Güney Kürdistan’nın Jeopolitiği ve seçimler
Jeopolitik kavramı ilk defa İsveç’te 1889 yılında : Coğrafi olarak bir ülkenin doğal zenginlik kaynakları ile devletin politikaları arasındaki ilişkileri analiz amacıyla kullanılmıştır. Bu anlamda bir bilim dalı haline 20 yüzyılda gelen jeopolitik, bir ülkenin diplomatik ilişkilerine nasıl yön verbileceğini analiz etmede büyük bir öneme sahiptir. 20 yy’da 11 aylık Mahabad Cumhuriyeti deneyimi dışında devletleşemeyen Kürtlerin, Kürdistan’nın jeopolitiği üzerine çalışmaları hemen hemen yok gibidir.Ama Kürt beylerinin devlet statüsüne yakın oldukları 17inci yüzyılda, Botan Miri Bedirhan bey, 1675 yılında Douri Efendi adında bir diplomatını Fransa Kralı 14. Louis elçi olarak aşağıdaki mesajı vermek üzere göndermiştir ; “Bu toprakların imparatoru Osmanlı Sultanı değil benim. Belki o benden daha güçlü olabilir, ama ben ondan daha soyluyum.” Bedirhan bey 1675’te reel anlamda jeopolitik bir analiz yaparak o dönemde Güneş kralı olarak adlandırılan Fransa kralı 14üncü Louis’ye elçi gönderek politik ve diplomatik olarak tanınmak için girişimlerde bulunuyor. Yani devlet gibi hareket edildiğinde, jeopolitik analizlereuygun hareket etmek, devlet adamı için reel olan bir durum arz etmektedir. Bu anlamda, Başkan Barzani’nin çok yankı yaratan gezileri jeopolitik anlamda analiz edilmelidir. Ama, bu yazıda 15 aralık seçimlerinin arifesinde Güney Kürdistan’nın konumu jeopolitik anlamda ele alınarak Güney Kürdistan’nın için jeopolitik bir analize giriş yapılacaktır.Güney Kürdistan yaklaşık 75 000 km2 yüzölçümü 5 milyonu aşkın nüfusu ile bölgenin küçük çaplı devletleri arasında sayılabilir. Orta-doğu’nun mevcut durumuna baktığımızda; Nüfusu 60 milyonu aşan 3 tane büyük devlet (Mısır, Türkiye ve İran), nüfusu 20 milyon ve daha fazla olan Suudi Arabistan, Suriye, Yemen ve suni tenefüsle yaşatılan Irak gibi orta büuüklükteki devletler ve geriye kalanlar ise küçük devletlerden oluştuğunu görüyoruz. Analizimizi yüzölçümü, kişi başına milli gelir vb. parametrelere göre yaparsak bu kompozisyon değişecektir. Mevcut koşullarda Güney Kürdistan’ı Irak Federasyonu içinde ayrı bir bölge olarak ele aldığımızda; Güney Kürdistan’ın komşuları Türkiye, Suriye, İran, Sunni Arap bölgesi ile Şii Arap bölgesidir. Yani 2’si büyük, biri orta büyüklükte 3 devlet ve 2 küçük boyutlu federal bölgenin ortasında denize kıyısı olmayan bir konumdadır. Ama zengin petrol yataklarına, verimli ovalara, su kaynakları yönünden otonom ve dinamik ve genç bir nüfus yapısı ile gelişime açık bir pozisyonadadır. Tabi adeta 4 tarafı düşmanla çevrili olduğundan, sağlıklı bir gelişim sağlamak için çok hassas ittifak politikaları geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Analizimizi devletler bazında değilde, uluslar bazında yaparsak durumun çok farklı olduğu görülecektir. Bu durumda : Yaklaşık 200 milyon nüfusla Araplar (kendi iç bölünmelerini dikkate almadığımız durumda) Orta-doğu’da ezici bir çoğunlukla en büyük ulustur. Daha sonra 40 milyon dolaylarındaki nüfuslarıyla Farslar, Türkler ve Kürtler gelmektedir (nüfuslar tahmini olup, greçek bir sayım durumunda farklı sonuçlar çıkabilir). Daha sonra Azeriler, yahudiler, diğer etnik ve dinsel azınlıklar gelmektedir. Bu koşullarda, Güney Kürdistan yerine Birleşik Kürdistan’dan bahs edebiliriz. Birleşik Kürdistan’ın komşuları ise Türkiye, Ermenistan, Azerbeycan, İran, Şii ve Sunni Arap bölgeleri, Suriye olacak ve Kürdistan Akdeniz’e açılma şansına kavuşacaktır. Günümüz koşullarında gerçekleşmesi imkansız olan bu hipotez varsayım ve verilerin sonuçları nasıl değiştirdiğini göstermek ve geleceğe ilişkin projeksiyonlar yapmak açısından büyük bir öneme sahiptir. Her halükarda mevcut duruma göre bazı belirlemeler yaparsak: 1. Güney Kürdistan’da belirleyici olan KDP ve YNK politik birliği sağlayarak tarihin bu döneminde Kürtler lehine olan uluslararası koşulları politik yönden doğru değerlendirerek Kürtleri özgürlüğe bir adım daha yaklaştırmalıdırlar. 2. Kürdistan’nın sahip olduğu yer altı ve üstü kaynakları doğru değerlendirerek bölgeye örnek ve bölge halkları için bir çekim merkezi ve örnek olabilecek ekonomik bir model yaratmalıdırlar. 3. Kaynağını Kürtlerin geleneksel yapılarından alan çağdaş, laik, kadın ve insan haklarına saygılı demokratik bir yönetim oluşturmalıdırlar. Bunları gerçekleştiren bir Güney Kürdistan doğal olarak bölgedeki gerici ve sömürgeci devletlerin hedefi haline gelecektir. Bundan dolayı; Kürdistan yönetimi ve sivil toplum örgütleri kendi ölçeklerinde yatay ve dikey ilişkiler geliştirerek, devletler ve ONG’ler düzeyinde sağlam bağlantılar kurarak Güney Kürdistan’daki kazanımları kalıcılaştırarak geri dönülmez düzeye taşımalıdırlar. Aynı şekilde, diasporada yaşayan Kürdistan’nın tüm parçalarından gelen aydın, işci ve diğer kesimlerden gelen Kürtler, Güney’deki kazanımları sahiplenerek buna ellerinden geldiğince katkıda bulunmalıdırlar. Zira halkların Orta-Doğusu ancak Güney Kürdistan’daki kazanımların konsolide edilmesinden sonra gerçekleştirilrbilir. Bu anlamda 15 aralık seçimleri Kürdistan için bir milad anlamını taşımaktadır ve devletleşme ve merkezileşme boyutunda gelişen bir Güney Kürdistan’nının jeopolitiğini somutta tartışarak Kürtler ve Kürdistan’ın çıkarına olan hareket ve olguları daha açık olarak göstermenin yolu da açılmış olmaktadır.Ahmet ALİMFransa 12/12/2005