Sayin Recep Maraşlı ile Güney Kürdistan ve Irak’daki Son Gelişmeler Üzerine
Aso Zagrosi:10 Haziran 2014 tarihinde İŞİD olarak bildiğimiz „Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām” adlı oluşum tarihi Kürdistan şehri Musul’u elegeçirerek tümden dünyanın gündemine oturdu. Ardından örgüt Irak Sünnilerin yerleşik olduğu bir dizi şehri denetim altına aldı. İŞİD’in bu ani çıkışı ile ilgili bir hayli komplo teorileri ortaya atıldı… Sizin bu konuya ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.
Recep Maraşlı:Maalesef Kürt hareketli ve aydınlarındaki en önemli eksikliklerden biri belli konularda nesnel bilgi üretimine, araştırmaya, derinlemesine bilgi sahibi olma ve uzmanlığa önem verilmemesidir. Hepimiz her şeyi biliyoruz! Fakat bu doğru değil... Örneğin bizi çok yakından ilgilendiren Irak'ta neler olup bitiyor, nasıl bir gelişim izliyor, işi bu tür uzmanlıklar olan kurumlarımız da yok, özel alan çalışması yapan arkadaşlarımız da yok.
İşte böyle "ani" gelişmeler olunca da basın ve medyadan alelacele derlenmiş bilgi ve izlenimlerle yorumlar geliştiriliyor ki bunun sağlıklı olmayacağı ortada. Ben de çoğusu gibi bu konuda basında yer alan bilgiler dışında bir bilgiye sahip değilim. Belgi ve analizine güvenebileceğim bir referansta gösteremiyorum.
Kabaca bu örgüt Sünni Arapların toplumsal desteğini kazanmış görünüyor. Aniden atak yapmasının ardında ise Maliki yönetimiyle bağlarını tümüyle koparma kararı veren Sunni Arap aşiretlerinin yön değiştirmesi yatıyor olabilir.
Askeri açıdan da muhtemelen Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler kanalıyla Suriye'ye akıtılan silah ve lojistik destek ve militan geçişleriyle güçlenerek Irak'taki dengeyi değiştirecek duruma geldi. Tabi yine kendilerinin de bizzat yayınladıkları görüntüleriyle etrafa dehşet saçarak, Özellikle Şiileri ve kendileri gibi olmayan Müslümanları kaçırmayı ya da korkutup boyun eğdirmeyi hedefliyorlar. Şu anda büyük bir kırım ve yıkım yapmaktalar...
Bunun danışıklı bir dövüş olduğu, ordu içindeki eski BAAS'çıların alanları bilinçli olarak terk ettikleri gibi bilgiler yabana atılır gibi değil ama kesin böyledir demek de zor.
Aso Zagrosi :Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani ve diğer bazı yetkililer İŞİD’in Musul’a yönelik çalışmaları konusunda Irak Merkezi iktidarını uyardıklarını, fakat kendilerini dinlemediklerini söylüyorlar. Ayrıca ABD yakın dost gördükleri devlet başkanların ve başbakanları (Almanya Başbakanı Merkel gibi) telefonlarını dahi dinliyor. Nasıl oluyor da İŞİD’in girişimlerinden habersiz oluyor?
Recep Maraşlı:Yukarıdaki soruya verdiğim cevap gibi nesnel bilgi ve veriler üzerinden konuşma güçlüğü var. Fakat illede bir komplo olması gerekmez, gelişmelerin bu noktaya sıçrayabileceği ön görülse bile yapılacak fazla bir şey yok. ABD, 10 yıl bölgede kaldı ve sonunda bu tür problemleri de bile bile ayrılmak zorunda kaldı. Yani yapıp önleyebileceği bir şey olsaydı zaten 10 yıl içinde yapabilirdi. Maliki yönetimi için de böyle, haberi olsa da ancak elinde kitle desteğiyle bulunduğu yerleri koruyabilir.
Aso Zagrosi: İngiltere ve Fransa’nın Kürdistan’ı ve bölgeyi kendi aralarında Sykes picot-Antlaşması ile bölüşmelerinin 2016 yılında 100. Yılına giriyoruz. Bu antlaşmadan en çok zarar gören, ülkeleri yeniden parçalanan ve jenosidlere uğrayan Kürdlerdir. İŞİD 10 Haziran’da sınırları hiçe saydı ve Sykes-Picot Antlaşmasını yırtıp attı. Bu antlaşmanın 100.yılına doğru gittiğimiz bu süreçte ondan en çok zarar gören Kürdler ne yapıyor?
Recep Maraşlı:Bu "En çok zarar gören Kürtler" belirlemesini doğru görmüyorum. Asuri,Süryani, Keldani halkı da çok zarar gördü. Ne Lozan'da ne de uluslararası başka hiçbir antlaşmada ulus olarak tanınmadılar; ülkeleri yok sayıldı, onlarda bölünüp paylaşıldı, ayrıca büyük bir soykırıma uğradılar. Keza Ermeniler soykırıma uğradı ve çok büyük nüfus kaybettiler; ülkeleri yok edildi, ancak Rusya'nın sınırları içinde sonradan Sovyetize edilen çok küçük bir bölgede kalabildiler. Dolayısıyla Kürtler de "en çok zarar gören uluslardan biridir" demek daha doğru.
Şurası açık ki, biz Kürdistanlı örgütler, aydınlar her zaman Irak'ın, Suriye'nin sınırlarının emperyalistlerce cetvelle çizilmiş yapay ülkeler olduğunu söyledik. Gelişmeler bunu doğruluyor. Ortadoğu'daki statüler, sınırlar bir bir ortadan kalkıyor. Kürt, Kürdistan gerçekliği de yerine oturuyor.
Irak'ta üç ana unsur var, bunlar zoraki biçimde birlikte tutuluyorlardı. Yalnız Kürtler değil Şii ve Sünni Araplar için de böyle. Şimdi herkes kendi sınırlarına çekiliyor ama bu barışçıl biçimde olmadığı için etnik ve mezhepsel yok etme, diğerinin göç ettirme ve belli alanları diğerlerinden temizleme siyasetiyle yürüyor. Bu nefret dalgası bir birini tüketerek devam etme eğiliminde.
Kürtler açısından eğer siyasal önderlikler doğru politikalar izlerlerse oldukça tarihi fırsatlar çıkan bir konjonktür söz konusu. Irak ve Suriye'deki merkezi yönetimlerin çökmesi Kürdistan'ın bağımsızlığının yolunu açmış, en azından Güneydeki iki parçanın birleşme şansı da bulunuyor. Bence Kürt ulusal hareketi açısından gittikçe kazanımların gelişebileceği bir süreç var. Önderlikler, örgütlerin basiretli tutumu bunu geliştirebilir veya yavaşlatabilir tabi...
Aso Zagrosi:Geçenlerde Irak savaşına katılan Amerikalı bir subay George Bush’un Irak’ı Güney Kore olarak gördüğü ve 60 yıl alanda kalacaklarını söylediğini, fakat Başkan Obama’nın Irak’ı Vietnam olarak gördüğü ve askeri güçleri çektiğini yazıyordu. ABD’nin alandan ayrılmasından sonra(2011) Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ilk işi Sünnileri devletin üst kademelerinden uzaklaştırmak oldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı kaçtı, Maliye Bakanı zindana atıldı ve bir çok Sünni ordu ve devlet kurumlarından uzaklaştırıldı. Nuri Maliki Kürdlere karşı Dicle Askeri güçlerini gönderdi, Kürdistan bütçesini kesti ve Pêşmergelerin maaşlarını dahi göndermedi. Irak Anayasa’sında Kürdlere ilişkin esas maddelerden, ( Kerkük ve diğer işgal altındaki bölgelerin geleceğine dair madde de dahil) hiç birini uygulamaya sokmadı. Nuri El Maliki Bağdat merkezli tam bir Şii diktatörlüğü kurdu. Aktüel durumda yaşanan çatışmalar konusunda Kürdler nasıl bir tavır almalılar?
Geçenlerde General David Petraeus yaptığı bir açıklama da eğer Amerika hava saldırılarıyla İŞİD’ı vurursa “Şii milislerine hizmet eder” diyordu. Diğer yandan İŞİD, Sünni mezhebi ideoloji olarak kullanan Arap ırkçısı bir yapılanmadır. Eski Baasçıların yoğun bir şekilde bu hareketin içinde yer alması bu gerçekliğin açık bir ifadesidir. Bazı Kürd çevreleri “bu savaş bizim savaşımız değildir” diyorlar. Eğer İŞİD vb yapılar bölgede dikiş tuttururlarsa Kürdistan ile doğrudan komşu olacaklar. Ayrıca Sünni Araplar, Musul, Kerkük ve diğer işgal altındaki Kürd bölgelerini kendi toprakları olarak görüyorlar. Yarın çıkacak olacak çatışmalarda Türkiye dahil bir dizi Arap ülkesi onların yanında olacaktır. Kürdistan yönetimi yarınları da düşünerek şimdi nasıl bir tavır takınabilir?
Beyaz Saray son günlerde doğrudan Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani, Irak Sünni ve Şii yöneticileriyle ilişkiye geçerek „teröre karşı ortak mücadele“ ve „Bağdat yönetimini Şii, Sünni ve Kürd ekseninde“ yeniden yapılanmasını istiyor. Eğer Kürdler Amerika’nın bu istemini kabul etseler hangi taleplerle Bağdat’ta gitmeliler?
-Bu üç soruya birlikte cevap vermek mümkün:
Recep Maraşlı:Peşmergenin Kerkük ve bazı tartışmalı olanlarda kontrolü ele alması tarihi bir dönüm noktasıdır. Aslında bu daha ABD'nin Irak işgalinin ilk günlerinde de yapılabilirdi. Fakat o zaman henüz Güney'deki örgütler birbirlerine güvensizlikleri ve rekabetleri devam ettiği için Kerkük ele geçirilmişken geri çıkılmıştı.
Şu andaki askeri güç ve imkanlarını bilmiyorum ama Peşmergenin bu dönemde bir istikrar ve barış unsuru olarak öne çıkmasının stratejik önemde olduğunu düşünüyorum. Kürt ulusal hareketine çok olumsuz bakan çevreler bile Ortadoğu'da demokratik, çoğulcu, seküler referansları olan, ayrı zamanda Müslüman ve diğer inançlara da saygılı bir gücün olmasının ne kadar değerli bir durum olduğunu fark ediyorlar. Örneğin en çok çatışılacağı düşünülen Türkmenler, Irak merkezi yönetimi bile Peşmergeyi fiilen "kurtarıcı" olarak görmeye başlamaları "Bağımsız Kürdistan" vizyonunun da ötesinde bir gelişmedir.
Bazıları "Kürdistan'ın ötesinde ne işimiz var" diyebilir. Doğru, fakat tarih bazen öyle imkanlar çıkarır ki bu vizyona uygun davrandığınız zaman olarak girdiğiniz zaman; aslında gerçek anlamda Kürdistan'ın bağımsızlık ve özgürlüğünü de daha büyük bir güvenle garanti altına almış olursunuz. Çünkü bu size siyaseten daha çok söz söyleme ve ağırlık kazanma hakkı verir. Eğer yalnız kendiniz için değil elinizin ulaşabildiği her alanda barış ve sükun tesis edebiliyorsanız, kimse artık sizin kendi kendinizi yönetme hakkınızı sorgulayamaz; çünkü onun da ötesine geçip başkaları için de sığınak haline geliyorsunuz.
Peşmergenin saldırgan bir tutum takınmaması elbette çok önemli, fakat eni sonu İŞID'la mücadeleye girmek zorunda kalacağı çok açık. Böyle olunca IŞİD'in kendilerine saldıracak kadar güç toplamasını beklemek yerine, (ki IŞİD kendisini yeterince güçlendirdiği bir zaman Kürdistan'a saldırmaktan kaçınmaz, nitekim Musul'dan önce Xeneqin'de YNK güçlerine saldırdığını biliyoruz) konjonktürel durumdan faydalanarak ileri hamleler yapması bana daha akılcı geliyor. Tabi askeri açıdan böyle bir yeterlilik söz konusu mudur bilmiyorum.
Bu Irak'taki mezhep savaşına bir taraf olarak dahil olma değil; Kürdistan bölgesine yönelecek tehdidi, sınırlara varmadan durduracak bir güvenlik çemberi oluşturmak biçiminde olabilir. Yani Irak'ı kurtarma gibi bir misyon tabiî ki olamaz ama Tehlike altında olan değişik inançlardan Araplar, Türkmenler, Asurilerin (ve tabi Batılı güçlerin de) böyle bir güvenlik kuşağına olumlu bakılacağını düşünüyorum.
Bu durum Kürdistan Federal bölgesinin bir demokrasi ve barış vahası olarak korunması için de önem taşıyor.
Aso Zagrosi:Güney Kürdistan yöneticileri sık sık Kürdistan’ın bağımsızlığından söz ediyorlar. Son dönemlerde Irak Ordusunun İŞİD güçlerinin karşısında aldığı yenilgilerden sonra boşaltığı Kerkük vb yerlere Pêşmerge güçleri yerleşti. Niçin Pêşmerge güçleri Hemrin’den başlayarak tüm Kürdistani bölgeleri denetim altına almıyor? Yoksa Güney Kürdleri yeniden Irak Anayasasının tatbikini mi bekleyecekler?
Recep Maraşlı:Güçlerinin yettiği bütün alanlarda saha hakimiyeti kurmaları hem Kürdistan bölgesinin geleceği açısından, hem Kürt hareketinin etkili bir aktör konumuna gelmesi,hem de bölgede bir demokrasi ve istikrar güvencesi olarak konumlanması açısından oldukça kritik bir durum. Bunun şu anda hukuki olarak büyük bir meşruiyeti de var.
Bu alan hakimiyeti sınırının iyi tanımlanması gerekir, çünkü hassa davranılmazsa bu kez de güçlerin tüketilmesi ve mezhep savaşının tarafı , her iki tarafın da nefretinin hedefi haline gelmek gibi tehlikeler de söz konusu.
Aso Zagrosi:Türkiye ile bir dizi ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler içinde olan Güney Kürdistan yönetimi Bağımsız Kürdistan’ı ilan edebilir mi? Böyle bir durumda Kuzey Kürdlerine hiç bir hak tanımayan Türkiye Güney Kürdlerin bağımsızlığına karşı tavrı ne olur? Geçenlerde Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani’nin başında bulunduğu bir KDP ve YNK delagasyonu İran yetkilileriyle görüştü. İran yetkilileri tüm görüşme boyunca “Kürd-Şii İttifakını” işlediler. Acaba günümüzde İkinci Çaldıran mümkün mü? Eğer mümkün ise somut olarak Kürd güçleri nasıl hareket edecekler?
Recep Maraşlı:Şu anda bir bağımsızlık ilanının "fırsatçılık" olarak görülüp tepki toplayibilir. ABD'nin yaklaşımı belirleyicidir. Ayrıca bununla mevcut durumu ileri götürebilecek bir hamle yapılmış olmayacak, var olan istikrarlı gelişimi de riske atabilir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi son petrol satış anlaşmalarıyla zaten fiilen bağımsız duruma geçmiş durumda. Diplomatik olarak da bağımsızlığa ön gelen bir seviye yakalanmış görünüyor. Bence İŞID Bağdat'ı ele geçirirse veya Maliki yönetimi devrildiği anda Kürdistan Bölgesi tek taraflı olarak derhal bağımsızlığı ilan edebilir. Çünkü Anayasal akit ve merkezi yönetim kalkmış oluyor ve bağımsızlık meşru bir hukuki zemine oturuyor.
Hatta TC'de Hükümet sözcüsü Çelik bile, "Irak'ın parçalanması halinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı" doğacağını kabul etti. Batılı birçok gözlemci de gelişmeleri böyle değerlendiriyor.
O zaman ABD'nin de Avrupa'nın da "siyasi istikrarsızlık çıkarma" adına bir itirazları olamaz. Bağımsızlık ilanını Kürdistan Federal Bölgesi için açıkça sadece diplomatik bir zamanlama meselesine kalmış olarak görüyorum. Federal yönetiminin eni sonu ayağına gelecek olan bu güne uygun hazırlıkları yaptığını tahmin ediyorum.
Bence Prensip olarak zaten her şart ve koşulda bağımsızlık Kürt ulusunun meşru hakkıdır. Yeter ki bunu savunan, sürdüren kararlılıkta bir siyasi irade ve toplumsal destek söz konusu olsun.
Kürt hareketlerinin artık çok bariz tarihi hatalara düşmeyeceklerini, epeyce ders alındığını ve ortalama olarak bir sağduyunun hakim olduğunu söyleyebilirim. Kötümser değilim açıkça...
Aso Zagrosi: İŞİD de facto sınırları ortadan kaldırırken Kürdler hala kendi aralarında duvar/sınır/hendekler örüyorlar. Güney Kürdistan kazanımları tüm dünya Kürdleri için Sykes-picot-Antlaşmasını çöpe atmak için tarihsel bir imkan sağladı. PKK, Güney Kürdistan Hükümeti ve parlamentosu oluştuğu zaman hemen karşısına „Botan ve Behdinan Savaş Hükümetini“ çıkardı. Bugün ise Batı Kürdistan’da „Kanton „ile Kürdlerin karşısına çıkıyor. Bu girişimleri nasıl yorumluyorsunuz?
Recep Maraşlı: PKK,PYD ve KDP arasındaki ilişkilerin barışçıl ve makul bir uzlaşmayla çözülmesini çok önemli buluyorum. Bu dönemde yardımlaşma adına verilen bazı demeçler bu bakımdan olumlu. Kürt ulusal güçlerinin mutlaka kendi aralarındaki sorunları uzlaşmayla, karşılıklı ödünlerle de olsa çözmeleri gerekiyor.
Eğer KDP ile YNK halen eskisi gibi kanlı bıçaklı olsalardı, bugünkü kazanımlar elde edilip korunabil miydi? Eğer PKK ve KDP içten ve dışarıdan bütün dayatmalara karşın çatışıyor olsalardı yine bugünkü kazanımlar ve istikrar sağlanabilir miydi? Bundandır ki Suriye'deki kazanımları küçümsemek hiç doğru değil; belli aşamalardan, zorluklardan geçilerek geliniyor. Burada eksik olan, yanlış oyan çoğulculuğun iç demokrasinin uygulanmamasıdır.
Hendek olayının ne kadar yanlış olduğu, askeri açıdan da anlamsız olduğu IŞİD'ın başarısıyla ortaya çıktı zaten. Gerekçe IŞİD gibi terörist grupların geliş gidişlerini engellemek olarak gösteriliyordu. Ortaçağda bile işe yaramayan bu "hendek"lerin 3-5 metresinin; bir askeri tim tarafından iki saatte doldurulup, bırakın insanı tankların geçişine bile hazır hale getirebileceği açıktır. Askeri açıdan anlamsız olan bu hendek, sadece aniden kaçmak zorunda olan çoluk, çocuk sivil insanlar için bir engel teşkil ederdi. Ayrıca Kürtlerin kendi aralarında Hendek kazmasının bir mantığı yoktu ve halkın belleğine kötü bir yara olarak kaldı.
Gün araya hendek kazma değil; birbiriyle uzlaşma, dayanışma günüdür. PKK, PYD'de de Kürdistan Bölgesel Yönetimin desteğini almadan hiçbir kazanımını koruyamayacağını, sömürgecilere bel bağlamak zorunda kalacağını görmüş olmalı. Kendi aralarındaki en kötü uzlaşmanın bile sömürgecilerle yapılacak "en iyi" anlaşmadan yararlı olacağı görülmüş olmalı.
Batıdaki "Kanton" oluşumlarını yanlış görmüyorum. Bölgedeki tüm halkları, etnik grupları, inançları yönetime dahil eden bir iktidar anlayışı -ki gerçekten böyle yapıyorlarsa- çok daha olumludur. Örneğin Kerkük, Kürdistan bölgesinde olmakla birlikte içinde çok sayıda Arap, Türkmen ve Asuri'nin de bulunduğu, değişik inanç ve mezheplerinde bulunduğu bir çok uluslu, çok kültürlü bir kenttir. O halde burayı homojenleştireceğim, Kürtleştireceğim demek yanlıştır, tehlikelidir: Tersine var olan tüm kimliklerin temsil edilecekleri bir özyönetimi esas almak en doğrusudur.
Kantonların, özerk bölgelerin,özel statülerin bulunduğu yönetimler bulunması coğrafyamızın bir gerçekliğidir. Yok ediciliği, kendine benzetmeciliği değil de hayatı yeniden inşa etmek ve kendimizi de var kılmanın modern biçimi, yolu budur. Kanton anlayışıyla alay edilmesini bu nedenle doğru görmüyorum. Şu var ki siyasi çoğulculuğa kapalı bir yapının gerçekten bir Kanton götürmesi elbette sorunludur, inandırıcı karşılanmaz.
Aso Zagrosi:Güney Kürdistan yönetimi Arap güçleriyle çatışmalar içine girerse yada Bağımsız Kürdistan’ı ilan ederse Kürdistan’ın diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdler somut olarak ne yapabilirler?
Recep Maraşlı:Diaspora Kürtlerinin bağımsızlık ve özgürlük yolundaki her adımı desteklemesi, güçlendirmesi; ulusal demokratik güçler arasındaki işbirliği ve uzlaşmayı teşvik etmesi; birlikte yaşanan halkların, etnik grup ve inançların hakları ve bireysel özgürlükler konusunda duyarlı ve samimi olmasını; grupları arasındaki çelişmeleri kışkırtıcı davranışlara, nefret söylemine karşı da tavır almalarını öneririm.
Sorularıma cevap verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Ben de size teşekkür ediyorum ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Recep Maraşlı, Berlin, 2014