. Buna karşılık, Kürdlerin teslim olduğuna dair “belgeleri” sunuyor.
Mesela yabancı kaynaklara da yansıyan Kemalistlerin 1922’de Kürdlere verdikleri “Otonomi sözü”, yada Kemalistlerin Sovyetler Birliğinin belgelerine de yansıyan ve daha önce Newroz.Com’da yayınlanan Kürdistan Kralı Şeyh Mahmud ile yaptıkları antlaşma ………… https://www.newroz.com/tr/politics/344564/sovyet-ar-iv-belgelerinde-k-rd-sovyet-ili-kileri-ve-1925-devrimi-29
Daha önce Newroz.Com’da yayınladığım “Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar(1)” uzun bir yazı serisinde Kemalistlerin çeşitli Kürd liderleriyle yaptıkları gizli görüşmeler var. Bu görüşmelerin ikisi Celadet ve Kamuran Bedirxan ile yapılıyor. Bedirxan kardeşler Fransızları bilgisi ve gözetimi altında görüşmeleri yaptıklarında belgeler günümüze kadar ulaştılar. Ama, Türk cephesinde hiç bir belge yok. Zaten o yazı serisinde de bir dizi soru sormuştum.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(23)
Aso Zagrosi
Şeyh Ubeydullah’ın Bağımsız ve Birleşik Kürdistan için mücadele planı başlangıçta iki devlete yani Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı aynı anda direnişi öngörüyordu.. Osmanlılarla girişilen ilk çatışmaların ardından Şeyh Ubeydullah var olan planının ciddi hataları barındırdığını ve iki devlete karşı aynı anda mücadelenin sorunlu olduğunu görüyor. Osmanlıların kendisine verdiği „sözlere“ bağlı olarak yakın mücadele hedefini yeniden tespit ediyor.
Garo Sasuni Şeyh Ubeydullah’ın mücadele planına ilişkin şu tespiti yapıyor:
„Kararlaştırılan ilk plana göre aynı anda İran ve Osmanlı imparatorluğu üzerine harekete girişilecekti. Mankur ve Mameş aşiretleri Osmanlı sınırındaki kendilerine yakın Osmanlı kuvvetleriyle birleşip Şeyh’in büyük oğlu Mehmed Sıddık’ın yönetiminde önce Revanduz’a saldırıp, orasını işgal ettikten sonra, Bağdat üzerine yürüyeceklerdi. Şeyh Ubeydullah Van’ı işgal için harekete geçtiğinde, onun küçük oğlu Abdulkadir, Amadiya ile Musul’a saldırıya geçecekti. Bağdat’taki bazı aşiretlerin reisi Ferhan Paşa da Musul’a saldırdıklarında Şeyh’e yardım edeceklerine dair söz vermişti. Diğer kuvvetler ise aynı anda İran’a karşı saldırıya geçecekti“ (Garo Sasuni, age, sayfa 88)
Garo Sasuni bu tespiti yaptıktan sonra „ Ubeydullah’ın uygulamak istediği bu plan ciddi hatalar taşıyordu. Çünkü, aynı zamanda iki büyük devlete saldırmak onların güçlerini aşan bir davranıştı. Bu durumu kendileri de anlayınca planı değiştirdiler“(Garo Sasuni, age sayfa 88)
Bilindiği gibi Şeyh Ubeydullah o dönemler Mekke Şerifi ve Mısır Hitivi’nden yardım yardım alma çabası içine girmişti. Bunu dışında bir çok kaynak Arap asılı olan Ferhan Paşa ile de ortak hareket etme konusunda anlaşmıştı.
Hatta bazı kaynaklar Şeyh Ubeydullah hareketi sırasında „ Bağdat, Musul ve Hakkari mıntıkasında 5000 Arap Şeyh Ubeydullah’ın yardımına gitmek için bir araya toplandıkları“nı yazıyorlar.(Nawşirwan Mustafa Emin, age, sayfa 152)
Şeyh Ubeydullah Nehri Önderliğinde İlk Kürd Örgütü..
Şeyh Ubeydullah kendisinden önce sömürgeci güçlere karşı baş gösteren tüm Kürd devrim ve direnişlerin Kürdlerin yardım ve desteği ile bastırdıklarını biliyordu. Her hangi bir Kürd aşiretinin Türk yada Fars işgalcilerine karşı direnişe geçtiği zaman başka bir Kürd aşiretini karşısında buluyordu. Şeyh Ubeydullah çok yakından Kürd Mirlerinin acı sonunu görmüştü. Osmanlı devleti bir Kürd Mirine karşı giriştiği savaşta diğer Mirlerin ya desteğini almış yada onlardan bazılarını tarafsız kılmıştı. Sonuç olarak tüm Kürd Mirliklerine son vermişti.
İşte böyle bir tarihsel geçmişin tecrübesine sahip olan ve o dönem Kürdistan’da en sevilen ve en güçlü lideri olan Şeyh Ubeydullah Kürdleri/Kürdistanlıları tek çatı altında birleştirmek amacıyla harekete geçti.
Osmanlı devletinin Kürdlere karşı düşmanca tutumlarının bilincinden olan Şeyh Ubeydullah Mesnewi’sinde şöyle sesleniyor:
„Zulm îşan ra çû arem derbeyan, her çe guyem andekî başed az an”
“eger ez behsa sîtem û zordarîya Tirkan bikim, hindi ez bibêjim her min kêm gotîye“
“Eğer ben Türklerin sitem ve zorbalıklarından söz edersem, ne söylesem azdır” (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 44)
Bu yazı serisinin daha önceki bölümlerinde Şeyh Ubeydullah’ın Kürdlerden övgüyle söz ettiği bazı şiirlerinden bazılarını vermiştim.
Osmanlı ve Qaçari gibi Kürd düşmanlarına karşı açık turumu bir çok şiirinde ve çeşitli devlet yetkililerine gönderdiği mektuplarda da mevcuttur.
Şeyh Ubeydullah’ın bir başkanı yanı ise Kürdistani perspektifine sahip olmasıdır. Bugün dahi ülke, devlet ve toprak perspektifinden yoksun, Kürd ulasal istemlerini Türk proküstüne yatıran yaklaşımları gördüğümüz zaman Şeyh Ubeydullah’ın ulusal büyüklüğü daha da anlaşılıyor.
Şeyh Ubeydullah bir şiirinde Kürdistan için şöyle yazıyor:
“Nehr nam an qesabe, zan merz o bûm,
an az Kurdistan ne Iran û Rom”
Kürdçesi:
Ango Cihê ew lê dayîkbûye nave wê Nehrî ye li sînorê welateke ye nave nave wê Kurdistanê, ne Îran e ne Rom e “
Şeyh Ubeydullah o dönem Kürdistan, İran ve Rom(Osmanlı) ülkelerinin ayırımını açık bir şekilde yapıyor. Doğduğu köy Kürdistan’da Nehri adlı köy olduğunu, Kürdistan’ın ne İran ve ne Rom olduğunu açık bir şekilde beyan ediyor.
Şeyh Ubeydullah bir başka şiirinde ise Kürdistan için:
“Rum û Kurdistan û Îran û Ereb,
Feyzîyab û behrewerzan por adeb
Ango: Rom û Kurdistan û îran û welatê Ereban,
Mifa û behre ji (Mewlana Xalidî Nexşîbendî) werdigirin”
Şeyh Ubeydullah burada da Mewlana Xalid Nexşibendi’den yararlanan ülkelerden söz ederken İran, Arap ülkesi ve Rom ile birlikte Kürdistan’a işaret ediyor.
Şeyh Ubeydullah şiirlerinde ve çeşitli çevrelere gönderdiği mektuplarında Kürdlerin yiğitliği, savaşçılığı ve mertliklerinin yanında içinde bulundukları kötü ekonomik ve siyasal durumun sorumlusu olarak Osmanlı ve Qaçari devletleri görüyordu.
Kürdistan meselesinde de tarihe baktığı zaman ve kendi döneminde Kürdistan’ın içinde bulunduğu kötü şartları dile getirmek bazında şöyle diyor:
“Bud Kurdistan zemanî pîş ey in,
çûn Buxara cay aqtab yemîn”
Ango: Welatê Kurdistanê serdemek berî niha, mîna Buxara cihê qutbên cîhanê bû”
Şeyh Ubeydullah döneminde Buhara büyük gelişmelere sahne olmuş ve bir dizi islam alimleri Buhara’ya giderek eğitimini tamamlıyorlardı.
Şeyh Ubeydullah bu şiirinde Kürdistan’ın bir zaman Buhara gibi olduğunu ve sömürgeciler tarafından içine düşürüldüğü ortamdan hayretle söz etmektedir.
Şeyh Ubeydullah Kürdistan’ın içine düştüğü geri durumu ve sönen okyanus aydınlığını şöyle ifade ediyor:
“Zîn cîhet amed be, Kurdistan fitur,
der qusur amed, heman deryayê nûr”
“lewra ew barûdoxê başkevtî bo Kurdistan peyda bû, û ew derya ronahîyê kiz bû”
Şeyh Ubeydullah açık bir şekilde Kürdistan’daki aydınlık deryasının zayıflanmasını, Kürdistan’da ortaya çıkan geri yapılanmasına bağlıyor.
Şeyh Ubeydullah Kürdistan’ın içinde bulunduğu kötü durumun devam edemeyeceği bilinciyle şöyle yazıyor:
“Şoq û sergermî be Kurdistan zehal,
baz ared heq pîs ez fwet û zwal,
Ango: careke dîtir xudawend dê xweşî û şadîyê bizivirîne Kurdistanê, piştî ku barûdoxê xirap bi serda hatî”( (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 46)
Şeyh Ubeydullah var olan kötü durumdan sonra Yezdan’ın Kürdistan’a güzel ve mutlu günleri bahş edeceğini yazıyor.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ilk Kürd siyasal örgütü(24)
Ülke perspektifi olan, Kürdleri ayrı bir millet olarak görüp övgüler dizen, Kürdlerin Osmanlı ve Qaçari devletleri tarafından ezilip, sömürüldüğünü tespit eden ve Kürdlerin içinde bulunduğu geri yapılanmanın sorumlusunun işgalci güçler olduğu altını çizen Şeyh Ubeydullah Kürdistan’ın dört bir yanından Kürd ileri gelenlerini Nehri’ye çağırıyor.
Şeyh Ubeydullah, daha önceki Kürd direnişlerinin çeşitli Kürd aşiretlerinin işgalci güçlere verdikleri doğrudan destek aracılığıyla bastırıldığını biliyordu. Bundan dolayı Şeyh Ubeydullah, Osmanlı ve Qaçari sömürgecilerine karşı Kürdistan’ın ileri gelenlerini ortak ulusal bir irade oluşturmaları için Nehri’ye çağırdı. Şeyh Ubeydullah’ın bu çağrısı sadece Kürdlere değildi, aynı zamanda Kürdistan’da yaşıyan Ermeni ve Asurilere de yönelikti.
Şeyh Ubeydullah’ın bu çağrısını bugünün söylemiyle „Kürdistan Çağrısı“ olarak değerlendirilebilinir.
Osmanlı ve Qaçari idarelerine karşı direniş içinde olan Kürdlerin „Nehri Ulusal Kongresi“ diyebileceğimiz büyük toplantı öncesi bir dizi küçük konferans ve ön görüşme toplantıları da yaptıklarını belgelerden biliyoruz.
Bu toplantılar Şeyh Ubeydullah ile çeşitli aşiret liderleri ve din adamları arasında yapılan ikili toplantılar şeklinde olduğu gibi düşman olan aşiretler arasındaki sorunları çözme toplantıları şeklindede geçiyor.
Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekiyorsa, 1879 sonbaharından başlayarak 1880’lerin yazına kadar irili ufaklı hazırlık toplantıları yapılıyor. Bu süreçte Şeyh Ubeydullah’ın Halifeleri, müridleri Kürdistan’ın dört bir yanına yayılarak hem aşiretleri „Büyük Direnişe“ hazırlıyorlar ve hem de Büyük Direniş için gereken dış destekler için diplomatik ilişkiler kurmaya çalışıyorlar. 170215064715
O dönem dünyanın büyük güçleri olan İngiltere, Rusya, Avusturya, büyük bölgesel güçler olan Osmanlı devleti, Qaçari Hanedanlığı ve alanda bulunan tüm yabancı misyonerlerin gözü Serçiyan da yani Nehri’nin üzerindedir. İstanbul’da bulunan Ermeni Patriki ve Hakkari’de bulunan Süryani Patriki yabancı devletleri Şeyh Ubeydullah’ın hazırlıkları hakkında sürekli olarak bilgilendiriyorlardı.
Bu arada İngiliz Konsolosu Clayton yanına bir Ermeni tüccarı olan M. Bağdasaryanı alarak Serçiya’ya gidiyor.
- Bağdasaryan o dönem yayın yapan Ermeni „Murç“ gazetesine „Tanık“ takma ismiyle bölgedeki gelişmeler hakkında yazılar yazıyor.
Konsolos Clayton ile M. Bağdasaryan Çolemerg’e yakın Süryani Patriki’nin bulunduğu Koçanis köyüne gidiyorlar.
- Bağdasaryan „Tanık“ ismiyle gelişmeleri şöyle aktarıyor:
„Bu dağlı din adamının basit ve sade görünüşü ve davranışı üzerimizde bir etki bıraktı. O’nun yanında ne Sinot(Yüksek Rühani Meclis), ne Prokuror(dini kuruluş sivil memuru), ne katip ve ne de sayman vardı. Etrafında yalnız bir kaç uzun boylu yiğit delikanlı bulunuyordu. Bizimle Türkçe konuşuyordu. Şüphesiz ki konu Kürt ayaklanması üzerine idi. Mar Şimon ne zaman ki Şeyh Ubeydullah’tan bir mektup aldığını ve mektubunda çok önemli bir iş için onunla kendi makamında görüşüp fikir teatisinde bulunmak istediğini söylediğinde ve mektubuna , bu işin Bab-ı Ali’nin emri ve talimatıyla başlayacağını da eklediğinde hayretler içinde kaldık.
-Peki siz kendisine ne dediniz?
-Hiç bir şey. Yalnız O’na bizim beş Melikimiz vardır ve bunlar milli kader tayin edici konularımızda karar verirler. Bundan dolayı onlara müracaat edip bir genel toplantıda , benim sizin(Ubeydullah) yanınıza gelip gelemeyeceğimin karar altına alınması gerektiğini söyledim.
-Acaba bu cevabınızın Şeyh’i doğrudan doğruya incitip, O’nun Süryanilere karşı düşmanlığını tahrik edebileceğini düşünmediniz mi?
-Böyle bir şey mümkün olabilirdi. Fakat ben Meliklerin haberi olmadan gidip gitmemem konusunda kendim karar veremezdim. Sonra şu da varki 1842 de Kürtler tarafından bize yapılan böyle bir davete kanarak ulusumuzu dehşetli bir şekilde zarara girmişti. Bunları çok iyi biliyorsunuz zannederim.“(Garo Sasuni, age, 103-104)
Mar Şimon konuşmasının devamında ise Şeyh Ubeydullah’ın amacı Van’a saldırmak olduğunu son Osmanlı-Rus savaşında General Der Ğugasov ordusu karşısında Beyazid’a aldıkları yenilginin intikamını Van Ermenileriden almak istediğini ve Sultan’ın kendisini destekleyeceğini söylüyor.
Tanık’ın Murç gazetesinde yayınladığ yazının Şeyh Ubeydullah ile İngiliz Konsolosu arasında geçen konuşmayı özetleyen Garo Sasuni şöyle yazıyor:
„Konsolos Şeyh Ubeydullah’a Avrupa büyük devletleri, özellikle İngiltere Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü her ne pahasına olursa olsun garanti ediyor. Büyük devletlerin almış oldukları karar gereğince doğu vilayetlerinde reformlar yaparak Ermeni ve Süryani Hıristiyanlarının durumu iyileştirilecektir. Konsolos, Kürdistan’ın her yerinden Kürt ileri gelenlerinin Şemdinan’a toplanmış olduğunu ve bundan dolayı sözü geçen vilayetlerde bir isyanın patlayacağı hususunda dedikoduların yayılmış olduğunu haberini aldığını ve Şeyh’in de nüfuzlu yüce bir insan olduğunu bildiği için kendisinden gerçeği öğrenmek ve onun sayesinde, çıkabilecek her hangi bir kargaşalığın önünü almak istediğini belirtti.
Tecrübeli ve diplomat bir kişi olan Şeyh Ubeydullah, kendisinin ve bütün Sunni Kürdlerin Sultan’ın sadık vatandaşları olduğunu, her hangi bir kargaşalık çıkarma niyetinde olmadıklarını ve Sultan’ın iyi niyetli himayesi altında, ülkelerinin barışı için her türlü gayreti göstermeye hazır olduklarını belirtti. Kürdlerin toplanma nedeninin ise onların kendisinin ‚Hac Seferini“ tebrik için geldiklerini ve sadece bunun dini bir hürmet davranışından gayri bir şey olmadığını sözlerine ekledi.
Konsolos bu konuda Şeyh’e şöyle bir soru yöneltir:
–Bu dağlarda telgraf irtibatı yoktur. Bu kadar çabuk bütün bölgelerin Kürd liderleri ne şekilde haber alabildiler?
-Mekke’den dönüşümde İstanbul’dan geçiyordum, oradan Kürd beyliklerinin bulunduğu yerlere telgrafla Şimdinan’a varış tarihimi bildirdim“(Garo Sasuni, age, sayfa 105)
İngiliz Konsolosu Şeyh Ubeydullah’a açık bir şekilde „Osmanlı toprak bütünlüğünden yana olduklarını“, „kargaşa istemediklerini“ Ermeni ve Süryanilere ilişkin reformları düşündüklerini söylüyor. Şeyh Ubeydullah ise Konsolos’un gönlünü hoşetmek amacıyla „Sultan’a bağlı olduklarını“ söylüyerek geçiştiriyor. Ayrıca Kürdlerin Nehri’de toplanmaları meselesinde ise Şeyh Ubeydullah’ın cevabı diplomatiktir. İstanbul’dan telgrafla Kürd beylerine Hac dönüşünü bildirmesi meselesi de Şeyh Ubeydullah’ın diplomatça cevaplarından biridir.
Osmanlı devletinin avukatı kesilen İngiliz dipolomatına bu cevaptan daha makul bir cevap verilemezdi.
Halfin’in Clayton’un Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmesinden sonra İngiltere’nin Şeyh Ubeydullah’a „bundan sonra kafileler halinde savaş malzemesi ve silahlar Şeyh’e gönderilmeye başlandı“(Halfin, age, sayfa 86) yönündeki tespiti doğru değildir. Bu tespit daha çok Rusya’nın devlet çıkarlarını gözetleyen hayali bir varsayımdan ibarettir.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ilk Kürd siyasal örgütü(25)
Rusya’nın Şeyh Ubeydullah Hareketinin arkasında İngiltere’yi araması, İngiltere’nin hareketin arkasında Rusya’yı, yada İran’ın Osmanlıyı, Osmanlının İran’ı araması bir dizi hesaplı, devlet çıkarlarına dayalı propagandadan ibaretti.. Bu güçlerin hepsi Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen Kürdlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine karşıydılar.
Halfin’in yukarıda verdiğim tespiti de bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde 1880 yılının yazında Nehri’de yapılan ve Kürdistan’ın dört bir yanından Kürdistan ileri gelenlerin katıldığı “Kürdistan Kongresi”de “ilk” Kürdistan siyasal örgütünün temeli atıldı. “İlk”i tırnak içine alıyorum. Çünkü, bugüne kadar ulaştığımız belge ve verilere göre konuşuyoruz. Daha önce de böyle bir girişim olabilir!!
“İlk” Kürd siyasal örgütlenmesi derken, Kürdler tarafından kurulan ilk örgüt değildir.
Osmanlı tarihinde ilk siyasal örgütlülük olan “Fedailer Cemiyeti”(1859) var. Osmanlı tarihine ilişkin yazan herkesin birleştiği nokta “Kuleli Vakası” olarak tarihe geçen olayın arkasındaki siyasal örgüt olan “Fedailer Cemiyeti” Osmanlı tarihinde ilk siyasal yapılanmadır.
TBMM Kutuphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığının Web sayfasındada Fedailer Cemiyeti’nin Osmanlı tarihinde kurulan ilk örgüt olduğunu tespit edirek yöneticileri hakkında şu bilgi veriliyor:
“FEDAİLER CEMİYETİ*
- 1859, İstanbul - Genel Başkan Süleymaniyeli Şeyh Ahmet - Genel Sekreter: Didon Arif Bey, - Üyeler: Hüseyin Daim Paşa, Binbaşı Rasim Bey, Cafer Dem Paşa, Tophane Müftüsü Bekir Efendi, Kütahyalı Şeyh İsmail, Hoca Nasuh Efendi, Tophane Mızıka Başçavuşu Erzurumlu Mehmed, Hezergradlı Şeyh Feyzullah Efendi, Kütahyalı Şeyh İsmail”(http://www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html )
Burada Fedailer Cemiyeti Başkanı olarak ismi “Suleymaniyeli Şeyh Ahmed” olarak geçen Şêx Ahmedê Kurdî dir. Şeyh Ahmed aslen Güney Kürdistan’ın Suleymaniye şehrinden gelip İstanbul’a yerleşiyor. Şêx Ahmedê Kurdî, Osmanlı-Rus savaşına 3000 adamıyla katıldığı ve çeşitli nedenlerden dolayı savaş cephesini terkediyor. Şeyh Ahmed Bayezit Medresesi’nde Müderis olarak görev çalıştığı bir dönemde Medrese öğrencilerinden, üst düzey subaylardan, yüksek pozisyonda bulunan din adamlarını, Sultan Abdülmecit karşıtı olan aydınlara kadar geniş bir kesimi çevresine toplayarak “Fedailer Cemiyeti”ni kuruyor.
Hemen hemen tüm kaynaklar Şêx Ahmedê Kurdî’nin önderliğindeki Fedailer Cemiyeti’nin amacı Sultan Abdülmecit’i tahtan düşürüp yerine kardeşi Abdülaziz’i getirmek olduğunu söylüyor.
Türk ve Osmanlı kaynaklar Şêx Ahmedê Kurdî’nin önderliğinde kurulan bu yapılanmayı Osmanlı tarihinde “İlk Örgüt”, girişimi “İlk darbe girişimi” ve Şeyh Ahmed’in örgüte aldığı gençleri “İlk gençlik hareketi” gibi değerlendirmelere tabi tutuyorlar. Şeyh Ahmed örgütte üye alırken bir sözleşme imzalatıyor ve sözleşmenin sonunda ise „Süleymaniyeli Şeyh Ahmed ile aramızdaki sözleşmeyi kabul ettim. Ben söz vermiş bir fedaiyim“ ibaresi var.Bilindiği gibi bir ihbar sonucu “Fedailer Cemiyeti”nin hazırladığı plan boşa çıkıyor ve Şeyh Ahmed te dahil yöneticileri tutuklanıyorlar. Mahkemeleri Kuleli Askeri Lisesinde yapıldığından dolayı “Kuleli Vakası” olarak tarihe geçiyor.
Şêx Ahmedê Kurdî önce idama mahkum ediliyor ve daha sonra Sultan tarafından cezası kalebentliğe çevrilerek Magosa sürülüyor.
Namık Kemal, Magosa’da sürgün iken Şeyh Ahmet’ e rastlamış ve kendisinden Magosa’dan yazdığı mektuplarda övgüyle söz ediyor: “Kuleli Vak’a’sında herkesin bildiği gibi hiçbir şey söylemeyerek ve sırlarını açıklamayarak fedakarlık eden, bunun için de önce idama mahkum olup daha sonra ölümden bin beter olan işkencelere dayanan hür insanların önderi Şeyh Ahmet de burada. Görüp işittiğime göre düştükleri belayı hiç dert edinmeyip, bu yaşından bu erdemlerinden sonra bizden birşeyler öğrenmek için talebeliğe bile tenezzül ederlermiş..”( http://www.birgun.net/book_index.php?news_code=1208930542&year=2008&month=04&day=23 )
Avrupalı basın ve tarihi kaynaklarda Şeyh Ahmedi Kurdi’nin önderliğinde gelişen bu hareket ile yakından ilgilenmiştir.
Mesela Paris’te çıkan “Anuaire Encyclopedique”in 1859-1860 ve 1862 yılında çıkan yıllıklarından Şeyh Ahmedi Kurdi’nin “Kürd asılı” olduğuna vurgu yapıyor ve oluşturduğu örgüt yapılanması hakkında geniş bilgi veriyor.
“Anuaire Encyclopedique” söylentileri de katarak verdiği bilgilere göre Fedailer Cemiyeti 10, 20 ve 80 binlere kadar insanı etkilediğini yazıyor. Ayrıca örgütün çalışma tarzına ilişkin olarak Şeflerin dışında kimse kimseyi tanımıyordu. Her şefe bağlı 100 yada 200 kişi vardı. Buna “Xudayi” , Örgüt üyelerine ise “Fedayi” diyorlardı.( Anuaire Encyclopedique, 1859-1860 Paris 1861, sayfa 836-839)
Aslında bu örgüte ve Şêx Ahmedê Kurdî’ye ilişkin Kürd tarih araştırmacılarının daha derli toplu bir incelemeye girmeleri gerekiyor. Sultan Abdülmecid döneminde Kürd Mirlerine karşı yürütülen savaşlar ve Kürdlere karşı yapılan kıyımlar bilinmektedir. Şêx Ahmedê Kurdî Sultan Abdülmecid’i tahtan indirmek istiyor.
Benim bu yazıda kısaca da olsa Şêx Ahmedê Kurdî’ye değinmemin nedeni Şeyh Ubeydullah önderliğinde kurulan ilk Kürd siyasal örgütlenmesi olan “Kurd Ligası” (1880) Kürdlerin önderliğinde kurulan ilk örgütlenme olmadığını söylemek içindi.
Şêx Ahmedê Kurdî’nin Kürdistan’da var olan iki büyük tarikattan hangisine mensup olduğununu bilemiyorum.(Şeyh Ahmed üzerine ayrıca bir araştırma yapmak gerekiyor) Suleymaniye’den gelen bir Kürd Şeyhi olduğu biliniyor. Suleymaniye şehri hem Kadiri ve Nakşibendi tarikatlarına merkezlik yapan bir şehrimizdir. Şêx Ahmedê Kurdî’nin yaşadığı dönemde Mevlana Xalid Şarezori’nin Halifelerinden olan Şeyh Osman Siraceddin’nin başka bir söylemle “Biyare” şeyhlerinin bölgede büyük bir etkileri vardı. Ayrıca o dönem ve daha önceleri de bölgede yerleşik olan Berzenci Şeyhlerinin büyük bir gücü vardı.
Şêx Ahmedê Kurdî, ister Kadiri ve isterse Nakşibendi tarikatına mensup olsun, tarikatların Kürdistan’da kendisine has bir örgütlenme biçimi vardır. Mevlana Xalid Şarezori’nin Halife ve müridlerine gönderdiği mektuplara bakıldığı zaman bu durum çok açık bir şekilde görülmektedir.
Tarikat Şeyhlerinin siyasete angaje olmalarıyla birlikte Tarikat’tan gelen örgütlenme tecrübeleri büyük bir hazine olarak hizmetlerindedir. Şêx Ahmedê Kurdî’nin “Fedailer Cemiyeti” ve Şêx Ubeydullah Nehrî’nin “Yekîtîya Kurdan” buna örnek olarak gösterilebilinir.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ilk Kürd siyasal örgütü(26)
Şêx Ahmedê Kurdî’nin önderliğinde kurulan “Fedailer Cemiyeti”nde bir çok Kürd var. Bunların içinde dikkati çeken 1850’de varlığına son verilen Baban Mirliği’nden gelen şahsiyetlerdir. Evet Baban Mirliği’nin yıkılmasından 9 yıl sonra yani 1859 yılında “Süleymaniyeli Süleyman Paşazade Ali bey ve Hasan Bey” kardeşler bu oluşuma katılıyorlar. İki kardeş de mahkeme tarafından mahkum ediliyorlar.(Uluğ İğdemir, Kuleli Vak’ası, Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara, 2009, sayfa 54-55)
Yine bu 41 kişinin içinde Süleyman Paşazadelerden Abdülkadir Bey var.
Yani asırlarca Güney Kürdistan’ın bir kesiminden hüküm süren ve “Baban Mirliği” olarak tarihe geçen yapılanmanın Mir ailesinden geliyor.
Bilindiği gibi Osmanlı devleti 1850’de Mir Ahmed Paşa’nın iktidarına son vermesiyle Baban Mirliği’de sona erdi.
Kuleli Vakası’nda yargılanan Süleyman Paşazadelerden Ali bey, Hasan bey ve Abdulkadir Beylerin isimlerini aldıkları “Süleyman Paşa” hangi Süleyman Paşadır?
Bilindiği gibi Baban Mirliği döneminde Mir görevini yerine getiren aynı aileden bir kaç Mir Suleyman var. Bunlardan biri 1784 yılında Süleymaniye şehrini kuran İbrahim Paşa Baban’ın babasıdır. İbrahim Paşa geçmişte Baban Mirliği’nin başkenti olan Qeleçolan bırakarak Suleymaniye şehrini inşaa etti ve başkent haline getirdi. Şehir e de babası olan Suleyman Paşa’nın ismini verdi.
Diğer Mîr Silêman ise yıllarca Osmanlı devletine karşı kanlı mücadeleler yürüten Mîr Abdulrehman Paşa’nın (resmi yanda) oğlu Mîr Silêmandır.
Mîr Abdulrehman Paşa’nın Mahmud Bey, Suleyman Bey, Osman Bey, Hüseyin Bey, Yusuf Bey ve Aziz bey adlı 6 oğlu vardı. (M. Hemebaqi, Mîrnîşînî Ardelan, Baban, Soran le Belgenamey Qaçarî de, Çapxaney Wezaretî perwerde, Hewlêr, 2002, sayfa 69)
Bunlardan Mîr Sîlêman, 1834 yılından ve vefat ettiği 1838 yılına kadar Baban Mirliği görevini sürdürdü
Mîr Sîlêman Paşa öldüğü zaman 3 oğlu vardı. Bunların isimleri Ahmed Bey, Abdullah bey ve Muhamed Bey di.
Mîr Sîlêman’ın ölümünden sonra yerine büyük oğlu Mîr Ahmed Babanların başına geçti.
Mîr Ahmed de etki alanine genişletmeye çalıştığı bir dönümde Osmanlı devleti ile çatışma içine girdi. Mîr Ahmed’in kardeşi Osmanlı devletinin saflarında kardeşine karşı savaştı. Mîr Ahmed yakalandı ve İstanbul’a sürgüne gönderildi. Onun yerine Abdullah Beyi getirdiler. Osmanlı devleti Abdullah Bey’i Mir olarak değil, kaymakam olarak atadı ve kısa bir süre sonra Abdullah Beyi de tutuklayarak İstanbul’a gönderdi. Onun yerine bir Türk’ü atadılar(Dr. Abdullah Elyaweyî, Kurdistan le Serdemî Dewletî Osmanî de, sayfa 48-49)
İşte “Kuleli Vakası” denilen olayda Sultan Abdülmecit ile kozları paylaşmak istiyen Babanzadeler bu aileden geliyorlar.
Namık Kemal’ın Şêx Ahmedê Kurdî’yi “Erbabı Hürriyetin Şeyhürreisidir” demesi bile bu girişimi bir başka gözle irdelemeye gerektiriyor.
Şimdi esas konumuz olan Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde kurulan Kürd Ligası’na geçelim.
Siyasal bir Kürd yapılanmasının oluşum haberini İstanbul Ermeni Patriki’nin İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Granville’e gönderdiği 20 Haziran 1880 tarihli mektubundan öğreniyoruz.
İngiltere Dışişler Bakanı Earl Granville hemen İngiltere’nin İstanbul Büyük Elçisi Goshen ile ilişkiye geçiyor ve kendisine “Ermeni Patrik’inden bir Kürd Örgütünün kurulmasına ilişkin mektup aldım ve ekte bilginize sunuyorum” diye yazıyor.( Le Tarîkewe bo Ronakî, sayfa 11)
Ermeni Patriki’nin mektubunda “Artık hiç bir kuşku kalmamıştır, merkezi hükümetin teşviki, aldatma ve oyunlarıyla Ermeni Meselesini söndürmek amacıyla yeni bir Kürd meselesi oluşturmak için bir Kürd Örgütü oluşturma çabaları içindeler.
Osmanlı siyaseti olan bu örgütün ruhu olan Şeyh Ubeydullahd merkezinde bulunuyor, Bahri Bey ise kabiliyetli idarecisi/mesajcısıdır.
Bir kışkırtma olayı gündemdedir. Bahri Bey, Kürd aşiret reislerinin yanına gidiyor, bazen onlara söz veriyor, bazen altan alıyor ve bazen de tehdit ederek hepsini tek bir Başkan’ın yani Şeyh Ubeydullah’ın çevresinde toplamak istiyor.
Bu örgütün Türkiye’de bir ülke kurması için Ermenilerin Axbax(Başkale) bölgesini terk etmeleri için vahşice faaliyetler içindeler. Bu açıdan her türlü kötülükleri yapıyorlar ve yatıştırmanın imkanı yok.
Axbax’tan yazan güvenilir bir kaç kişi bu meseleye ilişkin nasıl yazdıklarına bakınız:
‘Osmanlı hükümetinin Devlet Madalyasını kendisine verdiği Bahri Bey Axbax’a geldiği zaman şöyle diyordu: ‘Ben Şeyh’i İstanbul’a gitmeye davet ediyorum, eğer direnirse bende İmparatorluğun askeri güçlerini üzerine gönderirim’ ….
Bu söylediklerine rağmen Bahri Bey Şeyh’in yanına vardığı zaman, yalnızca Ermenistan Kürd reislerini değil, İran Kürd Beylerini Şeyh’in yanına çağırdı.
Alixan’ın oğlu Mem(Şikak aşireti liderleri-Aso) ve yanındaki adamları Şeyh’e yemin ettiler ve hediylerle geri döndüler. Diğer aşiret liderleri de birinci ayaklanmada Şeyh ile birlikteydiler.
Bunun dışında Bahri Bey’in tüm çabalarına rağmen Abdulrehman Cihangiri ve Kirot Ali Mahmud gibi aşiret reisleri hala örgütü tanımıyorlar. Büyük ihtimale onlarda bu örgütte katılırlar.
Bahri Bey Milan, Alkan ve İran’ın Duderi, aşiretlerini de Şeyh’in emrine girmeye davet etmiştir.
Bu örgütün 4000 Martini tüfeği var. 200 tanesi İran’da geriye kalanlar ise Türkiye’dedir.
Osmanlı hükümeti Avrupa’da Kürd ırkının hürmetini artırmak için, Türkiye ve İran’da çağdaş hareketleri engellemek için doğal olmayan çabalar içindedir.
Bu örgütün üyeleri bir başka opozisyon merkezini oluşturarak Asma ile Salmas arasını kontrol etmek istiyorlar.
Axbax ( Hakkari) mutasarrıf’ı bu hareketten korktuğu için, etkisi (reaksiyonu) hala hükümet tarafından kendisine bildirmediğinden dolayı, bu işten ayrılmak istiyor.
Bir dizi bahane ile Bahri Bey Van’a gitmek istiyor. Amacı bu vilayetteki Kürdleri genel hareketin içine girmeleri için teşvik etmektir.
Şunu da bilmenizi istiyoruz ki bu örgütün her tarafta örgüt birimi var.
Gerçekten de Van’daki bazı Türk aşiretlerinin reisleri şehir Şeyh tarafından kontrol edilirse Van’dan ayrılmak niyetindeler…………..( Le Tarîkewe bo Ronakî, sayfa 11-12)
Ermeni Patriki, Kürd Ligası’nın kuruluş haberini İngiltere Dışişler Bakanı’na panik içinde bildiriyor. Şeyh Ubeydullah önderliğinde bir Kürd siyasal yapılanmasının inşa edilmesi ve her tarafta örgüt birimlerinin oluşması ister istemez İngiltere’yi harekete geçiriyor.
Devam edecek..
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ilk Kürd siyasal örgütü(27)
Aso Zagrosi
Halfin’in verdiği bilgilere göre Suleymaniye, Amediya, Hawraman, Botan, Sason, Siirt, Muş, Van ve İran Kürd liderleri Şeyh Ubeydullah ile görüş alış verişinden bulunmak amcıyla Nehri’ye geliyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın Nehri’de gerçekleştirdiği Kürd ileri gelenlerin toplantısına „200’den fazla kişi“ katılıyor.(Dr. Abdullah Elyaweyi, age sayfa 130) Aviryanov ise “1880 Eylül’ün sonlarına doğru Ubeydullah tüm Kürdistan’dan Sivas ve Amasya’dan Şemzinan’a gelen Şeyh ve Halifelerden oluşan bir Kongre gerçekleşti. Bu kongrede Kürd Birliği gerçekleşti…diyor(Aviryanov, Kurd, Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 240)
Ayrıca Aviryanov toplantıya “5 Şeyh, 24 Halife, 42 Mirza ve 68 Bey” katıldığını yazıyor.( Aviryanov, age, sayfa 241)
Halfin’de „Nehri Ulusal Kongresi“ diyebileceğimiz toplantıya „ikiyüzyirmi aşiret reisinin katıldığını“ yazıyor.(Halfin, age, sayfa 88)
Sonuç olarak Şeyh Ubeydullah’ın çağrısı üzerine toplantıya katılanların sayısı hakında tam net bir tablo vermek zor. Ama, çağdaş Kürdistan tarihinde bu kadar geniş bir yelpazeye hitap eden toplantıda yok gibidir. Geçmişte bir birleriyle çatışma içinde olan bir dizi aşiret lideri Şeyh Ubeydullah’ın çağrısına uyarak Nehri toplantısına katılıyorlar.
Beyazid’tan Bağdat’a kadar geniş bir alanda etkili olan Şeyh Ubeydullah „Yalnızca Kürdleri birliştermekle kalmıyor, bu bölgede yaşıyan Ermenileri, Asurileri, Keldanileri ve Nasturileri de kendi safına çekmeye çalışıyordu. Bu amaçla Nasturilerin reisi Mar Şimon ve diğerlerinin ileri gelenleri ile temasa geçerek maruz kaldıkları zulümlerden kurtulmaları için, birlikte savaşmalarının önemini anlattı“(Halfin, age, sayfa 88)
Aviryanov Osmanlı devleti bazı Şeyhler aracılığıyla Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtmaya çalıştığını ve Şeyh Ubeydullah’ın bu planı boşa çıkartığını şöyle dile getiriyor: „Eğer Türk iktidarı şimdi Kürtleri her açıdan destekliyorsa,amacı Kürdleri Anadolu’da Hıristiyan halka karşı harekete geçirmektir. Eğer Ermeniler ortadan kaldırılırsa Türk devletinin gözünde Kürdlerin önemide biter” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 240)
Şeyh Ubeydullah’ın küçük torunu, yani Seyyid Abdulkadir’in oğlu Seyyid Abdullah’ın oğlu Dr. Aziz Şemzini’de Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti(Mahabad) sırasında eğitim amaçlı gittiği Sovyetler Birliğinde hazırladığı doktora çalışmasında Nehri Kongresi üzerine duruyor.
Dr. Aziz Şemzini Osmanlı devletinin Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtmak amacıyla Şeyh Fehimi gönderdiğini yazıyor. Ayrıca Dr. A. Şemzini Kürd ileri gelenlerinin katıldığı Nehri Kongresinin Temmuz 1880’de gerçekleştiğini, Kürdistan’ın kurtuluşu için „Kürd Aşiretleri Örgütü“nun oluşturulduğunu yazıyor.(Dr. Aziz Şemzini,Culanewey Rizgarî Niştimanî Kurdistan, Senterî Lêkolînewey Stratejî Kurdistan, Silêmanî, 2006, sayfa 117)
Şeyh Ubeydullah Nehri Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada : „Bundan 550 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu kuruldu. Osmanlılar meşru olmayan bir şekilde iktidara geldiler. 400, 500 yıl iktidardan sonra Osmanlılar İslamın yolundan ayrılarak dinsizliğin yolunu seçtiler. Artık yıkımları yakındır. Osmanlı devletinin çöküşü hızlı olacak. Hiç kuşku yok ki, bu yakınlarda yıkılacak.
Değerli Evlatlarım,
Kullaklarınızı baba ve dedelerimizin öğütlerine kapatmayınız!! Artık başınızı Allahsız Türklerin sitem ve baskısı karşısında eğmeyin!! Yalnızca biz Osmanlı Kürdleri değil, İran Kürdleri de gelişmelerinin önünde engel olan güçlerden kurtulmak istiyor.
Atalarımız bizden din için ve vatanın özgürlüğü için yaşamımızı feda etmemizi istiyor.
Alimler, ‘fırsattan yararlanma aklın gereğidir’ diyorlar. Farslar şimdi Türkmenlerle savaşıyorlar ve tüm güçlerini oraya sevk etmişlerdir.Demek ki şu anda İrana hücum etmemiz için koşullar uygundur. Eğer Farslar savaş içinde olmamış olsaydılar yine de kendilerinden korkmazdık. İran ancak 100 bin mevcutlu bir ordu çıkarabilir ki bu ordunun yarısı İran baskısı altında yaşayan Kürd yurttaşlarımızdır.Kürdistan’ın bir kısmı İran’ın elindedir.Diğer düşmanlarımızdan daha zayıf olan İran ile savaşır ve kardeşlerimizi kurtarırsak Azerbaycan gibi zengin bir memlekete malik olursak diğer düşmanlarımız olan Osmanlılarla savaşmak kolaylaşır.
Eğer sadece dağlarımıza güvenirsek savaş için gerekli erzak ihtiyacını karşılayamayız. Sizin bu konuda tavrınız nedir? Acaba siz ileriye dönük olan bu harekete katılmaya hazırmısınız?
Sizlerin bu konuda söyleyebileceğiniz bir şey varmı? Buyurunuz ………..”(Dr. Aziz Şemzini, age sayfa 120-121)
Burada açık bir şekilde görülüyor ki, Şeyh Ubeydullah Osmanlı ve Qaçari devletlerinin denetimi altında bulunan Kürdistan’ı özgürleştirip birleştirmek istiyor.
Şeyh Ubeydullah kendi döneminin uluslararası ve bölgesel şartları analiz ederek hareketi ilk önce İran’da başlatmak istiyor. Doğu Kürdistan’ın özgürleşmesinden sonra Osmanlı devleti ile hesaplaşmak amacındadır. Şeyh Ubeydullah Hilafetin Türkler tarafından gaspedildiği inancındadır. Şeyh Ubeydullah Kürdlerin içinde bulunduğu geri yapılanmanın sorumlusu olarak Osmanlı ve Qaçari devletlerini görüyor. Bu devletlerden kurtulmak amacıyla planlı bir savaş stratejisini oluşturuyor ve pratiğe aktarıyor.
Farklı tarihçilerin farklı şekillerde adlandırdığı “ilk” Kürd siyasal yapılanması, ister ismi “Kürd Ligası”, ister “Yekîtîya Kurdan” ve isterse “Kürd Aşiretleri Örgütü” olsun Kürdistan tarihinde yeni bir dönemin ilk habercisiydi.
Şeyh Ubeydullah siyasal bir yapılanmanın önderliğinde Qaçari ve Osmanlı sömürgecileri Kürdistan’dan atarak bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’ı hedefliyordu.
Elimizde bulunan verilerden hareketle bu “ilk” Kürd siyasal yapılanması hakkında şu tespitler yapılabilinir:
1)Şeyh Ubeydullah Nehri bu örgütün lideridir.
2)Bedirxan’ın oğlu Bahri Bey sekreter konumundadır.
Örgütün amacı:
1) Kürdistan’ı Osmanlı ve Qaçari sömürgecilerinden arındırma,
2)Kürdistan’ın Qaçari ve Osmanlı denetiminde bulunan parçalarını birleştirerek bağımsız ve birleşik Kürdistan’ı ilan etmek,
3)Şeyh Ubeydullah Nehri’yi Kürdistan Kralı ilan etmek,
4)Kürdistan Ermeni, Asuri ve Keladanilerle dostluk ilişkilerini geliştirmek,
Örgütün hakkında verilen bilgilere göre örgütün Kürdistan’ın her tarafında örgüt birimleri var ve silahlıdır.(M. Hemebaqi, age, sayfa 77-78)
Şeyh Ubeydullah Nehri ve ilk Kürd siyasal örgütü(28)
Aso Zagrosi
Nawşirwan Mustafa’da „Kurd û Ecem” adlı eserinde Şeyh Ubeydullah’ın çeşitli devletlerle girdiği ilişkileri, yazdığı mektupları, Kürdistan’daki farklı etnik ve dinsel yapılanmalara karşı yaklaşımları ve hareketin gelişim süreci içinde yaşanan olaylardan hareketle şöyle yazıyor:
“Şeyh Ubeydullah’ın stratejik amacı bağımsız bir Kürdistan devletini kurmaktı.
1)Din, aile, kabile, aşiret, bölge ve lehçe ayırımı gözetmeksizin tüm Kürdleri ulusal temelde birleştirerek iki İslami devletten ayırmak,
2)Kürdlerin düşmanı olan Osmanlı ve Qaçari İmparatorlukları Kürdistan’dan kovmak,
3)Kürdistan’ın Qaçari ve Osmanlı işgali altında bulunan iki parçasını bu devletlerin denetiminden çıkararak birleştirmek,
4)Halkın mal ve can güvenliğini sağlamak, ticareti geliştirmek, eğitim ve öğretimi yerleştirmek, sanayi ve uygarlığı Kürdistan’a yerleştirmek,
5)Kürdlerle Hıristiyan halklar olan Ermeni ve Asuriler arasında dostluk ilişkilerini geliştirmek, dinsel tolerans ve karşılıklı saygı temelinde vatandaşlık prensibini yerleştirmek,
6)İran ve Arap halklarıyla(Mısır, Bağdat ve Hicaz) dostluk ilişkilerini geliştirmek,
7)Avrupa’nın büyük devletlerinin siyasi ve hukuki desteklerini almak,
Bu büyük amaçların gerçekleştirilmesi için siyasi, diplomatik ve askeri araçları kullanmayı ön görüyordu.”(Nawşirwan Mustafa, age, sayfa 186)
Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Nehri’ye çağırdığı ve görüşmeler yaptığı kesimler Kürdistan toplumunun tüm kesimlerini kapsıyordu. Şeyh Ubeydullah hiç bir etniksel ve dinsel yapıyı dışlamaksızın tüm kesimleri tek bir cephede toplayarak seferber etmek istiyordu.
Daha önce de aktardığım gibi İngiliz Konsolosu Clayton ile M. Bağdasaryan Çolemerg’e yakın Süryani Patriki’nin bulunduğu Koçanis köyüne gidiyorlar. Mar Simon onlara Şeyh Ubeydullah’ın kendisiyle görüşmek amacıyla bir mektup gönderdiğini ve kendisinin Şeyh Ubeydullah’a verdiği cevapta Süryani Melikleriyle görüştükten sonra cevap vereceğini söylemişti.
Halfin „Marşamon, kendi kuvvetleriyle Şeyh’e katıldı ve savaştı“ diye yazıyor.(Halfin, age, sayfa 88)
İngiltere Kürdistan’da yaşıyan Hıristiyanların Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen harekete katılmamaları konusunda ciddi bir faaliyet içinde olduğunu İngiliz belgelerinden biliyoruz. Fakat, İngiltere’nin düşmanca faaliyetlerine rağmen Urmiye kuşatması dahil bir dizi alanda Hıristiyanlarında, özellikle Süryanilerin harekete katıldığı bir gerçektir.
Marşimon’da ve bazı Süryani Melikleri de Şeyh Ubeydullah ile görüşmeye gidiyorlar. Yani Nehri toplantılarına katılyorlar. Bunlardan biri Melik Harundur.
Melik Harun Olayı
Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen 1880 Devrimi’nin bastırılmasından sonra Osmanlı devleti Kürdistan’da tam bir terör estiriyor ve harekete katılan bir dizi Kürd ileri gelenlerini sürgüne gönderiyor. Yani sadece Şeyh Ubeydullah ailesi sürgün edilmiyor.
Bilindiği gibi Kürdistan’da faaliyet gösteren Katolik ve Protestan misyonerler bölgede yaşayan Hıristiyanları kendi mezheplerine çekmeye çalışıyorlar. Katolik Misyonerler Hakkari’de ikamet eden meşhur Çeloların lideri olan Harun’u kazanıyorlar.
O dönem Katoliklerin başı olan Mgr Audo Osmanlı sarayı ile ilişkiye geçerek Harun’u Çelo’ların Melik’i olarak kabul etmesini talep ediyor. Celo’ların lideri Harun’da İstanbul’a gidiyor. Yapılan görüşmelerden sonra Sultan Abdulmecit Harun’u Çeloların Melik’i olarak resmen tanıyor ve kendisine aylık olarak 3 Osmanlı lirası maaş bağlıyor. Melik Harun Sultan’ın kendisini resmen “Melik” olarak atanmasını içeren mektubuyla Hakkari’ye geri dönüyor.
Şeyh Ubeydullah Nehri Kongre ve Konferanslar süreci içinde Melik Harun’u da davet ediyor ve kendisiyle görüşmeler yapıyor.
Şeyh Ubeydullah önderliğindeki hareketin bastırılmasından sonra Osmanlı devleti Melik Harun’un “Melik” unvanını geri alıyor ve onun yerine başkasını görevlendiriyor.
Melik Harun’un Meliklik unvanının geri alınmasının asıl nedeni ise “Şeyh Ubeydullah’ın örgütlediği toplantılara ve harekete katılmak, ayrıca Şeyh Ubeydullah ile Marşimon arasında aracı rolünü oynamak” olarak özetlenebilinir.
15 Mayis 1885 tarihli Les Missions Catholques adlı dergide “Melik Haroun, Chef catholique dans le tribu du Djelo(Kurdistan Turc)/Notice de R.P Rhetore, Missionaire en Mesopotamie adı altında uzun bir yazı serisi var.
Melik Harun’un ölümü üzerine kaleme alınan bu yazı serisinde hem Melik Harun’un yaşamı ve hem de Şeyh Ubeydullah ile girdiği ilişkiler üzerine duruyor.
Yazı da Şeyh Ubeydullah’ın Sultan’a karşı direnişine vurgu yaptıktan sonra Şeyh Ubeydullah’ın Süryani liderlerini davet etme olayına getirerek şöyle yazıyor: “ Şeyh Ubeydullah Nesturi meliklerine görüşmek amacıyla bir davetiye göndermişti. Melik Harun kendi ülkesinden diğer Meliklerle birlikte davetiyeyi kabul ederek gittiler……………… Melikler Şeyh’in evine giderken gidişlerine nezaketli bir biçim verdiler. Biliyorlardı ki, daha sonra kurbanı olacakları bir isyana katılmaları çıkarlarına değildi. Bu arada kendilerini Şeyh’in karşısında buldular. Melikler Şeyh’in ayaklanma ile ilgili projelerine karşı çıkmaya cesaret edemiyorlardı. Şeyh’in söyledikleri tüm şeylere oryantal adetlerde olduğu utangaçça “Amin” diyorlardı.
Var olan Melikler içinde Melik Harun kendi düşüncelerini açık bir şekilde ifade etti. Melik Harun ‘bu sonuçsuz bir çaba, bunu teşvik edenler işler kötüleştiği zaman ilk terkedenler olacak’ dedi. Melik Harun Şeyh ile Türk hükümetini uzlaştırma yolunu denedi…………….. Şeyh Ubeydullah’ın girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca Şeyh ‘ Bu Hıristiyan akılı biriydi. Eğer benim çevremde onun gibi 3 kişi olsaydı böyle olmazdı” diyor.”( 15 Mayis 1885 tarihli Les Missions Catholques adlı dergide “Melik Haroun, Chef catholique dans le tribu du Djelo(Kurdistan Turc)/Notice de R.P Rhetore, Missionaire en Mesopotamie)
Ayrıca Melik Harun’un Şeyh Ubeydullah ile Marşimon arasında aracılık yaptığı suçlaması da yazı serisinde reddediliyor ve “iftira” olarak değerlendiriliyor. Buna gösterilen gerekçe de Melik Harun’un tüm yaşamı boyunca Marşimon’a karşı mücadele ettiğine bağlıyor.
Melik Harun’un Şeyh Ubeydullah’a söyledikleri ve hareketin yenilgisi sonrası Şeyh Ubeydullah’ın Melik Harun hakkında yaptığı tespitlerin doğrulanması ilişkin başka kaynaklara ihtiyaç var. Ayrıca yazı serisi boyunca “Melik Harun’un iftiraya uğradığı…………. devlete bağlı olduğu” gibi tespitler var.
Fakat, yazı da Melik Harun’un diğer Meliklerle birlikte Şeyh Ubeydullah’ın davetiyesini kabul ederek Nehri’ye gittiklerini inkar edilmiyor. Burada da açık bir şekilde görülüyor ki Süryani Melikleri Nehri’deki Devrim Hazırlık Toplantılarına katılmışlardır.
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Hareketinin Ulusal Kahramanlarından: Hamza Axayê Mengur–Bilbas(29)
Aso Zagrosi
Nehri’de Temmuz 1880’de Nehrî Kongresi diyebileceğimiz toplantıya 200’den fazla Kürdistan ileri gelenlerinin katıldığını daha önce yazmıştım. Bu toplantıda hareketi ilk olarak Qaçari devletine karşı Doğu Kürdistan’da başlatma kararı alındı. Doğu Kürdistan’ın özgürleştirilmesinden sonra elde edilecek güçlerle Osmanlı işgali altında bulunan Kuzey Kürdistan’ın kurtuluşu daha da kolaylaşacaktı.
Hareketin Doğu Kürdistan’da başlatma kararının gerekçelerini Nehri Kongresinde Şeyh Ubeydullah’ın yaptığı konuşmada açık bir şekilde ortadadır. O konuşmanın tüm metnini daha önce aktardığımdan geçiyorum.
Şeyh Ubeydullah’ın hareketi Doğu Kürdistan’da başlatma nedenlerinde biri de halkın direnişe hazır olması ve Hamza Axayê Mengur–Bilbas’un önderliğinde Qaçarilere karşı direnişin başlamasıydı.
Zaten hareket başladığı zaman Hamza Axayê Mengur savaş cephesinin bir komutanı olarak ortaya çıkıyor.
Şeyh Ubeydullah Hareketi’nin detaylarına girmeden önce Hamza Axayê Mengur–Bilbas hakkında bazı bilgileri vermeden olmaz. Hamza Axayê Mengur’u hesaba katmadan Şeyh Ubeydullah hareketini değerlendirmek çok zordur. Hamza Axayê Mengur suz hareket bir kanattı olmayan kuşa benzer.
Onun için kısa da olsa Hamza Axayê Mengur’un yaşamı ve mücadelesini anlatmak gerekiyor. Çünkü, Hamza Axayê Mengur ‘ un yaşamı Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı mücadele içinde geçti. En azından elimizde bulunan belgelere göre tam 25 yıl Hamza Axa bu iki devletle çatışma içinde oldu, işkence gördü, hapis yattı ve defalarca aşireti ile beraber derbeder oldu.
Hamza Axayê Mengur’un kişisel yaşamı ve Mengurların tarih boyunca Kürdistan’ı işgal eden güçlere karşı giriştikleri direnişler ve çektikleri çok az bilinmektedir. Burada Hamza Axanın reisi olduğu Bilbasların tarihine girmeyeceğim, ama kısa da olsa bazı bilgileri vermek istiyorum.
Kürd tarihçilerinden Mir Şerefxan Bedlisi, Şerefname’de Bilbaslar üzerine duruyor ve şöyle yazıyor:
“Rojkan aşireti 24 kürt aşiretinin bir günde Bitlisin batısındaki Xwét (Huvit) köyü cıvarındaki Tab denilen yerde toplanıp ittifak kurmalarından doğmuştur. Kabilelerden meydana gelen bu topluluk, daha sonra iki ünlü kola ayrılmıştır.
Birinci kola Bilbasi, ikinci kola ise Qewalisi(Kavalisi) adıyla adlandırılmıştır. “Bilbas” yada “Bılbis” ile “Qewalis” sözcükleri ise Hakkari hükümdarlarının köylerinden iki köyün adlarıdır.
Diğer bir rivayete göre ise; Bu iki sözcük Baban aşiretlerinden iki aşiretin adlarıdır”(Şerefxan Bedlisi, Şerefname, sayfa 411)
Claudius James Rich 1820’de Kürdistan’a yaptığı gezi notlarında Bilbas aşiretinden söz ediyor. Rich gezi notlarında Bilbas* aşiret konfederasyonunu gündeme getiriyor ve bu birliğe Kabiz, Menzur, Mameş, Piran, Remik, Sin ve Qaqa aşiretlerin dahil olduğunu yazıyor.(M. Hemebaqi, Raperini Hamza Axay Mengur, Dezgay Çap û Belawkirdinewey Aras, Hewlêr, sayfa 27)
Rich 1820’de Bilbasların aşiret reislerine „MEZİN „ dediklerini yazıyor. Bilindiği gibi „Soranca“ da „Mezin“ değil „Gewre“ terimi büyükler için kullanıyor.
Şeyh Ubeydullah Hareketi döneminde yaşıyan Haci Qadri Koyi, ve 1800’lerin sonlarına doğru Osmanlı ve Qaçari devletlerin Kürd aşiretlerine ve bu arada Bilbasların Zozanlara gitmelerini yasakladıklarını bir şiirinde şöyle gündeme getiriyor :
“Wa rêgetan debestê êlatî Caf û Bilbas
Ger mirdun li german memn’uhe biçine Kwêstan”.( http://aso-zagrosi.over-blog.com/article-30477328.html )
Bu yasaklamanın Şeyh Ubeydullah hareketinin bastırılmasından sonra gündeme geldiği açıktır.
- Hemebaqi’nin Hamza Axa’ya ilişkin yaptığı değerli çalışmasında Hamza Axa’ya dair çok bilgiler var. Bu bilgileri özetleyerek paylaşmak istiyorum.
Doğu Kürdistan’da halk arasında Hamza Axayê Mengur’a dair hala bir dizi atasözü, stran ve onun kahramanlıklarını anlatan hikayeler /destanlar vardır.
Halk arasında dolaşan ve atasözü haline gelen “Herçi simêl sûr bû, Hamza Axa nîye” deyişi onun için söylenmiştir.
Anlatımlara göre Hamza Axa kumral hatta sarışın biriydi. Fakat bu atasözü daha çok Hamza Axa’nın cesurluğu, yiğitliği ve direnişçi özelliklerine vurgu yapılmak için söylenmiştir. Yani fiziki olarak birileri Hamza Axa’ya benzemiş olsa da yiğitlikte, mertlikte cesurlukta Hamza Axa olamaz anlamında kullanılıyor. Doğu Kürdistan’da halk arasında söylenen beyitlerde Hamza Axa bir efsanevi kişilik olarak karşımıza çıkıyor.
1881 yılında Qaçari sömürgecileri tarafından alçakça bir komplo neticesinden şehit edilen Hamza Axayê Mengur’ün ölümü üzerine 132 yıl geçti. Hamza Axa’nın öldürülmesi olayından Kürdler ders çıkarmadılar. Simko ve Qasimlo’nun tuzağa düşmeleri bunun açık örnekleridir.
Bugün elimizde bulunan belgelere göre Hamza Axa Mengur 1854 ve 1881 yılları arasında tam 25 yıl boyunca Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı mücadele içindedir.
Hamza Axayê Mengur yaşadığı dönemde Osmanlı, Qaçari, Rus ve İngiliz belgelerine yaygın bir şekilde konu oluyor.
- Hemebaqi, Qaçari arşivlerinde Hamza Axa’ya ilişkin yaptığı araştırmada ona ilişkin ilk belgenin 1854 yılına denk geldiğini yazıyor. Bu belge Qaçari Şah’ı Nasreddin Şah’ın Qaçari Dışişler Bakanı Mirza Abbas Xan Qawam Eldewle’ye gönderdiği mektuptur. Nasreddin Şah bu mektubunda “Hamza Axa’nın faaliyetlerini takip etme” emrini veriyor.
Hamza Axa’dan ilk söz eden bir başka belgede 13 Nisan 1854 tarihli Rusya’nın Mahabad bölgesindeki konsolosluğun mektubudur. Bu mektup Osmanlı-Rus savaşının sıcaklığı(1853-56) ortamında yazılıyor. Bu mektupta Doğu Kürdlerinin Rusya’ya karşı Osmanlı devletine destek sunduklarını ve “Hamza Axa’nın oğlu Pîrot’tan” söz ediliyor.(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur, sayfa 37)
Devam edecek
*Bilbas aşiretinin Sefewi ve Qaçari döneminde uğradığı katliamları ve gerçekleştirdiği direnişleri irdelemek istiyen arkadaşlar Hemebaqi’nin ismini verdiğim eserinin 27-35 bölümüne bakabilirler.
Şeyh Ubeydullah Hareketinin Ulusal Kahramanlarından: Hamza Axayê Mengur–Bilbas(30)
Aso Zagrosi
Hamza Axayê Mengur’e ilişkin daha geç diyebileceğimiz 26.09.1881 tarihinde İran Dışişler Bakanı Mirza Seyidxan’ın Osmanlı devletine gönderdiği mektuptur. Bu mektupta Mirza Seyidxan bir dizi tarihsel gerçekleri çarpıtarak Hamza Axa’nın daha önce İran devletinin hizmetinde olduğunu, huzursuzluklar yaratarak Osmanlı devletine sığındığını ve oradan itibaren Osmanlı topraklarında ikamet eden bazı aşiretlerin yardımıyla İran sınır bölgelerine, Serdeşt’e saldırdıklarını yazıyor.
İran Dışişler Bakanı olayı çarpıtıyor. Çünkü Hamza Axa 1880 Hareketi başlamadan onlarca yıl önce Osmanlı devletine sığınıyor ve uzun yıllar boyunca Osmanlılar tarafından hapse atılıyor.(bu konu üzerine daha detaylı duracağım)..
1880 Devrimi sırasında ise Hamza Axa İran’dadır. Hamza Axa direnişe geçtiği zaman Doğu Kürdistan topraklarını terk etmiyor, Osmanlılara sığınmıyor ve şehid olana kadar İran’da çatışmalar içindedir.
O dönem Kürdistan’daki gelişmeleri çok yakından takip eden İngiltere Van Konsolosu Clayton, İngiltere Erzurum Konsolosu Trotter’e yazdığı 05.01.1880 tarihli mektubunda Osmanlı Ordusunun komutanı General Semih Paşa’ya dayandırarak Hamza Axayê Mengur hakkında şöyle yazıyor:
“Semih Paşa’nın bana anlatıklarına göre Şeyh Ubeydullah’ın adamlarıyla İran yöneticileri arasında çok büyük sorunlar meydana gelmiş. Semih Paşa’nın anlatımlarına göre 15 yada 16 yıl önce Kerkük halkından olan Hamza Axa tutuklanarak İstanbul’a gönderilmişti. Bunun ardından 15 yıl hapiste kaldı. Daha sonra tavır ve hareketlerinin iyi oluşundan dolayı serbest bırakıldı. Fakat, Hamza Axa Kerkük bölgesinde sessizce kalacağına İran’a kaçıyor ve Kürd Mengur aşiretinin reisliğine getiriliyor. Mahabad’daki İran yetkilileri vergi borçlarını vermediği ve başka bahanelerle Hamza Axa’nın bir akrabasını tutukluyorlar. Hamza Axa Sablax’a gidiyor ve parayı vereceklerini söylüyor. Fakat, İran’ın Mahabad hakimi Hamza Axa’yı tutuklamak istiyor. Hamza Axa hançerini çekiyor ve orada bulunanlara saldırıp onlardan bir kaç kişiyi öldürüyor ve yaralıyor. Daha sonra Hamza Axa atını binip bölgede uzaklaşıyor. Yaşanan olay hakkında Tebriz’e bir rapor gönderiliyor ve hemen askeri güçlere Mengurları cezalandırmak ve Hamza Axa’yı tutuklama emir veriliyor.”(Le Tarikewe bo Ronaki, sayfa 39)
Hamza Axayê Mengur’un Mahabad’da kendisini tutuklamak istiyenlere saldırıp, onlardan bir kaç kişiyi öldürüp kaçmasından sonra Şeyh Ubeydullah önderliğindeki hareketinde başlangıcı oluyor. Daha sonra Şeyh Ubeydullah Nehri’nin küçük oğlu Seyyid Abdulkadir Nehri askeri güçleriyle Hamza Axa’ya yardıma geliyor ve hareket büyüyor.
- Hemebaqi’nin İran arşivlerine dayanarak 25.11.1880 tarihinde Osmanlı devletinin Hamza Axa’ya ilişkin olarak İran Büyükelçiliğine gönderdiği mektup var. Bu mektupta Osmanlı yetkilileri
“ Hamza Axa Kerkük cıvarında yaptığı yasadışı faaliyetlerinden dolayı Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklanıyor. Daha sonra Musul’da zorunlu ikamet şartıyla serbest bırakılıyor. Hamza Axa oradan Sablax’a kaçıyor ve Mengur aşiretinin reisliğine getiriliyor”(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur, sayfa 38)
Aslında yukarıda verdiğimiz belge ve bilgilere bakılırsa Hamza Axa’nın Kürdistan’ın Osmanlı mı yoksa Qaçari parçasından olduğu pek net değil. Hamza Axayê Mengur’un Farslardan kaçarak Osmanlıya, Osmanlılardan kaçarak Farslara sığınması ve her iki devlet tarafından tutuklanma ve hapse atılması olayı daha da bulanıklaştırıyor. Hamza Axa’nın bu durumu pekte Kürdistan gerçekliğine yabancı değildir. Osmanlı, Fars ve Ruslar tarafından Kürdistan’ın parçalanması sürecine bakıldığı zaman Kürd aşiretleri duruma göre, çıkarlarına göre bu 3 devlet arasında sürekli yer değiştirmişlerdi. Bir Kürd aşiretinin mensupları aynı anda bir çok işgalci devletin “vatandaşları” olabiliyordu. Bir aşiret reisi yaşamı süreci içinde 3 ayrı devletin himayesi altında yada “vatandaşı” olabiliyordu.
Mesela bugün Kuzey Kürdistan’da Celali olarak bildiğimiz Kürd aşireti buna iyi bir örnektir. Hatta binsekizyüzlerin ortalarında Celaliler Ağrı Dağı’nın en üst eteklerinde karargahlarını kurar hiç kimseye ve herkese “bağlı” gibi pozisyondaydılar. Ne Osmanlılar, ne Ruslar ve de ne Farslar Celalilere dokunurlardı. Çünkü, birileri Celalilere saldırdığı zaman Celaliler karşı tarafa geçer ve kendilerine karşı saldırıya geçene büyük zarar verirlerdi.
Celalilerin bu pozisyonu Caflar, Hemawendler, Burukiler, Mengurlar ve daha bir çok Kürd aşireti için geçerlidir.
Osmanlı ve İngiliz belgelerinde “Hamza Axayê Mengur’un Kerkük cıvarından olduğu” gibi tespitler var.
- Hemebaqi haklı olarak burada Hamza Axayê Mengur’un Osmanlılardan kaçarak Doğu Kürdistan’a geçmesi ve orada Qaçari devletinin denetimi altındaki Mengur aşiretine reis olması olayını bir soru olarak getiriyor. Çünkü, o donemler aşiret reislerinin seçiminde devletlerin de rolü vardı. Eğer Hamza Axa İran Mengurlerinden olmasa nasıl aşiretlerinin başına getiriyorlar?
Bu sorunun cevabına ilişkin olarak İran kaynakları Hamza Axayê Mengur’un aslen İranlı olduğu ve sonradan Osmanlı devletine sığındığını yazıyorlar.
Örneğin Hisam Mülk’ün oğlu Ali Ekber Serheng, babası gibi Qaçari devletin en üst subaylarındandı. Şeyh Ubeydullah hareketi sırasında Binaw, Miyanduwaw, Mukriyan, Sendus, Şino, Mergewer ve Laçan’da 8 yada 9 ay boyunca Kürdlere karşı doğrudan savaştılar. Ali Ekber Serheng yazıp Nasreddin Şah’a sunduğu eserinde “Hamza Axa İran yetkililerinin çok baskısına uğradı” diyor.
27.11.1880 tarihinde Osmanlı yetkilileri tarafından İran Sefirine yazılan bir mektupta “Hamza Ağa Azerbeycan yetkililerinden çok baskı gördü, haksızlığa uğradığından İran’ı terk etti.” diyor.(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur, sayfa 39)
Şeyh Ubeydullah Hareketi sırasında yaşamış ve hareketi Qaçari devletinin perspektifi ile değerlendiren Ermeni yazarı İskender Xuryanis “Hamza Ağa aslen İran Kürdüdür. Osmanlı topraklarından eski yerleşim yerine Mengurlerin içine İran’a dönmüştü” diyor.(M.Hemebaqi, age, sayfa 39)
Şeyh Ubeydullah Hareketi sırasında İngiltere’nin Tebriz Konsolosu olan Abott, devrimin sıcak günlerde Hamza Axayê Mengur ile defalarca görüşmüştü. Abott 04.12. 1880 tarihinde İngiltere’nin Tahran Büyükelçiliğine gönderdiği mektupta “ Hamza Axayê Bilbas- Mengur bir kaç yıl önce İran’a vergi ve haraç vermeyi reddettiğinden dolayı Türkiye’ye kaçmıştı.” diyor. (M. Hemebaqi, age, sayfa 40)
Devam edecek
Şeyh Ubeydullah Nehri(ek 1) M. Ali Birand’ın Kürdlüğü ve Seyyid Taha Nehri’nin çocukları
Aso Zagrosi
Geçenlerde basına Mehmet Ali Birand’ın Kürd asılı oluşu yer aldığı zaman bazı arkadaşlarla uzun sohbetlerimiz oldu. M. Ali Birand’ın “Kürdlüğü” Can Dündar’ın yazdığı biografisinde gündeme geldi. Geçenlerde de Ayşe Arman kendisiyle yaptığı söyleşide Birand “ Asimile olmuş bir Kürt! Kendimi hiç Kürt gibi hissetmedim. Zaten bilmiyordum da. Demek ki ailem için Kürtlük bir zulümmüş. Kürt kökenli olduğunu söylemek kötü bir şeymiş. Söylemediler. Cemre, didikliye didikleye, dayım Mahmut Dikerdem’e sora sora öğrendi. Ama Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenmemin, Kürtlüğümle alakası yok.
Peki niye şimdi bu kitapla açıklıyorsunuz?
– Herhalde daha önce ortaya çıkmasına ben de hazır değildim. Zaman aldı.
Tam olarak neresi?
– Elazığ, Palu. Gidip gördünüz mü?
– Yok hayır. Zaten o Palu gitmiş başka bir yere taşınmış, izi mizi de kalmamış.”( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21953683.asp )
Her ne kadar Mehmet Ali Birand kendisini Kürd olarak hissetmiyor, ama çok önemli iki noktaya dikkat çekiyor. Bunlardan biri “ailem için Kürtlük bir zulümmüş” ve ikinci nokta ise Kürd asılı oluşunun bu kadar geç açıklamasının nedeni ise “Herhalde daha önce ortaya çıkmasına ben de hazır değildim” diyor.
Aslında M. Ali Birand’ın üzerinde durduğu bu iki husus onun Kürd asılı olmasından daha önemlidir. Asırlardan beri şehir Kürdleri, zorla göçe tabi tutulan Kürdler ve Osmanlı ve Türk devletlerinin mekanizması içinde yer alan Kürdler büyük oranda “asimile” oldular yada Kürdlüklerini gizlediler. Çünkü Birand’ın da dediği gibi “Kürd olmak zulüm” dür..
Acaba bugün Kaç yüzbin Kürd “Kürd asılı olduklarını” bile bile “açıklama hazır” değiller.
Türk Cumhuriyeti sadece şehirli Kürdleri, ekonomik olarak plazlanmış Kürdleri, devlet içinde görev alan Kürdleri ve zorla göçettirilen Kürdleri “Türkleşme” ile yetinmedi. Kürd ulusal bilincine sahip olan Osmanlı ve Türk Cumhuriyetine karşı Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele eden Kürd ailelerinin çocuklarını da devletin hassas noktalarından uzak tutarak entegre etmeye çalıştı.
Ararat Kürdistan Cumhuriyeti’nin dorukta olduğu bir dönem de Türk devleti direnişe katılan ileri Kürd ailelerinin ileri gelenlerini direnişten vaz geçirmek için giriştiği entrikaları kısmen de olsa “Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar() adlı yazı serisinde belgelere dayanarak açıklamaya çılışmıştım. ( https://newroz.com/tr/forum/349882/t-rkiye-ye-geri-d-nen-xoyb-n-yeleri-zerine-notlar7 )
Hatta Doğu Kürdistan direnişinin önderlerinden Simko Şikak’ın oğlunun Türk ordusunda subay olduğunu “Simko’nun Oğlu Xusrew Türk Ordusunda Subaymı Oldu?” adlı makalede gündeme getirmiştim. (https://newroz.com/tr/forum/336935/simkonun-o-lu-xusrew-t-rk-ordusunda-subaym-oldu )
Türk devleti, Kürd ve Kürdistan direnişlerinin önderleri olan çeşitli Kürd ailelerine “sahip” çıkarak kafaları karıştırmaya ve Kürdlerin “ulusal ve sosyal ortak hafızalarının” oluşumunu engellemek amacıyla çeşitli etkinlikler gerçekleştiriyorlar.
Bunlardan biri geçenlerde Hakkari’de Hakkari Valiliğinin girişimiyle yapılan “SEYYİD TÂHÂ-İ HAKKÂRİ” panelidir. Kürdlerin Birinci Seyyid Taha dedikleri ünlü Kürd din alimi Mewlana Xalid Şarezori’den hilafetnamesini alan ve 1853 yılında ölen Seyyid Taha 1880 yılında Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan için direnişe geçen Seyyid Ubeydullah Nehri’nin babasıdır. Yani 1925 Devriminin yenilgisinden sonra Şeyh Said , oğlu Muhamed ve daha bir çok Kürd yurtseveriyle birlikte alçakca katledilen Seyyid Abdulkadir’in dedesi, 1930’larda İran’da Şah rejimi tarafından zehirlenerek öldürülen İkinci Seyyid Taha’nın büyük dedesidir. Birinci Seyyid Taha’ya Şeyh Ubeydullah Nehri üzerine hazırladığım yazı serisinde değineceğimden dolayı geçiyorum. Panele konuşmacı olarak katılan Van İl Müftüsü Nimetullah Arvas ise 1914 yılında Osmanlı devletine karşı Bitlis Direnişini gerçekleştiren Mela Selim ile birlikte idam edilen Seyyid Sibgatullah El-Arvâsî’nin ailesindendir.
Benim makalemin anabaşlığında gündeme getirmeye çalıştığım “Seyyid Taha’nın oğulları” 1853’de vefat eden Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası değil, Kürdlerin ikinci yada Seyyid Taha Sani dedikleri Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Muhammed Sıddık’ın oğlu Kürdistan için yürütüğü faaliyetlerden dolayı Osmanlılar, İttihat ve Terakkiciler ve onların devamı olan Atatürk ve Kazım Karabekirin nefretle sözünü ettikleri Seyyid Tahadır.
Yeni Şafak yazarlarından Müfit Yuksel Seyyid Taha’nın çocuklarının 1961 yılında Türkiye geri geldiklerini MSP ve parelelindeki partilerde faaliyet gösterdiklerini “Kürdler ve Milli Görüş” adlı yazı serisinde söylüyor. Fakat, yazar kim olduklarını yazmıyor.
Son yıllarda Kürdlerle ilgili Türk İslami çevrelerinin gerçekleştirdikleri panel ve toplantılarla ismini çokca duyduğumuz ve kendisini ana tarafından “Berzenci Kadiri Şeyhlerine” bağlayan A. Tarık Çelenk, Ekopolitik Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği Başkanı, Müfit Yuksel ile yaptığı uzun söyleşide Seyyid Taha’nın çocukları yeniden gündeme geliyor. O söyleşide “I. Dünya Savaşı olunca, Seyit Abdülkadir’in yeğeni olan II. Seyit Taha, o zaten Osmanlı ile bayağı bir sorunlu, İngilizleri destekliyor. Sonra Revandız kaymakamı yapılıyor Seyit Taha. Irak, Osmanlılardan koparıldıktan sonra. Basra’ya kadar kaybediyor Osmanlı. Bir süre sonra İngilizlerle de anlaşamıyor, Tahran’a gidiyor, orada vefat ediyor. 60’lı yıllarda her iki oğlu Türkiye’ye dönüyor. Her iki oğlu Milli Selamet Partisi, Refah Partisi çizgisinde yer aldı.
Tarık Çelenk: Kimlerdi onlar?
Müfit Yüksel: Bir tanesi iki sene önce vefat etti. Birisi hayatta. Şu anda İhlas Marmara evlerinde oturuyorlar. Evren Ören birer villa verdi bunlara. İngilizlerle anlaşanın çocukları bile burada Milli Selamet Partisi, Refah Partisi hareketi içerisinde yer alabiliyorlar. PKK’ya giden olmuyor. Kürt aristokrasisi içinde PKK’ya giden yok onu söyleyeyim size. Gerek eski Bey aristokrasisi gerek Nakşi aristokrasisi içerisinde.” ( http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5977 )
Aslında çok enteresan bir konu. Sayın Müfit Yuksel’e doğrudan sorulmasına rağmen Seyyid Taha’nın çocuklarının isimlerini açıklamıyor. İlk başta çok masumane ve aileyi koruma güdüsüyle hareket edildiği düşünülür. Ama kimden koruma? Sorusu gündeme geldiği zaman sorun daha da netleşiyor. Herhalde Türk devletinden koruma diye bir şey olamaz. Çünkü bu insanlar 1960/1961 yıllarında Türkiye geldikleri zaman devletin izniyle geldiklerini biliyoruz. İhsan Nuri Paşa’ya da af çıkarılmıştı. Yaşar Hanım bir kaç defa Türkiye gelip gitti. İhsan Nuri Türklere güvenmediğinden dolayı Türkiye gelmedi.(İhsan Nuri Üzerine Yazdığım yazı serisine bakabilirsiniz)
Türkiye’ye geri dönen Seyyid Taha’nın çocukları Türk devletinin bilgisi dahilinde geldiler ve her Kürd gibi fişlendiler ve sürekli takip altındalar.
Geriye kim kalıyor? Kürdler…….
Sayın Müfit Yuksel’in Seyyid Taha gibi Kürdlerin bir ulusal liderlerinin çocukları hakkında bilgi sahibi olmasını istemediğinden dolayı isimleri açıklamıyor.
Seyyid Taha Sani yada İkinci Seyyid Taha üzerine “Şeyh Ubeydullah Nehri” yazı serinde daha uzun duracağımdan dolayı şimdilik kısa bir belirlemeden bulunarak geçiyorum.
Bugün elimizden bulunan İngiliz, Fransız, Rus-Sovyet ve İran arşiv belgeleri ve ayrıca Seyyid Taha döneminde yaşıyan Kürd şaysiyetlerin anılarında açık bir şekilde görülüyor ki, Seyyid Taha 1913 yılında Bitlis’ta baş gösteren direnişi Abdulrezak Bedirxan, Kamil Bedirxan ve bir çok Kürd din ulemasıyla birlikte örgütleyen Kürd şahsiyetlerden biridir. Yine Seyyid Taha Doğu Kürdistan’da Simko ve Abdulrezak Bedirxan ile birlikte Fars rejimine karşı Özgür bir Kürdistan için çalışan bir kaç önder kadrodan biridir. Bugün Rus arşiv belgelerinde açık bir şekilde öğreniyoruz ki, Seyyid Taha Birinci Dünya Savaşı öncesi Şeyh Abdulselam Barzani ve Simko ile birlikte bağımsız bir Kürdistan için pazarlık yapan ve yardım almaya çalışan bir Kürd şahsiyetidir. Seyyid Taha daha sonra Türklerin kurduğu bir komplo neticesinde Ruslar tarafından tutuklanıyor. Kürdlerin Ruslara karşı tavrı sertleşinde Ruslar bir araştırma komisyonu kuruyor ve Seyyid Taha hakkında var olan bilgilerin yanlış olduğunu görüyor ve serbest bırakıyorlar. Daha sonraki süreçte Seyyid Taha , Mustafa Kemal ve Türk Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunu idama mahkum eden değerli Kürd şahsiyeti Mustafa Paşa Yamulki ile birlikte Simko’yu ve Şeyh Mahmud Berzinci’yi Türklere karşı bir cephe de toplama girişimide bulunuyorlar. Seyyid Taha ve Mustafa Paşa Yamulki(Türkler Nemrut Mustafa diyorlar) Türkleri Kürdlerin baş düşmanı olarak görüyorlar. (Daha detaylı bilgi için Mustafa Paşa Yamulki’nin anısına yazdığım yazı serine bakınız)
Seyyid Taha Kürdistan’ı özgürleştirmek için İngiltere’nın yardımına başvuruyor. Fakat, ne yazık ki o dönemler Kürd liderleri arasında birlik olmadığından dolayı bir dizi plan boşa çıkıyor. Şeyh Mahmud Berzenci önderliğindeki Kürd hareketi İngiltere ile sorun yaşarken Kemalistler ve Bolşevikler de ortamı kızıştırdılar. Şeyh Mahmud’un Kemalistlerle girdiği ilişkiler ve imzaladığı antlaşmaya karşı çıkan Seyyid Taha ve Mustafa Paşa Yamulki İngiltere’yi desteklediler. Seyyid Taha Özdemir Paşa’nın önderliğindeki Güney Kürdistan’daki Türk güçlerinin dışarı atılmasında büyük bir rolü oldu. Seyyid Taha daha sonra Rewandiz Kaymakamı oldu ve Rewandiz’ı Kürd yurtseverlerinin toplama merkezi haline getirdi. Kürdlere ilişkin hesaplarını kapatan İngiltere Seyyid Taha’dan kurtulmak için İran Şahı ile anlaşarak Şah tarafından Tahran’a davet etmeyi sağladı.(1928) Ve daha sonra zehirleyerek öldürdüler.
Yeni Şafak yazarı Müfit Yuksel’in Kürdlerden gizlediği Seyyid Taha’nın çocuklarına gelince bazı bilgileri vermeye çalışacağım.
Kürd Ulusal Liderlerinden Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyyid Muhammed Sıdık’ın oğulları:
1)Seyyid Taha Sani(İkinci)
2)Seyyid Reşid,
3)Seyyid Şemseddin,
4)Seyyid Musehaldin,
Seyyid Taha Sani(ikinci)nin erkek çocukları:
1)Seyyid Muhammed Sıdık Sani-ikinci-(Puşo)
2)Seyyid Ubeydullah Sani(Tero)
3)Seyyid Salih Darucan,
4)Seyyid İzzedin(Çeto)
5)Seyyid Ahmed,
6)Seyyid Haci Sani,
7)Seyyid Mazhar(Kerkes)
Seyyid Muhammed Sıdık Sani’nin erkek çocukları:
1)Seyyid Kamuran,
2)Seyyid Xusrew,
3)Seyyid Perawez Teroş
4)Seyyid Faruqi
Seyyid Darucan’ın erkek çocukları:
1)Seyyid İmadedin
2)Seyyid Sami,
3)Seyyid Egid,
Seyyid İzzeddin (Çeto)in erkek çocukları:
1)Seyyid Birzo,
2)Seyyid Feramerz,
3)Seyyid Aras,
Seyyid Ahmed’in çocukları:
1)Seyyid Taha(Çeko)
2)Seyyid Hoşeng,
3)Seyyid Ferheng,
4)Seyyid Said
Seyyid Haci Sani’nin erkek çocukları:
1)Seyyid İsmail,
2)Seyyid Abdulnasır,
3)Seyyid Suleyman(Muhendis)
Seyyid Mazhar(Kerkes)ın erkek çocukları:
1)Seyyid Nureddin,
2)Seyyid Gazi,
3)Seyyid Geylani,
4)Seyyid Abdullah
Seyyid Şemseddin’in ise erkek çocuğu:
1)Seyyid Reşid,
Seyyid Muslehddin’in ise çocukları:
1)Seyyid Kazım Jajabadi,
2)Seyyid Enwer,
3)Seyyid Wahdeddin,
4)Seyyid Reşid( Şeyh Ubeydullah Nehri ile ilgili yazı serisinde gerekli kaynakları vereceğim)
Şimdi 1960 yada 1961 yılında Türkiye dönen Seyyid Taha’nın çocuklarına gelelim.
8 Kasım 2008 tarihli Türkiye gazetesinin verdiği habere göre Mazhar Geylani vefat etmiş..
Ama haber çok ilginç.
Haberin ilginçliği şöyle “Büyük İslam alimi Seyyid Abdulkadir Geylani ve Taha Hakkari Hazretlerinin torunlarından İhlas Vakfının mensubu Mazhar Geylani” diye kendisinden söz ediliyor. (http://portal.tg.com.tr/haberdetay.aspx?haberid=392592#.ULI2M7T7lJF )
Tam utanılacak bir durum.
Tamam Nehri Şeyhleri kendilerini Kadiri Tarikatının kurucusu Seyyid Abdülkadir Geylani (1078 – 1166) bağlıyorlar. Değerli Kürd araştırmacısı Giw Mukriyani “Soran Mirleri” üzerine olan çalışmasında onun Kürd asılı olduğunu verilerle ortaya koydu.
Tamam, Seyyid Mazhar(Kerkes) Seyyid Taha Hakkari’nin ailesinden geliyor, ama Seyyid Kerkes’in bir babası, dedesi ve büyük dedeside var.
Niçin Seyyid Kerkes’in babası Seyyid Taha’dan söz etmiyorlar? Çünkü Kemalistlere ve Türk işgalçilerine düşmandı.
Niçin Kürdlüğü ve İslam dinini birleştiren, Kürdistan’daki dini azınlıklara karşı toleranslı birleşik ve bağımsız Kürdistan önderlerinden Şeyh Ubeydullah Nehri’den söz etmiyorlar.
Çünkü, Kürd direnişinin önderlerini unuturmaya çalışıyorlar.
Seyyid Mazhar’ın çocuklarına ilişkin verdiğim listede oğullarının biri Türkiye gazetesinin “Bilgi işlem servisinden Ubeydullah Geylani’dir”
Ubeydullah Geylani kendisine verilen bu ismin büyük dedesinin ismi olduğunu bilmiyormu?
Türkiye gazetesinin “bilgi işlem servisinde” çalışıyorsa dedesi Seyyid Taha hakkında bilgi veremiyor mu? Niçin bin yıl öncesini hatırlıyor ve dedesini hatırlamıyor?
Şeyh Kerkes’in diğer oğlu Qazi’de “İhlas Holding personelinden” olduğuna göre TGRT, Türkiye gazetesi ve tekellerinden bulunan diğer basın ve yayın organlarına sağlıklık bilgi veremezmiydi?
Mazhar Geylani’nin büyük oğlu Nureddin Geylani ise 13 Aralık 2006 da vefat etti. Mazhar Geylani’nin eşi Mahru Ana ise 22 Aralık 2011’de vefat etti.
Türk devletinin Kürdlere karşı yürütüğü zulüm ve vahşeti sürdükçe daha nelere tanık olacağız.
Devam edecek
Aso Zagrosi